« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2011

Ali Fuat Başgil

Beşir Ayvazoğlu 01 Ocak 1970

İlk gençlik yıllarımda, ailemin maddî durumu hiç de iyi olmadığı halde, çok istediğim kitaplara önünde sonunda sahip olurdum; satır satır okuduğum o kitapların çoğunu kütüphanemde hâlâ muhafaza ediyorum. Tuhaftır, bunlar arasında Ali Fuat Başgil merhumun hiç bir kitabı yok. Halbuki müdavimi olduğum kitapçının raflarında onun Din ve Laiklik, Demokrasi Yolunda, İlmin Işığında Günün Meseleleri gibi kitaplarını görürdüm. Sanırım bu kitaplarda ele alınan meseleler boyumu bir hayli aşıyordu. Şimdi anlıyorum; meğerse merhumun tefekkür dünyası o tarihlerde sadece benim değil, herkesin boyunu aşan bir cesamet taşıyormuş. Sadece hocalarımdan birinin tavsiyesiyle Gençlerle Başbaşa'yı dikkatle okumuş ve onun engin hayat tecrübesinin imbiğinden geçen prensipleri mümkün olduğunca uygulamaya çalışmıştım. Diğer eserlerini on beş yıl sonra keşfedebildiğimi söylersem, inanın. Hayretler içinde kaldığımı hatırlıyorum; bizim yeni yeni farkına vardığımız meseleleri o büyük bir vukufla ele almış ve işlemişti; demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve inanç hürriyeti, insan hakları, asıl mânâsında laisizm gibi.. Üstelik demokrasi ve düşünce hürriyeti mücadelesine Tek Parti devrinin koyu istibdadına rağmen atılmış, kanaatlerini her zaman ve zeminde ifade etme cesaretini gösterebilmişti.

Türkiye'de ve dünyada olup bitenlerle ilgilenmeye başladığım tarihlerde Ali Fuat Başgil hayatta değildi, fakat adı hâlâ bir efsane gibi söyleniyordu. Efsane gibi; çünkü o muhafazakâr halk kitlelerinin duygularına ve taleplerine tercüman olmuştu. 27 Mayıs darbesinden sonra, Adalet Partisi'nin Başgil'i Samsun'dan aday göstermek suretiyle, Demokrat Parti'nin devamı olduğunu zannederek Yeni Türkiye Partisi'ne akan kitlelerin yönünü kendisine çevirdiği söylenir. Halk, başta din ve vicdan hürriyeti olmak üzere bütün vatandaşlık haklarını canla başla savunarak antidemokratik uygulamalara ve baskılara cesaretle karşı koyan Başgil'e bir çeşit yetim psikolojisiyle sarılmıştı ve onu başında Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyordu. Bu, batıcı ve solcu seçkinlerin tüylerini diken diken eden bir talepti.

Halk, hiç şüphesiz Ali Fuat Başgil'i "Tek Parti" standartlarına uymayan bir aydın olduğu için seviyordu. Samsun'un Çarşamba ilçesinde Bölükbaşıoğulları'ndan Mehmed Şükrü Efendi'nin oğlu olarak dünyaya gelen (1893) Ali Fuat Efendi'nin kendi içinden çıktığını, Avrupa'da okumuş olsa da kendisinden olduğunu sezmişti ve onunla gurur duyuyordu. Hatta denebilir ki, onda halkı asıl cezbeden taraf, hem Avrupalarda okuyup "ordinaryüs profesör"lüğe yükselmiş, hem de içinden çıktığı toplumun değerlerine bağlı kalmış olmasıydı. Taha Akyol, lise öğrenciliği yıllarında, ikindi namazından çıkıp babasının dükkânında toplanan cemaata Başgil'in Yeni Sabah'ta yayımlanan yazılarını okuduğunu anlattıktan sonra "Menderes'e tekrar tekrar fatihalar gönderilir, Başgil'e uzun ömür dilenip 'Allah esirgesin' diye dua edilirdi" diyor.

Ali Fuat Başgil, Devlet—i Aliyye'nin çöküşüne şahit olmuş ve bunun bütün acılarını yaşamış bir nesle mensuptur. Çarşamba'da başladığı tahsiline İstanbul'da devam ederken Birinci Cihan Savaşı patlak verince askere alınır ve Kafkas cephesinde yedek subay olarak tam dört yıl savaşır. 1914 yılında Çarşamba'dan güle oynaya yola çıkıp Erzincan talimgâhına, oradan da cepheye giden on beş kişilik ilk kafileden 1919 yılında geriye üç kişi dönebilmiştir, biri de o. Tuhaftır, terhisinin ilk haftasında müthiş bir kararsızlık yaşayan ve yarım kalan tahsiline devam edip etmeme konusunda ciddi tereddütler geçiren genç gaziyi konuştuğu hemen herkes tahsilden soğutmuş ve vakit geçirmeden bir iş tutmaya teşvik etmiştir. Birgün "ilmine ve kemâline derin bir hürmet beslediği" hocalarından Şevket Efendi'yi Çarşıkapı'daki evinde ziyaret ederek fikrini sorar. Eski müderrislerden olan Şevket Efendi'ye göre tereddüdü bırakıp tahsiline devam etmelidir; çünkü insan iş hayatına her zaman atılıp azçok başarı kazanabilir, fakat okuyup öğrenmenin belli bir çağı vardır. O çağı geçirdi mi, iş işten geçmiş demektir.

Genç Ali Fuat, Şevket Efendi'nin bilgece nasihatleri sayesinde tereddütlerinden kurtulacak ve liseyi Paris Buffone Lisesi'nde tamamlayıp Grenoble Hukuk Fakültesi'nden mezun olacaktır. Ardından hem Paris Hukuk Fakültesi'nde doktora yapan, hem de Paris Siyasî İlimler Okulu, Edebiyat Fakültesi ve Lahey Devletler Hukuku Akademisi'ni bitiren Ali Fuat Başgil, Cumhuriyet Türkiyesi'ne seçkin bir hukukçu ve entellektüel olarak dönmüş ve ilk olarak Maarif Vekaleti Yüksek Tedrisat umum müdür muavinliği görevinde bulunmuştur. Ancak bu görevi uzun sürmez; 1930 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nce açılan imtihanı kazanarak doçent olur ve aynı fakültede Roma hukuku profesörlüğüne tayin edilir. Bir yandan da Gazi Terbiye Enstitüsü'nde medeniyet tarihi dersleri vermektedir. Daha sonra teşkilât—ı esâsiye hukuku okutmak üzere İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne geçen Başgil, ayrıca Mülkiye'de hocalık ve İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi'nde müdürlük yapmıştır. Hatay anayasasını o hazırlar. Hatay'ın bağımsızlığını görüşmek üzere Cenevre'de toplanan Milletler Cemiyeti Komisyonu'nda Türk heyetinin hukuk müşaviri de odur. 1940'lara gelindiğinde artık "ordinaryüs" ve Türkiye'nin en kudretli anayasa profesörüdür. Hukuk fakültelerinde iş hukuku dersini o ihdas etmiş, Ankara Hukuk Fakültesi'nde ve Mülkiye'de teşkilat hukuku dersleri vermiştir.

Ve en önemlisi, 1947 yılında, yani Milli Şef diktası henüz devam ederken Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni kurar; çünkü Başgil kelimenin asıl mânâsında liberal bir muhafazakârdır; bugün hâlâ devam eden fikir ve inanç hürriyeti mücadelesine o 1940'larda atılmış ve demokrasinin ancak fikir hürriyetiyle mümkün olabileceği gerçeğini anlatabilmek için çırpınıp durmuştur. Bu mücadelesinin ödülü, 27 Mayıs darbesinden sonra 147'ler arasında üniversiteden uzaklaştırılmak ve bir ara hapse atılarak mânevi işkencelere tâbi tutulmak olur.

Hoca'nın tutuklanma hikâyesi de ibret vericidir. Kurucu Meclis hakkındaki bir yazısı, kendisinden habersiz olarak bir dergi tarafından iktibas edilir. Milli Birlik Komitesi tarafından çıkarılan bir kanunla Kurucu Meclis hakkında her türlü eleştiri yasaklandığı için, bu meclisin seçimle teşkil edilmesi gerektiği görüşünün savunulduğu yazı yüzünden tutuklanan Başgil, doğrudan doğruya hücreye atılmıştır. Milli Savunma Bakanlığı, suçlamaya sebep olan maddenin ilgili fıkrasının yürürlükten kaldırıldığı, bunun için sanığın tahliye edilmesi gerektiği şeklinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'na görüş bildirir. Fakat Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural Paşa bu görüşü beğenmemiş, "Olmaz öyle şey, demiştir, mutlaka suçludur. 159'a göre olmazsa, başkasına göre. Kanunu arayın, bir suç maddesi bulun, kendisini Örfî İdare mahkemesine gönderin!".

Cesur ve kamu vicdanına tercüman olan yazılarıyla büyük bir kitlenin gönlünde taht kurmuş olan ve haksızlığa uğradıkça halkın gözünde daha da büyüyerek efsane haline gelen Başgil, kurucuları arasında yer aldığı Adalet Partisi'nin başarısında büyük bir paya sahiptir. 147'ler özel bir kanunla görevlerine iade edilmişlerse de, o bunu bir gurur ve haysiyet meselesi yaparak üniversiteye dönmemiş, fikirlerini siyaset yoluyla hayata geçirmeyi tercih ederek 1961 seçimlerinde Samsun'dan senatör seçilmiş, hatta cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması yönündeki talepleri de reddetmiştir. Ne var ki 27 Mayısçıların ve onları destekleyen aydın, bilim adamı, politikacı ve bürokratların onu cumhurbaşkanı olarak görmeye tahammülleri yoktur. Bu yüzden darbeciler Başgil'i çağırıp bir cuntadan söz ederek tehdit ederler. Hâtıralar'ında Fahri Özdilek'le Sıtkı Ulay'ın ordu içinde hakim olamadıkları bir cuntadan söz ederek kendisini ölümle ve seçimleri iptal edip meclisi kapatmakla tehdit ettiklerini yazar.

Başgil merhum, ölümle tehdit edildiği için değil, seçimlerin iptal edilip Meclis'in açılmadan dağıtılacağı şantajı yüzünden sadece cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmekle kalmaz, yeni seçildiği senatörlükten de yemin etmeden istifa ederek Cenevre'ye gider, Cenevre Üniversitesi'nde bir süre Türk dili ve tarihi dersleri okutur. Bu arada 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri adlı Fransızca eserini yazacak, Türkçe'ye de çevrilen bu eser yüzünden yargılanacaktır. Özellikle gençler tarafından mahkemede hiç yalnız bırakılmayan ve sonunda beraat eden Başgil siyasetten vazgeçmiş değildir; 1965 seçimlerinde Adalet Partisi'nden milletvekili seçilerek tekrar parlamentoya girer ve Anayasa Komisyonu başkanlığı yapar. Ancak yolun sonuna yaklaşmıştır; 17 Nisan 1967'de vefat eder ve cenazesi muhteşem bir cemaat tarafından tekbirlerle kaldırılarak Karacaahmet mezarlığında toprağa verilir.

Bana öyle geliyor ki, Başgil'in cumhurbaşkanlığı gerçekleşseydi, ülkemizde Demokrat Parti'yle başlayan sivilleşme darbeye rağmen devam edecek ve belki de bugünkü problemlerin çoğu yaşanmayacaktı. Ne var ki, Türkiye'de demokrasi dün de, bugün de sadece adından söz edilen, aslında kimsenin istemediği bir yönetim biçimidir. Önemli eserlerinden biri Demokrasi Yolunda adını taşıyan Ali Fuat Başgil bunun başından beri farkındadır ve ısrarla demokrasinin bir sandık meselesi değil, bir zihniyet meselesi olduğunu söyler. Evet, bir zihniyet meselesi.. Bu da eğitimden geçmektedir.

Türkiye'de birgün Ali Fuat Başgil'in özlediği demokratik zihniyetin yerleşeceğine inanıyorum. Asıl mânâsında fikir ve inanç hürriyetine de o zaman kavuşmuş olacağız.

Büyük hocayı vefatının 20. yılında rahmetle anıyorum.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 28613

ulkucudunya@ulkucudunya.com