MOLLA FENARI
01 Ocak 1970
(ö. 834/1431) Osmanlı âlimi.
751 yılının Safer ayında [55] doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza'dır. Fenârî nisbesi hakkında kay-naklarda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu nisbenin, Mâverâünnehir bölgesinde ya da Bursa civarında Yenişehir ile İnegöl yakınlarındaki Fenâr köyünden geldiğini söyleyenler bulunduğu gibi babasının fenercilik mesleğiyle ilgili olduğunu ileri sü¬renler de vardır. Kahire'de ondan icazet alan İbn Hacer el-Askalânî'nin İbnü'1-Fe-nerî diye tanındığını belirtmesi, Zeynüd-din el-HâfTnin halifesi İbn Ganim el-Kud-sî'ye gönderdiği Arapça bir şiirinde ken-disinden İbnü'l-Fenârî diye söz etmesi [56] babasının da bu nis-beyle anıldığını göstermektedir. Açık bil¬gi bulunmaması sebebiyle kaynaklar bu rivayetleri nakletmekle yetinmiş, Uzunçarşılı ise bir gerekçe göstermeden Yeni¬şehir ile İnegöl taraflarındaki Fenâr ka¬sabasından olduğunu kaydetmiştir.
Molla Fenârî, ilk öğrenimini babasının yanında tamamladıktan sonra İznik'te Alâeddin Ali Esved'in derslerine devam etti. Hocasıyla arasında geçen ilmî bir tar¬tışma yüzünden oradan ayrıldı ve Amas¬ya'ya gitti. Amasya'da Cemâleddin Aksa-râyrnin öğrencisi oldu ve 778 (1376) yılın¬da kendisinden icazet aldı. Ardından Sey-yid Şerîf el-Cürcânî ile birlikte gittiği Ka-hire'de başta Ekmeleddin el-Bâbertî ol¬mak üzere çeşitli âlimlerden şer'î İlimleri tahsil etti; Bâbertî'den de icazet aldıktan sonra Bursa'ya döndü. Yıldırım Bayezid tarafından Manastır Medresesi müder-risliği ve bunun yanı sıra 795'te (1393) Bursa kadılığı ile görevlendirildi. Bu vazi¬fesini on yıl kadar sürdürdü. Ankara Sa-vaşı'nın ardından Timur'un askerleri Bur-sa'yı ele geçirince, daha önce Yıldırım Ba-yezid'İn esir alıp hapsettirdiği Karama-noğlu Alâeddin Bey'in iki oğlu II. Mehmed Bey ve Ali Bey hürriyetine kavuşmuş ve Timur tarafından Karamanlı ülkesinin yö¬netimine getirilmişti. Molla Fenârî de muhtemelen Mısır seyahati dönüşünde Konya ve Karaman'a uğradığında tanış¬tığı Mehmed Bey'le Karaman'a gitti. Ora¬da on yıldan fazla bir müddet ders verdi. 817'de (1414) Bursa'ya döndü ve Çelebi Sultan Mehmed devrinde 818 (1415) yı¬lında ikinci defa Bursa kadılığına getiril¬di. 822'de (1419) çıktığı hac seyahatinden dönerken Kahire'ye uğradı ve el-Melikü'l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî'nin isteğiyle bir süre orada kaldı. Kahire'de bulundu¬ğu sırada dönemin önde gelen âlimleriyle ilmî müzakerelerde bulundu ve ders ver¬di. 823 (1420) yılında Mısır'dan ayrılan Molla Fenârî, Kudüs'e uğradıktan sonra Bursa'ya döndü ve eski görevine devam etti. II, Murad tarafından 828'de (1425) müftülük vazifesine tayin edildi. Bu un¬vanı taşıyan kimsenin diğer ulemâya nis-betle önemli bir mevki işgal ettiği bilin¬mekle birlikte bazı kaynaklarda Fenârî'-nin ilk şeyhülislâm olarak anılması, payi¬taht müftülük makamının XVI. yüzyılın ortalarında ulaştığı kurum hüviyetiyle ke¬limenin kazandığı "devletin bütün ilmiye sınıfının resmî mercii" anlamında düşü-nülmemelidir.
833 (1430) yılında yaptığı ikinci hac yol¬culuğunda da Kahire'ye uğrayan Molla Fenârî buradaki âlimlerle ilmî görüşme¬ler yaptı. Döndükten kısa bir süre sonra 1 Receb 834 [57] tarihinde Bur¬sa'da vefat etti. Hüseyin Hüsâmeddin, bazı vakıf kayıtlarına ve kitabelere dayana¬rak Molla Fenârî'nin 838'de (1434-35) öl¬düğünü kaydeder. [58] Cenazesi kendi yaptırdığı cami¬nin hazîresine defnedildi. Öğrencileri ara¬sında oğlu Mehmed Şah Fenârî, Şehâbed-din İbn Arabşah, Kadızâde Rûmî, Kut-büddinzâde İznikî, Kâfiyeci, Emîr Sultan, Molla Yegân ve İbn Hacer el-Askalânî gibi âlimler bulunmaktadır.
Molla Fenârî, Osmanlı Devleti'nde ta¬savvufa ilgi duyan ilmiye mensuplarının önde gelenlerindendir. Tasavvuf kültürü¬ne olan yakın İlgisi bazı eserlerinde açık¬ça görülür. Tasavvuf? düşüncelerinin şe¬killenmesinde Muhyiddin İbnü'l-Arabî'-nin tesiri vardır ve İbnü'l-Arabî'ye nisbet edilen Ekberiyye mektebinin görüşlerini Anadolu'da temsil eden âlimler arasında yer almaktadır. Babasından Sadreddin Konevfnin Miftâhu'l-ğayb'\n\ okumuş, daha sonra bu eseri şerhetmiştir. Fenârî ayrıca hem Miftâhu'l-ğoyb'ı hem de İb-nü'1-Arabî'nin Fuşûşü'J-hikem'mı okut¬muştur. Taşköprizâde, Fenârî'nin baba¬sının Sadreddin Konevî'den Miftâhu'l-ğayb'ı okuduğuna dair bir rivayet nakle¬diyorsa da [59] bu tarihen mümkün görünmemektedir. Konevî'nin ölüm tarihi (673/1274) göz önüne alınır¬sa Fenârî doğduğunda babasının 100 yaş¬larında olması gerekir. Bu sebeple bizzat Konevî'den değil talebesinden veya tale-besinin talebesinden okumuş olmalıdır. Kaynaklarda ayrıca Ebheriyye [60] ve Rifâiyye tarikat¬larından hilâfet aldığı ve Zeyniyye tarika¬tına da intisap ettiği kaydedilmektedir. Diğer taraftan Fahreddin er-Râzî ekolü¬ne bağlı olup Râzfnin geliştirdiği İbn Sî-nâcı sistemin Osmanlı geleneğine taşın¬masında önemli rol oynamıştır.
Gerek devlet erkânının gerekse halkın saygı gösterdiği ve maddî durumu iyi ol¬masına rağmen sade bir hayat yaşadığı nakledilen Molla Fenârî geçimini sağ¬lamak için ipekçilikle meşgul olmuştur. Taşköprizâde. Fenârî'nin vefat ettiğinde 10.000 ciltlik bir kütüphane bıraktığına dair bir rivayet kaydeder. Molla Fenârî, Kudüs'te bir medrese ile.Bursa'da üç mescid ve bir medrese yaptırmış, 833 (1430) tarihli vakfiyesiyle bunlara birçok emlâkini tahsis etmiştir [61] Oğullarından Mehmed Şah Fenârî de (ö. 839/14351?!) âlim olup çeşitli eser¬ler telif etmiş, Yûsuf Bâlî ise (ö. 840/14 36-37) müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunmuştur. Osmanlı Devleti'nde ilmiye sınıfına tanınan imtiyazlar ilk defa II. Murad tarafından Molla Fenârî ailesine ve¬rilmiş, daha sonra bütün ilmiye ailelerine teşmil edilmiştir.
Eserleri.
1. Aynûrl-cfyân [62] İşârî tefsir türünün örnek¬lerinden olup Karamanoğlu Mehmed Bey'e ithaf edilmiştir. Eserde tefsir usu¬lüne dair geniş bir mukaddime yer almak¬tadır. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüs¬haları bulunan kitabın müellif hattı oldu¬ğu tahmin edilen nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. [63] İstanbul'da basılan (1325) eser üzerinde Zülfikar Durmuş, Şemsüddin Muhammed b. Haraza el-Fenârî'nin Hayatı ve Aynü'l-A'yân Adlı Eserinin Tahlili adıyla yüksek lisans çalışması yapmıştır. [64]
2. TaTıkât caiâ evffili'I-Keşşâf. Zemahşerî'nin el-Keş-şâf adlı tefsirinin Fatiha süresiyle Baka¬ra sûresinin bir bölümüne yazılmış ta'-likattır. [65]
3. Fuşûlü'l-bedâyic. Usûl-i fıkha dair bu eser müellifin en meş¬hur çalışmalarından biri olup iki cilt ha¬linde basılmıştır. [66]
4. Şer-hu'l-Ferâizi's-Sirâciyye. Hanefî faki-hi Secâvendî'ye ait eserin en güzel şerh¬lerinden biridir. [67]
5. Şerhu Teîhîşi'1-CâmiH'l-ke-bîrfi'1-fürû'. Hanefi fakihi Hılâtî'nin. Mu¬hammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin el-Câmi'u'î-kebîr'min muhtasarı olan Telhî-şü'1-Câmi'i'l-kebîr adlı eserinin bir bö¬lümünün şerhidir. [68]
6. Şerhu Fıkhi'l-Keydânî . [69]
7. Mişbâ-hu'l-üns beyne'l-ma'kül ve'1-meşhûd fî şerhi Miftâhi'I-ğayb. Sadreddin Ko-nevî'ye ait eserin şerhi olup Muhammed Hâcevî tarafından neşredilmiştir [70] Bu neşirde Mirza Hâşim el-Üş-kûrî, Âyetullah Humeynî, Seyyid Muham¬med el-Kummî, Âgâ Muhammed Rızâ Kumişeî, Hasanzâde Âmilî gibi şahısların ta'likatına da yer verilmiştir. Ayrıca eseri Hâcevî Farsça'ya tercüme etmiştir. [71] Âyetullah Humeynî'nin ta'li-katı ayrıca Dâvûd-i Kayserî'nin Fuşûşü'l-hikem şerhine yaptığı ta'likatia birlikte yayımlanmıştır. [72]
8. Şerhu dîbâceti'l.
9. Sûîiy-yenin Libâs ve Etvâr ve Meslekine Dair İtirâzâta Reddiye. [73]
10. Tahkku haka7iki'l-eşyâ ve deka'iki'l-Sılûm ve.'1-ûrâ [74] Muhyiddin İbnü'1-Ara-brnin el-Fütûhâtü'I-Mekkiyye'sindeyer alan ve "künnâ hurûfen âliyât" şeklinde başlayan beytin şerhi olup Muhammed Hâcevî tarafından yapılan Farsça tercü¬mesiyle birlikte neşredilmiştir. [75]
11. Tcflîka 'alâ Iştüâhâti'ş-sûfiyye. Kâşâ-nî'nin eserine bir ta'liktir. [76]
12. el-Fevd'i-dü'1-Fenâriyye. Esîrüddin el-Ebherî'nin îsâğücî adlı man¬tık kitabına yazılan şerhlerin en meşhurlarından olan eser Osmanlı medreselerin¬de son zamanlara kadar okutulmuştur [77] Bu şerh üzerine yapılan haşiyeler arasında Kul (Kavil) Ahmed diye tanınan Ahmed b. Mu¬hammed b. Hidır'ın KulAhmed'l ve Burhâneddin b. Kemâleddin Bulgarî'nin el-Fevâidü'!-Burhâniyye's önemlidir. Molla Fenârî'ye ait şerhin mukaddimesi Mehmed Emin Şirvânî tarafından tahşi¬ye edilerek Cihetü'l-vahde adıyla basıl¬mıştır. [78]
13. Avîşâtii'l'et-kâr ü'htibâri üli'l-ebşâr. Kelâm, ferâiz, fıkıh ve âdâb olmak üzere dört bölümden meydana gelmektedir. [79]
14. Haşiye caJe'd-Dav'. Mutarrİzî'nin nahiv ilmine dair el-Mişbâh adlı eserine Tâced-din el-İsferâyînî'nin yaptığı şerh üzerine yazılmış bir haşiyedir. [80] Bazı araştır¬macılar bu nüshanın Fenârî'ye aidiyetinin İhtiyatla karşılanması gerektiği görüşün¬dedir. [81]
15. el-'İş-rûn kıfa ü'lAşrîne 'ilmen. Müellifin oğ¬lu Mehmed Şah tarafından Şerhu Man-zûmeti'l-elğâz li'1-îârih adıyla şerhe-dilmiştir. 16. Esâşü'ş-şarf fî ciîmi't-taşîî. Mehmed Şah bu esere de Te'sîsü'S-kavâHd harien bi-harf fî şerlıi makâşi-dı Esâsİ'ş-şarf adıyla bir şerh yazmıştır.
Molla Fenârî'nin kaynaklarda adı geçen diğer eserlerinden bazıları da şunlardır: Şerhu Muhtaşari'1'Mevâkıf, Taclîkât 'ala Şerhi'İ-Mevâkıi, Bahş fi'n-nâsih ve'1-mensûh min tefsiri'1-Föüha, Ha¬şiye çaîâ Hırzi'I-emânî, Haşiye ca/d Şer-hi'ş-Şemsiyye, Risale fî âdâbi'l-bah§, Risale fî mâhiyyeti'ş-şeyâtîn ve'l-cin, Risale fî menâkibi'ş-Şeyh Alâ^iddîn en-Nakşibendî, Şerhu'1-Fevâ'idi'i-Ğı-ydşiyye, Rİsâle fî ricali'1-ğayb, Risale fi beyânı vahdeti'l-vücûd, Mürşidü'l-muşallî.
Bazı kaynaklarda [82] ve kütüphane kayıtlarında [83] Molla Fenârî'ye nisbet edilen Ünmûze-cü'l-culûm adlı eserin müellifin oğlu Meh¬med Şah'a. Haşiye alâ Şerhi'1-Miftâh li's-Seyyid [84] isimli çalışmanın da [85] Ali Fenârî veya Ali b. Fenârî'ye ait olduğu tesbit edilmiştir. [86]
Bibliyografya :
ibn Hacer, inbâ'ü'l-ğumr, VİN, 243-245; Taş-koprizâde. eş-Şefcâ'İk, s. 22-29; Keşfü'z-zunün, 1, 184, 647, 648, 867, 882; II, 1299, 1655,1894; Beliğ, Güldeste, s. 239-242; Deuhatû'l-meşâ-yih, s. 3-5; Leknevî, el-Fevâ'idü'l-behiyye, s. 166-167; Stclll-l Osman'ı, III, 159; Osmanlı Mü¬ellifleri, I, 390-392; llmiyye Salnamesi (haz. Seyid Ali Kahraman v.dğr.l. İstanbul 1998, s-283-287; Brockelmann, GAL, II, 303-304; SuppL, II, 328-329; Abdülhak Adnan Adivar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1943, s. 3-4; Hediyyetü'l-'ârİfîn,]], 188-189; Ziya Şakır, Molla Fenan: Osmanlı İmparatorluğunun İlk Türk Şeyhülislâmı, İstanbul 1951; Uzunçarşılı, ilmiye Teşkilâtı, s. 228-229; Abdülkadir Altun-su, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 1-3; Edİb Yılmaz. Molla Fenari, Hayatı, Şahsi¬yeti, Eserleri ve Eserlerinin İstanbul Kütüpha-nelerindeki Yazma nüshalarının Tavsifi (mezu¬niyet tezi, 1975), İCİ Ed. Fak. Arap-Fars Filolojisi; a.mlf. - Ayhan Yıldırım, "İlk Osmanlı Şeyhülis¬lâmı Molla Fenâri", Diyanet İlmi Dergi, XXXI/3 (1995), s. 71-81; Mustafa BÜge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984, s. 30-32, 232-241; Sıtkı Gülle, Şemseddin Muhammed b. Hamza Fenârî'nin Hayatı oe Eserleri (yüksek lisans te¬zi, 1990), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., "İlk Osmanlı Şeyhülislâm'ı Şemseddin Muham¬med b. Hamza Fenârî [75I-834/I35O-1431] ve Onun Aynu'l-A'yân Tefsiri", İÜ İlahiyat Fakül¬tesi Dergisi, sy. 1, İstanbul 1999, s. 237-246; Hakkı Aydın, İslâm Hukuku ve Molla Fenârî, İstanbul 1991; Recep Şehidoğlu, Molla Fenârî ve Tefsir Metodu (doktora tezi, 1992], Aü Sos¬yal Bilimler Enstitüsü; Mustafa Aşkar, Molla Fe-n&rîue Vahdet-i VücûdAnlayışı, Ankara 1993; a.mlf., "Osmanlı Devletinde Âlim-Mutasavvıf Prototipi Olarak İlk Şeyhülislâm Molla Fenârî ve Tasavvuf Anlayışı1', AÜİFD, XXXVII (1997), s. 385-401; Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Deuri-nin Sonuna Kadar, Bursa 2001, s. 109-121; Reşat Öngören, "Osmanlı Devleti'nin İlk Şey¬hülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvuf! Yönü", Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr), Ankara 2002, XI, 114-119; Hüseyin Hüsameddîn, "Mol¬la Fenârî", TTEM, XV[/18(95] (1926). s. 368-383; XVII/19(96) (1928), s. 148-158; Müjgân Cunbur. "İlk Türk-Osmanlı Şeyhülislâmı Molla Fenârî", TY, U/283 (1960), s. 17-18; Hakkı Şina-si Çoruh. "Türk Anadolu'da İlim Tarihinin İlk Büyük Siması Ük Osmanlı Şeyh-ül-islâmı Mol¬la Fenârî", 7K,X/120 (1972j, s. 1265-1276; J. R. Walsh. "Fenâri-zâde", E\z (ing.î, II, 879.
Düşüncesi.
Molla Fenârî'nin düşüncesi genel olarak mantık, tefsir usulü, fıkıh usulü ve metafizikle ilgili eserlerinde ifa¬desini bulmuştur. İslâm düşünürlerinin yeni sentezlere yöneldiği hareketli bir dö¬nemde yaşayan Fenârî, Moğol istilâsı ve Haçlılar sonrası İslâm dünyasının yeniden toparlanmaya çalıştığı ilmî ve fikrî orta¬mın güçlü bir temsilcisidir. Muhakkikler (muhakkikon) olarak bilinen âlimlerin ye¬tiştiği bu ortamda fikirleri teşekkül eden Fenârî dinî ve lisanı ilimleri, Fahreddin er-Râzfnin metafiziğini ve Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin tasavvuf metafiziğini bir büyük sentezde uyumlu hale getirmeyi dene¬miştir. Onun ilmî kişiliği, Anadolu'da filiz¬lenmeye başlayan ve giderek Osmanlı ilim zihniyetinin temelini oluşturacak olan medrese-tekke bütünlüğünü kendinde temsil etmiş ve mutasavvıf - âlim tipinin Dâvûd-i Kayserî'den hemen sonraki ör¬neklerinden birini ortaya koymuş olması bakımından da önem arzetmektedir. Molla Fenârfnin ilmî projesinde mantık, din İlimleri metodolojisi ve tasavvuf metafizi¬ği birbiriyle çelişmeden ilişki içine sokul¬muştur. Usul ilmi mantıkla bütünleştiği gibi tasavvuf da şer'î ilimlerle tam bir uz¬laşma halindedir. Ayrıca bu ilim anlayışın¬da vahdet-i vücûd metafiziğinin de man¬tık yöntemlerine dayalı bir ifadeye bürün¬dürülmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla onun düşüncesinde klasik İslâm düşüncesinin beyân (dinî bilgi), burhan (aklî kanıt) ve ir¬fan (tasavvuf metafiziği) şeklinde isimlen¬dirilen araştırma alanları birbirini bütün-leyen bakış açılarını ifade etmektedir.
Taşköprizâde Ahmed Efendi, metafi¬zik el-ilmü'l-ilâhî sahasındaki teorik ve tasavvufî bilgi edinme yollarından söz ederken bu ikisi arasında bir geçişlilik bulunduğunu ve nefsin arındırılmasına dayalı tasavvuf yolunun Anadolu'daki en büyük temsilcisinin Fenârî olduğunu be¬lirtmektedir. [87] Bu tesbitle ima edil¬mek istenen şey Fenârî'nin İbnü'l-Arabî tarafından ortaya konan tasavvufî görüş¬leri benimsemesidir. Nitekim Fenârî, İb-nü'1-Arabî'nin bir dörtlüğüne yazdığı kü¬çük bir şerhte vahdet-i vücûd ontolojisi¬nin temel önermelerini açıkça göstermiş¬tir. Bu Önermelerin vurguladığı ana fik-. re göre gerçek varlık birdir ve Allah'tır. 0'ndan başka her şeyin mevcudiyeti, ger¬çek varlığın ezelden beri ilminde bulunan ilk örnek ya da aslî gerçekliklere a'yân-ı sabite, hakâikl göre tesbit edilmesinden ibarettir. Bu varlığın taşıdığı isimler onun âlemle olan ilişkisini tanımlar ve nes¬nelerin hangi varlık düzeyinde gerçeklik kazanacağını belirler. [88] Esasen Sadred-din Konevî'nin Miftâhu'I-ğayb'ma Miş¬bâhu'l-üns adıyla yazdığı şerh Fenârî'¬nin vahdet-i vücûd metafiziğiyle irtibatı¬nın mükemmel bir göstergesidir. Ayrıca Sadreddin Konevî, eserinde tasavvuf me¬tafiziğini felsefî terminoloji bakımından da anlamlı olacak şekilde konusu, ilkeleri ve problemleri bakımından yeniden inşâ etmek istediği için Fenârî'nin şerhiyle bu özgün girişime yeni açılımlar kazandırdı¬ğı söylenebilir. Fenârî tarafından, "insan gücünün sınırları içinde hak olan Allah'ı yaratıklarla ilişkisi ve âlemin O'ndan ne¬şet etmesi bakımından bilmek" şeklinde tanımlanan metafiziğin konusu varlık ve¬ya ontolojik anlamıyla Hak, dolayısıyla da Hakk'ın varlığı olarak belirlenmekte, ilke¬leri ilâhî isimler, problemleri ise bu isim¬lerin varlık mertebelerinde nasıl tecelli ettiği, kısacası Hak ile âlem arasındaki ilişkinin nasıl gerçekleştiği şeklinde ortaya konmaktadır. [89] Bu ontolojik yaklaşımla paralel¬lik gösteren bilgi anlayışına göre tasav¬vuf metafiziğinin ilke ve problemleri hak¬kında gerçeği öğrenme ahlâkî arınma yo¬luyla, bu yol da benzer bir hali daha önce yaşamış arifin delaletiyle olabilir. Eğitim yoluyla aktarılan bilginin arif tarafından akla uygun yöntemlerle verilmesi müm¬kün olduğu gibi bilgileri alan kimse de bunların kesinliğine hükmetmek için mantıkî yollara her durumda ihtiyaç duy¬mayabilir. Bu bağlamda Fenârî'nin vurgu¬ladığı ana fikir, metafizik ilkelerin ancak İlâhî sırlara vâkıf olan âriflerce bilinebildi¬ği ve dolayısıyla metafizik meseleler hak¬kında onların söz sahibi olduğu şeklinde¬dir. Ayrıca ariflerin tasavvuf doktrinlerini akla uygun biçimde aktarması, bu bilgi¬lerin esasen teorik yöntemin ölçütü sayı¬lan mantığa indirgenebileceği anlamına gelmediği gibi belirli Ölçütlerden mah¬rum bulunduğu yahut hiçbir ölçüte vu¬rulamayacağı anlamına da gelmemekte¬dir. Aksine, her bilgi ve varlık düzeyi için yeni ve izafî mânalar kazanan çeşitli öl¬çütler söz konusudur. [90] Konevrnin anılan ese¬rinde [91] vah-det-İ vücûd ile teorik felsefi yahut kelâm metafizik arasında gözlemlenecek ter¬minolojik ortaklıkların tasavvufla ulaşılan yüksek hakikatlere teorik çabayla ulaşıl¬dığı anlamına gelmediği, ortak bir termi¬nolojinin kullanılmasının sadece tasavvuf doktrinini akla uygun bir ifadeye bürün-dürme amacına yönelik olduğu vurgulan¬maktadır. Fenârî'nin de aynı entelektüel tavra sahip çıktığı, Konevî'nin yolunu izle¬yerek teorik ve tasavvufî yollar arasında bir köprü oluşturmak istediği anlaşılmak¬tadır. Nitekim şerhinin tam adındaki "bey-ne'1-ma'kül ve'l-meşhûd" ibaresi "miftâ-hu'I-üns" tabiriyle anlam bütünlüğü için¬dedir ve müellifin akla dayalı bilgiyle keş¬fe dayalı bilgiyi aynı metinde yakınlaştır¬ma amacını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Fenârî, yine Konevî'nin ana fi¬kirlerini takip ederek metafizik alanında teorik yöntemi önemli saymakla birlikte insanın hata yapabileceğini ifade etmiş, kesin bilgi için izlenmesi gereken yönte¬min tasavvufî müşahede olduğunu savun¬muştur. [92] Keşfe dayalı yöntem nihaî olarak âlemde mev¬cut nesnelere değil doğrudan doğruya Allah'ın varlığına yöneliktir. Çünkü eşyanın son gerçekliği onun Allah'ın ezelî bil¬gisinde taayyün etmiş ilk örneklerle aynı olduğundan [93] ontolojik gerçekliğe ulaşmayı ve Allah'a yönelişi ge¬rektirmektedir. Arif bu yönelişte aklının sağlayabileceği bütün verileri, bütün ilke, kural ve kanunları aşarak, akılla tanım¬lanmış soyut ve tümel kavramların öte¬sine geçerek ontolojik gerçekliği aşkın bir düzeyde kavramış olmaktadır. [94]Fenârî'nin tanıttığı bu yönte¬min bir bakıma XX. yüzyıldaki fenome-nolojiye ve buna dayalı varlık felsefesine öncülük ettiği söylenebilir. Eşyanın aslî gerçekliğini Allah'ın ilminde nasıl ise öy¬lece bilmek şeklinde belirlenen bir gaye¬nin teorik yöntemi metafizik için dışarı¬da bırakmasından Ötürü Fenârî teorik aklı eleştirmekte ve bunu tasavvuf meta¬fiziğine özgü bilgiye akılla ulaşılabileceği kanaatini geçersiz kılmak için yapmakta¬dır. Kendisinin, Konevî ile birlikte meta-fizik meselelerin teorik kanıtlarla ortaya konamayacağını belirtirken dayandığı ge¬rekçeler teorik hükümlerin, süjeye ait ba¬kışın niyet, inanç, yetenek gibi farklılıkla¬ra göre değişmesi veya bakış açısına gö¬re değişiklik göstermesi, bunun ötesinde teorik aklın iki çelişkili hükümden birinin yanlışlığını kanıtlayıp çelişkiyi her durum¬da giderememesi veya çelişen fikirler için birbiriyle yenişemeyen kanıtlar ortaya ko¬yabilmesi şeklindedir. [95] Esas itibariyle teorik aklın sınırları içinde kala¬rak kendisini aşamayacağı ve İlâhî olanla irtibat kuramayacağı yolundaki bir ana fikre dayanan bu eleştiri, modern Batı fel¬sefesinin kendine özgü yapısına rağmen Immanuel Kantin teorik akla yönelttiği eleştirileri ve HegeHn ontolojiK bir mut¬lak akıl kavramıyla Kant'ı aşma çabasını hatırlatmaktadır. Fenan tarafından ol-dukça sistematik biçimde dile getirilen bu eleştirel tavır aslında teorik aklın inkârı anlamına gelmemekte, aksine, insan ak¬lının kendi işleyiş alanı ve sınırları içinde hem kavramsal gerçekliğe ulaşmak hem de şer'î ilimleri temellendirmek bakımın¬dan vazgeçilmez Öneme sahip olduğunu ifade etmektedir.
Bu sebeple, Fenârî'nin Fatiha sûresini tefsir etmek için yazdığı eserin başlangıç sayfalarında [96] te¬orik bilginin epistemolojisine yönelik ola¬rak İbn Sînâcı duyumlar ve idrak psikolo¬jisinin terimlerine dayalı tanım ve çözüm-lemelere yer verilmiş olması şaşırtıcı de¬ğildir. Ayrıca Fenârî, Beyzâvî'den hareket¬le temei din ilimlerini akaide ilişkin olarak kelâm ilmi, zahirî amellere ilişkin olarak fıkıh ilmi (usul dahil) şeklînde tasnif eder¬ken bu şemaya, manevî halleri amelî açı¬dan ele alan tasavvuf ilmiyle ontolojik ger¬çekliği konu edinen mükâşefe ilmini de dahil etmektedir. [97] Gazzâiî'-den beri süregelen ve tasavvufu şer'î ilim¬lere katmayan bu anlayış Fenârî'nin ilim anlayışında da görülmektedir. Sadreddin Konevî'nin İ'câzü'î-beyân lî te^vîli üm-mi'1-Kur'ân adlı Fatiha sûresi tefsirin¬den de yararlanılarak kaleme alınmış bir¬kaç paragrafta ise Kur'an lafzının zahirî ve bâtınî mânaları üzerinde durulmakta ve anlam düzeyleriyle varlık düzeyleri ara¬sındaki ilişKi, rahman ve rahîm isimleri¬nin farklı anlam düzeyleri örnek verilmek suretiyle ortaya konmaktadır. [98] Dolayısıyla hem genel ilim anlayışı hem özelde tef¬sir anlayışı bakımından şer'î ilimle tasav-vufî bakış açısı birbirini bütünlemiş ol¬maktadır.
Fenârî'nin düşüncesinin ifade edildiği diğer bir alan fıkıh usulüdür. Bu sahada telif ettiği Fuşûiü'i-bedây/11 adlı eser bir bakıma Fahreddin er-Râzî sonrası düşün¬cesinin bazı temel özelliklerini taşır. Küllî kaideleri tesbit ederek bundan cüz'î ku¬ralları çıkarmak bu düşüncenin en önemli unsurlarındandır. Diğer taraftan nakil ve akıl arasında tam bir uyum oluşturmaya yönelik olan bu yöntemde aklî açıklama tavrı alabildiğine öne çıkmaktadır. Fenâ¬rî ile birlikte Osmanlı düşüncesinin nere¬deyse artık temel yönelişi haline gelecek olan metafizik düşüncede naklî ve aklî bilgiyi irfanî bir düzeyde telif etme çaba¬sı, söz konusu fıkıh usulü olduğunda ye¬rini aklî yaklaşımın daha çok öne çıktığı bir yönteme bırakmakta, Fenârî fıkhî iç¬tihadı tamamen kendi çizgisi ve yöntemi içerisinde ele almaktadır. Her ne kadar Fuşûlü'l-bedâyi'de yer yer metafizik meseleleri de tartışmakta veya mesele¬leri bir metafizikçi üslubuyla ele almakta ise de usul alanında keyfîliğe yol açma ih¬timali olan söz ve ifadelerden uzak dur¬muştur. Esîrüddin el-Ebherî'nin îsâğü-cf'sine yazdığı el-Fevâ'Jdü'î-Fenânyye adlı şerhin baş tarafı mevcudu bir cihet¬ten kendine konu edinerek mevzu, rne-bâdî ve mesâi! yönünden farklılaşmak suretiyle müstakil disiplin haline gelen ilimleri, insan şahsiyetini bölmeden ve in¬sanın varlıkla irtibatını koparmadan tah¬sil etme imkânını sağlayan bir ilim anla¬yışını felsefî olarak temelJendirdiği için daha sonra "Cihet-i Vahde" başlığı altında müstakil risale haline getirilip şerh ve haşiyeye konu edilmiştir. Molla Fenârî, bu düşüncelerini Fuşûlü'l-Bedâyi'öe (I, 4-6) fıkıh usulünü ele alırken tatbik etmiş, özellikle burada, bir ilmi ilgili olduğu alan¬lardan koparmadan nasıl ele almak ge¬rektiğini gösterdiği gibi bir ilmin diğer ilimlerin elde ettiği neticelerden nasıl istifade edebileceğini de göstermiştir.
Molla Fenârî'nin kendisinden önceki en¬telektüel birikimden yararlanma husu¬sunda kapsayıcı bir bakış açısına sahip ol¬ması, farklı ya da çatışan düşünce gele¬neklerini birbiriyle uyuşacak tarzda yeni¬den ele alabilmesini sağlamış ve daha yüksek bir düzeyde gerçekleştirilecek bir sentezi düşünürün asıl gayesi haline ge¬tirmiştir. Din ilimleri olarak fıkıh ve ke¬lâm, felsefî analiz ve teorik kanıtlama yöntemi olarak mantık, vahdet-i vücûd metafiziği olarak tasavvuf bu düşünce sisteminde dinî ve aklî meşruiyet sorunu yaşamadan bir arada bulunmaktadır. Bu yaklaşımıyla Fenârî kendisinden sonraki Osmanlı düşünce ve ilim hayatına yön vermiş şahsiyetlerden biridir.
Bibliyografya :
Molla Fenârî, Şerhu Isâğûd, istanbul 1287, s. 2-3; a.mlf.. Fuşûlü't-bedâyi*, İstanbul 1289, I, 4 vd.; a.mlf.. cAynü'I-acyân, İstanbul 1325, s. 9-10, 13-16,25; a.mlf.. Mİşbâhu'l-üns(nşr. Mu-hammed Hâcevî), Tahran 1374 hş., s. 33-36, 39, 42, 44 vd., 48-49, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., Terceme ve Metn-İ Şerh-i Rubâcî-i Şeyh-i Ek-ber Muhyiddın 'Arabî{trc. ve nşr. Muhammed Hâcevî}, Tahran 1374 hş., s. 41-52; Sadreddin Konevî, Fatiha Suresi Tefsiri: İ'câzü'l-beyân fi te'uîli'l-ümmi'l-Kur'ân (trc. Ekrem Demirli], is¬tanbul 2002, s. 317-318, 321-322; a.mlf., Ta-saüüufMetafiziği: Miftâh-i Gaybi'l-cem ue'l-oü-cûd(trc. Ekrem Demirli), İstanbul 2002, s. 7-12; Taşköprizâde, eş-Şekâ'iku'n-nu'mâniyye, Bağdad 1975, s. 15; a.mlf., Meusû'atü muşta-lahâlî Miftâhı"s-sar'âde(n$r. Ali Dahrûc), Beyrut 1998, s. 251; Mustafa Aşkar. Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993, s. 155-195.