Petrodolarlarla Gelen Kaos
Mehmet Şevket Eygi 01 Ocak 1970
Beşer yanılır ve şaşar. İki türlü yanılma ve şaşma vardır: Samimi yanılma, bile bile danışıklı yanılma. Samimi şekilde yanılanları uyarmak, aydınlatmak mümkündür ama bildiği halde yanılgı içinde olanları doğru yola getirmek pek mümkün değildir.
Bugün ülkemizdeki Müslümanlar içinde samimiyetle yanılanların yanında bile bile, para veya başka menfaatler karşılığında "yanılanlar" vardır. Onlar savundukları bazı inançların, görüşlerin, hükümlerin doğru olmadığını çok iyi biliyorlar ama ağızlarını, vicdanlarını, kalemlerini kiralamış veya satmışlardır.
Son otuz kırk yıl boyunca bu memlekette İslami hizmet ve faaliyet yapmak için dış dünyadan birtakım paralar geldi. Maalesef bu paralarla Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolunda hizmet yapılmadı, birtakım bid'atleri yaymak için, onlara taraftar kazandırmak için çalışıldı.
Acaba, dışarıdan Ehl-i Sünnet için para gelseydi, kabul edilmesi doğru olur muydu?.. Benim vicdani kanaatim, Ehl-i Sünnet için bile olsa dışarıdan gelen paranın kabul edilmemesidir.
Merhum Üstad Necip Fazıl para için "alet-i cariha" demiştir. Para iki tarafı keskin bir bıçaktır. Hizmet edenleri de keser, yaralar.
Bunun içindir ki, ehlullah ve evliyaullah efendilerimiz parasız hizmet etmişlerdir. Parasız hizmet olur mu? Öyle bir olur ki...
Himmetü'r-rical taklaü'l-cibal denilmiştir; ricalin (hak erlerinin) himmeti dağları devirir...
Dış dünyadan gelen petro-dolarlarla:
Bid'at fırkaları ve mezhepleri yayılmıştır.
İhtilalci aktivist cereyanlar yayılmıştır.
Rafizilik yayılmıştır.
Terörizm yayılmıştır.
Neo-haricilik yayılmıştır.
Bundan kırk elli yıl önce ülkemizde Ehl-i Sünnet inancı, Ehl-i Sünnet fıkhı, Ehl-i Sünnet ahlakı yaygın ve hakimdi. Bir de bugünkü manzaraya bakınız: Onlarca, hatta yüzlerce çeşit İslam anlayışı ve yorumu zuhur etmiş bulunuyor.
Sünni Müslümanlara kafir ve müşrik diyenleri mi ararsınız,
Tarikat ve tasavvuf evliyasına evliyauşşeytan diyenleri mi,
Mezhepleri put olarak kabul edenleri mi,
İslam'da terör meşrudur ve masum sivilleri öldürmek caizdir diyenleri mi,
Mut'a nikahı meşrudur diyenleri mi?
Ashab-ı kiramın (radiyallahu anhüm ecmain) büyük kısmının kafir ve münafık olduğunu iddia edenleri mi?
Türkiye Müslümanları artık yüzlerce fırkayla, hizbe, cemaate, gruba, kliğe ayrılmıştır. Ümmet bütünlüğü berhava olmuştur. Allah'ın birbirlerine kardeş kıldığı mü'minler arasına düşmanlık, kopukluk girmiştir.
Ümmet birliği ve şuuru yitirilmiş, hizip ve cemaat asabiyeti galebe çalmıştır.
Bin tane İbn Sebe' gelmiş olsaydı, bu kadar tahribat yapamazdı.
Dışarıdan gelen paralarla İslam'ın cihad müessesesi de çarpıtılmıştır. İslam'da elbette cihad farizası vardır ama onun hükümleri, rükünleri, şartları vardır. Öyle deli dana gibi cihad yapılmaz.
Beyimiz heyecanlı islami yazılar kaleme alacak. Bunlar için az veya çok telif ücreti yahut maaş alacak, hatta bu yolla zenginleşecek sonra da ucuz tarafından mücahit olacak... İslam'da böyle bir şey var mıdır?
İlahi İslam dininde elbette din ile dünya ayırımı yoktur ama dinimizin hükümlerinin sırası ve önemi de bellidir.
Dini hükümlerin başında inanç ile ilgili hükümler gelir.
Sonra, başta namaz olmak üzere ibadetlerle ilgili hükümler.
Kur'an, Sünnet, İslam ahlakı ile hükümler ve bilgiler.
Dünya işleriyle ilgili muamelat hükümleri.
Ceza ve hadlerle ilgili ukubat hükümleri.
İslam devleti, Halife ile ilgili ahkam-ı sultaniyye hükümleri.
Dışarıdan gelen petro-dolarlarla yapılan bid'at propagandaları bu sırayı bozdu ve birinci madde olarak, kendi kafalarına göre cihad anlayışını başa getirdi.
İnançlar bozulmuş, namaz kılınmaz olmuş, cemaat terk edilmiş, Kur'ana ve Sünnete aykırı bir yığın ahlaksızlık sergilenir olmuş, onlara göre pek önemli değil.
İslam'da elbette cihad vardır. Cihad Kur'anla, Sünnetle, icma-i ümmetle sabit bir farizadır. Cihadı inkar eden, İslam'da böyle bir şey yoktur diyen kafir olur. Lakin:
Cihadın tarifini, hükümlerini, şartlarını Ehl-i Sünnet imamları, ulema ve fukahası Kur'andan ve Sünnetten çıkartarak beyan etmişlerdir.
Müslüman mücahid masum çocukları, kadınları, muharip olmayanları öldürmez. İslam'ın kendine mahsus bir savaş hukuku vardır, Müslüman onun hükümlerine uymakla yükümlüdür.
Haçlılar, Siyonistler, Emperyalistler Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'da bin türlü zulüm ve vahşet sergileyebilir ama Müslümanlar aynı şeyi yapmazlar, yapamazlar.
Haçlılar Kudüs-i şerifi aldıklarında şehrin sivil Müslüman halkını ve Yahudilerini kılıçtan geçirmişlerdi. Yetmiş bin kişi öldürdüklerini tarih kitapları yazıyor. Mescid-i Aksa avlusundaki Haçlı atları, dizlerine kadar Müslüman kanına batmış... Selahaddin-i Eyyubi şehri geri aldığında hiçbir Hıristiyanın burnu kanamadı, taşıyabildiklerini yanlarına alıp Kudüs'ü terk ettiler. Hatta göç edecek parası olmayanlara adil sultan para yardımı yaptı. Bazı Nasrani kadınlar yine gitmek istemediler. Onlara soruldu: Niçin gitmiyorsunuz? Kocalarımız harp esiri iken nasıl gidelim dediler. Sultan onları da salıverdi...
Bir realite olan savaşın acı tarafları vardır. İslam bu acıları en aza indirmiştir.
Dışarıdan gelen paralarla ülkemizde bir neo-haricilik fırkası türetilmiştir.
Hadis-i şerifte, "Ahir zamanda öyle bir taife (grup, hizip) türeyecektir ki, onların yaşları küçük, akılları güdüktür. Onlar Kur'an okurlar, Kur'an hançerelerinden yüreklerine inmez. Onlar Hayrü'l-beriyyenin sözlerini söylerler. Onlar, gergin yaydan fırlayan okun avı delip, o hızla avdan da çıkıp gitmesi gibi dinden çıkarlar" buyrulmaktadır.
Dışarıdan gelen paralarla palazlanan bid'at cereyanları ve fırkaları yüzünden Müslümanlar arasındaki sevgi ve dayanışma bağları zayıfladı. Büyüklere hürmet edilmez, küçüklere şefkat gösterilmez oldu. Müslümanlar arasında galiz kavgalar ve tartışmalar başladı... Birtakım cahil veya yarı cahiller Kur'anı kendi re'y, heva ve batıl görüşleriyle tefsire başladı. Bid'atçilerin kimisi Sünneti bilkülliyye (bütünüyle) inkar etti, bir kısmı işine gelmeyen sahih hadisleri yalanladı. Edeb erkan kalmadı. İmamı Azam Ebu Hanife de benim gibi bir insandır, ben de onun gibi ictihad yapardım diyenler görüldü... Din imamları, ulema ve fukaha reddedildi, Cemalüddin Afgani isimli taqiyyeci Farmasonun peşine düşüldü... Şeyh-i Ekber'e Şeyh-i Ekfer diyen İbn Teymiyye imam kabul edildi. Velhasıl din konusunda söz ayağa düştü.
İş o raddelere vardı ki, Kur'andaki birtakım kesin hükümler tarihseldir, bu devirde geçerli değildir diyen Fazlurrahman'ı önder kabul eden ilahiyatçılar zuhur etti.
İsmini vermeyeceğim bir ilahiyatçı "İslam'da tesettür yoktur, tesettür bize Yahudilikten ithal edilmiştir" diyecek kadar zıvanadan çıktı.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığını "İlmihal Müslümanlığı" diyerek tahkir, tezyif ve tahfif eden bir ilahiyatçı, kendi çıkardığı mezhebe Kur'an Müslümanlığı adını verdi.
Ümmetin bölünmüşlüğü ve birbirine düşmesi, Ehl-i Sünnet'in sarsılması yüzünden, bu ülkede ezici çoğunluğu oluşturan Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş durumuna düştü. Haklarını koruyamaz oldu. Liselere giden kızlarımızın başlarını örtmesi yasak... Dindar hanım avukatlar, dindar memureler başları örtülü olarak mesleklerini icra edemiyor. On beş yaşından küçük yavrularımıza hoca tutup din ve Kur'an dersi verdiremeyecek kadar esir, zelil ve kepaze durumdayız. Kendi vatanımızda ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi statüsüne düştük.
Dıştan gelen paralarla beslenen palazlanan bazı bid'atçiler bize Arabistan'daki Vehhabiliği model ve ideal olarak gösteriyor. Hiç Vehhabilik, Osmanlı modelinden ve uygulamasından üstün olabilir mi? Bir, Osmanlının kuruluş ve yükseliş devirlerindeki maddi ve manevi fütuhata bakınız, bir de Vehhabilerin yaptıklarına.
Bu işler düzelir mi?
İnşaallah düzelir ama çok zor düzelir. Hak tealadan ümit kesilmez.