Ben de orduyu eleştiriyorum kızmıyorlarsa bir sebebi var!
Muhsin ÖZTÜRK 26 Haziran 2007
Avni Özgürel senaryosunu yazdığı Zincirbozan’da askeri darbelerin kaynağını anlatıyor. Ordu’dan yansıyan dinî söylemi hayra alâmet görmüyor. Bugün müdahale olur muydu? “O istemiyor...”
--------------------------------------------------------------------------------
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın o beklenen konuşmasına dakikalar kala, televizyon ve radyoların milli maç gibi anons yaptığı sırada, “Göreceksin, konuşmada TSK’nın demokrasiye olan inancı vurgulanacak, terör ağırlıklı bir konuşma olacak. Ardından AK Partili yöneticiler bu konuşmadan duydukları memnuniyeti ifade edecekler.” diyor Avni Özgürel. Tam da senaryosunu yazdığı Zincirbozan’dan hareketle asker-sivil ilişkilerini konuştuğumuz esnada… Dediği gibi de oluyor; yıllarca takip ettiği Türk siyasi hayatında ‘ordu’nun rolünü ve siyasetle gelgitli ilişkisini en iyi izleyen isimlerden biri o çünkü.
Zircirbozan, 12 Eylül’e giden günleri anlatırken darbenin “dışarıdaki bir el” tarafından oluşturulduğu fikrinden hareket eden bir film. Aynı silahtan çıkan kurşunlarla sağdan ve soldan insanlar öldürülmekte, darbe için gerekli atmosfer oluşturulmaktadır; bu büyük komployu Türkiye’nin, NATO’ya dönmek isteyen Yunanistan’ı veto etmesine bağlayan Özgürel’e göre sebepler farklı olsa da darbelerin aktörü hep aynı oldu. Filmde bütün faili meçhuller deşifre edilirken arkadaki karanlık el, işaret parmağıyla gösteriliyor.
“Bana dediler ki çok sert… Bazı şeyleri bizim algılamamıza bıraksaydınız. Bunu istemedim, istemiyorum. Hiç, ‘acaba bunu mu demek istedi’ye bırakmak aklımın ucundan bile geçmedi. Bırakıldı, ima edildi anlamadı bu toplum. Gerçeklerden kaçtı süratle. Şimdi ise gözünün içine sokmak lazım. Canınız acısın istediğim için zaten bu böyle. Onun için 12 Eylül işkence ile sınırlı kaldı hep.” diyor. Avni Özgürel’e göre Zincirbozan bu toplumun kafasına bir yumruk atma ihtiyacının ifadesi.
Madem filmin vermek istediği mesajlar bu kadar açıktı, ordu-siyaset ilişkisini ya da bizzat ordunun kendisini daha açık konuşmak yerinde olurdu herhalde. Özgürel’e göre Türkiye’de 1960’dan bu yana yapılan irili ufaklı bütün darbelerin üzerinde “Made in USA” mührü var. Uzun uzadıya konuştuğumuz darbelerin sebeplerini Radikal’deki köşesinde etraflıca izah etti: 1960 öncesinde Amerika’dan umduğu krediyi bulamayan Menderes hükümeti 27 Mayıs’tan bir ay önce Sovyetler’le doğrudan ciddi ilişkiler kurmak üzere temasa geçmişti. “TSK’nın bir anlık tereddütü 235 generalin ve 5 bin subayın emekli olmasına yol açtı. Emeklilik masrafları için gerekli paralar kargoyla Amerika’dan getirildi.” Menderes’in alamadığı Sovyet kredilerini 1967’de Süleyman Demirel alıp kullanır; ancak 1969’da büyük bir zaferle çıktığı seçimlerden hemen sonra partisinin ikiye bölünmesine mani olamaz. 12 Mart Muhtırası’ndan bir iki ay önce Amerika’nın ısrarla istediği haşhaş ekim yasağı talebini kabul etmemesi pahalıya mal olacaktır. Muhtıra ile gelen Nihat Erim hükümetinin ilk işi haşhaş ekimini yasaklamak olur.
Yine, 1979 İran Devrimi ile birlikte Ortadoğu’daki en büyük müttefiki olan Şah’ı kaybeden Amerika için, Yunanistan’ın NATO’ya geri dönme isteğinin Türkiye tarafından veto edilmesini affedilir bir tarafı yoktu. 1944’den beri Sovyetlere karşı geliştirilen savunma sistemi ve planları çökme arifesindeydi. NATO savunma sistemi birbiriyle ilişkilendirilmiş askeri yapılanma üzerine kuruludur, zincirin halkası koptuğunda her şey berbat olacaktır. Avni Özgürel, 28 Şubat ve 2002 hükümet krizini de “Irak işgalinin planlama ve harekete geçme sürecinde Türkiye’de siyasi bir müttefik bulamamasının eseri” olarak yorumluyor. Erbakan’ın Müslüman Irak’ın işgaline, Ecevit’in de röportaj yaptığı Saddam’ın yıkılışına destek vermesi beklenemezdi.
AMERİKA ŞİMDİ MÜDAHALE İSTEMİYOR
Özgürel’in açıklamaları elbette daha uzun ve daha gerekçeli. “Gazetecilikte, hayatımın 40 yılllık geçmişinde pek çok askeri müdahale gördüm. Belge yok, gözlemim ve fikrim böyle. Hatta Amerika’nın içinden de böyle görünüyor.” diyor. Elbette Avni Özgürel’in ileri sürdüğü tez tartışmaya açık; ancak yazdıklarıyla yetinmeyip uzun metrajlı bir filme dönüştürdüğü fikri genel bir tartışma alanına dahil oldu.
Halihazırda cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında dönen tartışmalar ve ortaya çıkan günlüklerle ilgili yorumlaması da yukarıda izah ettiği modele uyuyor: “Bu çark, bu mekanizma dişlileri oturduktan sonra ister bu yana, ister o yana çevir, işler. Bugün Amerika askerî müdahale istemiyor. Bu gayet açık. O kadar istemiyor ki, bir Oramiral’in günlükleri basına sızıyor.” Özgürel’e göre özellikle matematikçi bir kuvvet komutanının “internet bağlantısı olan her bilgisayardaki bütün bilgilerin tamamının Amerika’da bulunan 6 ‘ana server’da kayıtlı olduğunu” bilmesi gerekirdi. Dolayısıyla ne ‘ben o yazılanları silmiştim’ açıklamasının, ne kayıp bir defter aramanın, ne de ‘işte sızdıran kişi’ deyip astsubayları tutuklamanın bir hükmü ve manası vardır: “Bunun arkasında Amerika’nın olduğunu asker anladı. Bunun yüksek sesle söylemese bile.”
Özgürel’le yaptığımız söyleşinin ‘ordu’ ağırlıklı olması kaçınılmazdı. Zira, son aylarda ordunun zihniyet problemine dair üç serilik bir yazı kaleme aldı. Ordu ve asker kavramı Türk toplumu için insanlık tarihi kadar eski ve belirleyici bir unsur oldu. Yakın zamana kadar her şey ‘asker’ etrafında şekillendi adeta. “Bu millete ne zaman vatan lazım olmuşsa almıştır ordu.” 2000 yıllık tarihin ordunun karakter dokusunda bıraktığı iz kolay kolay değişmeyecektir ona göre: “Biz adama diyoruz ki sivilleş. O da, sen nerden çıktın diyor. Dolayısıyla bu dokuyu yırtmadan dönüştürmek gerekir.”
DİN ALEYHTARLIĞI HAYRA ALAMET DEĞİL
Artık işlevini kaybetmeye başlayan NATO’nun hâlâ silahlı kuvvetlerin bütün standartlarını belirliyor olması, önemli bir sıkıntı kaynağı. Eski bir Varşova paktı ülkesi, “size NATO’ya uygun tank üretiriz” teklifi bile sunabilmektedir. Müstakil savunma gücüne, yani kendi ayakları üstünde duran bir savunma sanayine dayalı bir silahlı kuvvetlerin oluşmaması TSK’nın en önemli sorunlarından biri Özgürel’e göre. Türk ordusunun kendisine özgür bir sistem geliştirememesinin sıkıntıları vardır ama orduda devasa iki ciddi ‘zihniyet’ problemi baş göstermiştir.
Avni Özgürel, çok önemli dediği birinci problemin yeni bir süreç olduğuna değinerek babasından örnek veriyor. Özgürel’in babası 1942 harp okulu mezunu bir askerdir ve okulda katıldığı Kur’an okuma yarışmasında birinci olur: “Harp okulu komutanlığının ona hediye ettiği Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri babamdan bana kaldı. Babam, Atatürk dönemi harp okulu talebesidir. Din derslerinde Akseki’nin kitapları okutuluyor. Bizim donanmamızdaki gemilerin seren direklerinin tepesinde bir kutu vardır, o kutunun içinde Kur’an vardır. Türk ordusu böyle bir ordudur ve böyle olduğunun bilincinde hareket etmesi lazım. İslam’ın kılıncı olmuş bir ordudan bahsediyoruz.”
Avni Özgürel’in, babasından mülhem, ordunun din konusundaki eski tavrına vurgu yapması tesadüf değil. Zira Özgürel, son yıllarda TSK’da baş gösteren din aleyhtarlığı konusunu hayra alamet görmüyor. Artık ilkokul çocuklarının bile bilgisayarla haşir neşirken bilgisayarı kullanmakla çağdaşlık iddiasında bulunmanın abes olduğunu düşünüyor: “Problem, zihniyette. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet’i korumaktan anladığı, laikliği korumak ve bölücülükle sınırlı. Elbette bu istenilen bir şey; ancak işi din aleyhtarlığına götürdüğünüz anda ordu ile halkın arasında bir soğukluk oluşuyor.” Ona göre mesele dindarlıkla alakalı değil; din düşmanlığı ile ilgili. “Farklı düşünebilirsiniz; zaten farklı inançlara hürmet gerekir, inançlar konusunda baskılara karşı olmaya kimsenin karşı çıktığı yok; ancak laikliği savunuyoruz derken, bunu İslam aleyhtarlığına dönüştürmek veya öyle algılanacak bir tavır sergilemek TSK için uzun vadede çok sıkıntılı bir zihniyet problemidir. Zira, silahlı kuvvetler bu mevzuda oldukça başarısız.” diyor.
Özgürel’in zikrettiği ikinci zihniyet problemi bölücülükle ilgili. Ona göre bir ülke sadece silahlı eylemlerle bölünmüş olmaz; bir ilçeniz ile diğer ilçeniz arasında yüz kat gelir farkı varsa yine bölünmüş olursunuz. Bölünmenin tek bir izahı yoktur çünkü: “Terör, Kürtçülük, Türkiye’nin başındaki büyük bir derttir. İyi de, Güneydoğu’da yaşayan insanların bin tane sıkıntısı var. Hiç mi bu itirazların, bu öfkenin neredeyle ülke aleyhtarlığına dönüşmesinde bizim ekonomik, siyasi politikalarımızın, adalet anlayışımızın rolü yok? Her şey sadece dış kışkırtmalardan mı ibaret?” Avni Özgürel’e göre böyleymiş gibi davranmak, ordunun yaşadığı önemli bir zihniyet problemi.
Peki ordu, Özgürel’in işaret ettiği ‘zihniyet problemleri’nin farkında mıydı? Cevabını alıyoruz: “Ordu dediğiniz bir bütün değil. Bu bir tren; içinde vagonlar, o vagonların kompartımanları var. Elbette bunun farkında olan bir kadro var. Son 20 yılda bir şekilde demokrasiye vurgu yapma ihtiyacında olan birileri de çıktı. Hilmi Özkök, ki Türkiye için bir şanstır, genelkurmay başkanlığına kadar geldi. Bu, TSK içinde ciddi bir zihniyet farklılaşmasının olduğunu gösteriyor. Birtakım belgeler kaçırılıyor, şu oluyor, bu oluyor; bunun altında o sancının yattığını düşünüyorum. Bu değişecektir. Biz orduyu söylediğimiz o karakterden dolayı seviyoruz. Ona verdiğimiz değeri değiştirmedik. Bunun kıymetinin idrak edilmesi gerekir. İstenir ki gerçeğin algılanması zaman almasın.”
ZİNCİRBOZAN DEMİREL’İ KAYIRDI MI?
Türkiye’de laiklik ve demokrasi konusunda insanların birbirlerini ferahlatmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor Özgürel. Dolayısıyla eleştirin de ‘iyi niyet’ taşıması gerekir. Eğer o güveni vermemiş olsaydı, kendi yazdıklarının bir başkasının kaleminden çıkması halinde orduda çok büyük öfke doğurabilirdi: “Ben yazdığımda bu öfke doğmuyorsa, yazdıklarımda orduya duyduğum sevginin buram buram kokmasındandır. Kürt problemiyle ilgili çok sert yazılar yazdım. Buna çok büyük tepki göstermesini beklediğim insanlar dahi anlayarak yaklaşma ihtiyacı hissetti.”
Gazeteci Avni Özgürel, bugün siyasette esas belirleyici unsurun sermaye olduğunu düşünüyor. Sermaye ideolojiyi alt etmiş miydi? “Her zaman. Sovyetler Birliği yok oldu. Tüm dünyanın içine girdiği küreselleşme dediğimiz sürecin kararını veren sermayedir. Bu karara iştirak etmeniz gerekmez, ama bu şekilde o kanala girersiniz. Bilinçli değilsinizdir; hatta siz muhalifsinizdir o sermayeye, onun koyacağı tavra; ama o yoldasınızdır. Tıpkı, sol entelektüellerin orduya ilişkin eleştirilerinin Amerika’nın tavrıyla örtüşmesi gibi. Türk Silahlı Kuvvetleri’yle ilgili değerlendirmeler ben de yazıyorum, benim yazdıklarım da muhtemelen Amerikalıların hoşuna gidiyordur.”
Tekrar filmin hatırlattıklarına dönersek, Zincirbozan’da çizilen Özal figüründen hiç hazzetmemiş olsak da filmin 12 Eylül’ün “kimin eli kimin cebinde belli olmayan” atmosferi başarıyla yansıttığı gerçeğini teslim etmeliyiz. Sağdan soldan gelen, “gerçekler aslında öyle değildi” itirazları, filmin ciddiye alınacak bir senaryo ve sinematografiye sahip olduğunu gösteriyor. O itirazların biri Özal iken bir diğeri, filmin en düzgün karakteri olarak Süleyman Demirel’in öne çıkması. Haliyle “babayı kayıran bir film olmuş” eleştirileri kaçınılmaz oluyor. Özgürel, Demirel’in dönem dönem aldığı tavırlara değinerek, “Demirel’in eleştirebileceğimiz bin tane tavrı var. Ama sivil idare konusunda Süleyman Bey hiçbir zaman hataya düşmedi.” fikrinde sebat ediyor. “Peki, ya 28 Şubat dönemindeki Demirel’e ne demeli? “28 Şubat öncesinde Türkiye’de idareye el koyuyorlardı. Geçiştirmeyi, o dalganın atlatılmasının nasıl mümkün olabileceğinin yolunu böyle buldu. Çünkü kendisi geçmişte o deneyimleri yaşamıştı. İyi mi kötü mü buldu onu tartışmıyorum; sivil idareyi muhafaza etmekten söz ediyorum. Şayet, askerî idare işbaşına gelse onun ne zaman sivillere şans tanıyacağı belli olmazdı. 28 Şubat’ın olumsuzluklarından dolayı Süleyman Bey’i vurma hakkımızı saklı tutabiliriz; ama sivil karakterini teslim etmemiz gerekiyor.”
Avni Özgürel de 12 Eylül’de tutuklandı, Mamak Cezaevi’nde kaldı. Her türlü eziyete, insanın ruhunda “elektrik verilmesinden daha beter yaralar açan muamelelere” muhatap oldu. Ancak filmde kendi acılarını ve travmalarına dair tek bir satıra yer vermediğini söylüyor: “Türkiye’nin acılarından daha önemli değil benim acılarım. Bu ülkenin yaşadıkları ve içine düştüğü tuzak önemli. İşkenceleri, ‘asker bana nasıl tekme attı’ları herkes anlatıyor zaten.” 12 Mart mağdurlarının, yaşadıkları muameleyi çok övünülür bir şeymiş gibi tekrarlamalarını da yadırgıyor. Esas mağdur olan gençliğe üzülüyor. “Soldaki gençlere de çok acıdım. İsteğim, bu tuzağa bir daha düşmeyelim. Çatlılar çok büyük eziyet gördüler. Bir insanın kimliğini yok etmekle serseri mayın haline getiriyorsan, çarptığı yerde patladığında da kızmaya hakkın var mı? “
Bir “Özgürel öngörüsü” ile başladık, yine onunla bitirelim: Avni Özgürel cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinden herhangi bir endişe duymuyor: “Elbette birileri problem olsun istiyor. İstiyorlar; ama Amerika istemiyor. O istemeyince tutmuyor işte. Türkiye problemsiz bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapacak. Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkacak, sanılanın aksine askerin de önem verdiği laiklik, bölücülük gibi konulara en fazla ağırlık veren cumhurbaşkanlarından biri olacak.”