Muhammed İkbal’de Sanat Teorisi
Mustafa Burak Sezer 01 Ocak 1970
İkbal’e göre şiirin sahih hedefi, tüm sanat dallarında olduğu gibi insan hayatını zenginleştirmek ve güzelleştirmektir; ama şiir ya da herhangi bir sanat janrası bu hedefi kaybetmiştir, ona göre şiir ve sanat omuzlarına yüklenilen yüce vazifeyi icra etmede, istenileni yerine getirememiş ve sınıfta kalmıştır. Şayet sanat, hayatın tamlığına ve taşkınlığına katkıda bulunmuyorsa, ve insanın aklını karıştıran çeşitli problemleri çözmede, rehber olma vazifesinde başarısız kalıyorsa, bu sanat anlamsızdır. İkbal’e göre sanat, hayatın realitelerini kavramak için teşebbüste bulunan insanın çabalarını tasvir eder, ve ona göre büyük artistler, kendilerini kuşatan entellektüel oyuncakları, muaazam bir gayretle yalnızca insanlığın eğlenmesi için tedarik etmeye çalıştıkları halde anlaşılamazlar. Tüm sanatların ana noktası, insan ırkını ıslah edebilecek yüce hakikatlerle insanda derin etkiler bırakmaktır. İkbal’in, sanat sanat içindir diye konuşan insanlara karşı hiç sabrı yoktur. Bilindiği üzere bu hareket, (sanat sanat içindir anlayışı”art for art’s sake”) 19. yüzyılın başlarında Fransa’da Flaubert, Gautier ve Baudelaire ile başladı. Bu hareketin diğer ülkelerdeki başlıca savunucuları arasında, Rusya’da Puşkin, İngiltere’de Walter Peter ve Oscar Wilde ve Amerika’da Edgar Allen Poe zikredilebilir. Esasında, sanat sanat içindir (art for art’s sake) anlayışına inanan şahısların hepsi esinlerini birer Alman olan Schlegel ve Heine’den aldı.
Benzer olarak “sanat sanat içindir” hareketi “form for form’s sake” -biçim biçim içindir- adı altında başka bir hareketi geliştirdi. Bu akım sanatın muhtevası ve biçemi arasında bir ayrılık yaratır, ve biçim biçim içindir anlayışına göre, içeriğin hiç bir estetik değeri yoktur, konu olan, kaale alınmaya değer olan tek şey biçimdir. Bu grup sanatın organize bir bütün olduğunu , estetik kıymetin tek bir faktöre isnat edilemeyeceğini kavrayamadı. Bir şiirden haz alırken, özün ve formun ayrılığını görmeyiz. İkbal de bu nazardan bu teoriyi reddetmiştir.
Başka bir sanat teorisi ise, sanatın taklitçiliğidir(art as imitation). İkbal, insan için en yüksek değerin yaratıcılık olduğunu söyler, böylece bu teoriyi de doğrudan reddetmiştir. İkbal’in yaratıcılık üzerindeki ısrarı çok muazzamdır, ona göre mü’min ile kâfir arasındaki en büyük ayırım şu ya da bu teolojik formül değil, fakat yaratıcılıktır. Geride zikrettiğimiz üzre İkbal için bütün sanatların bir gayesi ve hedefi vardır. Bu açıdan İkbal işlevci/fonksiyonalist-tir.(functionalist) Fakat işlevciler iki grubta tasnif edilebilir: birincisi sanatın gayesinin haz vermek(give pleasure) olduğuna inananlardır. Bu kategoride Aristotle, St. Augustine, Hume ve Santayana zikredilebilir. İkincisi ise sanatın hayatın ta kendisi(art is life itself) olduğuna inananlardır. Bu doktrine inananlar arasında, Plato, Ruskin, İbsen, Tolstoy, Bernard Shaw ve İkbal’i zikredebiliriz. İkbal’e göre, tüm sanat dalları sonsuz hayat için bir özlem yaratmalı ve insanlığın yükselmesi ve ıslahı için çalışmalıdır. “İkbal, “Tüm insan aktivitelerinin en nihai sonu–şerefli, güçlü ve bereketli hayattır” der. Tüm sanat kolları bu nihai gayenin emri altına girmeli ve her şeyin değeri, şeylerin yaşam boyu üretkenlik kapasitesi referans alınarak belirlenmelidir. Sanatın en yükseği, bizim uyuşuk güç-istencimizi uyandırması ve yaşamın sınamalarıyla cesurca yüzleşmemizi yüreklendirmesidir. Bunların tümü mahmurluk getirir ve gözlerimizi etrafımızdaki realiteye kapatır, yalnızca yaşamın izafiyetine dayalı ustalıklarda çürüme ve ölüm mesajı vardır. Sanatta afyon yiyiciliği olmamalıdır. Sanat, sanat içindir dogması, bizi hileyle hayatın ve gücün dışında tutmak için çöküşün bulduğu zeki bir icattır.” (1)
Burada Profosör M. M. Sharif’in sözlerini zikretmek yerinde olacaktır, “İkbal, metafizik düşüncelerinde Plato’nun muhalifi olsa da, sanat teorisinde Plato’nun şakirtidir.” 2 Fakat işlevciliğinden öte(functionalist) İkbal aynı zamanda dışa-vurumculuğa/ekspresyonizme de inanır. İlk büyük ekspresyonist Plotinus idi, ona göre bir sanat eserinin güzelliği materyalden değil fakat sanatçının zihninde işleyen görüntünün kendisinden gelir. Bu görüntü ile artist kendi içsel kaynaklarından materyali tevcih eder. Son zamanların en büyük ekspresyonistlerinden biri olan Croce’a göre, tüm sanat dalları imge, basiret ve ön-sezi formunda duyguların taşarak sürekli bir biçimde dışa vurulmasıdır. Ön-sezi bireysel tecrübenin kişisel ekspresyonudur. Böylece tüm sanatlar subjektivdir.(öznel) Bu teorinin ana parçaları şöyle özetlenebilir:
(ı) Sanat etikten bağımsız olan özerk bir harekettir.
(ıı) Artistik aktivite, usun(intellect) aktivitesinden farklı bir şeydir.
(ııı) Sanat, sanatçının kişiliğinin katlanarak açılmasına dayanır.
(ıv) Taktir(appreciation), artistin tecrübelerini tekrar hayalinde canlandırarak, ona haz veren gerilimi yineleyerek tefekkür etmektir.
İkbal kendi fonksiyonalizmine aykırı olup, onunla uyuşmadığı için ilk önermeye itiraz eder. İkinci önermeyi, tüm fonksiyonalizm sahih düşünceye ve zeki bir istikamete gereksinim duyduğu üzere kısmen kabul edebilir. İkbal diğer iki önermeyi tüm kalbiyle kabul eder. Fakat bu bir çeşit paradoks yaratıyor; bir yanda İkbal tüm sanat dallarını moral değerlere boyun eğdiriyor, diğer yanda bunun sanatçının kişisel ekspresyonu olduğunu düşünüyor. “Bu paradokstan kurtulmanın tek yolu, İkbal’in ekspresyonizmi onun sanat teorisinin temeli kabul edilmeli ve İkbal’in fonksiyonalizmi de sistemine bütünlük(unity) vermek için onun altında sınıflandırılmalıdır. İkbal şiirinin ekserisi onun fonksiyonalist düşüncesine göre temellenmez, fakat İkbal’in tüm şiirleri onun ekspresyonistliğiyle temellenir; ve böylece onun didaktisizmi tesir gücünü ekspresyonizmin oluşturduğu etkinlik alanından alır.” 3
İkbal Şiiri, İşlevcilik ve Ekspresyonizmi Şiirde Tatbiki
İkbal fonksiyonalizmi şu satırlarda tanımlamıştır:
“Ey bilge kişiler, ilim için susamak güzeldir
Fakat sanatı şeylerin hakikâtini kavramakta başarısız kılan nedir?
Tüm sanatların gayesi ölümsüz hayatın hararetine ulaşmaktır,
Kısa ömürlü bir kıvılcımın kasıncında güzel olan nedir?
Mucize olmadan uluslar yükselemez,
Musa’nın asasının vurucu gücü olmadan sanat nedir?”
Ve ekspresyonizmi şu dizelerde betimler:
“Kendi kıymetini bilmiyorsun, sana değer veren sensin,
Her şeye rağmen ihtişamlı bir yakut, sadece bir taş parçasıdır .”
Başka bir dizesinde şöyle der:
“Tabiatla yetişen maharetli usta,
Gözlerimize yalnızca kendi sırrını ifşa eder;
Yeni bir alem yaratır,
Ve yeni bir yaşamı varlığımıza aktarır.”
Aşağıdaki stanzalar I. Abdul Rehman tarafından dikilen Hurma Ağacı için yazılmış, fonksiyonolizm ve ekspresyonizm sentezi fevkalede resmedilmiştir. Ağaç Cordoba’da, Ümeyyide(Ommeyades)’lerin son varisi tarafından dikilmişti.
“Sen gözümün elmasısın;
Benim neşem, kalbimin ziyasısın.
Benim için sen evden uzaktasın
Sina tepesinde tutuşan çalısın.
Batı melteminin emzirdiği bir süt bebeği,
Arabistan’ın hurisi, çölün perisi,
İkimizde bu ülkede sürgünüz.
İkimizde sevgili vatanımızın çehresine hasretiz!
Bu tuhaf ülkenin havası seni büyütsün!
Sa’kin* sabah şebnemi olsun.
……………………………………
Sürgün şafağında daha aydınlık pırıltılar
Benim Suriye gecelerimin düşen yıldızı.
Vatanda dilediği yere gidebilir,
Orada Mü’mine yok sınırlar.”
İkbal’in poetik duyarlılığı çok yönlü ve çok engindir, öyle ki onun poetik sanatını her yönüyle ele almak kısa bir skeçle mümkün değildir. İlk etapta İkbal bize çift lisanda yazılmış bir şiir bıraktı, üçüncü bir lisanda daha bir nesir-şiir(prose-poem) yazmayı düşünüyordu ki ölüm şairi ensesinden yakaladı. İkbal’in dramatik şiir haricinde, Urduca ve Farsça’da, şiirin yazmadığı hiçbir türü kalmadı. Şair, lirik, felsefik, betimsel, metafizik, hiciv, mersiye şiirleri yazdı ve yazdığı her tür, dünyanın en harikalarıya mukayese edilebilir. Poetik sanatındaki bu engin genişlik, dünyanın en büyük şairlerinde bile nadiren bulunan geniş ve değişken bir duyarlılığa gereksinim duyar. İkbal gibi çok yönlü bir sanatkârı, her yönüyle açıklamaya çalışmanın ne denli zor olduğunu anlatmanın her halde lüzumu yok!
İkbal’in sanatındaki en vurucu nitelik klasisizm ve romantisizm sentezidir. İkbal ilk şiirlerini temel eğitimlerini aldığı ve doğum yeri olan Sialkot(Siyalkot)’ta yazmaya başladı. Burası aynı zamanda en az İkbal kadar büyük bir şair olan Faiz Ahmed Faiz’in doğum yeridir. Sialkot iki büyük şaire ev sahipliği yapmıştır. Sialkot’ta yazdığı ilk şiirleri klasisizm ile bağıntılıydı. Tabi burada İkbal’in şiirinde tatbik ettiği klasisizmi açıklamalıyız önce. Urdu geneleğine bağlı şairler için klasisizm(classicism), farklı iki zamana bölünmüş iki düşünce okuludur; bunlar: Lucknow ve Delhi okuludur. O zamanlarda Hint Kıtasında yaşayan genç şairler için bir üstada çırak olarak onun rehberliğinden ve doğrultuculuğundan yararlanmak bir adet idi. İkbal ilk şiirlerini, Hindistan’ın son Moğol İmparatorluğu Hanedanına ait, Delhi Al Kalesinde, klasik şiirin en büyük üstatları tarafından yetiştirilen meşhur Urdu Şair Dagh(1835-1905)’a ithaf etmişti.
Klasisizm, daima biçimle, itinalı sanatkârlıkla ve kendi amacına uygun olan tekniklere duyduğu ilgiyle ilişkilidir. Şiir kariyerinin ilk dönemlerinde İkbal, biçime büyük önem vermişti. Aslında, bu aşamada ürettiği pek çok şiiri yalnızca bir tek formla sınırlanmıştı, bu da gazeldir; böyle olmakla birlikte daha sonra gazel, İkbal’in ellerinde yeni bir ehemmiyet kazanmıştır; ilk aşamalarda şair gazellerinde klasik ustaları modellemişti. İkbal kariyeri boyunca biçime önem vermeye devam etti. Hemen hemen tüm standart formlarda şiirler yazmıştır: mesnevi, gazel, rubai, kıta(qita), musaddas vesair gibi; fakat formun şiirin limitlerini, şiiri sınırladığını yeni düşüncelerinde genişleterek yazmış ve kabul etmiştir.
İkbal’in romantisizmden etkilenmesi çok uzun sürmedi. Bu değişimde, İngiliz Romantikleri, özellikle Wordsworth büyük rol oynamıştır. İkbal’in ilk romantik şiiri “Himalayalar Üzerinde” 1903'te yazıldı. İkbal’deki bu değişimi taktir etmek için, -bu değişim ki şairin şiirine geniş anlamda cazibe ve büyüleyicilik getirmiştir,- romantik şairlerin neyi hedeflediğini ve neyi başardığını belirlemeliyiz. Sir Maurice Bowra, “Şayet biz İngiliz Romantiklerini, diğer 18. yüzyıl şairlerinden ayıran tek bir karakteristiğini söylemek istersek, bu romantiklerin hayal gücüne verdikleri büyük önemde ve ona bağladıkları hususi bakış açısında bulunabilir.”4
Hususi görüş, hakikatte romantik şairin hayal gücüne eksersiz yaptırmasıyla yeni bir hayat yaratmasından ibarettir ve dekora kendi yaşam tecrübesini ekler. Şair basit pasif bir gözlemci olmaya razı değildir; şair, ancak yaratmanın ebedi sürecinde, yaşayan bir dünyanın aktif mümessili olmak ister. İkbal şöyle der:
“Aksiyonda yaşamın sırrı yatar,
Yaratmak için arzulamak, hayatın kanunudur.”
* Saki: Japonların prinç rakısı; prinçten yapılan ve genellikle sıcak olarak içilen alkollü bir içki.
1- Thoughts and Reflections of Iqbal, (Ashraf, Lahore) pp. 85-86
2- M. M. Sharif “Iqbal’s Theory of Art” in Iqbal Vol. II, No.3, p. 10
3- M. M. Sharif “Iqbal’s Theory of Art” in Iqbal, Vol. II, No. 3, p. 12. İkbal’in sanat conseptiyle ilgilenenler Profesör Sharif’in âlimâne çalışmasını oldukça enteresan bulacaklardır.
4- Sir Maurice Bowra: The Romantic Imagination, (Oxford University Press)