Ah o Ankara!..Emir Timur
Ahmet Sırrı Arvas 01 Ocak 1970
Sultan Bayezid'in yıktığı beyliklerin varisleri eteklerini tuttukları gibi Timur Han'a koşar, Emir Timur'un önünden kaçanlar da gelip Yıldırım'a sığınırlar. Öyle bir gerginlik yaşanır ki iş kontrolden çıkar.
Karabağ'da toplanan savaş divanında oğulları Timur han'a "Osmanlılar Hıristiyanlığa karşı duruyorlar, Bayezid'i yenmek bize bir şey kazandırmaz. Neyi paylaşamıyoruz, onların gözü Avrupa'da" der isabetli yorumlar yaparlar. Ancak bazı komutanlar "yüzümüzü Çin'e dönebilmek için bu işi bitirmek zorundayız" deyince savaşa hazırlanırlar. Timur yine de "Yıldırım diğerlerine benzemez, işimiz zor olacak" diye mırıldanır bu gaileyi savaşsız aşmanın yollarını arar.
Hatta Çubuk Ovasına vardığında bile mütereddittir, kaldı ki oğulları ve torunları da bu sefere gönülsüz katılırlar.
Perşembenin gelişi
Biliyorsunuz Emir Sultan hazretleri Yıldırım Bayezid'in damadıdır, ancak o dahi bu kardeş kavgasına mani olamaz. Ok yaydan çıkınca köşesine çekilir, hiçbir şeye karışmaz. Onun bu haline mana veremeyen Hundi Hatun sorar:
- Babamı yalnız mı bırakıyorsun?
- Ne bu savaşın bir manası, ne de babanın kazanma şansı var. Eğer elinden bir şey geliyorsa hiç durma. Geç olmadan caydırmaya bak.
- Niye öyle söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır.
- Evet, Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır. Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla.
- Ne yapmalıyız peki?
- Ne yapabiliriz ki? Sultanımız aklını örten öfkenin farkına varmadıkça...
- Diyelim ki öfkesi galip geldi?
- Bugünleri çok arar...
Dostça karşılar
Sonrasını biliyorsunuz işte... Çubuk Ovasında yapılan o tatsız savaş ve esir düşen koca Sultan...
Timur, Bayezid'i dostça karşılar, hasmını hısım gibi bağrına basar. Ancak Yıldırım Bayezid yıkılmıştır. Ölen onca insan, yıkılan bir devlet ve gittikçe ağırlığı daha fazla hissedilen vebal... Bu acıyla yaşamak zordur, hoş o da yaşayamaz.
Timur Han, Bayezid'in ardı sıra çok ağlar, "yazık oldu" diye mırıldanır, "böylesi bir mücahid kolay bulunmaz".
Timuroğulları, Ankara Savaşının ardından gelir, Bursa'yı muhasara altına alırlar. Şehir halkı perişan olur, çoluk çocuk aç kalırlar. Ahali gelip Emir Sultan'ı bulur dert yanarlar. Mübarek bir kağıda bir şeyler karalar, ordugaha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırları söker Asya yollarına koyulurlar.
Timur bu arada İzmir'i Hıristiyan şövalyelerden arındırır, Anadolu'da harita birliğini oturtamasa da "inanç ve hedef birliğini" sağlar. Beylikleri eski sahiplerine bırakır, Anadolu'nun gözde alimlerini yanına alır, Çin'e doğru yola çıkar.
Bazı tarihçiler hadiseye iyi tarafından bakar, Osmanlının 6 asır yaşamasını Ankara Savaşına bağlarlar. Zira Çelebi Mehmet, devleti silbaştan kurarken adımlarını dikkatli atar ve öncelikle müesseseleşmeye bakar. Osmanlı o günden sonra da yenilgiler tadar ama devlet yıkılmaz.
II. Murad Han ve hatta Fatih Sultan Muhammed, Yıldırım Bayezid'in hatasından ders alır, Timur'un oğlu Şahruh'a bağlılıklarını sunarlar. Adımlar ölçülü atılınca arzulanan dostluk sağlanır. Timur'un torunlarından Hüseyin Baykara ve Uluğ Bey (ki NASA'nın bile ilmine düğme iliklediği bir astronomi alimidir) talebelerini İstanbul'a yollar, ilim hayatımıza hız katarlar.
Çin yolunda
Timur'un gözü çocukluğundan beri Set ardındadır ve yıllarca Çin hakkında bilgi toplar. Malum, Çinliler sanatkar insanlardır, porselenin, kumaşın alasını yaparlar. Ancak kum gibi kalabalık olmalarına rağmen savaşmayı bilmez, gücü görünce teslim olurlar. Büyük cihangir onları İslamlaştırabilmeyi çok arzular. Nitekim 1404 kışında bozkırın dondurucu soğuğuna rağmen yola çıkar. Henüz Otrar şehrine gelmiştir ki kolunda güç, gözlerinde fer kalmaz. Hekimbaşı Fazlullah açık açık "bu hastalık düzelici değil sultanım" deyince eşiyle-dostuyla helalleşir, vasiyetini hazırlar. "Oğullarım" der, "Milletin refahını, saadetini sağlamak için zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın. İhsan düsturunuz, adalet rehberiniz olsun. Benim gibi uzun saltanat sürmek isterseniz, kılıcınızı düşünmeden kaldırmayın, kaldırınca hakkıyla kullanın. En yakın adamlarınız bile nifak tohumu saçabilir, fitnecilere aldırmayın. Eğer sözlerime uyarsanız taç başınızda kalır. Benden sonra gelecek hakanlara da bana bağlandığınız gibi bağlanın!"
Halının tozu
Timur'un son sözü "Lailahe illallah" olur. Cenazesini Semerkant'a götürür, çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı türbeye defnederler (1405).
Ölümünden haberdar olan Allah dostları; "Timur öldü. İmanı da birlikte götürdü" buyururlar.
O günlerde veliyullahtan biri keşf halinde Timur'u görür ki çehresi fevkalade güzeldir, mesud olduğu her halinden bellidir. O zat "Halbuki" der "bizim bildiğimiz Timur'un ömrü kan kasavet içinde geçti, bunca cenk bunca cidal..." Dayanamayıp sorar: "Ne yaptın da affedildin?"
- Bir ara Buhara civarında karargah kurmuştuk. Dik bir yarın altında oturmuş konuşuyorduk. Birileri yukarıdan halı silkelemeye başlamasınlar mı? Adamlarım hemen ayaklandılar. O sıra ortalıkta "halılar Kasr-ı Arifan'a (Şahı Nakşibendi hazretlerinin dergahına) aitmiş diye bir söz dolanınca "bırakın" dedim, "tozu başımıza yağsın." İşte beni o büyük velinin hatırına bağışladılar.
Timur'un oğullarından sadece ikisi hayatta kalır. Bunlardan Mihrişah, Irak-ı Arap (Bağdat) ve Azerbaycan'da hüküm sürer, Şahruh ise baba yurdundan (Horasan'dan) ayrılmaz.