« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Nis

2011

Kemal Tahir Ve Gerçeğin Değişkenliği

Ömer Faruk 01 Ocak 1970

“Değişmez kabul ettiğimiz gerçeklerin yanında, karşısında, önünde, arkasında başka gerçeklerinde olabileceğini hiçbir zaman unutmamalıyız.”

Doğumunun 100. ve ölümünün 37. yılında Türk edebiyatının en özgün kalemlerinden Kemal Tahir’i anmaya devam ediyoruz… Elbet de o, birkaç köşe yazısıyla, makaleyle, panelle anılmayı hak etmiyor. Daha fazlası yapılmalıydı, daha çok konuşulmalı, daha iyi anılmalıydı. Bugün medya dünyasının köşe başlarını tutmuş ve onun tezlerini, argümanlarını geliştirerek kullananlar kalem ucuyla da olsa şöyle bir değinmeliydiler, büyük vefasızlık…

Ben, naçizane bu yazıyla, Kemal Tahir’in romancılığından, fikirlerinden ve eserlerinden ziyade aydın kişiliği üzerinde durmak istiyorum. Çünkü o yaşarken, ürettikleri ve söyledikleri hararetle tartışıldı, fakat onun en önemli yanı, gerçeği uslanmaz ve yorulmaz bir biçimde arayış çabası üzerinde pek durulmadı, görülmedi yada görmezden gelindi hasımları tarafından.
Onu, döneminin diğer aydınlarından ayıran en önemli özelliği neydi? Türk toplumu ve tarihi hakkında ortaya attığı tezleri mi? Romanları mı? Üslubu mu?

Elbette bunlarda var, bunlarda başlı başına birer fark, hem de çok büyük fark. Fakat onu diğer Türk aydınlarından ayıran en önemli tavır, bence, yanıldığını gördüğü an hiçbir komplekse kapılmadan “yahu gene yanılmışız” diyebilmesiydi…

Çünkü bir romanında da dediği gibi, “adam yanılmakla adam olur”du. Aydını aydın yapanda buydu Kemal Tahir’e göre. Bıkmadan usanmadan gerçeği aramak, bu arayış esnasında yanlışlara da düşmek ve düşülen yanılgıları fark edince yanıldığını kabul etmek.

Gerçek; ideolojiler haritasında oradan oraya akan, yer değiştiren bir cıva. Hiç bir fikir konağında çakılı kalmayan göçebe. Ele avuca gelmez. Dokunursunuz ama tutamazsınız. Bunun içindir ki, “gerçek bir kez elde edilince sürgit kullanılamaz, her durumda gerçekçiliği yeniden elde edip geliştirmek gerekmekte” demiştir Kemal Tahir.

Hakiki aydınsa gerçeğin peşinde sınır, pasaport, vize, duvar, tel örgü tanımaz bir arayışçı. Kemal Tahir’e göre, eğer “her sabah açtığın gazete yada okuduğun bir kitap sayfasında rastladığın bir gerçek, seni o güne kadar bütün öğrendiklerini unutmaya, alfabeye yeniden başlamaya zorluyor ve sen buna razı olamıyorsan, entelektüel değilsin, aydın değilsin hatta namuslu bir okur-yazar bile değilsin”dir.

O hiçbir zaman fikr-i sabit aydınlardan olmadı. “Her sabah, evden çıkarken evimizin kapı numarasını bile kontrol edelim, gece değiştirmiş olabilirler” diyebilecek kadar şüpheciydi. Araştırmalarından elde ettiği sonuçlara saplanıp kalmadı, kendini tekrar etmedi. Düşüncede kullandığı bu yöntemi hikayelerine, romanlarına bile uyguladı. “Romancı her romanının başında çırak gibi, ortalarında kalfa gibi çalışmalı, sonunda usta olabilirse ne ala…” derken bunu kastetmişti. Aydının da sanatçının da kendini yenilemesi, gerçek kabul ettiği şeylerin etrafında ki başka gerçeklerin de farkına varması ve her çalışmasında gerçekçiliği yeniden ele alıp işlemesi gerektiğini düşünüyordu.

Gerçeğin çok yönlü ve değişken olduğunu kavramış namuslu aydını da, okur yazarı da hiçbir ideoloji zaptedemez. Hiçbir hazır kalıp onun arayışına bir çözüm olamaz. Kemal Tahir’de de olamadı zaten. Marksist teorinin Türk toplumuna uymayan yanlarını gördü, bunun üzerine gitti. Bu sorgulayış, Kemal Tahir’in, Türkiye’de yaygın olan klasik Marksist öğretinin genellikle doğu toplumları ve özellikle Osmanlı imparatorluğu yada Anadolu Türk toplumu konusundaki açıklamalarını yetersiz bulmasına neden oldu. Kemal Tahir’e göre “Batı kalıpları bizim yerli meselelerimizi çözemezdi”.

Çağdaşları tarafından bu ihanet(!) affedilmedi. Radikal ve ateşli solcular tarafından “sağcılıkla”, Kemalistlerce “gericilikle” suçlandı, sağcılar ise onu “solcu” olduğu için okumadı! Böylece ne musa’ya ne isa’ya yaranamamış, putlaştırılan düşüncelere açtığı savaşın bedelini yalnızlaştırılarak ödemişti. Fakat bütün bunlara rağmen düşünmeye, sorgulamaya, arayışa ve üretmeye devam etti.

Ölmeden önceki son konuşmasında, dinleyenlere vasiyet niteliği taşıyan şu son cümlelerini söylerken dahi düşünme biçiminin öneminden bahsediyordu: “Size şunu belirtmek istiyorum; hayatım boyunca bir sistem dahilinde düşünmeye çalıştım. Sistemden ayrılmadım. Yazdıklarım bir rastlantının sonucunda değil, sistemli düşüncenin sonucunda bulunmuştur. Bundan ötürü doğrultumda yanlışa düşmedim; olaylar söylediklerimi doğruladı. El yordamıyla değil, bir sistem içinde düşünmelidir insan.”

Bana ve daha bir çok kimseye düşünmeyi öğreten, hakikatin yorulmaz savaşçısı büyük romancı ve aydın, 100.doğum yılın kutlu olsun!

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 28826

ulkucudunya@ulkucudunya.com