Bank of Boston Oyakbank ve ING Bank
UFUK SÖYLEMEZ 26 Haziran 2007
OYAKBANK’IN Hollandalı finans grubu ING Bank’a satış kararının açıklamasından sonra kamuoyunda bugüne kadar hiçbir banka satışında rastlanmayan boyutlarda ciddi tartışmalar yaşanıyor.
2000 yılında 79 adet olan Türkiye’de faaliyette bulunan banka sayısının, bugün 46’ya düşmüş olması ve bankacılık sektöründe giderek artan oranda yabancılaşma ve yoğunlaşma yaşanıyor olması, tartışmaları daha da anlamlı kılıyor.Üstelik milli sermayeli bir banka olan Oyakbank, Oyak grubu tarafından bundan yıllar önce bir başka yabancı bankanın satın alınarak, millileştirilmesi ile kurulmuştu.1984 yılında Bank of Boston’un İstanbul şubesi kuruldu, 1990’da Oyak ve diğer 2 ortakla birlikte, Banka 4 ortaklı oldu The First National Bank olarak faaliyet göstermeye başladı. 10 Mayıs 1996 tarihinde ise adı Türk Boston Bank olarak değiştirilen Banka’nın tamamı Oyak tarafından satın alındı ve ismi Oyakbank olarak değişti.
10 banka, %85’e sahip
İSTER ironik, ister trajik bir çelişki olarak görülsün, işte bu Oyakbank’ın tamamı bugün Hollandalı ING Bank’a satılıyor. Türkiye’de 2000 yılında 79 olan banka sayısı bugün 46’ya düşmüş durumda. Türkiye’de nüfus başına düşen banka sayısı AB’nin 12’de biri kadar, yani banka sayısı da, şube sayısı da AB ile karşılaştırılamayacak kadar az. Üstüne üstlük Türkiye’deki ilk 10 banka toplam mevduat ve kredi hacminin yaklaşık yüzde 85’ine sahip.
Yani sektörde yoğunlaşma giderek artıyor. Rekabet ortamı kayboluyor. Mevcut 46 bankanın 33 tanesi mevduat ve ticaret bankası niteliğinde, geriye kalan 13 banka ise kalkınma ve yatırım bankası niteliğinde.
Yabancılaşma oranı
O nedenle bankacılık sektöründe Borsa’daki halka açık paylarda göz önüne alındığında yüzde 42’ye varan yabancılaşma oranı oldukça yüksek. BDDK’nın bu satışa onay verip vermeyeceği bilinmiyor. Ama İspanya, İtalya, Fransa, Almanya gibi birçok AB ülkesinde yüzde 10 civarında olan yabancılaşma oranının Türkiye’de yüzde 42’ye ulaşmış olması elbette düşündürücü.
Yabancı bankalar, gelişmekte olan ülkelerde “prime” denilen birinci sınıf, güçlü firmaları kredilendirirken, KOBİ niteliğindeki firmalara destek vermekte gönülsüz davranıyorlar.
Türkiye’de liberalizmin talihsizliği, piyasa ekonomisini bilmeyen, kulaktan dolma beylik laflarla ekonomiyi yönetmeye veya yönlendirmeye çalışan birtakım çevrelerin yozlaştırmasına muhatap olmasıdır.
Gerçek bir piyasa ekonomisi ancak “...sat - kurtul, ticarette her şey mubahtır, altta kalanın canı çıksın...” gibi zihniyetlerin egemen olmadığı bir ortamda mümkün olabilir.
Ulusal çıkarlar
KISA vadeli çıkarları ve akıllarını aşmış kazanç hırsları nedeniyle liberalizmi liboşluğa indirgeyen anlayış sahiplerinin kontrolsüz-denetimsiz-sınırsız ve ölçüsüz her şeyin-her sektörün alınıp-satılıp, yabancılaşmasını alkışlamaları büyük bir garabettir. Stratejik sektörlerde, rekabet gücünün gözetilmesi, ulusal çıkarlarımızın korunması önemlidir. Küreselleşmeye koşulsuz teslimiyetle, bu süreci ulusal çıkarları koruyarak yürütebilmek arasında dağlar kadar fark vardır. Müttefiklerimizle ilişkilerimizi “müstemleke” ilişkisine çeviren, liberal piyasa ekonomisini, “liboşluk” sanan, özelleştirmeyi “sat-kurtul”, Dış politikayı “ver-kurtul” basitliğine indirgeyen, kaba - vahşi bir kapitalizm anlayışı ve uygulamasını piyasa ekonomisi zannedenlerin yarattığı bilgi kirliliği ve göz boyamaya prim vermeden, ölçüsüz-denetimsiz-kontrolsüz yabancılaşmanın sağlıklı olmadığını ısrarla ve kararlılıkla vurgulamalıyız.