Allâme Muhammed İkbal ve Mücadelesi
Arif Konyalı 01 Ocak 1970
Alemlerin Rabbi Allah Teâlâ'nın yolunda Cihad eden İslam orduları, yalnız ve yalnız ''Allah'ın kelimesi yüce olsun diye Müşrik ve Kâfirlerle savaştılar… Bu köklü ihlâsları sonucu, Âlemlerin Rabbi Allah, kendilerine üç kıtayı vatan olarak bahşetti. Asırlarca bu üç kıtada İslam hâkim oldu ve Müslümanlar hükümet olarak kulluk vazifelerini devam ettirdiler. Nihayet bilindiği gibi birçok iç ve dış sebeblerden dolayı, Müslüman hükümetler yetersiz kaldı ve şehid kanlarıyla sulanıp fethedilen İslam toprakları emperyalist tağutî güçler tarafından işgal edilerek, İslam'ın eğemenliğine son verdiler… Küfür ve şirkin eğemen olduğu, işgal edilmiş İslam topraklarında Müslümanlar esir, İslam ise mahkûm edildi… Bu işgal edilen ve şirkin eğemen edildiği İslam topraklarının bir bölgesi Hindistan idi… Hindistan İslam toprakları emparyalist tağutî güçler tarafımdan işgal edilmesini, İslam'ın hayattan uzaklaştırılmasını ve Müslümanların esaretini gören ümmetin öncüleri olan âlimler, mütefekkirler ve mücahidler vazifelerini kuşanıp harekete geçtiler… Bu şahsiyetler, işgal edilen Hindistan İslam topraklarında yaşayan Müslümanları müstevli emperyalist tağutî güçlere karşı fikrî ve cihadî harekete davet ettiler… Onları uyarıp uyandırdılar, ruhen ve bedenen kıyam etmeleri için ortam hazırladılar.
Emperyalist tağutların esareti altındaki Hindistan Müslümanlarını uyarıp uyandıran ve tuğyana karşı kıyama hazırlayan birisi de, Allâme Muhammed İkbal idi!..
Allâme Muhammed İkbal (D. 9 Kasım 1877 Ö. 21 Nisan 1938), çağına uygun iyi bir tahsil ile fakülteyi Hindistan'da bitirdikten sonra doktorasını Avrupa'da yaptı… Çok iyi bir İslamî eğitim ile eğitilen İkbal, Kur'ân, Tefsir, Hadis, İrfan ve felsefe ile ilgili yeterli ilmi elde etmiş, ayrıca batıyı felsefesi ve sosyal yapısıyla iyice tanımıştı… Doğuya ve batıyı iyi tanıyan Allâme İkbal, batının doğuya hâkimiyetinin ve doğunun batı karşısında mahkûmiyetinin sebeblerini derinlemesine incelemiş, kendince önemli sonuçlar elde edip, mahkûmiyetten kurtuluş çaresi için ciddî receteler sunmuştur…
Yıllardır çeşitli tuzaklar, oyunlar ve şeytanî planlarla uyutulmuş İslam Milleti'nin yeniden uyanması, kendine gelmesi ve özüne dönmesi şarttır… Eğer bu derin gaflet uykusundan uyanır, öz kaynakları ve tek kurtuluş yolu olan Kur'ân-ı Kerim'e ve önderi Rasulullah (s.a.s)'in sünneti'ne sarılırsa asla yapmayacağı bir kurtuluşa erecektir!.. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: ''Biz kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyleri onlara açıklamak ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.''(Nahl, 16/64)
'” Kur'ân'dan müminler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz.”(İsra, 17/82)
'”Kim Allah'dan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu, hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır. ” (Talak, 65/23)
Rasullullah (s.a.s) şöyle buyurmakta: ''Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığımız sürece, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah'ın Kitabı ve Peygamberin Sünneti'dir.” (İmam Malik,Muvattâ, Kader, Hds.3.)
Bu değişmez ve eskimez, her asırda, her çağda tazeliğini koruyan gerçekleri bilip inanan İkbal, ''Peyamı Meşrik,, adlı eserinin önsözünde şunu beyan ediyor: '' Şark ve bilhassa İslam şarkı, yüz yıllarca sürmüş olan bir uykudan uyanıyor. Fakat şark milletleri anlamalıdırlar ki, şarkın iç derinliklerinde gerçek bir devrim meydana gelmedikçe, hayat etrafında hiçbir inkılab gerçekleştiremezler. Yeni bir dünya, önceden insanların vicdanlarında tecessüm etmedikçe, hiçbir yenidünya dıştan bir varlığın üzerine atılmaz. Bu, cemiyetin öyle değişmez bir kuralıdır ki, Onu, Kur'ân, şu sade, fakat beliğ ayette ifade etmiştir: ''Gerçek şu ki, bir toplum kendi özünde olanı değiştirmedikçe, Allah da hâllerini değiştirip bozmaz.” (Ra'd, 13/11) Bu ayet, hem ferdi ve hem ictimaî hayata tatbik edilmelidir.,, (Muhammed İkbal, Şarktan Haber, çev.prof.Dr. Ali Nihad Tarlan, İst. 1963, sh. 8. )
Allâme İkbal, ''Sünnetüllah,,'dan olan ''bir topluluk kendini değiştirmedikçe, Allah onların hâllerini değiştirmez,, ilkesinin gerçekleşmesi için derin uykudan uyanmanın şart olduğunu vurgulamak için '' Zeburu Acem,, adlı eserinde şöyle haykırıyor:
''Derin uykuya dalan gonca, uyan, uyan kalk!
Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak .
Safâ sarayımızı keder, talan etti bak .
Kuşlar ötüyor, uyan! Ezanlar okunmada...
Bu ateşli feryatlar,
Her tarafı kavurdu.
Her tarafta bir figan...
Uyan derin uykudan!
Derin uykudan uyan!
Bak bütün Şark ne hâlde!
Külü göğe savrulmuş...
Boğulmuş bir inilti, susuyor, eseri yok
Bu kaybolmuş bir feryad.
Bu toprakta her zerre bir muzdarip nazardır.
Hindistan'dan isyan et, Semerkand'dan, Irak'dan
Hemedan'dan tuğyan et!
Bir hayat göster, canlan!
Uyan derin uykudan!
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!,,
(İkbal'den Şiirler Şarktan Haber ve Zaburu Acem, çev. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, İst. 1971, sh. 224-225)
Allâme İkbal, aynı eserinde İslam Milleti'ni derinden uyandıracak ve vazifesini kuşatacak bir inkılâba ihtiyaç olduğunu beyan etmektedir:
'' Beye bak, Sultana bak, hepsi hepsi kumarbaz.
Ellerindeki zarlar, tamamen hilelidir.
Mahkûmların canını tenlerinden söktüler.
Onlar hâlâ uykuda.
İnkılâp lâzım bize
Bize inkılâp lâzım.
Vaiz mescidde halkı irşad ile meşguldür.
Oğlu da medresede dersini okumakta.
Vaiz bir ihtiyardır fakat kafası çocuk...
Oğlu bir gençtir, lâkin daha gençken bunamış.
İnkılâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.” ( A.y.e. sh.237)
Muhammed İkbal, esaretten kurtulmak ve bağımsızlığın elde edile bilmesi için, ''Rumuzu Bihodi,, adlı eserinde şu reçeteyi sunuyor: '' Tarihini öğren, koru ve sonsuzlaş. Onun canlı nefesiyle yaşa.
Dünü, bu güne bağla ki, hayat, eline alışmış bir kuş gibi olsun ve senden kaçmasın.
Günlere sahip ol. Yoksa gündüzü yetirir, geceye taparsın.
Senin bu gününü mazi oluşturur ve bu gününden de geleceğin doğar.
Eğer yok olmayan bir hayat istiyorsan, dün, bu gün ve geleceğin arasındaki bağı koparma.”(Muhammed İkbal, Benlik ve Toplum, çev. Dr. Ali Yüksel, İst. 1990, sh. 171.)
''Esrarı Hodî,, adlı eserinde, İslam Milleti'nin dününü anlatan İkbal, bu günkü esaretten kurtulmak için dünün ihlâsını, anlayışını, birlik ve beraberliğini elde etmenin gereğini vurguluyor… Müslümanlar, dünyanın üç kıtasına hükmettikleri ve dünya egemenliğini ellerinde tuttukları ruhu canlandıracak olurlarsa, yine aynı durumu elde edebilirler: ''Ne hoş günlerdi o günler ki, zaman bir kılıç gibi bizim güçlü ellerimizdeydi.
Gönüllerimize din tohumu ektik ve hakkı örten cehalet perdesini kaldırdık.
Bizim parmağımız dünya düğümünü çözdü. Biz ona yüz koyduk diye bu toprağın talihi açıldı.
Biz, hak küpünden gül renkli bâde içtik ve ne kadar meyhâne var ise yıktık.
Ey en eski bâde, senin canında ve senin şarabının sıcaklığıyla kadeh şekillendi.
Sen, gururla, kibrinle, üstünlük iddiasıyla bizim yoksulluğumuzu alaya alıyorsun. Bezimler, bir zamanlar bizim kadehimizle süslenirdi.Gönüller, bizim göğsümüzde çırpınırdı.
Eğer yeniçağ, yeni cilvelerle süslenmişse o süs, bizim yürüdüğümüz yolun toprağından olmuştur.
Biz, gerçekler tarlasını kanımızla suladık. Biz gerçeğe tapanları canımızla koruduk.
Âlem, bizim tekbirimizle kibarlaştı. Kâbeler, bizim çamurumuzla yenileşti.
Allah, bize''İkrâ,, sözünü talim etti. Kendi nimetini bizim elimizle dağıttı.
Eğer başımızdan taçlar ve elimizden cevherler gitmişse, kem gözle bizi yoksul görme. Biz, belki senin gözünde zarardayız, gericiyiz ve aşağılığız. Sen bilemezsin bizim dayandığımız, ''Lâ ilâhe illallah” tır. O, her iki dünyanın dayanağıdır. Bu günün ve yarının kederini içimizden attık. Böylece sevgiyle anlaştık. Biz, gerçeklerin gönlünde gizlenen sırrız. Musa'ların varisi biziz.
Biz, ay ve güneş gerçeğini tekrar parlatacağız. Bizim bulutlarımız yine yıldırımlar yağdıracak.” ( Benlik ve Toplum, sh. 89-90.)
Allâme İkbal, İslam Milleti'nin yeniden canlanacağını, uyanışın derinden ve kıyamet çok ciddî olacağını ummakta ve bu gerçeğin bir gün ortaya çıkacağına inanmaktadır…
''Peyamı Meşrık,, adlı eserinde bu görüşünü şöyle dile getiriyor:
“Ben, bu eski toprakta can cevheri görüyorum. Görüyorum ki, her zerrenin gözü bir yıldız gibi bana pırıl pırıl bakıyor.
Henüz toprağın kucağında olan bir daneyi genç, kudretli, dal dal göklere yükselmiş bir hâlde görüyorum.
Doğu, saman çöpü gibi hafif, saman çöpü bir dağ gibi ağır ve azemetli görüyorum.
Feleklerin kalbine sığmayan inkılâbı görüyorum da nasıl gördüğümü hiç bilmiyorum.
Ne bahtiyardır o kimse ki, bu tozduman içinde bir binici görür. Nağmenin cevherini bir trlin titreyişinden görür.” (Şarktan Harb, sh. 112 )
''Rumuzu Bihodi,, adlı eserinde, İslam Milleti'nin ruhunun ve varlığının ''Kelimei Tevhid,, olduğunu beyan ile ''Lâ ilâhe illallah,,'a sımsıkı sarılmakla kurtuluşun gerçekleşeceğini ve yeniden izzetin elde edileceğini vurgular: ''Lâ ilâhe illallah, Betza Milleti'nin ruhudur. Bu nağme bizim sazımızda dolaşır.
Sırlarımızın kaynağı o'dur. Düşüncelerimizi birbirine bağlayan o'dur.
O, dudaktan gönüle inerse, hayatın gücü sonsuzlaşır.
Onun izi taşa işlenirse taş, gönülleşir. Gönül, Onu unutsa taşlaşır.
Gönlümüzü Onun ateşiyle ısıtınca, bir ah ile mümkünat harmanını yaktık.
O, göğüslerdeki gönül suyudur. Bizim aynamız onun sıcaklığı ile parladı.
Onun sıcaklığı damarlarımızda dolaşır. Onun damgası her malımıza vurulmuştur. Siyah, Onun Tevhidiyle ahmerleşir (kırmızılaşır.) Faruk (İmam Ömer), Ebu Zerr ile birleşir.
Gönül, aşinalık ve ayrılık yeridir. Sarhoşların heyecanı, kadehdaşlıktandır. Gönüllerin rengi birleşirse, Millet rengi alır. Bu Sina Dağı'nın parıltısı, bir tek cilvedendir.
Her kavimde düşünce birliği gerekir. İçinde tek bir iddia gerekir.
Onun özünde cazibe birleşir, iyilik ve kötülüğü birbirinden ayırır.
Eğer fikir sazında Hakk'ın yanlışı yoksa yerden göğe kadar yükselmez.
Biz, Halilullah evlâdı olan Müslümanlarız. Delili ise, '' Ebi kum.” dur.(Hacc,22/78)
Milletlerin kaderi vatanlarına bağlanmış, temelleriyse soylarına dayatılmıştır.
Milletin aslını ancak vatanda görmek ne demektir? Taşa, toprağa, rüzgara, suya tapmak ne demektir?
Soyla övünmek cehalettir. O tendir ve ten fanîdir.
Milletin temeli apayrı olup gönüllerde gizlidir. Hazır olduğumuz hâlde gabya bağlıyız. Bunun ve onun bağına bağlanmayız.
Kavim bağı, yıldız bağı gibidir. Yıldızlar arasındaki bağ gözümüzle görülmez.
Her ne kadar ayrı ayrı atılmış oklar isek de yayımız birdir. Biz, tek gören, tek görünen ve tek düşüneniz.
İsteğimiz ve gayemiz birdir. Hayalimiz ve düşünce tarzımız birdir.
Biz, O'nun nimetiyle kardeş olduk, Dilimizi, ruhumuzu ve gönlümüzü O, birleştirdi.,, (Benlik ve Toplum, sh. 109-111.)
Allâme İkbal, Mü'minlerin kardeş olduğunu ve Allah'ın gökten yere uzatılmış ipi olan Kur'anı Kerim'e sımsıkı sarılmanın gereğini beyan ederken, Allah Teâlâ'nın bir nimeti olarak mü'minlerin kalblerinin birbirine bağlandığını beyan ediyor… Dolayısıyla şu ayetleri bizlere hatırlatıyor! Allah Teâlâ şöyle buyuruyor, ''Mü' minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'dan korkup sakının. Umulur ki, esirgenirsiniz.(Hucurat, 49/ 10)
''Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Hani siz, düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz, O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken oradan sizi kurtardı. Umulur ki, hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Âli İmrân, 3/103.)
Muhammed İkbal, ''Bangı Dera,, adlı eserinde, ırk, kavim ve renk bağlarından kurtulup Tevhid üzere iman bağı ile birbirine bağlanan ve İslam kardeşliğini meydana getiren Mü' min Müslümanların vatanının, islam'ın eğemen olduğu yerler olduğunu ''Taranaı Milli,, isimli şiirinde dile getiriyor… Bütün dünyanın Müslümanların vatanı olduğunu ilan ederken, Allah Teâlâ'nın şu ayetini hatırlatıyor: “ (Yeryüzünde ) fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vaz geçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (Bakara, 2/193, Enfal, 8/39.)
Şöyle diyor Allâme İkbal: ''Çin bizim, Arabistan bizim, Hindistan bizimdir. Biz müslümanız, tüm dünya anayurdumuzdur.
Sinemizde Tevhid'in emaneti vardır! Adımızınsanımızın silinmesi kolay değildir.
Dünya tapınaklarında Allah'ın o ilk evi (kâbe), Biz, Onun koruyucusu, oda bizim koruyucumuzdur.
Biz kılıçların gölgesinde yetişmişiz. Hilalin hanceri milli armağanımızdır.
Batı'nın vadileri ezanımızla çınladı. Kimse selimizi durduramazdı.
Batılıdan korkmayız biz, ey felek! Yüzlerce defa imteanımızı yapmışızdır.
Ey endülüsün gül bahçesi! Dallarında yuvalarımızı bulunduğu günleri hatırlarmısınız?
Ey Dicle dalgası, sende bizi tanırsın. Senin nehrin hala öykümüzü anlatır!
Ey mukaddes toprak senin onurunu korumak için kendimizi fedâ ettik.
Damarlarında hala kanımız var! Kervanımızın lideri hicaz emiri (Rasulullah)'tır. Rahatımız için o tek isme borçluyuz.
İkbal'ın namesi, uykudan uyandıran bir sesleniştir. Kervanımız yine yola çıkıyor. ''(İkbal, Doğudan Esintiler, çev. Dr. Ahmet Asrar, ank. 1988, sh. 71)
Allâme İkbal, bü tün Müslümanları, Rasulullah (s.a.s.) önderliğinde İslam kervanına katılmaya davet ediyor…
'' Balı Cibril,, adlı eserinde şöyle diyor:
''Kaklı, kafile çekip gitti diye can, feryat etmektedir. Yazıklar olsun o yolcuya ki, oturmuş kervanı beklemektedir.
Senin görevin başka, içinde yaşadığın devir başkadır.
Tekke ve zaviye hayatı sana göre değil cihad lazımdır.,, (Muhammed İkbal, Cebrail'in Kanadı, çev. Ahmet Kızılkaya, ist. 2000, sh. 52.)
İşte emperyalist tağutların sömürüsünden ve geri bırakılmışlıktan kurtulmanın çâresi!..