« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Nis

2011

Merhum Ali İhsan Yurt Hoca'ya Göre Prof. Erol Güngör

Dursun Gürlek 01 Ocak 1970

Başta “İslam’ın Bugünkü Mes’eleleri” isimli kitabı olmak üzere, diğer bütün eserleriyle, gazete ve dergi yazılarıyla, ahlak ve karakteriyle, sağlam ve seciyeli duruşuyla, vakarı ve ciddiyetiyle bizim nesli son derece etkileyen Prof. Dr. Erol Güngör’ün genç yaşta vefatı, belirtmeye gerek yok ki, hem arkadaşlarını ve dostlarını çok üzdü hem de kültür dünyamızda hazin bir sayfa teşkil etti. Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ bırakan Erol Güngör Hoca’nın arkasından çok güzel yazılar yazıldı, hatıralar dile getirildi, kitaplar kaleme anıldı. Hiç şüphe yok ki merhum bundan sonra da hayırla anılacak, eserleri okunmaya devam edilecektir.

Onu yakından tanıyan, Marmara Kıraathanesi’nde, nâm-ı diğer Küllük’te aynı masayı paylaşan Ali İhsan Yurt Hoca’mız da Erol Güngör’ün can dostlarından biriydi. Dolayısıyla onun hakkında çok şeyler biliyordu. Haziran 1984 tarihli Dağarcık dergisi, Ali İhsan Yurt ile geniş bir mülakat yaptı. Erol Güngör’ü bilinmeyen yönleriyle tanıtan, bu son derece ilginç yazıyı, teberrüken sizlere takdim ediyor, her iki büyüğümüze de, bu vesileyle bir kere daha Cenâb-ı Hakk’tan rahmet niyaz ediyorum:

“Ben Erol Güngör’ü 1958 senesinde, Kadir Mısıroğlu’nun o zamanlar çalıştırdığı bir talebe yurdunda tanıdım. Tanışıklığımız ‘Marmara Cemaati’nin arasında, rahmetli Fethi Gemuhluoğlu Ağabeyimizin yanında, şimdi hasta olan Ziya Nur’un arkadaşlığıyla devam etti. Tabii kendisi bu sırada talebe idi. Hukuk’ta okuyordu. İkinci sınıfa geçmişti. Fakat o zaman Prof. Mümtaz Turhan Bey’in asistanı yoktu. Fethi Gemuhluoğlu, Erol’u alıp Hoca’ya götürdü. Erol böylece hem talebe hem asistan oldu. Edebiyat Fakültesi Sosyal Psikoloji bölümüne talebe olarak başladı, hem hocasına asistanlık yaptı hem de talebeliğini sürdürdü. Çok güzel eski yazı bilirdi ve süratle not tutardı.

Erol o zamanki sağ cemaatin toplantı yerlerine gider, onlarla konuşur ve görüşürdü. Biz, Ziya Nur, Erol ve daha birkaç kişi ile gayet samimi bir gruptuk. Allah selamet versin Ziya Nur Bey şimdi gayet ağır hasta. Erol, Ekrem Hakkı Bey ile de konuşurdu. O sırada merhum Ekrem Hakkı Bey Vakıflarda başmimar idi. Erol, Nurettin Topçu’yla da konuşurdu. Bir Mehmed Emin Alpkan Ağabey1 vardı. Prof. Erol Bey onunla da görüşürdü. İskenderpaşa’ya gider, oranın cemaatiyle mülakatta bulunurdu. Arada sırada Yahya Efendi Dergâhına gider, o zamanlar sağ olan Abdullah Atay Efendi’den Mesnevî dersleri dinlerdi.

Erol’un o yıllarda bir de gazeteciliği vardı. 1960 yılında kurulan Yeni İstanbul gazetesinde Yücel Hacaloğlu ve Mehmed Çavuşoğlu ile birlikte akşamları tashihte çalışıyordu. Saat gece on birde Marmara’ya geliyorlardı. Prof. Dr. Erol Güngör gayet iyi Türk musıkisi biliyordu. Hatta bana söylediğine göre bir miktar tanbur da çalmıştı. Türk musıkisini makamları ile icra edecek kadar biliyordu. Fransızca, İngilizce biliyordu. Farsçayı anlıyor, Arapçayı hem okuyor hem anlıyordu.
Babası Kırşehir eşrafından bir aileye mensuptu. Kırşehir’deki Ahi tekkesinin son şeyhi, Erol’un büyük dedesiydi. Yani Kırşehir esnafına esnaflık kuşağını Erol’un ailesi kuşatmıştı.

Erol’u şahsen çok kimse az tanımaktadır. Çünkü o çok az konuşur, konuştuğu zaman da tam konuşurdu. Aramızda yaptığımız tartışmalarda taraf (sözün genişleyip hakikatin ortaya çıkması için) tutar, tuttuğu taraf galip gelecek şekilde konuşur, orayı yarıda bırakıp karşı tarafa geçer, orayı da galip getirirdi.

Erol ile olan arkadaşlığımız 1958’den 1980’e kadar kesintisiz devam etti. O profesör olduktan sonra ancak cumadan cumaya görüşür hale gelmiştik. Erol’un 1970’ten sonraki en yakın arkadaşı Mehmet Genç’tir. Mehmet Genç ile hemen hemen evleninceye kadar, hatta evlendikten sonra ölünceye kadar hiç ayrılmadan beraberliğini sürdürdü. Tekrar ediyorum: Erol çok çalışan, çok dinleyen, buna mukabil az konuşan, konuşunca da tam konuşan bir arkadaştı. Bir işi başarmadan onunla ilgili olarak hiçbir şey söylemezdi.

1958’den 1962’ye kadar diyebilirim ki fakültesinde, -işinin başında olduğu zamanların dışında- Marmara’da hemen hemen her gün beraberdik. 1962’ye kadar asistandı. Hocasına kitap tercümelerinde yardım ediyordu. Rahmetli Mümtaz Turhan vefat etmeden önce başladığı “Fert ve Cemiyet” adındaki kitabını bitirememişti. İkinci cildin son fasiküllerine kadar tercüme müsvedde halinde kalmıştı. Bitmesini o kadar istiyordu ki, birinci cildin son dört formasının tercümesi Erol’a aittir.

Erol, tercümeyi o kadar dikkatli yapmıştır ki bunun kendine ait olduğunu kimse bilmez. Herkes Mümtaz Turhan’ın yaptığını zanneder. Erol çalıştığı saha itibariyle de çok rahattı. Erol’un bizden başka sürekli temas halinde bulunduğu emekli bir tank yüzbaşısı olan Ziya Uygur vardı. Erol ondan özellikle Yahudiler, Tevrat ve Masonluk hakkında çok şey öğrenmişti. İstanbul’da fikirle uğraşanların hemen hemen %90’ı ile temas halindeydi. Kendi fikirlerini ancak muhitinde bulunanlar biliyordu. Kendi imzasını hemen hemen 1968’e kadar kullanmadı. Hıristiyanlıkla ilgili olarak yazdığı yazılarda “Kırşehirlioğlu” mahlasını kullanıyordu. Bu mahlas ile çıkardığı bir de kitabı bulunmaktadır. “Ülkede Hıristiyanlık ve Misyoner Faaliyetleri” adındaki bu kitabı önemli bir incelemedir.

Yeni İstanbul gazetesinde 1960 ile 1963 yılları arasında yazdı. Daha sonra Ortadoğu gazetesinde çalışmaya başladı. Gazetelerde “Buğra” mahlasını kullandığı da oluyordu. Bizim nesilden çabuk ve isabetli yazan iki arkadaş tanıyorum: Biri Erol, diğeri Sezai Karakoç… Erol çok okur, dokümanları hazırlar, kalemi eline aldı mı bırakmadan yazardı. Tercümesi de öyleydi. Kitabı evvela okur; evde okur, yolda okur, devamlı okurdu. Sayfa kenarlarına küçük ve gayet ince not alırdı. Tercüme edinceye kadar birkaç kere okur, tercüme başlayınca günde iki üç forma çevirirdi. Çok sür’atli çalışırdı. Bir kitabı milliyetçi bir arkadaş tercüme etmeye başladı diye altı aylık emeğini bırakmıştı. O kitap Tarih Kurumu’nca basıldı. İngilizceyi sonradan öğrendi. 1971’den 1973’e kadar Chicago Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde 2,5 seneye yakın kaldı.

Hayatta en sevmediği şey şamata idi. Gayet sakindi. Nadiren kızar, kızınca gözleri dışarı fırlar, yüzü kızarırdı. Çok çay içerdi. Diyebilirim ki iffet konusunda “namus-ı mücessem”di. İsteseydi çok para kazanabilirdi. Babası da kendisi gibi çok muhterem bir beyefendi idi.

Erol gençler için en büyük bir örnektir. Genç yaşında profesör, kırk yaşında rektör olması kolay bir şey değildir. Kendi sahasında başka bir adam yoktu. Osmanlıcayı babasından öğrenmişti. šimdi nerede olduğunu bilemediğim bir Lütfi İkiz vardı. O da Kırşehirliydi ve kütüphanecilik yapıyordu. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi’nde işe başladı. Sonra Ankara’da Türk Ocağı’nın müdürlüğünü yaptı. Oradan ayrıldı. Kastamonu Kütüphanesi’nin müdürlüğünü üzerine aldı. Oradayken Almanya’ya gitti. Bizim gibi o da bekârdı. Erol Bey’in eski yazıyı öğrenmesinde büyük yardımı olmuştu. O tarikatların kendi devirlerinde görevlerini yerine getiren birer İslamî müessese olduklarını kabul eder, fakat zamanın gerektirdiği revizyonun yapılmasını isterdi. O sırada meşhur Mevlevî şeyhlerinden Mithat Bahari vardı. Yüz küsur yaşında vefat etti. Farsçası dolayısıyla onunla da teması olduğunu zannediyorum. Mithat Bahari böyle demişti şeklinde konuştuğunu hatırlıyorum. Bal alınacak her çiçekten bal almasını biliyordu.

Nakşîler hakkında menfi bir sözünü duymadım. Bektaşîler gibi bazı tarikatları tenkit ettiği olurdu.

Erol Güngör bizim Tatar İsmail dediğimiz bir arkadaşla birlikte 1962 ile 1963 arası Atsız Hoca’nın yanına da gidip geldi. Her konuda, ama bilhassa İslamî Türk Tarihi ve edebiyatı gibi konularda rahat yazı yazabilecek bir seviyedeydi.

Erol’un şairliği de vardı. Bir küçük divancık oluşturacak kadar şiiri bulunuyordu. Özellikle tarih düşürmekte üstattı.

Erol Bey divan edebiyatına çok vakıftı. 1958’den 1970’e kadar hep birlikte olduk. Her akşam Marmara Kahvesi’nde saatlerce oturur, konuşurduk. Bazı geceler Marmara’dan çıkar, Aksaray’a kadar yürüyerek inerdik. Oradaki Balkan dondurmacısından dondurma yerdik. Eğer hava güzelse Topkapı’ya kadar yürürdük ve geri dönerdik. Millet Caddesi’nden gitmişsek, Vatan Caddesi’nden geri dönerdik. Oradan Yenikapı’ya giderdik. Yenikapı’dan tekrar geri döner bir dondurma daha yer ve Marmara’ya gelirdik. Sabah namazında eve döndüğümüz çok olmuştur. O zaman Erol Beyazıt’ta Soğanağa’da oturuyordu. Ailesiyle birlikteydi. Hidayet burada değildi. Diğer kardeşleri iktisat mezunu ve P.T.T. müfettişidir. Kendisi iki kardeşine de benzemiyordu. Erol da, ağabeyi Hidayet de zayıftı. Erol evlendikten üç dört sene sonra biraz kilo aldı. Önceleri çöp gibiydi, geçirdiği kalp krizinden sonra sigara içmesi yasak edildi ve içmedi. Zannediyorum o yüzden yedi sekiz kilo almıştı. Diğer kardeşleri esmer ve yapılıydı. Erol Bey simaen annesine çok benziyordu. Babası da diğer kardeşleri gibi yapılıydı.

Marmara’daki sohbetlerde çok kişinin toplandığı olurdu. Bazen ilahiler söylerdik. Münakaşa ettiğimiz de görülürdü. Hatta garip bir hatıramı anlatayım: 60 ihtilalinden sonra bir akşam oturuyoruz, Marmara’nın Halk Partili bir müdavimi vardı. O da geldi karşıma oturdu. “Hoca dedi, dut yemiş Bulgar bülbülü gibi ne oturuyorsun, konuşsana bakalım.” Ben fena halde sinirlenmiştim. Karşımda Ziya Nur vardı. Muzaffer Hoca vardı, Erol vardı. Bir de Avukat Kamil bulunuyordu. “Ulan bana bak dedim. Bu baş insana bir kere verilir, iki defa verilmez. Can bir defa alınır, iki defa alınmaz.” Ben söylerken garson adamın yakasından tutup ayağa kaldırmaz mı? Erol müdahale etmeseydi adamı bir güzel dövecekti.

Civar esnaftan birçok kimse gelip sohbetlerimizi dinlerdi. O garson da ciddi bir şekilde kulak verirdi. Erol garsonlara mutlaka bahşiş tutuştururdu.

Türkiye’nin daha çok hangi meselesine önem verirdi diye sorulacak bir soruya cevap olarak deriz ki, ülkenin meselesi bellidir. Yahya Kemal’in de dediği gibi bütün mesele bu topraklara yerleşen Horasan’lı Alperenlerin davasını ve idealini yürütmekten ibarettir. Bu dava ile ilgili olarak her hususta söyleyecekleri vardı. Ne yapılabileceği, nasıl hareket edileceği konusunda onun rehberliği söz konusuydu. Bakınız Türkiye’de Erol’un arkadaşı Mehmet Genç gibi ikinci bir arşivist yoktur. Mehmet Genç, yüz binin üstünde arşiv vesikası tetkik etti. Hâlâ tezini yazmadı. Erol Bey de üzerinde düşündüğü her şeyi en ince ayrıntılara kadar tetkik ederdi. Bir gün ben sohbet esnasında bir şey söyledim. Arapça bir beyitten bahsettim, Erol benden ayrıldıktan sonra gitmiş, “Fütuhat-ı Mekkiye” den beyti bulmuş. Ertesi gün sigaradan sapsarı olan parmağını sallayarak seslendi. “Hoca hoca, söylediğin beyit oradakini tutmuyor” dedi. Ben iddia ettim, yanlış bakmışsın dedim. Ziya Nur, Erol ile fazla dalaşmamdan hoşlanmıyordu. Hoca, sen bunların üstüne çok varıyorsun. Bu davadan usandıracaksın, kaçıracaksın.

Erol Türkiye’nin bütün meseleleriyle meşguldü. Eğitim davasından iktisat meselesine kadar, teker teker anket fişlerini kendi parasıyla bastırmış esnafa dağıtmış, cevaplarını toplayıp bir anket yapmıştı. Bu anketi bir asistan olarak, sosyal psikoloji alanında yaptırmıştı. Hangi konu olursa olsun mutlaka onu inceden inceye tetkik eder, daha sonra kalemi eline alırdı.

Profesör Erol Güngör Bey böylece talebelik, asistanlık ve doçentlik yıllarında hasbelkader beraber bulunduğumuz ve Marmara Kıraathanesi’nde tanıştığımız bir ilim adamıydı. Bilindiği gibi hocasının ölümünden sonra o kürsüde profesör olarak bulunmuş, yazılarıyla ve sohbetleriyle milli kültüre hizmet etmişti. Son üniversiteler kanunu değiştirilerek (YÖK) kurulunca kendisi Konya Selçuk Üniversitesi rektörlüğüne atanmış ve oraya gitmişti. İzinli olarak İstanbul’a geldiği zamanlarda, Sahaflar Çarşısı’nda ve Beyaz Saray’da birkaç kere görüşmüştük. Ölümünden bir gün önce yine aynı yerde bir araya gelmiştik. Tam hizmet edecek bir yaştaydı. Vefatı hepimizi üzdü. Allah rahmet eylesin!”

1- Merhum Mehmet Emin Alpkan camiamızın meçhul kahramanlarından biriydi. Beşiktaş’ta bakkallık yapan bu hizmet eri, kültür faaliyetlerinin bizzat içinde bulunur, gazete ve dergi çıkarırdı. Yıllarca milliyetçi ve mukaddesatçı kesimin sözcülüğünü yapan Bizim Anadolu gazetesinin imtiyaz sahibiydi. Fakirlerin, kimsesizlerin imdadına koşar, muhtaç talebelere ciddi manada yardımcı olurdu. İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda bana da destek olmuş, Unkapanı tarafında bir otelde yatıp kalkmamı, yiyip içmemi temin etmişti. Mekânı cennet, kabri pür nur olsun.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 32492

ulkucudunya@ulkucudunya.com