« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Şub

2011

Vahapzade'nin sonsuz Türkiye sevdası

Cazim Gürbüz 01 Ocak 1970

Öldü Bahtiyar Vahapzade ölende ölümle sevişecektin

Zirveler, Yücelikler ve Tenhalıklar
“Anadolu şiirinde iki zirve var” diyordu ve devam ediyordu: “Hangisinden baksan ötekini görürsün”. Biri Yunus’tu ona göre o zirvenin, diğeri Veysel.
“Min şiir yatırdı her nefesinde
Bülbül tek ötürdü gül hevesinde
Çiçeğin etrinde (kokusunda), kuşun sesinde
Yatan menâları (anlamları) tapandı (bulandı)
Veysel”
Veysel zirvesinde bunları görmüştü, ya Yunus zirvesi:
“Bir yerde ölüp, bes, niye min yerde doğuldu? (doğdu)
Eşgında yanırken yeniden bir de doğuldu
Şe’rindeki hikmetli satırlarda doğuldu.
Bir yerde ölüp, bes (peki), niye min yerde mezarı?
Her gün kazılır çünki gönüllerde mezarı,
Otlarda, çiçeklerde ve güllerde mezarı.
Efsane mi, gerçek mi? Bu insan nece insan?
Varlık sesidir, kopmuş o, Türk’ün kopuzundan.”
Anadolu şiirindeki bu iki zirveyi, Kafkaslar’dan bakıp gören bu zirve-adam, Bahtiyar Vahapzade’dir. Azerbaycan şiirinde 20. yüzyılda iki zirve yüceldi, biri güneyde, biri kuzeyde, güneydeki Şehriyar, kuzeydeki Bahtiyar Vahapzade.
Yücelikler, zirveler... Bu iki kavramı öyle derin biliyordu ki, sekiz dizede felsefesini yapıyordu bilgece:
“Ağaca bak! İlahi, başı varmış buluta
Sanki hasretle bakar onun ucalığına (yüceliğine)
Alçak boylu çalı da.
Amma çalı bilmir ki, her yahşıda yaman var
Tenhadır ucalıklar.
Zirvenin kulakları dost ahtarıp (arayıp) özüne (kendine)
Etrafına şeklenir (kulak veriyor)
Çalı bilmez ucalan, ucaldıkça teklenir”


Oğul, Gözü Götürmür,
Sen Ona Gulag Asma
10-12 yaşında Bahtiyar Vahapzade, anası, hani o “savadsızdır” dediği anası, ondaki cevheri görmüş, onu günün önemli şairlerine tanış etme derdine ve cehdine düşmüştür. Önce o savadsız Ana’ya yazdığı dizeleri bir görelim, bu “tanış etme” serüvenini sonra naklederiz:
“Savadsızdır
(okuma yazması yok)
Adını da yazabilmir
Menim anam...
Ancag mene
Say (sayı) öğredip
Ay öğredip
İl (yıl) öğredip
En vacibi:
Dil öğredip
Menim anam...
Bu dil ile tanımışam
Hem sevinci
Hem de gamı...
Bu dil ile yaratmışam
Her şi’rimi/Her nağmemi.
Yoh men heçem
Men yalanam
Kitap kitap sözlerimin müellimi
(öğrtemeni) menim anam”
O yılların en ünlü şairi Süleyman Rüstem’in kapısında dayanmış, içeri alınmışlardır. “Savadsız Ana”, oğlunun şiirdeki büyük yeteneğini anlatır, şiirlerini gösterir Süleyman Rüstem’e. Alır şöyle bir bakar Rüstem, “Şiir çocuk oyuncağı değildir, oğlun daha yüz fırın ekmek yemeli... Gitsin derslerine baksın” gibi sözler eder.
Çıkarlar dışarı ana-oğul. Oğul yıkılmış, Ana dimdik, inancı zerrece sarsılmamış: “Desin a balam desin! Sen ona gulag asma! O pahıllığından (kıskançlığından) ele diyir, seni gözü götürmür (çekemiyor)”. Ana yüreği işte, ana koruyuculuğu. “Ana Hediyesi” adlı şiirinde şair, anasının kendisine olan sevgisi ve tutkunluğunu dile getirmekteydi:
“Anam namaz üste el açıp göğe
Allah’a yalvarır ” ya Rabbim “ deye
-Sensen halk eyleyen bu göğü, yeri
Candan şirin olur bala, ay Allah
Sen menim ömrümden kesip illeri (yılları)
Balamın ömrüne cala (ekle) ay Allah!”
Süleyman Rüstem, “pahıllığından mı” öyle etmiştir, bunu bilmiyoruz. Ancak, ileriki yıllarda bir başka ünlü şair Samed Vurgun, keşfedecek, elinden tutacaktır Bahtiyar’ın. Vahapzade 1945 yılında, Vurgun’un aracılığı ile Yazıcılar Birliği’ne kabul edilecekti. “Men ona borçluyam” adlı yazısında bunu dile getirecek, öz minnettarlığını bildirecekti Vurgun’a. Vurgun’a başka minnettarlıkları da vardı. Onları da SSCB yıkıldıktan sonra diyecekti. Rejim aleyhtarlığının ucuz kahramanlık, hatta aptallık olduğunu ona söylemişti Vurgun, akıllı olup, rejimle barışık görünmek, yerini sağlamlaştırdıktan sonra, ortam uygun olursa o zaman bir şeyler yapmak gerekti. “İki Korku” manzumesindeki gibi olayları da yaşadıktan sonra, O da öyle yapmıştı zaten.

Keşke tüm devlet adamları, sanatçılar, ünlüler, ezbere bilseler bu dizeleri.

Şairçün Boş Yürek
Tonlardan Ağır
Şiirin onun hayatında nasıl bir yer edindiğine dair sayfalarca yazılar yazılabilir elbette, amma o bir dörtlükle bunu ifade etmişti:
“Gece de gündüz de elimde kalem,
Şairçün (şair için) boş yürek tonlardan ağır.
Menim şiirlerim ele bilirem
(sanıyorum ki),
Özümden özüme (kendimden kendime) mektuplarımdır.”
Bu mektuplar onun özüyle kalmadı, özgeleri de özünden etkiledi, özüne döndürdü nicelerini.


Asrın Nabzı Şiirin
Ahenginde Atmalı
1979 yılında Bahtiyar Vahapzade’nin seçilmiş şiirlerini Türkiye’de ilk kez yayımlayan değerli dostum Prof.Dr. Ali Yavuz Akpınar, bu kitabın önsözünde denilecekleri demiş, onun üstüne söz demek ukalalık olur. Evet, okuyalım bakalım gece-gündüz elinden kalem düşmeyen bu şairin, şiir anlayışı ve çizgisi nedir:
“(...) Bugünün şiirini dünden gelen ihsaslarla, teknikle bezeyen bir sanat anlayışına sahiptir. Günümüz şiirinin hem klasik edebiyat geleneğini devam ettirmesini, hem de günümüz ihtiyaçlarına karşılık vermesini ister. Klasik edebi gelenekle alakası olamayan şiirin toplumda itibar görmeyeceği, sanat bakımından da cılız olacağı kanaatindedir. Bu bakımdan klasik Azeri şiirine büyük bir hürmet besler. Vahapzade, klasik şiirin, halk şiirinin, hele Fuzuli gibi büyük bir şairin cazibesinden, sihrinden, derinliğinden kendini kurtaramamış, kurtarmak da istememiştir.
Şiirlerinde kendine has, yoğun bir düşünce unsuruyla karşılaşırız. Şair, bir mesele, mevzu etrafındaki derinlemesine gözlemlerini, duyuşlarını şiire dökmekten çekinmez. Şiirle; makale, inceleme, eleştiri yazar gibidir. Başkalarında belki de hiç şiire girmeyecek konuların, görüş, düşünüş, duyuş ve yorum tarzının Vahapzade’nin şiirlerinde yer aldığını görürüz. O, şiirle düşünen bir sanatkârdır. Okuyucuyu da kendisi gibi, ele aldığı, yorumladığı mevzuda düşünmeye, alışılmışın dışında bir şeyler bulmaya, hissetmeye davet eder.
Şairimiz, şiiri; insanın içinde için için yanan korlanmış bir ateşe benzetir. Asrın nabzı şiirin ahenginde atmalıdır. Şiir, derin derin düşünen ve düşündüren bir hüviyete sahip olmalıdır. Böyle bir şiir, vatan ve millet sevgisiyle, milli kültür aşkıyla dolup taşmalı; vatanını, milletini ve milli benliğini inkâr eden, yabancı düşünce ve hayat tarzlarına özenen, onları taklit eden zübbelerin, tufeylilerin (harami) başını ezen yumruk yerine geçmelidir.”
Akpınar’ın izine düşelim, Bahtiyar Vahapzade’nin önce “derin derin düşünen ve düşündüren” dizelerinden örnekler verelim:
“Gel kışa ‘zehrimar’(yılan zehirlesin seni), yaza can deme
Kışın dehşetleri yaz içindedir
Yenişte yokuş var, yokuşta yeniş
En böyük ateş de buz içindedir.


Yüz tepe boyu var bir uca dağda
Yakından yakındır bazen uzak da
Nefret de sevgi de, gara da, ağ da
Işık da zulmet de göz içindedir.
Dağ da gıymetlenir elden gidende
Melek de sendedir, şeytan da sende.
Yahşı da yaman da, dost da düşmen de
Senin öz içinde öz içindedir.”
Ve vatan-millet sevgisiyle dolu şiirler, öyle çok ki, hangisini yazalım. Bırakalım hamaseti, en iyisi, onun “Utanıram” diye feryat eden şiirinden bölümler aktaralım:
“Şehitlerin, gaçkınların
Üstümüzde min ahı var.
Vardığımız bu noktada
hamımızın günahı var.
(...) Babaların ucalttığı
Bizim galip kalelerden
utanıram.
Çadırlarda
Donan körpe balalardan
utanıram.
Bu torpağı müdafaayı
Boynumuza borç bilmedik
Vatandaşlık zirvesine
ucalmadık
Utanıram.
Vatan getdi, şiir yazdık
‘Sen menimsen, ana veten’
Vatan getdi, nutuk dedik
Uca uca kürsülerden utanıram.
(...) Söz altında yatamadık
Diz altında yatan olduk.
Ataların kazancını
Nefsimize satan olduk
Yurdu satmak hesabına
Arzumuza çatan (yetişen) olduk.
Sabrımızın dolup taşan kâsesinden
Şehitlerin edilmemiş kıssasından
Onların kan bahasından
Bu milletin kahramanlık dehasından
Utanıram.”
Utanıyordu çünkü 20 Ocak 1990’da azadlık uğruna kendini Rus tanklarının önüne atan bu halk, onlara öncülük eden aydınlar ve siyasetçiler, bölünmüşler, birbirlerine düşmüşler, Karabağ’ı Ermenilere elleriyle ikram etmişlerdi adeta. 20 Ocak 1990’daki ortam olsaydı, kükrerdi Bahtiyar Müellim. Kulağımla duymuşumdur o gece Amerika’nın Sesi Radyosu’nun Azerice yayınlarına dediklerini: “Men cırmışam (yırtmışım) o partiya kağızını (komünist partisi kimlik belgesini), mene lüzumu yohdur onun. O alçahlar alçağı Gorbaçov’a da bildirmişem bunu”. Ve ertesi gün, Bakü Radyosu’nun dinliyorum, yas müziği kesiliyor birden, bir anons: “Halk şairi Bahtiyar Vahapzade danışacak!” Dinliyorum, halkı şehitlerin cenazesine katılmaya davet ediyor ve hatırlatıyor: “İştirak vacipdir!”. Ülkeyi yönetenler bilmem hangi cehennemdeler? Bahtiyar Vahapzade bir milletvekili sıfatıyla meclisi toplantıya çağırıyor başkanlık ediyor, meclisin işe el koyup vaziyet etmesini sağlıyor. Ona da o yakışırdı, o demiyor muydu
“Azerbaycan
Menim aşkım
Menim andım
Menim anam!
Biz ikimiz bir torpağıg
Men de senin bir parçanam
Ey gudretim, ey şöhretim
Sensiz menim ne gıymetim?
Torpağından guvvet alıp
Yarandım men
Hayalimin evveli sen
Sonu sen.
(...) Sen dosta dost
Düşmenime göz dağısan
Alnın açıg
Üzün ağdır
Yenilmezlik bayrağısan!” diye.

Türkiye ve
Azerbaycan Aşkı
“Yaz başı çıkarken Ergenekon’dan
Kurdu özümüze ram edenleriz
Gönül ateşiyle biz zaman zaman
Demir dağlarını eritenleriz
Çelik bedenleriz, tunç bedenleriz.
Kökümü soyumu tanıyan günden
Mekset (amaç) ganadında men ucalmışam
Adım danılsa da ilk gençliğimden
Türklük havasıyla nefes almışam.
Men yumruk altında derdim: Ne gam
Eşgim-egideme (aşkım ve ülküme) sonsuz inamdır
Azerbaycan anam, Türkiye kıblem
Meksedim yönümdür, öz pusulamdır.
(...) Durur üreğimde iki dağ kimi
Ana vetenimle, ata vetenim
Senin tırnağına bir taş değdi mi
Bakı’da üreğim ganiyır (kanıyor) menim.”

Bu kadar da değil... Bir başka şiirinde, diyeceğini daha açık, halkın anlayacağı tarzda demişti. İşte o şiirden sunumluk dizeler:
“Bir ananın iki oğlu
Bir ağacın iki kolu
O da ulu, bu da ulu
Azerbaycan-Türkiye.
Dinimiz bir, dilimiz bir
Ay’ımız bir, yılımız bir
Aşkımız bir, yolumuz bir
Azerbaycan-Türkiye.
Bir milletiz, iki devlet
Aynı arzu, aynı niyet
Her ikisi Cumhuriyet
Azerbaycan-Türkiye.
(...) Anayurtta yuva kurdum
Ata yurda könül verdim
Ana yurdum, ata yurdum
Azerbaycan-Türkiye.


Elveda’yı Yıllar
Önce Demişti
Sanmayın ki yeni öldü, o elvedayı yıllar önce demişti. Türkiye’de de dillerden düşmeyen bu şiiri okuyalım şimdi de:
“Deyirem (diyorum( sefası bitti ömrümün
İndi dağ çıhıram düze elveda
Göz duman çökür, başa gar yağır
Bahara elveda, yaza elveda.
Aşkına her zaman mukaddes dedin
Günler elden gedir (gidiyor)
sen teles (acele et) dedin
Çoğu istemedin aza bes (yeter) dedin
Dedim çoh yoğ ise, aza elveda.
İndi (şimdi) öz kökünden üzülen
(kopan) menem
Özge budaglara (dallara) düzülen menem
İndi ne sen sensen, ne de men menem
Biz ki biz değilik bize elveda.
Bahtiyar derinden sızlayıp yaran
Seni keçmişine bağlar her zaman
Zulmet üreğini ışıklandıran
Yoluna şam (mum) tutan göze elveda.


Ölüme ve Ölüm Ötesine
Dair Sorgulamalar
“Istırapsız bir ferah
Zahmetsiz bir behre (ürün) yok
Hayatın kıymetini
Biz ölüme borçluyuk” diyordu
Vahapzade. Ölüm yalnızca kıymetli de değildi onun gözünde, sevgiliydi de:
“Bir ömrü yıllarla ölçmek düz değil
Ömürle yılları ölçesen gerek
Hissinle,
kalbinle, dinle ne deyir
Bu duyan, bu yanan, alışan
(tutuşan) yürek...
Yaşarken hayatı severem
Ne gam
Ölende ölümle sevişeceğem.”
Başka?... Var elbette olmaz mı? İşte:
“Gönül bulan, gönül durul
Her gün sefere hazır ol
Ömür dedin beş addım yol
Beşik-kabir arasında”
“Ölüler var, diridir min defa bizden
Ölüler yaşayır yaddaşımızda (belleğimizde)
Onlar
incikdirse
(incinmişlerse) emelimizden
Ruhları
ağlayır göz
yaşımızda.”
Bahtiyar Vahapzade bir ölüdür artık. Yaddaşımızdadır. Diridir nice dirilerden, yazdıklarıyla ebedidir. Onun ruhunu incitmemelidirler Türk oğulları. Unutmaynız:
“İkinci günâha yol verir insan
Birinci günâha hak veren zaman.”
Evet sevgili okurlar, benim Bahtiyar Vahapzadem bu işte. Başkaları onun hayatını yazdılar uzun uzun, kitap adlarını sıraladılar çarşaf çarşaf. Birinin kardeşi diye takdim ettiler kimileri, kimi okullarına arka çıkardılar. Biz onun ruhunu ve özünü yansıtmaya çalıştık, gönül güzgümüz (ayna) ne gösteriyorsa...
Durağı uçmak olsun Bahtiyar Müellim’in!

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 34720

ulkucudunya@ulkucudunya.com