OYUN YAZARI HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
OLCAY ÖNERTOY 01 Ocak 1970
Edebiyatımızda roman ve hikâye yazarı olarak tanınan Hüseyin Rahmi,
tiyatro ile de ilgilenmiş ve kendi söyleyişine göre de ilk eseri çocuk denecek
yaşta iken yazdığı bir oyundur.
"İlk romanımı 12 yaşında iken yazdım. Ne yazık ki, müsveddeler Aksaray
yangınında yandı. İlk eserim, o da yandı. Bu, rüştüyede iken yazdığım Gülbahar
Hanım namında bir piyesti."1
Yayınlanmadan yandığı için bugün elimizde bulunmayan bu oyundan
sonra ilk yayınlanan oyunu İstiğrâk-ı Seheri2 adında, bir perde ve iki tablodan
oluşan komedidir.
Oyun okunduğu zaman yazarın romantiklikle alay ettiği açıkça görülüyor.
Ancak bu düşüncelerin kendisinin olduğunu belirtmeyerek, aşağıda verdiğimiz,
oyunun başındaki yazılış nedenini anlatışında görüldüğü gibi [(M) Bey]
olarak adı geçen kişiye söyletiyor.
"Bu komediyi yazmaklığımıza sebep bakınız ne oldu?
Geçenlerde bir Cuma günü hava kapalı idi; dışarı çıkılmadı. Nasıl vakit
geçireceğimi düşünmekte iken bir de çat çat kapı çalınıp ihvandan (M) Bey
1 Mecdi Sadrettin: Büyük Romancı Hüseyin Rahmi Bey'de İki Saat, Yeni Kitap, s. 3,
s. 20-28.
2 Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanan bu oyunun yazılış nedenini yazar şöyle
açıklıyor. "Bir zaman Beşir Fuat, Nadir, Hüseyin Efendi, Besim Ömer Paşa ve biraderi Aziz
Bey "Güneş" namında bir risale çıkarıyorlardı. Ne güzel ve ne kıymetli bir mecmua idi o..
.... Bilmem kaçmcı nüshasında Menemenlizade Tahir Bey ile Beşir Fuat Bey arasında edebî
bir münakaşa açüdı. Beşir Fuat "Zola" nin tilmizi "realist"; Tahir Bey ise "romantik-lirik" bir
adam. Dava büyüdü. O yazar, bu yazar. Mustafa Reşit Bey ile Beşir Fuat Bey benim de bu hususdaki
fikrimi sordular. Ben de söyledim. Bu düşündüklerini yaz dediler. İstiğrâk-ı Seheri namı
ile komedi diye yazdığım yazı "Terceman" da neşrolundu. İlk iştiharıma vesile teşkil eden bu
yazıdır."
(Mecdi Sadrettin: Büyük romancı Hüseyin Rahmi Beyde İki Saat. Yeni Kitap, s. 3, s. 22.)
teşrif buyurdular. Meğer (M) Bey'in bize gelmesi bir niyet üzerine imiş. Gelir
gelmez bendenize dedi ki.
Çoktanberidir bir komedi yazmak arzu ediyorum. Fakat intihab olunacak
(suje)nin gayet tuhaf olmasını istediğimden bunu bulmak için dûçâr-ı
müşkilat olmakta idim. Dün nasılsa elime Güneş risale-i merbutesinin bir cüzü
geçti.
Bunda (Sergüzeşt) sernamesi ile bir roman başlıyor ki, muhariri şair-i
şehir Menemenlizade Mehmet Tahir Beyefendidir. Aradığım tuhaflıkları mâziyade
işte bu romanda buldum "
Buna karşı yazar, aşağıdakine benzer sözlerle onu koruyor görünüyor.
" lâkin Tahir Beyefendi ciddi bir muharrirdir. Onun romanı
piyese tahvil edilse bile âlâ bir dram olur, komedi olmaz. Şairin âsârı hüznefzadır.
Görenlere neş'e değil, kuvvet gelir Ben yalnız şunu iddia ederim
ki, Tahir Beyefendi gibi hissiyat-ı âriye musavviri bir şairin romanından
komedi çıkaramazsın."
Gene kendi söyleyişine göre (M) Beyle beraber Bir Sergüzeşt3 romanını
okumaya başlayarak roman kahramanı olan şairin romantik tasvirleri ya da
duygularını açıklayışını komedi öğesi olarak saptarlar.
İlk romanını izleyen bu oyundan sonra yazar çalışmalarım roman alanında
sürdürmüştür. Aradan otuz yıla yakın bir süre geçtikten sonra "Hazan
Bülbülü"4 nün yazıldığını görüyoruz.
Bu oyunu, Mürebbiye romanının drama çevrilerek oynanışı üzerine
yazdığım, oyunun önsözünde bulunan aşağıdaki açıklamasından anlıyoruz.
"Piyese tahvil edilen bedbaht Mürebbiyemin sahneler üzerinde defaatle
uğradığı acz-i tenzilât ve içine karıştırılan türrehât-ı tuluât beni pek meyus
etti. Bu Hazan Bülbülü'nü o yolda bir zillet-i lü'b felaketinden kurtarmak için
bunu, sahnece olacak tertibat-ı sanatı, pek nazar-ı itibare almayarak ancak
bir roman gibi okunmak endişe-i tahririyle yazdım. Binaenaleyh, uzun muhaverelerden
tevakî etmedim. Çok defa sahnenin iki kişi ile boş gibi kalmasına
da ehemmiyet vermedim."
Bir roman hacminde olan ve yazarın açıklamasında da görüldüğü gibi,
okunmak için yazılan bu oyun dört perde, elli üç meclistir.
3 Güneş Mecmuası C. I, s. 7, 8, 9, 10.
4 1913 İkdam Gazetesinde tefrika, 1916 Kitap halinde basılış.
Hazan Bülbülü'nün kitap olarak yayınlanışından on yıl sonra basılan
Billûr Kalp romanının içinde, romanın kişilerinden biri tarafından yazılmış
olarak gösterilen Zelzele'yi buluyoruz. Bunun gibi, İki Hödüğün Seyahati
adlı romanda olup, sonra kitap olarak basılan bir oyunu da İki Damla
Yaş'tır5. Bu oyun, yazar tarafından oynanmak için İstanbul Şehir Tiyatrosuna
verilmiş, tiyatronun edebî kurulunca da onaylanmakla beraber sahnelenmemiştir.
Yazarın sahneye konan tek tiyatro eseri Kadın Erkekleşince'dir. 13 Aralık.
1932 de Darülbedayi tiyatrosunda aşağıdaki kadro ile oynanmıştır.
Tevfik Bey İ. Galip
Ali Süreyya H. Kemal
Doktor Emin Beliğ
Mesut Galip Mahmut
Mebrure Neyyire Neyyir Hanım
Nebahat Bedia Muvahhit Hanım
Komşu Şaziye Hanım
Düztaban Ayşe Halide Hanım
Memduha Şayeste Hanım
Reyhan Melahat Hanım
Komşu Kadriye Hanım Hülya Hanım
Hazan Bülbülü'nden oldukça uzun bir süre sonra bu eseri yazmasında
Ertuğrul Muhsin'in teşviklerinin etkisi olduğu ve iki yıl süren bir kararsızlıktan
sonra yazdığı, M. Kemâl'in Üstad Hüseyin Rahmi ve Eseri6 başlıklı
yazısının aşağıdaki satırlarından anlaşılıyor.
"İki sene evvel üstad bize köşkünde güzel ve mükellef bir ziyafet vermişti.
Ziyafet esnasında hep sanattan ve bilhassa tiyatrodan bahisler açılıyordu.
Bir ara Ertuğrul Muhsin Bey, üstada niçin tiyatro eseri yazmadığını
sordu. Rahmi Beyefendi kendisine has tevazuu ile cevap verdi.
— Ah Muhsin Beyefendi dedi. Bu iş roman yazmaya benzemiyor.. Çok
güç.... İnsan romanı yazarken bir başkasına okutur dinler ve bu suretle üslûbunda
mı, heyet-i umumiyesinde mi, neresinde sakatlık var anlar! Anlar
ve tashih eder. Nihayet okuyuculara arz eder.
5 1973 Atlas Kitabevi, İstanbul.
6 Darülbedayi Mecmuası, 1932 S. 33.
Fakat bu okuyucu dediğimiz insanlar müfrit bir tarzda eseri gözden
geçirdiği içindir ki muharrir daima romanının akıbetinden uzun bir zaman
için bihaber kalır Fakat tiyatro eseri böyle mi ya ? Muharrir, eseri seyirci
önünde oynanmadıkça hatalarını anlayamaz ve anladığı vakit iş işten geçmiştir
"
iki yıl süren bu kararsızlıktan sonra Milliyet gazetesinde tefrika edilmeye
başlanan oyunda bazı eksiklikler bulunduğunu M. Kemâl'e yazdığı
bir mektubundan öğreniyoruz.
'"Teşvikkâr iltifatlarınıza teşekkür ederim. Ben bu sahada yeni emekliyorum.
Elbette kusurlarım vardır. Ben burnu havada muharrirlerden değil,
nasihat dinleyen takınandanım. Takdim ettiğim ve iade buyurmuş olduğuğunuz
ikinci perdede pencereden komşu ile konuşmayı korka korka yazdım,
sonra Ali Tevfik Bey'in evinde o yolda bir kargaşalık zuhur edeceğini saat ve
dakikası ile nasıl keşfedebilip de Mesut Galib'in kızı kaçırmaya geldiği, itirazı
calip bir dikkatsizlik sayılabilir. Hep bunların farkındayım "7
Darülbedayi'de oynanışı üzerine, oyun hakkında İstanbul'da olumlu eleştiriler
yapılmış ve Hüseyin Rahmi'nin "Halk Tiyatrosunun temelini attığı8"
görüşünü ortaya atanlar da olmuştur. Bu olumlu karşılanış üzerine, Darülbedayi
oyuncuları eseri daha geniş bir kitleye tanıtmak için taşraya çıkmışlar,
ancak oyun İzmir'de oldukça sert eleştirilere uğramıştır. Tiyatro eseri
olarak beğenilmediği, yalnız oyuncuların başarılı bulunduğu yazarın eleştirilere
verdiği karşılıktan ve yer yer gazeteden aldığı bölümlerden anlaşılıyor.
"Diyebiliriz ki, dün akşamki piyesin bütün yükü Neyire Neyyir Hanımın
omuzlarına yüklenmişti. Gün görmüş, eski terbiye ile büyümüş haris bir hanımefendi,
sinirli bir kaynana, ancak bu kadar yaşatılabilirdi. Onun üçüncü
perde finalindeki muvaffakiyeti bu piyesi sahneye koyan rejisörün bütün günahlarını
affettirecek derecede yüksekti"9.
Elimizde bulunan bu oyunlardan başka "Tokuşan Kafalar ve Mesuduz"
adlı iki denemesinin daha olduğu söyleniyorsa da, yayınlanmadığı gibi sahneye
de konmayan bu oyunların yalnızca adları bilinmektedir. Aynı nedenle
yazılış tarihleri de bilinmiyor.
7 Darülbedayi Mecmuası, 1932 S. 33.
8 M. Kemal, Kadın Erkekleşince, Darülbedayi Mecmuası, 1933 s. 41.
9 Refik Ahmet Sevengil: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hayatı, Hatıraları, 1944, s. 99 (Gazte
adı verilmiyor).
Tiyatro denemeleri yapan yazar, bir tiyatro eleştiricisi olarak, bizdeki
tiyatro binalarını ve sahneye konan eserleri de yetersiz bulmuş, bu konudaki
düşüncelerini kimi romanlarında10, Hazan Bülbülü'nün önsözünde ve gazetelerde
yazdığı makalelerde açıklamıştır. Gerek tiyatro binalarını, gerekse
oynanan oyunları beğenmeyen yazar, bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyor;
"Tiyatro namını tezlilen bu ismi verdiğimiz salaşlar içinde halkımız,
komedi, facia niyetine bir takım abur cubur seyir ede ede, temaşa hakkında
tedavisi müşkil bir galat-ı hisse düştü. Evvel be evvel umumun bu yalmş zan
ve hissini tashih lâzımdır. O nama müstehak bir tiyatro binasına malikıyyet
paraya taalluk eden bir mesele olduğundan bunun halli koca bir millet için
bîimkân sayılmaz. Fakat tiyatromuz olsa, piyesimiz yok. Piyes yazılsa,
mümessiller halk etmek lâzım gelir. İşte, asıl bunun serian husûlüne imkân
yok"11.
Yabancı eserlerden yalnızca adlar Türkçeleştirilerek yapılan uyarlamaları
da toplumumuzun yapısına uymayışları yönünden başarılı bulmayan yazar,
"Tiyatro müellifleri" adlı makalesinde, bizde o gün için tiyatro yazarı olmadığına,
birkaç makale ya da hikâye yazanların yazdıkları tiyatro eserlerinin
başarısızlığına değinerek tiyatro eserinin nasıl olması gerektiğini şöyle belirliyor:
"Piyese üslûpçuluk sığmaz. Tasvir olunan eşhasın hüviyetlerine taksim
olunmuş bir ifade ister. Tasvir olunan kimse mahalle bekçisi midir ? O, müellifin
lisanı ile değil, müellif onun lisanı ile konuşacaktır. Bütün zihniyeti ve
elinde sopası ile bekçi babayı göreceğiz. Kalemi ile muharrir beyi değil
Tiyatro piyesinde görülecek şey tabiattır. Tabiat sahneleri Müellifin,
ekseriya eseri ağırlaştıran, fesahat, belâgat, mantık, felsefe, bedi ve beyan
iktidarı değil Piyes yazmak için tabiattan istinsah melekesine haiz mlidekkik
bir musavvir lâzımdır. Orada rolü olmayan bir belâgat hocasının işi
ne ?
Hakikate temas gözetilmeyerek birçok güzel sözleri bir araya toplamakla
tiyatro yazılmış olmaz.
Cümleler kısa, sevimli, sade, tabiî olmakla beraber mevzûu tecessüm ettirecek
sanat kudretini göstermeli., tirad denilen uzun söylenmelerden kaçın-
10 Meyhanede Hammalar s. 47, Tebessüm-i Elem, 1923 s. 270-275. Kokotlar Mektebi,
1929 8. 194-195.
11 Temaşa: İkdam Gazetesi, 12. Temmuz. 1917, s. 7336.
malı, tiyatro fenninin atik usullerinden olan apart kabilinden hilâf-ı tabiat tertibat
bulunmamalı."12
Ayrıca yazar, roman ve hikâyelerinde olduğu gibi, tiyatro eserinin de
toplumun yaralarına dokunması gerektiği düşüncesindedir. Hazan Bülbülü'-
nün önsözünde de bu noktaya değiniyor.
"Gazetelerimizin her gün neşrettikleri temaşa ilânlarına bakınız. (Çifte
Gelinler), (Budala Aşık), (Kurnaz Yazıcı) gibi isimler görürsünüz. Bunların
müellifleri kimlerdir. Lâzımü-t teşvik hangi yaralarımız intikad-ı sanatın ince,
müessir, ibret-bahş temsilâtıyla enzar-ı intibaha konuyor? Ne oynayanlar,
ne seyredenler asla bu kaygıda değildirler."
Kendine göre bir tiyatro anlayışına sahip olduğunu gördüğümüz yazar,
İstiğrak-ı Seheri ve Zelzele dışındaki oyunlarında toplumsal konuları işlemiştir.
Istiğrak-ı Seheri'niıı konusu romantik bir şairin, komşu evin penceıesinde
gördüğü genç kıza âşık oluşudur. 1894 Yılında İstanbul'da olan büyük depremden
esinlenerek düzenlediği Zelzele'de basit bir aşk ve ihanet işlenmiştir.
Birbirine yakın oturan iki komşudan birinin kocası ile diğerinin karısı arasındaki
ilgi zelzele nedeni ile ortaya çıkar, bunun üzerine ihanete uğrayanlar da
birbirlerine yaklaşırlar.
Hazan Bülbülü'nde ise romanlarda da ele alınan bir konu olan, genç
kızların, aileleri tarafından zengin olmak amacı ile kendilerinden çok yaşlı
kimselerle evlendirilmelerinin kötü sonuçlarından biri işlenmiştir.
Sevdiği gençle evlenmek isteyen bir genç kız büyüklerinin zoru ile yaşlı
bir zenginle evlendirilir. Hiçbir yönden mutlu olamayan genç kızın günleri
büyük bir üzüntü içinde geçer. Yaşlı erkek de kendinden çok küçük bir kızla
evlenmenin mutluluk getirmeyeceğini kısa zamanda anlar. Karısının genç ve
güzel oluşu onda aşırı kıskançlık duyguları uyandırır. Huzursuzluk içinde
geçen günlere evin kızı ile damadının gelmesi eklenir. Karısından pek hoşlanmayan
damat genç ve güzel kayınvalideyi elde etmeye çalışır, onu tehdit ile
geceleri bahçede buluşmaya zorlar. Gene bahçede buluştukları bir gece asabının
bozukluğundan bayılan genç kadını kolları arasına alır. Bu durumun
kızı tarafından babasına gösterilmesi üzerine yaşlı adam birden bire ölür.
Genç kadın da kötü damgasını yer.
12 İkdam, 26. Eylül 1917.
İki Damla Yaş'ta, evli bir erkeğin yabancı bir kadınla kurduğu ilişkinin
getirdiği, sonu karı-kocanın ayrılmasına kadar varan huzursuzluk, bu ayrılık
yüzünden kadının çocukları ile beraber çektiği geçim sıkıntısı ve erkeği bu
davranışından ötürü bekleyen kötü sonlardan biri verilmiş.
Kadın Erkekleşince de ise daha değişik bir konu ele alınmıştır. Yazar
bu oyununda, toplumumuzda bugün de bir sorun olan, kadının çalışmaya
başlamasının ev yaşantısında ortaya çıkardığı aksaklıkları işlemiştir. Bu konu,
oyun biçimine sokulmadan önce, Utanmaz Adam romanında karı-koca
geçimsizliği nedenlerinden biri olarak verilmiştir. Oyun biçimine sokulurken
genişletilmiş ve ufak değişiklikler yapılmıştır. Yalnız çocuğun adı romanda
da oyunda da "Hilkat" olarak kalmıştır.
Oyunun konusunu şöyle özetleyebiliriz:
Mebrure Hanımla Ali Tevfik Bey'in oğulları olan Ali Süreyya iş yerinde
tanıştığı Nebahat ile büyüklerinin isteği dışında evlenir. Evle hiç ilgilenmeyen
Nebahat'in, gerek bu ilgisizliği gerekse zamanına göre çok ileri düşünüşleri
yüzünden evdekilerle arası açılır. Ayrı eve çıkarlar, bu arada bir de çocukları
olur. Gündüzleri evde yalnız bırakılan çocuk, birgün bakımsızlık yüzünden
ölür. Bu olay, onları tekrar büyükleriyle birleştirir
Konuların işlenişine gelince:
İlk oyununda belli bir vaka görülmüyor. Yazar (M) beyle beraber, "Bir
Sergüzeşt" romanını ikinci bölümünün yarısına kadar okuyorlar, okurken
de roman kahramanı olan şairin romantik duygularını ve aşk üzerindeki sözlerini
komedi öğesi olarak saptıyorlar. Toplanan komedi öğesi oyun yazmaya
yeterli görüldükten sonra, dekor ve aşağıda bir kısmını örnek olarak verdiğimiz
gibi oyuncunun hareketleri veriliyor.
"Şâir henüz gecelik entarisi ile bulunduğu ve gözleri semaya matuf olduğu
halde bahçenin bir köşesinde zuhur edecek. Letâfet-i seher hakkındaki hissiyât-
ı şâirânesini bâlâda numunesini görmüş olduğumuz veçhile tarife
başlayarak bu esnada nazarı mehtap saçlı; şafak çehreli acibeye müsadif
olacak. Eski hikâyelerde görüldüğü veçhile aklı başından gidip bir sandalye
üzerine yıkılacak "
Öbür oyunlarında ise vaka ikinci bazen de üçüncü perdede başlıyor.
Baştaki bir ya da iki perde vakayı hazırlayıcı durumdadır.
Hazan Bülbülü'nde Refî Efendi ile Şahende'nin evlilik yaşantıları olan
ana vaka üçüncü perdede başlıyor. Birinci perdede, Refî Efendinin karısı öl6
müş, zengin bir ihtiyar olduğunu ve kılavuz kadın aracılığı ile genç bir kız
olan Şahende ile evlenmek istediğini öğreniyoruz.
İkinci perdede ana vakayı etkileyen olaylardan birincisi, Şahende - Nuri
ilişkisini yansıtıyor. İki genç arasında onları birbirinden başkasının olmamaya
söz verdirecek kadar derin bir sevgi olduğunu öğreniyoruz. Ancak, Şahende
ve Nuri'nin bütün direnişlerine karşı genç kızı büyüten dayısı ve yengesi
onu Refî efendi ile evlendirme düşüncesinde direniyorlar. Böylece bu sevgi
gençler için kötü bir biçimde sonuçlanmış ve bir perdede tamamlanmış oluyor.
Üçüncü perdede Refî Efendi ile Şahende'nin evlilik yaşantıları (Ana
vaka) ile beraber İhsan Bey- Şahende ve Naime-İhsan Bey ilişkileri başlıyor.
Bu ilişkilerle birer de düğüm atılmış oluyor. Birincisi, Şahende'nin, İhsan Beyin
kendisine gösterdiği ilgiye karşı ilgisizliğini sürdürüp sürdüremiyeceği.
İkincisi, evlendiğinden beri karısından hoşlanmayan İhsan Beyin Şahende'ye
olan sevgisi arttıkça Naime'ye karşı durumunun değişip değişmeyeceğidir.
Dördüncü perde bu iki düğümün çözüldüğü ve vakamn sonuçlandığı
perdedir. Birinci düğüm, İhsan Bey'e hiçbir zaman olumlu davranmayan Şahende'nin,
İhsan Bey'in ısrarı üzerine bahçede buluştukları bir gece asabiyetten
bayılarak onun kolları arasına düşmesi ve bu durumu gören Refî efendinin
birden bire ölmesi ile, ikinci düğüm de İhsan Bey'in Naime'yi boşaması
ile çözülür, vaka da sonuçlanmış olur. Yazarın da belirttiği gibi okunmak için
yazıldığından hareketten çok konuşmaya yer verilmiştir.
Zelzele oyununda vaka birinci perde sonunda başlıyor. Lâmi, deprem
olduğu sırada çarşıda bulunan karısından (Bedihe) bir haber alamaz. Komşuları
Kadir Beyin de duvar altında kaldığını öğrenerek bir haber alabilmek
için evlerine gider. Kadir Beyin karısı (Âsime) Lâmi'ye, kocası ile onun
karısı arasında bir ilgi bulunduğunu anlatmaya başlar. Bedihe ile Kadir Beyin
arasındaki ilişkinin kesin olarak bilinmeyişi küçük bir düğüm oluyor.
İkinci perdede, gerçeği anlamak için etrafa öldükleri haberini yayarlar.
Biraz sonra Kadir Beyle Bedihe eve gelirler (Düğüm çözülür). İkisi de
onların ölümünden memnundur. Lâmi ile Âsime dolaba saklanarak bir süre
dinledikten sonra dışarı çıkarlar. Gerçeğin anlaşılması üzerine kadınlar, birbirlerini
kocalarını ellerinden almakla suçlarlar.
İki Damla Yaş'ın birinci perdesinde Raşit Bey'i ve ailesini tanıyoruz. Oyunun
başında aile her akşam meyhaneden geç dönen evin erkeğini bekler. O sırada
eve gelan komşu hanımdan (Şefika) Raşit Beyin bir kadınla ilişkisi olduğu
ve paralarım ona yedirdiği öğrenilir. Birinci perde Raşit Bey'in sarhoş olarak
eve gelmesi ve çıkan kavgadan sonra bir kadınla ilişkisi olduğunu açıklaması
ile biter.
İkinci perdede Şefika Hanım'ın oğlunun da (Salih) bir kadınla ilişkisi olduğu
anlaşılır. Raşit Bey'in dostunun kızkardeşinin bir otel salonunda yapılan
nişanına Salih Bey de dostu ile gelir. Onların peşini bırakmayan aileleri de
oraya gelirler. Herkesin önünde yapılan sert tartışmalardan sonra Raşit Bey
eve dönmeyi kabul etmez. Oğlu da onu artık baba saymadıklarını söyler ve
çıkarlar.
Üçüncü perdede, önce Raşit Bey'in ailesi büyük bir yokluk içinde görülür.
Daha sonra oğlunun ve kızının çalışmaya başlamaları ile durumları düzelir.
Felç gelen babalarının kirayı ödeyemediği için kaldığı evden çıkarıldığım öğrenen
çocuklar annelerini zorla razı ederek eve alırlar. Nuriye Hamm kocasına
karşı duyduğu büyük kin nedeni ile ancak bodurumda kalmasını kabul eder.
Sonunda Raşit Bey ölür. Bütün kinine karşı, kızının "Babamın ölümü ile biz
yetim kaldık, sen de dul." demesi Nuriye Hanım'ın gözünden iki damla yaş
akıtır. Böylece oyun biter.
Kadın Erkekleşince'de daha hareketli olan vaka, Nebahat ile Ali Süreyya'-
nın evlilik yaşayışım sergiler. Yaka, ikinci perdede başlıyor. Birinci perde,
vakayı hazırlayıcı durumdadır. Bu perdede Mebrure Hanım'ın, vesâyetleri
altında zengin bir kız olan Memduha ile oğlu Ali Süreyya'yı evlendirmek istediğini
gençlerin böyle bir istekleri olmadığım, Memduha'nm Mesut Galip
adında bir genci sevdiğini ve Mesut Galip'in de eve gelerek Memduha ile evlenmek
istediğini bildirişini öğreniyoruz. Mesut Galip'in eve gelmesi üzerine
Memduha sıkı bir kontrol altına alınır. Burada ufak bir düğüm atılmış oluyor.
Memduha ile Mesut Galip'in evlenip evlenmeyecekleri.
İkinci perde oldukça hareketlidir. Perdenin başında casus kadın aracılığı
ile Ali Süreyya'nın bir daktilo ile gezdiği öğrenilir. Memduha, dışarı ile
temas etmemesi için yapılan baskıya karşı çıkar. Bu perdede Ali Süreyya-Nebahat
ilişkisi bir düğüm olarak kabul edilir. Bu düğüm kısa zamanda Ali Süreyya
ile Nebahat'in geçirdikleri araba kazasında evli olduklarının anlaşılması
ile çözülür. Mebrure Hanım'ın beklemediği bu evliliğe gösterdiği tepki
ve gençlere karşı tutumu bir çatışma oluşturur. Nebahat hemen çıkıp
gitmek ister. Ali Tevfik Bey'in araya girmesiyle evde kalırlar. Bu arada
yaralıların eve gelmesi sırasındaki karışıklıktan yararlanan Memduha, Mesut
Galip'in hazırladığı bir arabaya binip onunla beraber kaçar. Böylece birinci
perdede atılan düğüm çözülmüş olur. Ancak bu düğümün çözülüşü, yazarın
"Ali Tevfik Bey'in evinde o yolda bir kargaşalık zuhur edeceğini saat ve dakikası
ile nasıl keşfedebilip de Mesut Galip'in kızı kaçırmaya geldiği itirazı
calip bir dikkatsizlik sayılabilir." sözleri ile de belirttiği gibi tabiî bir çözülüş
değildir.
Üçüncü perdede Ali Süreyya ile Nebahat eve yerleşmişlerdir. Mebrure
Hanım'ın oğluna ve gelinine olan kızgınlığı geçmemiştir. Ev işleri ile ilgilenmeyen
yalnızca giyimine önem verip erkeklerle boy ölçüşen Nebahat'in bu
davranışları Mebrure Hanımı daha çok kızdırır. Ana-oğul arasında ev işleri
yüzünden çıkan kavgaya Nebahat'in de karışması evden kovulmalarına yol
açan bir çatışmadır.
Bundan sonra Ali Süreyya ile Nebahat'in çatı katında bir odada geçen
yaşantılarını izliyoruz. Geçimlerini güçlükle sağlayabilen çiftin bir de çocukları
olur. Bütün güçlük çocuğun bakımından ortaya çıkar. İkisi de çocuğu
bırakıp işlerine giderler. Gene işlerine gittikleri bir gün akşam döndükleri
zaman çocuğu ölü bulurlar. Bu olay üzerine Mebrure Hanım, Ali Tevfik Bey,
Memduha ve Mesut Galip bir araya gelirler, aile yeniden uzlaşır.
Yazar, oyunlarında da roman ve hikâyelerinde olduğu gibi değişik yerli
tipler canlandırmıştır.
Hazan Bülbülü kişiler yönünden Kadın Erkekleşince'den daha kalabalıktır,
kişiler perde perde tanıtılmıştır. Birinci perdede, Refî Efendi, Ayşe
Kadın, Selime, Anika ve kılavuz kadın, ikinci perdede Nedime Hanım,
Akif Bey, Şahende ve Mestan Ağa'yı tanıyoruz. Üçüncü perdede bunlara
İhsan Bey ve Naime Hanım ekleniyor. Kadın Erkekleşince'de ise, Ali Tevfik
Bey, Mebrure Hanım, Ali Süreyya, Komşu Hanım, Memduha, Mesut Galip
ve Reyhan'ı birinci perdede, Düztaban Ayşe ile Nebahat'ı da ikinci perdenin
hemen başında tanıyoruz. Böylece oyunun başında bütün kişiler tanıtılmış
oluyor.
Küçük bir oyun olan Zelzele'de de yedi kişiden üçünü birinci perdede,
dördünü de ikinci perdede tanıyoruz. Zelzele'den biraz daha geniş bir oyun
olan İki Damla Yaş'da ise oyun hacmine göre oldukça çok sayıda kişi verilmiş.
Birinci perdede Raşit Bey, Nuriye Hanım, çocukları Naciye, Salim ve
Cevat, komşuları Şefika Hamm tanıtılıyor. İkinci perdede bunlara Şefika Hanımın
kızı Safiye, damadı Salih, Raşit Bey'in dostu Marika, Salih'in dostu
Eftimya, Marika'nın kardeşi Eleni ve nişanlısı Yorgo ile nişana gelen davetliler
katılır. Böylece kişi kadrosu genişler.
Kişilerin fizik yapıları üzerinde durulmamıştır. Kadın Erkekleşince'de
yalnızca yaşları belirtilmiş (Ali Tevfik Bey 57, Mebrure Hanım 50. Ali Süreyya
25, Komşu Hanım 48, Memduha 18, Mesut Galip 23, Nebahat 22, Düztaban
Ayşe 45, Komşu Kadriye Hanım 40), Hazan Bülbülü'nde buna da önem
verilmemiştir. Kimi yerde oyuncuların giyinişlerinin verildiği görülüyor. Örneğin,
Refî Efendi ile Şahende'nin giyinişleri; "Refî Efendi, saçları taralı,
fes kalıplı, gözünde gözlük, sırtında bir ropdöşambr, bir elinde baston, Şahende
kabarık saçları üzerinde ince bir bürümcük örtü, arkasına kırmah, dantelalı
bir yeldirme"14.
Memduha'mn göz alıcı kıyafeti, biraz da karikatürize edilerek, "Suratı,
üzerine bir karnaval maskesi geçirilmiş gibi çok koyu boyalara bulanmış
tepesinde uçları merkep kulakları gibi havaya dikilmiş enli al kurdeladan bir
fiyonga, kulaklarında omuzlarını döven salkım küpeler.... gerdanında iri
taneli yeşil boncuklar, arkasında vücuduna hiç uymamış yanar döner
kumaştan kısacık bir rop bacaklarında mor çoraplar, ayaklarında sırmalı,
kırmızı terlikler15." biçiminde verilmiş.
Her iki oyunda da kişiler kendi dönemlerinin tiplerini yansıtırlar. Yazılış
tarihleri bakımından aralarında oldukça uzun bir süre bulunmakla beraber
birbirine benzeyen tiplerin verildiği görülüyor.
Şahende ile Memduha, anne ve babalarını yitirmiş başkalarının gözetimi
altında büyütülmüş iki genç kızdır. Her ikisi de sıkı kontrol altında yetiştirilmelerine
karşın birer gençle evlenmek üzere anlaşırlar ve yetiştirildikleri aileler
tarafından paraya düşkünlük yüzünden istekleri dışında bir evliliğe zorlanırlar.
Aralarındaki ayrılık Memduha'nm babasından kalma bir servete sahip,
Şahende'nin ise parasız oluşudur. Memduha'nm yanında yetiştiği aile ellerindeki
serveti kaçırmamak için onu oğulları ile, Şahende'nin dayısı ve yengesi de
bir servete konmak için ihtiyar fakat zengin bir adamla evlendirmek isterler.
İki genç kız da bu zorlamaya karşı gelirler ve büyüklerine karşı kendilerinden
pek umulmayan davranışta bulunurlar. Örneğin; Şahende, bostanda Nuri
ile buluşmasını ahlâksızlık olarak nitelendiren yengesine şu karşılığı veriyor:
"Ben hakikatte ahlâksız, fena bir kız olmuş isem, ihtiyara varmakla bu
fenalığım nasıl zail olabilir? Hem adamcağıza yazık değil mi? Kötü farzettiğiniz
bir kızı ona ne vicdanla veriyorsunuz? Biz şimdi bir felâket içinde isek
14 Hazan Bülbülü, s. 161. 15
kendi selâmetimiz namına bu felâketi diğer masum bir adama bulaştırmaya
gönlünüz nasıl razı oluyor?"16
Memduha da Süreyya ile evlendirilme zorlamalarına karşı geliyor.
"Evet, zannettiğiniz kadar aptal bir kız olmadığımı ispat etmek lüzûmu
karşısındayım Beni büsbütün budala bir mahlûk zannettikçe istediğiniz
gibi mukadderatımla oynamaya kalkıyorsunuz işte size açıkça söylüyorum
Oğlunuza varmayacağım başka birisini seviyorum Bütün
ruhumla, servetimle onun olacağım O da şu kapının arkasında bekliyor....
içeriye girsin, açıkça, mertçe yüzyüze anlaşalım Moliere'nin Zor Nikâh'ına
benzeyen bu komedyaya bir nihayet verilsin."17
Nedime Hanım ve Mebrure Hanım devirlerinin ahlâk ve evlilik hakkındaki
düşüncelerini yansıtırlar. İki oyunun yazılması arasında yirmi yıllık bir
süre geçmesine karşın düşüncelerde bir değişiklik görülmüyor.
Nedime Hanım, Şahende'nin sevdiği gençle bir bostanda buluşmasını
şöyle karşılıyor:
"Sizler bu hareketinizde, kendinizi mazur görmek ve göstermek istiyorsunuz.
Lâkin bu çocukluğunuza belki benden evvel siz gülersiniz. Adet, kanun,
nizam, edep denilen şeyler herkesin reyine, fikrine, arzusuna göre tertip
edilmez. Hiç kimse nizamı kendine uyduramaz. Fakat kendisi ona uymaya
mecburdur. Bir kızın velilerinden habersizce bir delikanlı ile böyle bostanlara
gidip görüşmesi, hele aşk ve alâkadan bahsetmesi pek ayıp, mazmun bir
harekettir."18
Mebrure Hanım da Memduha'nın sevdiği gençle evlenmek istemekte
direnmesi üzerine genç kızların evlenmesi konusundaki düşüncelerini şöyle
açıklıyor:
"Maaşallah, çok şey biliyorsun ama, kızı sevdiğine değil, izdivacı ile bahtiyar
olacağını tahmin ettikleri münasip kimseye verirler Sen henüz
bizim vesayetimiz altındasın. Göğnünün hoşlandığı gençle sevişmeye mezun
değilsin."19
16 Hazan Bülbülü, s. 145.
17 Kadın Erkekleşince, s. 34.
18 Hazan Bülbülü, s. 117.
19 Kadın Erkekleşince, s. 33.
Nedime Hamm'm kocası olan Akif Efendi ile, Mebrure Hanım'ın kocası
olan Ali Tevfik Bey, gençlere bazı haklar tanımayı kabul edebilen kişilerdir.
Fakat karılarından çekinirler.
Bostanda sevdiği gençle buluştuğu sırada yengesi tarafından yakalanan
Şahende'nin zengin ihtiyarla evlendirilmemesi için yalvarışlarına karşı
Akif Efendi'nin iyice yumuşadığı görülüyor. Ancak, karısından çekindiği için
duygularını belli etmez.
"Akif Efendi,
(Kendi kendine)
- Müteessir oluyorum Zevcemden ihtiras etmesem hemen hemen
affedeceğim
(Dışardan)
- Bu namus meselesi başka türlü temizlenmez.
(Ayağı ile Şahende'yi iterek)
- Yengene rica et, benim elimde birşey yok "20
Ali Tevfik Bey de yenilikleri kabul edebilecek yaşlı bir kimse olduğunu
şu sözlerle açıklıyor:
"Zihni inkilâba açık bir ihtiyarım. Karıma söz anlatamam Mazinin
karanlık inadı yine kendi zulmeti içinde boğulup gidecektir. Fakat istikbâl
ile açık yürekle görüşebilirim"21
Birbirine benzeyen bu kişilerden başka Refî Efendi ve Nebahat ayrı tipler
olarak görülüyor.
Refî Efendi, yaşı tam olarak bilinmemekle beraber 70 yaşlarında olduğu
tahmin edilen, zengin ve geri gelmeyeceğini bildiği gençlik yıllarına büyük
özlem duyan bir ihtiyarı canlandırıyor. Kendini biraz olsun gençleştirebilmekte
genç bir kadının etkili olacağına inanarak kendinden çok küçük yaşta
bir kızla evlenirse de kısa zamanda bu evliliğin, beklediği mutluluğu getirmediğini
görür. Karısının genç ve güzel oluşu onda aşırı kıskançlık duygusu
ve aldatılma korkusu uyandırır. Böylece son günlerini psikolojik bunalımlar
içinde geçirir.
20 Hazan Bülbülü, s. 143.
21 Hazan Bülbülü, s. 143.
Nebahat, kadın-erkek eşitliği konusunda oldukça aşırı düşünceye sahip,
kadınların yaptıkları ev işlerini bayağı bularak kadına çalışma hayatında erkeğin
yanında yer veren, çalışmayan kadını erkeğin tutsağı sayan bir genç
kadındır.
Ali Tevfik Beyle yaptığı bir konuşmada bu konuda şunları söylüyor:
"Beyefendi hazretleri, erkek eline bakan kadın hür değildir. Pençiksiz
bir nevi aile halayığı, koca esiridir. Bu haşin zevce akşam üzeri evine gelip
de emirlerinden birinin ihmal edilmiş olduğunu görünce kadım haşlar. Canı
isterse döver bile Kadının elinde derebeyine karşı kullanabileceği hiçbir
silah yoktur. Beyefendi hazretleri, kadın hilkaten bu acze mahkûm olarak
zavallı bir mahlûk değildir. Kadın bugün kocası ile hukuken müsavat istiyor
"22
Bu belli başlı kişilerden başka:
Hazan Bülbülü'nde; Nuri, bir sevgili; Naime, kocasını huzursuzluk yaratacak
kadar çok kıskanan bir kadın; İhsan Bey, karısını sevmediği halde
bir arada yaşamak zorunda kalan bir erkek; Ayşe Kadın, Selime ve Anika
haııım sız bir evde saltanat kuran üç hizmetçi tipini canlandırırlar. Ayrıca
kılavuz kadın, arabacı, aşçı, bahçevan gibi değişik tipler de verilmiştir.
Kadın Erkekleşince'de ise yukarda belirttiklerimizden başka, casus bir
kadın, iki komşu kadın, genç bir hizmetçi kız ve doktor değişik tipler olarak
göze çarpıyor. Küçük oyunlarından İki Damla Yaş'taki Raşit Bey, evlilik
dışı ilişki kurmayı ve evdekilere eziyet etmeyi erkeklik sayan bir kişi olarak
verilmiş.
Yazarın bütün başarısı romanlarında da görüldüğü gibi kişileri konuşturmasındadır.
Konuşmalarından onların kültür düzeylerini kolayca anlayabiliyoruz.
Refî Efendi'nin konağında çalışan Ayşe Kadın, Selime ve Anika'-
nın kendi aralarındaki konuşmaları ve Refî Efendi'nin sözlerine verdikleri
anlamları bir örnek olarak verebiliriz.
"Ayşe Kadın -Al sana bir ortak daha Aman kokonoz, koş, geç kaldın,
efendine benim ve Selime'nin İşte bu matmazel cenahlarının
Selime — Susun Susun Dinleyelim işte. Efendi söyleniyor.
(Hepsi Kapıya kulak verirler.)
22 Kadın Erkekleşince, s. 22.
Refî Efendi— insan maşa kadar bir boyda doğuyor. Yavaş yavaş büyüyor.
Anika— Ne dedi arılayabildiniz mi ?
Ayşe Kadın— Maşayı insan doğurur diyor.
Selime— A Bunak Sayıklıyor galiba.
Refî Efendi- Bir çiçek gibi açılıyor. Şundan, bundan birer kâm alayım
derken soluyor tebah oluyor.
Ayşe Kadın— Yine bugün hekimi çağırtmalı. Ihtiyarcağız sayıklıyor.
Nöbeti ziyade Çiçek gibi açılır, tabak olur diyor. Eskiler alayım diyor,
saçmalıyor23."
Gene romanlarında olduğu gibi oyunlarında da halk arasında, özellikle
İstanbul'da kullanılan deyimlere yer verdiği görülüyor.
"Şimdi şuradan zırpadak çıkagelseler. Yalanı belli olacak."24
"Yanıldım da nasılsa işte ben de bir dubaraya uğradım."25
"Oğlunuzun eli yufkadan yufka."26
"Oğlumuz için elimizde Tunus gediği bir kızcağız vardı kaçırdık."27
Bir sahne eseri olarak oyunlarının durumuna gelince:
Okunmak için yazdığını açıkladığı Hazan Bülbülü bir roman hacmindedir
(275 sayfa). Bu oyunda yazar "Perde", "Sahne" yerine "Meclis" terimini
kullanmıştır. Birinci, ikinci ve dördüncü perdeler uzunluk bakımından
birbirine yakındır (68-76 s.). İkinci perde 58 sayfa olarak onlardan daha az
yer tutuyor. Perdelerin meclislere bölünüşü bakımından aralarında oldukça
açık ayrılıklar görülüyor.
I. Perde 12 Meclis
II. Perde 5 Meclis
III. Perde 16 Meclis
IV. Perde 19 Meclis
23 Hazan Bülbülü, s. 10-11.
24 Hazan Bülbülü, s. 104.
25 Hazan Bülbülü, s. 105.
26 Kadın Erkekleşince, s. 15.
27 Kadın Erkekleşince, s. 67.
Bir tablodan oluşan perdelerde tablo değişikliği görülmüyor. Ayrıca normal
konuşmalar yanında yer yer bir yada iki sayfa süren tiradlara28 raslandığı
gibi, başka yazarlar da bir kusur olarak kabul ettiği "Aparti" a da yer
vermiştir29.
Zelzele oyunu iki perdedir. Birinci perde yedi, ikinci perde de yedi olmak
üzere tümü ondört sahneden oluşmuştur. Perdelerin sahnelere bölünüşü bakımından
bir düzen görülüyor. İki Damla Yaş ise üç perdedir. Birinci ve ikinci
perde sahnelere bölünüşü bakımından birbirine uygundur. Birinci perde üç,
ikinci perde dört sahnedir. Üçüncü perde-de sahne sayısı sekize çıkar. Ayrıca
birinci ve ikinci perdeler iki tablo, üçüncü perde üç tablodur.
Kadın Erkekleşince ise bu yönden ayrı bir özellik gösteriyor. Oyunun birinci
perdesi dokuz, ikinci perdesi onbir sahnedir. Üçüncü perdedeki iki sahneden
sonra perde iner. Bundan sonra yazar, dördüncü perde demiyor. Birinci tablo,
ikinci tablo ve üçüncü tablo olarak üç tablo veriyor. Birinci tablo bir sahne
ikinci tablo üç sahne, üçüncü tablo da "İlk ve Son sahne" adı ile bir sahnedir.
Bu oyunda konuşmaların uzunluğu bakımından Hazan Bülbülü'ndeki aksaklıklar
görülmez.
Oyunun sonunda Ali Tevfik Bey'in, kadının çalışma hayatına atılışındaki
ölçüsüzlüğü ortaya çıkardığı aksaklıkları belirten uzunca konuşması oyunda
bir öğreticilik amacı güdüldüğü düşüncesini uyandırıyor.
Oyunlarda değişik dekorlar verilmiştir. İstiğrak-ı Seherî'de birinci tabloda
seher vaktinde bir bahçe, ikinci tabloda içinde karyola bulunan karanlık
bir oda, dekoru oluşturur. Hazan Bülbülü'nde üç perdede de dekor değişiktir.
Birinci perdede Refî Efendi'nin konağından bir bölüm, ikinci perdede bir bostan
ve Akif Efendi'nin evinin salonu, üçüncü ve dördüncü perdede ise Refî
Efendi'nin yazlıktaki köşkünün bahçesi oyunun değişik dekorlarıdır. İki perdeden
oluşan Zelzele'de de birinci perdede depremden yıkılan bir evin bahçesi,
ikinci perdede bir oda içi olmak üzere iki ayrı dekor verilmiştir.
Küçük bir oyun olmakla beraber İki Damla Yaş'da oldukça değişik dekorlar
görülüyor. Birinci perdede dekor fakirce bir yemek odasıdır. İkinci
perdede önce bir oda, sonra bir otelin nişan töreni için hazırlanmış salonu,
Üçüncü perdede yatak ve yemek odası aynı zamanda mutfak olarak kullanılan
fakir bir oda. Lüks olmamakla beraber temiz döşeli bir salon, evin bodurum
katında pis bir oda, dekorları oluşturur.
Dekorlar genellikle aşağıda görüleceği gibi ayrıntılı verilmiştir.
"Sahne ortadan ikiye ayrılmış sağ kısmı muntazamca bir oda, cepheye
gelen duvara muttasıl bir karyola yanında küçük bir dolap, üstünde karşı
tarafta bir kanepe, birkaç koltuk, orta yerde üzeri örtülü ufak bir masa
bölmenin öbür tarafında bir konsol, ayna, bir iki sandalye, ortada her iki tarafa
geçilir bir kapı 30"
Yerilen dekorlar sahneye uygulanış yönünden eserlerinin en başarılı
yönüdür diyebiliriz.
Görülüyor ki yazar, zamanının tiyatro binaları ve bu binalarda sahneye
konulan oyunlarla ilgilenmiş, gerek binaların, gerekse oyunların yetersizliğini,
oyunların nasıl yazılması gerektiğini çeşitli yazılarında belirtmiştir. Ancak
oyun yazmanın roman yazmaktan çok daha güç olduğunu, kendisinin
bu konudaki acemiliğini de kabul ederek eleştiri yapanlara söyleyecek söz bırakmayacak
kadar kendi kendini eleştirmiş ve yaptığı yanlışları söylemekten
çekinmemiştir. Özellikle roman yazmaktaki başarısı ile karşılaştırılınca bu
türde yapılmış birkaç denemeden ileri geçmeyen çalışmalarını geliştirmek için
bir çaba göstermeyişini de bu görüşlerine bağlayabiliriz. Bu bakımdan Hüseyin
Rahmi'yi oyun yazarı olarak değil, eleştiricisi olarak değerlendirebiliriz.
30 Hazan Bülbülü, s. 7.