« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Mar

2011

Hz. HAMZA

01 Ocak 1970

Seyyidüşşühedâ Esedullâh Ebû Ümâre (Ebû Ya'lâ) Hamza b. Abdilmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 3/625)

Hz. Peygamber'in amcası, Uhud sehidlerinden.

569 veya 370 yılında Mekke'de doğdu. Annesi, Hz. Âmine'nin amcasının kızı olan Hâle bint Vüheyb'dir. Ebû Leheb'in cari­yesi Süveybe'den süt emdikleri için Hz. Peygamber ile sütkardeşi, aynı zamanda

çocukluk ve gençlik yıllarında arkadaş ve dost oldukları bilinen Hamza'nm bi'setin 2 (612) veya 6. yılında (616) müslüman olduğu nakledilmektedir. Rivayete göre, Ebû Cehil ve adamlarının Resûl-i Ekrem'e hakaret ettiklerine şahit olan Abdullah b. Cüd'ân'ın cariyesi, av dönüşü Kabe'yi tavaf etmekte olan Hamza'ya gördükle­rini anlatmış, büyük bir öfkeye kapılan Hamza elindeki yay ile Ebû Cehil'i yara­lamış ve, "İşte ben de Muhammed'in di­nini benimsiyorum, cesareti olan varsa gelsin dövüşelim" diyerek İslâmiyet'i ka­bul ettiğini ilân etmiştir. Hamza'nın İs­lâm dinini benimsemesiyle müslüman-ların güçleri artmış, bu da müşriklerin müslümanlar aleyhine gerçekleştirmek istedikleri cüretkâr teşebbüslerini bir ke­re daha gözden geçirmelerine sebep ol­muştur. Hz. Peygamber, hicretten sonra Medine'de ensar ile muhacirler arasında kardeşlik bağı (tnuâhât) kurduğu gibi da­ha önce Mekke'de de müslümanları bir­birleriyle kardeş yapmıştı. Nitekim Ham­za müslüman olunca Resûl-i Ekrem onu Zeyd b. Harise île kardeş ilân etmiştir. Hz. Hamza gazaya çıktığında neyi varsa hepsini Zeyd'e vasiyet ederdi. Hamza Me­dine'ye hicret ettiğinde Küba'da Külsûm b. Hidm'in (veya Sa'd b. Heyseme'nin) evinde misafir olarak kalmış, Hz. Pey­gamber muâhât sırasında onu Küisûm b. Hidm ile kardeş yapmıştır.

Hicretten sonra Medine'ye sığınan müslümanları tehdit eden Kureyşliler'i vazgeçirmek için onları ticaret yollarında sıkıştırmak üzere seriyyeler düzenleyen Resûl-i Ekrem, bu seriyyelerin ilki oldu­ğu rivayet edilen Sîfülbahr seferinde Hz. Hamza'yı kumandan tayin etti. Hamza 1. yılın Ramazanında (Mart 623) otuz ki­şilik bir müfreze ile, aralarında Ebû Ce-hil'in de bulunduğu yaklaşık 300 kişilik bir süvari birliğince korunan Kureyş ker­vanını kontrol altında tutmak ve gerek­tiğinde baskın düzenlemek amacıyla se­fere çıktı. Taraflar. Medine'nin batısında Kızıldeniz sahillerine yakın bir yerde Cü-heyneliler'in yaşadığı bölgede karşılaş­tılar. Çarpışma Cüheyne kabilesinden Mecd b. Amr'ın gayretiyle önlendi. Eb-vâ ve ZüTuşeyre seferlerine ve Kaynukâ' Gazvesi'ne de iştirak eden Hz. Hamza bu seferlerde Resûl-i Ekrem'in sancağını ta­şımıştır.

Hz. Hamza Bedir Savaşı'nın (2/624) Ön­de gelen kahramanlarındandı. Büyük bir cesaretle savaşarak teke tek vuruşmak için ortaya çıkanlardan Şeybe b. Rebîa'yı öldürdü ve Ebû Süfyân b. Harb'in karısı Hind'in babası Utbe b. Rebîa'nın öldürül­mesine yardımcı oldu. Savaş esnasında da Cübeyr b. Mut'im'İn amcası Tuayme b. Adfyi ve Kureyş'in bazı ileri gelenlerini öldürdü. Bundan dolayı özellikle Hamza'-dan intikam almaya çalışan müşrikler, Cübeyr b. Mut'im'İn Habeş asıllı kölesi Vahşî b. Harb'e Uhud Gazvesi'nde Ham­za'yı öldürdüğü takdirde azat edileceği­ne dair söz verdiler. Hz. Hamza'nın ciğe­rini çiğneyeceğini ve organlarından ya­pacağı gerdanlığı boğazına takarak Mek­ke'ye döneceğini söyleyen Hind ise bütün takılarına ilâveten 10 altın vereceğini vaad etti.

Hz. Hamza, Uhud Gazvesi öncesinde Medine'de kalınıp savunma yapılması ve­ya şehrin dışında düşmanla savaşılması konusu tartışılırken Resûl-i Ekrem'e ikin­ci şıkkı tercih ettiğini söyledi. Bu gazve­de de kahramanca savaşan ve otuz bir kişiyi öldüren Hamza, Hz. Peygamber'in uyarısına rağmen okçuların yerlerini ter-ketmesi yüzünden İslâm ordusu bozgu­na uğrayınca. "Ben Allah ve Resulü'nün aslanıyım. Allahım! Ebû Süfyân ile adam­larının yaptıkları kötülüklerden sana sı­ğınırım. Müslümanların yanlış hareket­lerinden dolayı da senden af dilerim" di­yerek düşmanla çarpışmaya devam etti. Bir taşın arkasına gizlenip Sibâ' b. Abdü-luzzâ ile vuruşmasını seyreden Vahşî. Hz. Hamza'nın Sibâ'ı öldürdükten sonra kendisinin bulunduğu yere yaklaştığını görünce mızrağını fırlatarak onu şehid etti; daha sonra ciğerini çıkarıp Hind'e götürdü. Düşman askerleri, başta Ham­za olmak üzere babası müşrik olan Han-zale b. Ebû Âmir dışında bütün şehidle-rin burunlarını, kulaklarını ve diğer organ­larını keserek iplere dizip savaşa katılan kadınların boyunlarına gerdanlık diye tak­tılar ve Mekke'ye o şekilde girmelerini sağladılar.

Resûl-i Ekrem Hz. Hamza'yı bu du­rumda görünce çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi: "Hiç kimse senin kadar musi­bete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Resûlullah'ın amcası! Ey Allah ve Resulü'nün aslanı Hamza! Allah sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hı­sım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım". Hz. Pey­gamber daha sonra yetmiş (veya otuz) müşriği katledip aynı şekilde intikam ala­cağına yemin etti. Ancak, "Eğer ceza ve-recekseniz size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır" (en-Nah! 16/126) mealindeki âyet nazil olunca bun­dan vazgeçti. Resûl-i Ekrem, Hz. Ham-za'yı görmek isteyen kız kardeşi Saf İyye'-ye engel olmaya çalıştıysa da Safiyye kar­deşinin bu musibete Allah yolunda uğra­dığını, Allah yolunda bundan daha bete­rine de razı olacağını ve sevabı O'ndan bekleyeceğini söyleyerek ısrar etti; fakat Hamza'nın cenazesini görünce göz yaş­larını tutamadı. Hz. Peygamber, Hamza'­nın Allah ve Resulü'nün aslanı, şehidlerin efendisi olduğunu söyleyerek halası Sa~ Fıyye ile kızı Fâtıma'yı teskin etti ve şehid­lerin ölmeyip cennette yaşadıklarını be­lirttikten sonra bu esnada nazil olan, "Al­lah yolunda öldürülenleri sakın ölü zan­netmeyin. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın kendi lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri ya­nında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Ar­kalarından gelecek ve henüz kendileri­ne katılmamış olan şehid kardeşleri için de hiçbir keder ve korkunun bulunmadı­ğı müjdesinin sevincini duymaktadırlar" (Âl-i İmrân 3/169-170) mealindeki âyet-i kerîmeyi okudu.

Hz. Hamza'nm cenaze namazını Re­sûl-i Ekrem kıldırdı; arkasından da di­ğer şehidlerin namazı kılındı. Şehidler yı­kanmadan kendi elbiseleriyle ikişer üçer Uhud'da toprağa verildi. Üzerlerindeki kıyafetler göğüs ve baş kısımlarına sarıl­dı, alt kısımları da kokulu otlarla örtül­dü. Hamza'nın kabrini Ebû Bekir, Ömer, Ali ve Zübeyr kazdılar ve Resûlullah ile birlikte defnettiler. Hamza. kız kardeşi­nin oğlu Abdullah b. Cahş ile aynı kabre konuldu. Resûl-i Ekrem Medine'ye dönün­ce Sa'd b. Muâz, Muâz b. Cebel ve Abdul­lah b. Revâha ile ensara mensup kadın­lar kendisine taziyede bulundular ve göz yaşı dökerek üzüntüsünü paylaştılar. En-sarlı kadınların ağlamayı gece yarısına ka­dar sürdürdüklerini haber alan Hz. Pey­gamber onlara teşekkür ve dua ettikten sonra evlerine yolladı. Ertesi gün de bu şekilde ağlamalarını uygun bulmadığını söyledi.

Akrabalık hukukunu gözeten, mert ve titiz bir insan olan Hz. Hamza, Uhud Sa-vaşı'nda dillere destan olacak şekilde bir kahramanlık göstermiştir. İslâmiyet uğ­runa kendi hayatını hiçe sayarken sava­şın bütün tekniklerini kullanmış, o gü­nün gazileri ve daha sonra hak yolunda savaşacak bütün gaziler için cesaret ve kahramanlık örneği olmuş, gazi ve şe­hidlerin pîri sayılmıştır. Bundan dolayı İs­lâm tarihinde "seyyidüşşühedâ" ve "ese-

dullah" unvanları ile anılagelmiştir. Re-sûl-i Ekrem'in çok sevip saydığı, maddî ve manevî desteklerine mazhar olduğu Hz. Hamza yaşadığı dönemde ilmî ve ida­rî faaliyetlere katılamamış, bu sebeple de kaynaklarda hakkında fazla bilgi yer almamıştır. Onun mukadderatı, bir ba­kıma Resûlullah'ın anne ve babasının mukadderatına benzemiştir. Her ikisi de genç yaşta vefat eden ebeveyn-i resulün vazifesi, sanki son peygamberi doğurup insanlığa hediye etmekten ibaretti. Ham-za'nın da görevi müslüman varlığı uğrun­da elden geleni yaptıktan sonra aynı yol­da şahadet şerbetini içmek ve tarih bo­yunca gazilerin gönüllerinde yaşamak­tan ibaret olmuştur.

Vahşî b. Harb Mekke'nin fethinden son­ra Taife kaçıp oraya yerleşti. Tâifliler, İs­lâmiyet'i kabul ettiklerini bildirmek üze­re Medine'ye bir heyet gönderdiklerinde Vahşî de onlarla birlikte Medine'ye gelip Hz. Peygamber'in huzuruna çıktı. Amca­sının şehid edilişini kendisinden dinler­ken büyük bir teessüre kapılan Resûl-i Ekrem ona bir daha gözüne görünme­mesini söyledi. Resûlullah'ın Vahşî'yi ce­zalandırmak şöyle dursun ona kötü bir söz bile söylememekle beraber kendisini görmeye tahammül edemeyeceğini ifa­de etmesi, Hamza'yı ne kadar çok sevdi­ğini göstermesi bakımından dikkate de­ğer bir olaydır.

Hamza'nın Havle bint Kays'tan Umâ-re, Bintü'l-Miile b. Mâlik el-Evsî'den Ya'-lâ ve Âmir adlı üç oğlu ile Selmâ bint Umeys'ten Ümâme adlı bir kızı olmuştu. Ümâme'nin teyzesi Esma, Ca'fer b. Ebû Tâlib'in hanımı olduğundan Hz. Peygam­ber onun bakımını Hz. Ca'fer'e tevdi etti. Daha sonraki yıllarda Hz. Ali Resûlullah'a amcasının güzel kızı Ümâme ile evlenme­sini teklif etmiş, ancak Hz. Peygamber Ümâme'nin süt kardeşinin kızı olduğunu ve Allah'ın süt kardeş kızı ile evlenmeyi haram kıldığını söylemiştir {İbn Sa'd. III, 11-12). Resûl-i Ekrem Ümâme'yi Mahzû-moğullan'ndan Seleme b. Ebû Seleme ile evlendirmiştir. Hz. Hamza Resûlullah'-tan "Şu mealde bir hadis rivayet etmiş­tir: "Allah'ım! Senden ism-i a'zamın ve rızâyı ekberin hürmetine istekte bulunu­yorum" şeklindeki duaya devam ediniz"

(İbnü'l-Esîr, II, 55).

Hz. Hamza'nın türbesinin Abbasî Hali­fesi Nasır-Lidînillâh'ın (1180-1225) an­nesi tarafından yaptırıldığı rivayet edilir. Türbenin yanına daha sonraki dönemler­de mescid ve kütüphane yapılmış. Os­manlılar zamanında buranın bakımına itina gösterilmiştir. Bölgenin yönetimi Osmanlılar'ın elinden çıktıktan sonra tür­be ve çevresindeki bütün yapılar yıkılmış­tır (DM7", III. 335-336).

Müslümanlar arasında kahramanlığın sembolü olan Hz. Hamza, Türk folklorun­da güreşçilerin pîri sayıldığı gibi menkı-bevî hayatı müslüman milletlerin edebi­yatlarında kendi adıyla anılan eserlere konu olmuştur (bk. hamzanÂme).

BİBLİYOGRAFYA:

Sülyân es-Sevrî, et-Tefstr, Beyrut 1983, s. 294; İbn Hişâm, es-Stre, III, 65, 74, 75. 76, 96, 97, 101, 102, 103, 104. 311; İbnSa'd, et-Tabakat, II, 42, 43, 44; 111, 8-15; İbn Abdulber. el-İstîcâb, I, 271-276; İbnüVEsîr, Üsdü'l-ğâbe (nşr M. İb­rahim el-Bennâ vdğr). M, 55; Nüveyrî, Nihâye-tü't-ereb,XV\\, 100-103; Zehebî, Aclâmü'n-nü-betâ',1 171-184; İbn Hacer. et-İşâbe, I, 353-354; Tecrid Tercemesi, VII, 76; VIII, 402; X, 131, 205-206; Semhûdî, Hutâşatü'İ-vefâ (nşr. Şeyh İbra­him el-Fakıh), Cidde 1403/1983, s. 382-383; Halebî, İnsânü't-\ıyûn, 1, 296-302; II, 216-257; Şevkânî, Derrü's-sehâbe, s. 331-333; Abdullah Mir Ganî, Menâktbu Seyytdi'ş-şühedâ* Hazretİ Hamza, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâİ Efendi, nr. 1183; Zirİklî. ei-A'lâm, II, 310; Koksa!, İslâm Tarihi (Mekke). İstanbul 1971. I, 327-329; III. 45, 55,97, 114-116, 157, 169, 171, 172, 188.201, 203, 204, 205, 208, 209; M. Ahmed Câdelmev-lâ v.dğr.. Kaşaşü'l-Kur'ân, Kahire 1405/1984, s. 336-369; Cemil İbrahim Habîb. Hamza b. 'Afa-ditmuÇ(atib Seyyidü'ş-şüheda', Bağdad 1985. s. 200-203; Hüseyin Algül. islâm Tarihi, İstan­bul 1986, I, 384-385; Mahmûd Şelebî. Hayâtü Seyyidi'ş-şühedâ* Hamza b. 'Abdİlmuttatib Esedillâh ve Esedi Resûtih, Beyrut 1987; Ha-mîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 219; H. Lammens. "Hamza", İA, V/l, s. 203-204; G. M. Meredith -Owens "Hamza b. cAbd al-Mutta!ib", El2 (İng.), III, 152-154; Abdülhüseyn-i Şehîdî. "Buk'a-i Hamza Seyyidü'ş-şühedâ3", DMT, III, 335-336.

Hüseyin Algül

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 120217

ulkucudunya@ulkucudunya.com