ŞEYHÜLİSLÂM AHMED ŞEMSEDDİN EFENDİ (İBN KEMÂL)(940/1534)
01 Ocak 1970
Ahmed Şemseddin Efendi’nin dedesi, Fatih Sultan Mehmed dönemi beylerinden Kemâl Paşa olduğu için kendisi “Kemâl Paşazâde” ya da “İbn Kemâl” diye meşhur olmuştur. Babası da Sultan Bayezid II dönemi beylerinden Süleyman Bey’dir. 873/1468-69 senesinde doğdu.[1] Doğum yeri olarak kaynaklar Tokat,[2] Edirne,[3] Amasya[4] ve Dimetoka[5] olmak üzere muhtelif yerler vermektedir. Hem anne hem de baba tarafının Tokatlı olduğu bilinmesine rağmen, dedesinin de babasının da birer etkin bey olması nedeniyle, onun Edirne’de doğduğu rivayetinin doğru olduğu gerçeğe daha yakındır. Hakkında bilgi veren ilk kaynaklardan Mecdî’nin bu doğrultudaki kaydı da görüşümüzü kuvvetlendirmektedir.[6]
Baba tarafından asker, anne tarafından âlim bir aileye mensup olan İbn Kemâl ilk tahsilini baba ocağında tamamladı.[7] Babası ve dedesi gibi askerliğe heves etti. Küçük yaşta iken Sultan Bayezid II ile birlikte sefere çıktı. Bu seferde maiyetinde bulunduğu vezîriâzam Çandarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde vâki olan bir hadise onun hayat seyrini değiştirdi.
Ordu Filibe’ye geldiğinde, İbn Kemâl, Sadrazam İbrahim Paşa’nın ça¬dırına konuk olur. Mecliste Evrenos oğlu Ahmed Bey ve diğer pek çok hatırlı bey de bulunur. Bu arada zamanın ulemâsından biri çadıra gelir. Mecliste bulunanların hepsi ayağa kalkar. Gelen zât Evrenos oğlu Ahmed Bey’in üst tarafına geçip vezîriâzamın yanına oturur. İbn Kemâl gelen kişiyi tanımadığından yanındakine gizlice gelenin kim olduğunu sorar, o da, bunun Filibe müftüsü, meşhur âlimlerden Molla Lütfi oldu¬ğunu söyler. Bunun üzerine İbn Kemâl, bu adamın devlet ve millete ne gibi hizmetlerde bulunduğunu, hangi savaşları kazandığını veya hangi kaleyi fethetmiş olduğunu sorar. Konuştuğu adam, bunun asker olma¬dığını, fakat âlim bir zât olduğunu, böyle insanların devlete ve millete askerden daha yararlı olduğunu veya olacağını söyler. Bunun üzerine askerliği bırakmaya niyet eden İbn Kemâl ilmiye mesleğine girmeye karar verir. Sefer dönüşü, o sıralarda Filibe kadılığından Edirne Dârulhadisi müderrisliğine tayin edilen Molla Lütfi’ye talebe olur.
Daha sonra Mevlânâ Kastalânî, Mevlânâ Hatibzâde ve Mevlânâ Muarrifzâde gibi devrin meşhur âlimlerinden de ilim tahsilinde bulunan İbn Kemâl, önce Edirne Ali Bey (Taşlık) Medresesi’ne müderris oldu. Ardından sırasıyla, Üsküp, Edirne Halebiye, Edirne Çelebi ve Üç Şere¬feli, İstanbul Sahn-ı Semân, Edirne Sultan Bayezid medreseleri müderrisliklerine tayin edildi. Bilâhare Edirne kadılığı ve Anadolu Kadıaskerliği’ne getirildi. Bu görevinden 925/1519 yılında azledilerek, günlük 100 akçe ile Edirne Dârulhadisi müderrisliğine atandı. Daha sonra Alâaddin Ali Cemâlî (Zenbilli Ali Cemâlî) Efendi yerine Şeyhülis¬lâm oldu. Bu görevini devam ettirmekte iken, 2 Şevval 940/16 Nisan 1534 tarihinde vefat etti.[8] İstanbul Edirnekapı dışında Mahmud Çelebi (Emir Buhârî) Zâviyesi hazîresine defnedildi.[9]
Vefatına, irtehale’l-ulûm bi’l-Kemâl, Vây gitti Kemâli bu asrun, Yâ Ahad! Neccinâ mimmâ nehâf gibi tarihler düşürülmüştür.[10]
İbn Kemâl, Osmanlı’nın çok yönlü ve dirayetli âlimlerinden, hu¬kuk, tarih, edebiyat ve düşünce dünyamızın önde gelen şahsiyetlerindendir. İlmî ihâtası, muhakeme ve münâzaradaki kuvvet ve kudreti çok yüksek olması itibariyle, kendisine Müftiü’s-Sakaleyn[11] ünvanı verildi.[12] Zekâsı ve ilmî otoritesi sayesinde kendisini kısa sürede kabul ettirdi. Yavuz Sultan Selim’in bütün seferlerine iştirak etti.[13]
İbn Kemâl, kadıasker sıfatı ile Sultan’a refakat ettiği Mısır Seferi[14] dönüşünde, atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selim’in elbisesine sıçradığında, Sultan, ulemâ ayağından sıçrayan çamurun kendisi için süs ve övünç vesilesi olacağını beyan ederek, bu elbisenin vefatından sonra sandukası üzerine konulmasını vasiyet etmiştir.[15]
İbn Kemâl’in Sultan Bayezid II döneminde başlayan şöhreti, Yavuz Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleyman devirlerinde zirveye çıkmıştır. Âlim, şâir ve mütefekkir, aynı zamanda üstün bir idareci olan bu zât, Arapça, Farsça ve Türkçe 300’ün üzerinde risâle ve eser kaleme almış¬tır.[16] Çalışmamızın sınırlarını aşacağı için burada eserlerinin dökümü ve değerlendirmesi yapılmayacaktır. Ancak İbn Kemâl’in çeşitli yönlerini ele alan araştırmaların ve hadis ilmi ile alakalı yazdığı eserlerin bir listesi verilmekle yetinilecektir.
Son dönemde hakkında yapılan çalışmalar şunlardır:
1. Mustafa Kılıç, İbn-i Kemâl, Hayatı, Tefsire Dair Eserleri ve Tefsir¬deki Metodu, basılmamış doktora tezi, Erzurum 1981.
2. M. A. Yekta Saraç, Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde Hayatı, Şahsi¬yeti, Eserleri ve Bazı Şiirleri, İstanbul 1995.
3. Ahmet Uğur, Kemâlpaşa-zade İbn-Kemâl, Ankara 1996.
4. Sayın Dalkıran, İbn-i Kemâl ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997.
5. Şamil Öçal, Kemâl Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmi Görüşleri, An¬kara 2000.
6. Nihal Atsız, “Kemâl Paşa-oğlu’nun Eserleri”, Şarkiyat Mecmûası, VI (1965)’den ayrı basım, İstanbul 1966.
7. İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl Paşazâde”, İA, IX, 561-566.
8. Mustafa Kılıç, “Kemâl Paşazâde (İbn-i Kemâl)’nin Talebeleri”, Bel¬leten, sy.: 221 (Nisan 1994), Ankara 1994, 55-70.
9. Şeyhülislâm İbn Kemâl, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1986. (Adına tertip edilen bir sempozyumda sunulan bildirilerden oluşmaktadır.)
Eserleri
Hadis ilmine dâir yazdığı tesbit edebildiğimiz eserleri şunlardır:[17]
1. Şerhu hadîs-i erba’în.
İlk hadîsi “es-selâm kable’l-kelâm” olan bu risâlede seçilen hadisler, ayet, hadis ve Hanefî fukahasının bu hadisten çıkardığı hükümlere işaret edilerek şerhedilmiştir.[18]
Adı geçen şerh Meşâirü’ş-şuarâ müellifi Âşık Nettâî (Çelebi) tarafından Vezir Mehmed Paşa için Türkçe’ye tercüme edilmiştir.[19]
2. Şerhu hadîs-i erba’în.
İlk hadîsi “Kolaylaştırın zorlaştırmayın” olan bu risalede seçilen hadisler, ayet ve hadislerle şerhedilmiştir.[20]
3. Manzum Yüz Hadis Tercümesi.
Kırmızı mürekkeple yazılan her bir hadîs-i şerîf ikişer beyitle tercüme edilmiş, 27 beyitlik manzum sonuçla eser nihayetlendirilmiştir.[21]
Değişik konularla ilgili hadislerin yer aldığı eserin ilk hadisi, “Allah ile konuşmak isteyen Kur’ân okusun.” Son hadisi ise “Bir hayra delâlet eden onu işleyenin ecri kadar ecre nâil olur.” şeklindeki hadistir. Sade ve anlaşılır bir şiir dilinin hakim olduğu eser, oluşturulurken hadis ilmi ölçüleri açısından pek bir değer arzetmemektedir.
4. Şerhu kavluhû Aleyhisselâm “Seuhbirukum...”.
Hz. Peygamber’in mezkur hadisi ile başlayan hadîsin Arapça şerhidir. İncil ve Talmut’ta Hz. Peygamber’in geleceğini bildiren haberlerin mevcut olduğu beyan edilmektedir.[22]
5. Şerhu hadîs-i selâsîn.
30 adet hadisin şerhedildiği bu küçük risalede her hangi bir giriş yer almamakta, direk hadislere ve şerhlerine geçilmektedir. Her bir hadis, birinci, ikinci… şeklinde kırmızı ile belirtilmiş, metinlerin üstü kırmızı ile çizilmiştir.[23]
İlk hadis, “Allahım! Senden başka hayırlı, senden başka İlah yok…”. Sonuncu ise, “Ben Peygamberim! Yalan söylemiyorum…” şeklindeki hadisdir.
Bazı hadislerin kaynakları verilmiş, her bir hadîsin sahabe râvîsi belirtilmiştir.
6. Şerhu hadîsi’r-râbi’ ve’l-işrîn.
Her hangi bir girişe yer verilmeyen eser, “Ameller niyetlere göredir” şeklindeki hadisle başlamakta 24 adet hadisin şerhini içermektedir.[24] Hadislerin kaynaklarına yer verilmediği ve izahlarda yer yer beyitlere müracaat edildiği görülmektedir.
7. Dünyânın Bekâsı ile İlgili Hadisler.
Konu ile ilgili birkaç tane hadîsin tercüme ve şerhini içermektedir.[25]
8. “Keyfe Kâne Bedü’l-Vahy” hadîsine dâir risâle, Buhari’nin ilk ha¬dîsi olan mezkûr hadîsin Arapça şerhidir.
İncelediğimiz nüsha Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Koleksiyonu, 5381 numarada bulunmakta olup, yazmanın 1b-12a varakları arasındadır.[26]
Her hangi bir girişe yer vermeyen âlimimiz, besmeleden sonra hadisin metnini vererek izahına başlamaktadır. Vahiy ve vahyin çeşitlerinden bahsettikten sonra sözü ???? ??????? ??????? hadisine getirmiş, bu hadisi önce senet açısından tahlil ettikten sonra metni parça parça ele almıştır.
9. Risâle fî usûli’l-hadîs.
Kemalpaşazâde’nin bu küçük risâlesi Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye Koleksiyonu, 389 numarada bulunan yazmanın 86a varağında bulunmata olup tek sayfadır.[27] Bu risalede 29 adet hadis ıstılahı kısa cümlelerle tarif edilmektedir. Bu ıstılahlar şunlardır: Sahih, mürsel, müsned, kavî, hasen, merfû, muhkem, muttasıl, mufassal, mütevâtir, müteşâbih, sakîm, zayıf, müfred, munkatı, mevzû, garib, mevkuf, meşhur, nâsih, mensûh, âm, hâs, merdûd, şâz, âhâd, müfterî.
10. Risâle fî Tahkîki Kavlihî “el-fakru fahrî…”
Hz. Peygamber’in “Fakirlik benim övüncümdür…” şeklindeki hadisinin şerhini içeren küçük bir risâledir.[28] Âlimimiz girişte açıkladığına göre, Kahire’de bulunduğu günlerde mezkur hadisle alakalı kendisine sorular sorulmuş, yine Hz. Peygamber’in fakirliği dünya ve ahirette yüz karalığı olarak gördüğü halde, böyle bir sözü nasıl söyleyebileceği şeklinde itirazlar yönelten bazı kimselerle karşılaşmış, onlara cevap vermek için bu risaleyi kaleme almıştır. Risâlede hadisin lafzından çok manası üzerinde durulmuştur.
11. Şerhu Hadîsi “İzâ tehayyertüm…”
Hz. Peygamber’in “Bir işte şaşkınlığa düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz.” hadîsinin Arapça küçük bir şerhidir.[29]
Vefat etmiş kâmil kimselerin türbelerini ziyaret eden kimse ile ziyaret edilen kimsenin arasında rûhânî bir ilişki kurulduğunu belirten âlimimiz, bu şekilde aralarında bir menfaat bağı oluşacağını bildirmektedir. İbni Kemal’e göre şerîatın kabir ziyaretine izin vermesinin asıl sebebi de budur. Bu amaçla kabir ziyaretinde bulunan kimsenin kalbinde marifet, ahlâkî fazîletler ve Allah karşısında huzû ve kazasına karşı rızâ hali gelişir. Ziyaret edilen kişinin rûhundan ziyaret edenin ruhuna bu haller yansır. Bu yansıma tek taraflı değil karşılıklıdır. Kurulan bu özel alaka bir anlık değil, devamlı olarak sürer gider. Böylelikle ziyaret edilenler kendilerini ziyaret edenleri bilir, selamlarına karşılık verirler.
Yukarıdaki görüşleri çeşitli âlimlerin ifadelerinden de delilllendirdikten sonra sahih senedle rivâyete edilen, kabirlerden geçerken, tanıdığınız kişiler varsa kendilerine selam verin, zîrâ sizin selamlarınıza mukabelede bulunurlar şeklindeki hadîsi aktarmakta ve sonuç olarak, Hz. Peygamber’in emrine uyarak ölmeden önce ölenlerin öldükten sonra da rûhen diri olduklarını belirtmektedir.
[1] Kâtib Çelebi, Süllemü’l-vüsûl ilâ tabakâti’l-fuhûl, Süleymaniye Ktp., Şehit Ali Paşa, nr. 1887, vr. 20b.
[2] Süllemü’l-vüsûl, aynı yer; Latîfî, Tezkire, 79-80; Osmanlı Müellifleri, I, 223; İsmet Parmaksızoğlu, “Kemâl Paşazâde”, İA, VI, 561.
[3] Sehî, Tezkire, 43; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 381; Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 16; İlmiyye Salnâmesi, 346; Sicill-i Osmânî, I, 197; Faik Reşat, Eslâf, 87.
[4] Hüseyin Hüsâmeddin, Amasya Tarihi, III, 224.
[5] Repp, The Müfti of Istanbul, 225.
[6] Krş. Parmaksızoğlu, a.g.m., aynı yer.
[7] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 381.
[8] eş-Şekâ’ik, 377-378; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 381-382. Ayrıca bk. Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 16-18; a.mlf., Mecelle, vr. 47a; el-Ahıskavî, Revâmizü’l-a’yân, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, nr. 583 (3. cilt), vr. 332a-b; Osmanlı Müellifleri, I, 223-224; İlmiyye Salnâmesi, 346-347; Sicill-i Osmânî, I, aynı yer; Faik Reşat, a.g.e., 87-90; Parmaksızoğlu, a.g.m., 561-566; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Mersin 1992, 68-71; Repp, a.g.e., 224-229.
[9] İlmiyye Salnâmesi, aynı yer; Faik Reşat, a.g.e., 90; Ekrem Hakkı Ayverdi, “Müftiyyü’s-Sakaleyn”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, yıl: 4, sy.: 3, İstanbul 1975, 24-31.
[10] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 385.
[11] Hem insanların hem de cinlerin müftüsü anlamındadır. Bu adla adlandırılmasına sebep olan menkıbenin tafsilatı için bk. Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 250-251, 269.
[12] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 382; Latîfî, Tezkire, 80; İlmiyye Salnâmesi, 346; Faik Reşat, a.g.e., 89.
[13] İlmiyye Salnâmesi, aynı yer.
[14] Babinger, a.g.e., 69.
[15] İlmiyye Salnâmesi, aynı yer.
[16] İbn Kemâl’in tasavvufla alâkalı görüşleri ve dönemin mutasavvıfları ile olan ilişkileri için bk. Öngören, a.g.e., 344-348; Himmet Konur, İbrâhîm Gülşenî; Hayatı, Eserleri, Tarikatı, İstanbul 2000, 61-65; Şamil Öçal, Kemâl Paşazâde’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara 2000, 403-411.
[17] Tefsir ilmindeki konumu ile ilgili değerlendirmeler için bk. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 637-639.
[18] Nüshaları: Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1031 (21b-37a); Aynı Ktp., Esad Efendi, nr. 3587 (64b-74b), nr. 3551 (31a-46b); nr. 3784 (1b-12b); nr. 3787 (112a-115a); nr. 3617; Aynı Ktp., Laleli, nr. 3698 (22b-32a); Aynı Ktp., Murad Molla, nr. 381 (1b-28b), Müellif hattı; Aynı Ktp., Hamidiye, nr. 186 (16b-24b); Aynı Ktp., Reşid Efendi, nr. 1031 (21b-37a); Aynı Ktp., Kasidecizâde, nr. 724 (52b-60a); Aynı Ktp., Osman Huldi Öztürkler, nr. 27 (1b-10a); Aynı Ktp., İsmihan Sultan, nr. 428 (16b-25b); Aynı Ktp., Düğümlü Baba, nr. 446 (33b-37a); Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1602 (98b-101a), nr. 1580 (20b-26b), nr. 1585 (1b-5a); Bayezid Devlet Ktp., Bayezid, nr. 893 (24 vr.), nr. 7918 (119b-124a). Eserin matbu nüshası için bk. Resâil-i İbn-i Kemâl, İkdam Matbaası, 1316, I, 41-60.
[19] Keşfü’z-zunûn, II, 1036. Eser basılmış olup (Cemal Efendi Matbaası, İstanbul 1316/1898, 56 sayfa) daha geniş bilgi için bk. Karahan, Kırk Hadîs, 184-187; Yıldırım, Kırk Hadis Çalışmaları, 103-106.
[20] Nüshaları: Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1031 (37b-56b); Aynı Ktp., Yahya Tevfik, nr. 439 (220b-227a); Aynı Ktp., Esad Efendi, nr. 3587 (74a-84b), nr. 3551 (18a-31a), nr. 3787 (41b-45b), nr. 3617 (8b-18a); Aynı Ktp., Hamidiye, nr. 186 (25b-35b); Aynı Ktp., Murad Molla, nr. 381 (30b-69a), Müellif hattı; Aynı Ktp., Laleli, 3698 (32a-46b); Aynı Ktp., İsmihan Sultan, nr. 428 (5b-16b). Eserin matbu nüshası için bk. Resâil-i İbn-i Kemâl, İkdam Matbaası, 1316, I, 61-86.
[21] Süleymâniye Ktp., Pertevniyal, nr. 192 (16 varak olan bu nüsha 1266/1850 tarihinde Salih Rüşdî-i Kütâhî tarafından istinsah edilmiştir.); Aynı Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 203 (126a-131b).
[22] Süleymâniye Ktp., Hamidiye, nr. 186 (36a-38b. 989/1581’de istinsah edilmiştir.); Aynı Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 656 (43a-b); Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1580 (18b-20a. 1001/1593 istinsah tarihlidir.). Eserin matbu nüshası için bk. Resâil-i İbn-i Kemâl, İkdam Matbaası, 1316, I, 102-107.
[23] Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3587 (90a-97a); Aynı Ktp., Murad Molla, nr. 381 (93b-119b. Müellif hattı); Aynı Ktp., Kara Çelebizâde, nr. 394 (1b-19b); Aynı Ktp., İzmirli İsmâil Hakkı, nr. 3672 (51a-58a); Aynı Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041 (67b-77a); Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1585 (998/1590 istinsah tarihlidir.); 1580 (22b-27b).
[24] Köprülü Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1580 (27b-31b); Süleymâniye Ktp., Molla Murad, nr. 381 (70b-92b. Müellif hattı.); Aynı Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 65 (287b-295a).
[25] Nüshası: Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1025 (73b-75a varakları arasında bulunan bu nüsha 1023/1614 istinsah tarihlidir.).
[26] Süleymâniye Ktp., Fatih, nr. 65 (287b-295a).
[27] Eser 1107/1695 istinsah tarihlidir.
[28] Nüshaları: Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 656 (219a-222b); Aynı Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 121 (yazmanın 115a varağında yarım sayfa yer almakta olan yarım bir nüshadır.); Millet Ktp., Ali Emîrî Arabî, nr. 4312 (107b-124b. Risâlenin bu nüshadaki ismi Risâle fî Tevfîki beyn ma’nay el-Hadîseyn “el-fakru fahrî” ve “el-fakru sevâdü’l-vech fi’d-dâreyn’dir.).
[29] Nüshaları: Süleymaniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 428 (77b-78a); Aynı Ktp., Süleymaniye, nr. 1046 (180b-181b); Aynı Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 712 (14b-15a); Beyazıt Devlet Ktp., Beyazıt, nr. 18096 (116a-120a).