Mehmet Akif ve Muhammed İkbal' de Birlik Şuuru
Yağmur Dergisi 01 Ocak 1970
Mehmet Akif ve Muhammed İkbal kendi milletlerinin uyanmasında rol oynamış iki abide şahsiyettir. Toplum minberinden yükselen bu iki şairin sesi, yankısını millette bulacak büyük bir aksiyonun kıvılcımları olmuştur. Felaket dönemlerinde insanların inançları daha çok kuvvetlenir. Bu kuvvetin moral değerlerle pekiştirilmesini de toplumun manevi önderleri yapar. Her millet, kendisini aşka getirecek bir şairi, bir lideri içinden çıkarır. Fakat bu oluş bilinçli değil, aksine o atmosferin ruhaniyetinden kaynaklanmaktadır.
Mehmet Akif Anadolu insanının hürriyet mücadelesini gören, bu mücadeleyi gerek vaazlarıyla gerekse şiirleriyle destekleyen, milli uyanışta adeta "şok dalgalan" meydana getiren vatanperver hatip-şairdir. Bu uyanışta; İslamiyeti temsil misyonuyla yaşamayan milletlerin eriyip tükendiğini vaazlarında gür sesiyle haykırır. "Akif kadar İslam alemindeki yanlış anlayışları tenkit eden pek az Türk şairi vardır. İslam aleminin, içinde bulunduğu sosyal durum, Akif'i din üzerinde yeniden düşünmeğe sevketmiştir. Bu düşünüş tarzı, Akif'in insana bakış tarzını da değiştirmiştir. Akif, Tanzimat'tan sonra ilk defa Namık Kemal'in ortaya koyduğu aktif, toplum meselelerine ilgili, ilim, fen ve terakkiye açık 'modern insan tipi'ne inanır."(l) Akif "Asım"a yüklediği misyonla, insanımızın kurtuluş reçetesini verir. Muhammed İkbal de modern Pakistan'ın kuruluşunda şiir, nutuk ve demeçleriyle etkili olmuş bir şahsiyettir. O da tıpkı Akif gibi hem şair, hem de fikir adamıdır. Fikir zembereğinim iman coşkusuyla hareket ettiren İkbal, gelecek adına ümitlidir. Çünkü iman ümidi gerektiriyordu. Onun bu ümidi hakkında Ebu'l-Hasen en-Nedvi, "İkbal'in Mesajı" isimli eserinde şunları söylüyordu: "Gerçekten ben İkbal'i coşkunluk, sevgi ve iman, akide ve aksiyon şairi olarak, Batı'nm şu maddeci medeniyetine karşı bir aksiyoner ve o medeniyetin ipliğini pazara çıkarmış bir dava adamı, İslam'ın üstünlüğünü ve müslüman kerametini terennüm eden bir davetçi, kavmiyetçilik için çalışanlara karşı en büyük kavgayı vermiş biri ve nihayet insanlık ülküsüne, İslam imanına çağıran en büyük davetçilerden biri olarak tanıdım ve sevdim. "(2)(Açıklama-1) Aksiyon , insanın bütün hissiya-tıyla olunca hedefe çabuk varılıyordu. "Hareketsizliği, meskeneti telkin eden edebiyatı, yok etmeye çağıran sirenin sesi olarak gören İkbal bir şiirinde ideallerin yok olmasını hayatın sona ermesi olarak değerlendirir. Hayat cevherine ancak hareketle varılabilir."^ Her iki şairin; toplumun uyanışı adına seslendirdiği şarkıyı adım adım takip edelim. Akif, bir şiirinde şöyle seslenir:
Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl mı İletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz1.
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin;
Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldalan;
Akif'te müthiş bir sevgi vardır. Bu sevginin kaynağı ise imandır. İslam dini, Hz. Muhammed'le neşet etmiş, karanlık devirler bir bir kapanmıştır. Ufukta altın bir çağ vardır. Bu ak dönemde, her millet, Rahmeti Sonsuzun engin pınarlarından kana kana içmişti. Böyle bir dönemde, İslam ile şereflenen milletimiz ise; hem şeref kazanmış, hem de bütün dünyayı şereflendirmişti. O, ab-ı hayatın gençlik iksirini, sevgili Peygamberinin; asırlar ötesinden uzanan elinden içmişti. O, cihan hakimiyetine İ'la-yı Kelimetullah misyonuyla çıkan, aksiyonuna inancın gücünü aşılayan bir milletti. Zaman ilerlemiş, idealler pörsümüş, ahlak çökmüştü. Doğu fatalizminin (Açıklama-2) çığırından çıkmış mantığı, nihayetinde kendini inkara kadar gitmişti. Atalet insanların iliklerine kadar işlemiş; bu çöküş, bu akibet nihayetinde, bir zamanlar kendilerini zirveye çıkarmış olan "Din-i İslam"a mal edilmişti. Akif bu gidişattan hiç memnun değildir; hele geri kalmışlığın sebebi olarak İslam dininin gösterilmesi, onu çileden çıkarır. (Açıklama-3) "Mehmet Akif'e göre İslam aleminin çöküş sebebi, İslamiyet'in kendisi değil, kendisini Müslüman sayan halkın, bir tarihten sonra, onun ruhunu ihmal ederek, din diye bir batıl inançlar bataklığına saplanmış olmasıdır. İslam aleminin çöküşünde çeşitli sebepler vardır. Akif, bunun kaynaklarından birini, insanların içinde yaşadıkları dünya ve hayata karşı ilgisizliklerinde bulur. Yanlış tefsir edilen 'Allah'a tevekkül' fikri, Müslümanları 'atalete' sevketmiştir. Akif şiirlerinde bu nokta üzerinde ısrarla durur. Akif'in İslami düşünceye getirdiği en önemli yenil iklerden biri, 'yanlış tefsir edilen tevekkül' fikriyle 'atalet' ve 'sukut' arasındaki münasebete parmak basmış olmasıdır. "(4)
Müslüman unsuru gayet mütedenni: doğru,
Şu kadar var ki değ ınından ne uzak!
Dini tedkik edeceksek dönelim haydi geri:
Alalım neş'et-i İslama yakın bir devri
O ne dehşetli terakki, o ne müdhiş sür'at!
Öyle bir harika gösterdi mi insaniyyet...
Akif, İslam dini ile kaynaşan Türk insanının aşkını dillendirirken İkbal'de de aynı heyecanı buluruz. O, "Milli Marş" isimli şiirinde şöyle seslenir:
Çin bizim, Arabistan bizim, Hindistan bizimdir.
Biz müslümanız, tüm dünya anayurdumuzdur.
Sinemizde Tevhid'in emaneti vardır!
Adımızın, canımızın silinmesi kolay değildir.
Dünya mabedlerinde Allah 'ın o ilk evi.
Biz onun koruyucusu, o da bizim koruyucumuzdur.
Biz kılıçların gölgesinde yetişmişizdir.
Hilalin hançeri ulusal armağanımızdır.
Şair yeryüzü mirasçılığını müslüman kimliğine atfetmektedir. Dünya Hz. Adem'le hayat bulan, Allah'ın esmasının tecelli ettiği bir mekandır. Dolayısıyla tevhid akidesinin mümesilleri ancak orada soluklanacak, Yaratıcıya olan şükranlarını bu mekanda dile getireceklerdir. "İkbal, Kur'an'da geçen insanla ilgili bazı ayetlere dayanarak İslamın insan anlayışını şöyle özetler: İnsan, Allah tarafından seçilmiş ve öylece yaratılmış bir varlıktır. Yine insan, bütün eksikliklerine rağmen, Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Üçüncü olarak, o Kur'an'da bahsedilen emaneti yüklenen 'hür şahsiyete' sahip bir varlıktır. (Bkz. Kur'an, 20/114, 2/28, 6/165, 33/72-Muhammed İkbal, The Reconstruction of Religious Thought in İslam, Lahore 1958, s72) İnsan, mülk aleminden melekut alemine uzanan bir varlıktır. O, bir yandan aklıyla yeryüzünde hakimiyet kurarken, bir yandan da aşk sayesinde zaman ve mekanın ötesinde kol salarak ilahi huzura ulaşmak ister. "(5) Akif ve İkbal'de millet kavramı İslam ile mana kazanır. Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi; Dideler bir cavidan fecrin olmuş mahremi. Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş! Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş Yad-ı fevka'l-i'tiyadından onun tarihler, Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer."
İslam milletiyiz biz. İnsanlığa sunduğumuz yarınlar bütün dünyanın uyanmasına vesile olmuş. Gözler daimi bir fecrin doğuşunu hayranlıkla seyre koyulmuş, İslam'ın yirmi beş yıllık o altın devri, yirmi beş bin yıl kadar feyizli olmuş! Ne ani bir tekamüldür bu! Tarihler, bugün dahi o olağanüstü gelişmeyi anarken dehşete düşmektedir. İnsanlık alemi o müthiş tekamülün bir benzerini ne görmüş ne de görecektir. Akif milletimizin tekrar dirilmesi kendine gelmesini arzular. "Bir ata mirasının, tarihi bir cemiyet geleneğinin gücü ve manevi hazırlığı ile genç yaşında inkişaf eden bu ruha yol gösterip önünden dikenleri kaldırarak yaylandıran kuvvet, şüphe yok ki müslüman dünyasını el ele verdirmek ve tek cephe halinde görmek gayesi idi.(6) İkbal'in gayesi ile Akif'in gayesi aynı çizgide buluşur. "İkbal'i en çok üzen şey, Doğu dünyasında İslam'ın yanlış anlaşılması ve yorumlanmasıydı. Son derece dinamik bir yapıya sahip olan İslam'ın, birçoklarının elinde miskinliğe alet olmasıydı. Özellikle kadim Yunan felsefesi ve İran Menşe'ili bir takım inanışlar, daha birçok faktörlerle (yoksulluk, siyasi despotluk vs.) el ele vererek İslam'ın aydınlık yüzünü karartmıştır. Sözgelimi, kendilerini sufi sanan birçokları İslam'ın ve müslümanın uyanışını, 'benliğin tasdikinde'(isbat-hodi) değil, 'benliğin inkarında'(nefy-i hodi) aramışlardır. Bu anlayış. Benliğin Sırları'nda çok şiddetli bir eleştiriye muhatap olmuştur. Yayınlandığı zaman büyük bir fırtına koparan bu eser, temel realite olan benliğin nasıl ve hangi yollarla güçlendirileceği konusunu ele alır. Ana İslami geleneği takip eden İkbal, tıpkı Gazali, Rumi, Sirhindi ve Cili gibi, basamak basamak yükseklere çıkan ve sonunda 'Allah'ın ahlakı ile ahlaklanan' inanmış insanın ruhani macerasını dile getirir. "(7) İkbal bir rubaisinde, insanın silkinip kendine gelmesini; sürekli yenilenip gerilime geçmesini, bir dalgaya benzeterek, ona şöyle seslenir:
"Denizin derinliklerine dalarak silkinmelisin, Çırpınarak kıvrılarak durmadan değişmelisin. Ey dalga! Senin kaderinde sahil yoktur; Kabararak istediğin tarafa çekip gitmelisin!"
"Sefaletimizin acısı bizde henüz uyanma şuuru doğurmaktan uzakken her tarafta aydınlık arayan öksüz bir nesli, semalardan vahiy gibi inen bir feryat, canlandırmaya kafi geldi:
Bu sesi dinledik. Bu sesin sahibi, Hz.İsa'nın yirmi asır ümmetine sunduğu ümit, aşk ve imandan ibaret üç dinamiği bize sunmaya muktedir bir veli ruhuna sahipti. O, bizim yorgun ve ümitsiz gençliğimize ebedi hayat sırrını fısıldadı:
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar. (S)
Mehmet Akif'in uyanış yolundaki duyarlılığı onu hareketin merkezinde şekillendirmiştir. Bu aşırı hassasiyeti, İkbal; "Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Benlik ve Toplum, İslami Benliğin İçyüzü, Cavidname" gibi eserlerinde sürekli vurgular. İkbal "kötülüklerin Anası" isimli şiirinde korku, hüzün ve ümitsizliği şöyle dile getirir:
Ümit kesilirse hayat biter.
Ebedi hayat istiyorsan "La-taknetu"ya bağlan
Madem ki, ümit birbirini kovalıyan arzudur,
Ümitsizlik hayatı zehirler.
Ümitsizlik seni mezar gibi sıkar.
Elvendi dağıysan bile seni ayağa düşürür.
Gam ile ümitsizliğin bir çadırda yaşar.
Keder, hayat damarına vurulan bir neşterdir.
Ey gam zindanında olan esir. "La-tahzen " öğüdüne sarıl.
Sıddık'ı Sıddık yapan budur.
Gerçeklik peymanesinin şarabı budur.
(La-taknetu: "Tarafımdan onlara de di: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Zümer, 53.-La-tahzen: "...Üzülme, Allah bizimle beraberdir..." Tevbe, 40.)
Akif ve İkbal'in bu denli gayretleri, atalet içinde bulunan milletleri ne derece aktif kılmıştı? Bazen iki şairin kendi içlerinde bu yıkılmışlığın yürek dağlayıcı ateşini hissederiz.
Bir milletin rüştü elinden gitmişse toprak gibi paramparça olur, toz haline gelir ve dağılır. Müslümanlığın varlığı, İslam nizamına bağlıdır. Rasulullah'ın dininin özü ve ruhu budur.
Bizim de boğazımızdan her an nefes çıkar amma ney'in düzenine tabi olunca nağmeleşir. Sen, düzenin ne olduğunu hiç bilir misin? Bu dönen evrende tutulmanın sırrı nedir? Senin sırrın yaşayan Kur'an'dadır. O Kur'an ki hikmet-i ezeli ve ebedidir.
"İkbal'e göre bu ideal cemiyetin muayyen ve müşterek olan bir hedefi bir gayesi bulunmalıdır. Müslüman cemiyeti için bu gaye, toprağa bağlı kalan dünyevi fetihler , yağmalar değil; tevhidi mümkün olduğu kadar yaymak onun en yüksek maksadıdır ki, onun tahakkukunda bütün kuvvetlerini göstermeğe amadedir. İkbal'e göre millet fert gibi bir şahsiyet, bir 'Ego'dur; ve onun inkişaf kanunlarının aynıdır, milletin de, aşk, müsamaha, cesaret daimi vazgeçilmez şartlarıdır"(10) Samiha Ayverdi ise İkbal'in bu birleştirici aşkını şöyle değerlendiriyor: "...İkbal'in bu cihad aşkını bir manevi miras, prensip adına girişilmiş bir gazadan başka türlü görmemek lazımdır. Nitekim O, ruhunu tutuşturan bu ateşe mesned olarak bu gerçeği beyan eder: 'Biz kılıçların altında doğup büyüdük.Kervanımızın başı, Hicaz'daki büyük Üstad'dır, onun adı gönüllerimize teselli veriyor.' Bu itiraf da gösteriyor ki İkbal, İslam aleminin yeniden uyandırılması yolunda yüreğine düşen hürriyet ve istiklal ateşini, onu bin bin dört yüz yıl evvel uyandırmış olan Peygamber'inden almıştır. Bugün de Müslüman Şark'ın ihtiyaç ve talebi neyi icab ettiriyorsa, ona göre teşkilatlanmak ve İslami nazariyelerin kabuğunu kırıp aktif hale getirmek lazımdır. İslamiyetin alemşümul karakteri, onu milletlerüstü bir din kudretiyle temayüz ettirdiği için, bu teşkilatlanmanın büyük kütlelere kazandıracağı dayanışma, İkbal'i gerek İslam dünyası için ve gerek bütün beşeriyet adına büyük kazançlara götüreceğine inandırıyordu. Onun için cesaretli ve ihlaslı bir lider olarak çevresine hitap ederken: 'Bugün beşeriyet, üç şeye muhtaçtır.' diyordu 'Kainata ruhani bir mana sağlamak.', 'Ferdin ruhani kurtuluşunu te'min etmek.', 'Beşer cemiyetini manevi esaslar içinde tekamüle götürecek alemşümul mahiyette temel prensipler bulmak.'
Eski Müslümanlar, İslam'dan önceki Asya'nın manevi esaretini yıkmış; fakat bu ana fikrin gerçek ehemmiyetini layıkiyle anlayamamışlardı. Onun için bugünkü Müslümanlar, durumlarını kavramalı ve nihai prensiplerin ışığında, içtimai hayatlarını bir bütün olarak yeniden bina etmelidirler."(11) Mehmet Akif sanatmı birlik ve beraberlik yönünde kullanmış, İkbal gibi İslamiyetin hareket prensibini aktif hayata uygulamıştır. Akif ilhamı doğrudan, Kur'an'an alıp asrın idrakine söyletmenin gayreti içindedir. "Kur'an inmemiştir hele bunu hakkı ile bilin ne mezarlıkta okunmak; ne de fal bakmak için" derken, Akif'in İkballe hemfikir olduğu görülür. "Şiir ve sanat anlayışını topluma faydalı olma noktasında toplayan Mehmet Akif, eserlerinde toplum için kurtarıcı ve gerekli olduğuna inandığı fikirler üzerinde durur. Bu fikirlerini yine geniş halk kitlelerine hitaben yazdığı için çoğu zaman manzum hikayelerle anlatır. Akif şiirlerinin bir kısmında ya bizzat konuşur veya kendisini temsil eden bir sözcü seçer. 'Süleymaniye Kürsüsünde', 'Fatih Kürsüsünde' adlı şiirlerinde vaizler, yazarın sözcülüğünü yapmakta ve toplumdaki bozulmanın sebebini İslami değerlerden ayrılmakta görmektedirler. Birlik onlar için esastır. Süleymaniye camiindeki vaiz, herkesi birliğe davet eder. "(12)
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
İkbal ile Akif arasındaki bu benzerlik her ikisinin çalkantılı bir döneme şahit olmalarındandır. "İkbal'e Safahat'mı gönderen Mehmed Akif, bu hususta pek isabetli bir şekilde İkbal'in şahsiyet ve eserini şöyle tavsif etmiştir: Evvelki hafta bana Hind'in İslami şairi Muhammed İkbal'in iki manzum eserini gönderdiler. Ben bu şairin ufak bir risalesini Ankara'da görmüş ve sahibini kendime benzetmiştim. Şark'ta yetişen ulemayı sufiyenin , bütün eşarını okuduktan başka Almanya'ya giderek Garp felsefesini adamakıllı hazmeden İkbal hakikaten yaman şair. Zaten Hint Müslümanları arasında ismini bilmeyen, şiirlerini ezberlemiş olmayan yok. Urdu lisanında yazılmış olması tabiidir. Benim gördüklerim Farisi. Mevlana'yı çok okumuş, çok sevmiş. Ona mürşidim diyor. Nezdimdeki iki eserin biri Peyam-i Maşrik'tir. Çok güzel kıtalariyle gazelleri var. Gazellerin bir ikisi bana sarhoş gibi nara attırdı. İkbal'in Arapçası da kuvvetli. İlmi, irfanı, kudret-i şairanesi benimkilerle kabil-i kıyas değil, çok yüksek.(Mısır'dan 8.3.1341'de Hafız Asım'a gönderdiği mektup, Edip s.\43)"(13) Beşir Ayvazoğlu'unun Akif ve ikbal'i anlattığı yazısında şu tesbitlere yer verilir. "Mısır'da Darülfünun müderrislerinden olan Abdülvehhab Azzam, Mehmed Akif in ölümü üzerine yazdığı yazıda, onunla İkbal'in şiirlerini okudukları günleri özellikle vurgulayacaktır: 'Toplantılarımızın en güzelleri Muhammed İkbal'in şiirlerini okuduğumuz zamanlardır. İkbal'i bana tanıtan o idi. Kendisi bir gün bana İkbal'in Peyam-ı Meşrık adını taşıyan şiir mecmuasını vermiş ve ben o sayede İkbal'i sevmiştim. Vakit buldukça İkbal'in şiir kitaplarından birini alır, ben okurdum, o da hem dikkat, hem istiğrak içinde dinlerdi. Arada bir bazı beyitlerin tekrarını isterdi. Beğendiği beyitler üzerinde durur, bunları takdir eder, yahut bazı beyitleri içini çeke çeke dinlerdi. İkbal'in şiirleri bazen ona heyecan verir, bazen içine serinlik serper, bazen de hüzün ve ıstırap verirdi. İkbal'in Esrar-ı Hudi eserini de birlikte okumaya başlamış, birkaç celsede bitirmiş, daha sonra gene onu Rümuz-ı Bihudi eserini de aynı şekilde okuduktan sonra tekrarına karar vermiştik.(Eşref Edip,Meh-medAkif, s.238)"(14)
Sonuç olarak diyebiliriz ki; İkbal ve Akif milli uyanışta önder olmuş iki dev şahsiyettir. Her iki şair gerek fikirleriyle gerekse de şiirleriyle İslamiyetin aktif-dinamik yapısını cemiyet hayatına uygulamaya çalışmışlardır. Her iki şair imam, şiirlerinin mihenk noktası yapmış; ufuktaki dirilişin tohumlarını, dünyanın sinesine serpmişlerdir. Akif ve İkbal daha derin bir araştırmanın konusudur. Biz burada belli başlı ipuçlarıyla her iki şairin "birlik şuurundaki" gayretli çabalarına temas ettik Bu, o şahsiyetlerin geçmiş aşılardaki gayretleri gibi gözükse de; asıl mesaj, günümüzün kolu kanadı kırılmış bütün değerleriyle alt üst olmuş insanlarınadır.
DİPNOTLAR VE AÇIKLAMALAR:
1-Prof.Dr. Mehmet KAPLAN; "Mehmed Akif'e Göre İlim Ve Din", Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, Dergah Yay. İstanbul, 1987, c.2
2-Ebu'l-Hasen en NEDEVİ, İkbal'in Mesajı,Çev.Prof.Dr. Yusuf IŞIK, Akademi Yay .İstanbul, 1999
3-BeşirAYVAZOGLU; "Akif ve İkbal", Altın Kapı, Ötüken Yay. İstanbul,2001
4-Prof Dr.Mehmet KAPLAN, a.g.e.
5-Prof. Dr.Mehmet S. AYDIN; "İkbal'in Felsefesinde İnsan", İslam Felsefesi Yazıları, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2000
6-SamihaAYVERDİ; "Mehmed akifin Gayesi", abide Şahsiyetler, Kültür Bak. Yay. İstanbul, 1976
7-Prof.Dr.Mehmet SAYDIN; a.g.e.
8-Doç.Dr.Nurettin TOPÇU; Mehmet Akif, Dergah Yay. İstanbul 1998
9-Prof.Dr Orhan OKAY; Meşrutiyet Sonrası Türk Edebiyatı, Atatürk Ünv. Fen-Edb. Fak. Yay. Erzurum 1990
10-Muhammed İKBaL; Cavidname, Çev.Prof.Dr.Annemarie Schimmel, Kültür Bak. Yay. Ankara 1989
11-Samiha AYVERDİ; a.g.e.
12-Prof.Dr.İnci ENGİNÜN; "Mehmet Akifte Şahıslar Ve Fikirler",Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergah Yay. İstanbul 1991
13-Muhammed İKBaL; a.g.e.
14-Beşir AYVAZOĞLU; a.g.e.
Açıklama-1 :Muhammed İkbal'in yakın dostu olan Nedevi İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu anlattığı kitabı "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?" bu beyanda tetkik edilmesi gerekli önemli bir eserdir.Bakınız; Müslümanların gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti,(İslam And World) Hasan En Nedevi, Çev.İbrahim Düzen-Mustafa Topuz
Açıklama2:Fatalizm:Her şeyin alınyazısına göre önceden belirlenmiş olduğuna, insanın bu önceden belirlenmiş olan alınyazısını değiştiremeyeceğine inanan dünya görüşü.(Prof.Dr.Bedia Akar su,Felsefe Terimleri Sözlüğü)
Fatalizm:Bütün hadislerin, bozulmaz ve değişmez bir şekilde tabiatın ve alemin üstünde mevcud olan yegane bir kuvvet tarafından önceden tesbit edilmiş olduğuna inanan felsefi meslek.Felsefi fatalizmin panteist ve teist olmak üzere iki şekli vardır.(Geniş bilgi için bakınınız,Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Prof. Dr. S.Hayri Bolay)Özellikle yıkılış dönemlerindeki insanlar, hadiseleri bu felsefi söyleme icra etmişilerdir.Bu fatalist yaklaşım ise İkbal ve Akif in Aksiyon felsefesine ters düşer.Böyle bir anlayışın neticesinde atalet, uyuşukluk ve ilerleyememe kendini göstermiştir. İslam dünyasının içinde bulunduğu bu "karanlık dönem" fatalizm mantığı ile hareket eden bir toplumun göstergesidir.
Açıklama-3 :Akif Müslüman dünyasının içinde bulunduğu durumu; özellikle batı dünyasının takip ettiğinin farkındadır. Anglikan Kilisesi Şeyhülislamlık makamına bir mektup göndererek islam dininin mahiyet, ruhu medeni hayat ve insan düşüncesi üzerine söylemlerini ihtiva eden bir eser talep etmiştir. Bu eseri, Mehmed Akif çevirerek o dönem harici ve dahili bütün ilim erbabı ve halka sunmuştur.(Bakınız: Anglikan Kilisesine cevap; Şer'iyye Vekaleti İslam Tetkikleri ve Telifleri Kurulu Başkanı Şeyh Abdülaziz Çaviş, Çev. Mehmed Akif, Sadeleştiren,Süleyman Ateş,Diy.İş.Baş. Yay Ankara 1974)
Mehmed Akif'in şiirlerinin açıklamaları için bakınız; Mehmed Akif Külliyatı, Haz.İsmail Hakkı Şengüler Hikmet Neşriyat 10 cilt.