« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 May

2011

TÜRK MODERNLEŞMESİ SÜRECİNDE MİTHAT PAŞA

İlyas SÖĞÜTLÜ 01 Ocak 1970

Özet

Bu çalışma, Türk modernleşmesinin en önemli figürlerinden bir olan Mithat

Paşa’nın modernleşme anlayışı ve politikaları üzerine odaklanmaktadır. Mithat Paşa’ya

kadar Osmanlı’daki reform çabaları, daha çok devletin içte ve dışta etkinliğini artırmaya

dönük politikalardan ibaretti. Mithat Paşa ise modernleşmenin nesnel koşullarını hazırlama

ve onu bir toplumsal değişim süreci haline sokma yönünde bir seferberlik başlattı. Zira ona

göre Batı karşısında alınan yenilgiler dizisine son vermek için, devletle birlikte toplumsal

yapıda da modernleşme yönünde bir açıklık yaratmak gerekiyordu. Böylesi bir sahici

değişimin manivelası ise ekonomiydi. Bu nedenle o, kırk yılı aşan devlet hizmeti süresince

iktisadi kalkınma konularına özel bir önem atfetti. Zira Batı’dan aktarılan modern kurum ve

değerler, ancak onlara kaynaklık eden iktisadi koşulların yaratılması durumunda işlerlik

kazanabilirdi. Türk modernleşmesi üzerine yeniden düşünmek ve bu süreçte atılan

adımların niçin kimi zaman aksi sonuçlar verebildiği sorusuna cevap bulmak açısından

Mithat Paşa’nın çabaları bir gösteren işlevi görebilecek düzeydedir. Ki zaten bu çalışmayı

yönlendiren en temel motivasyon da budur.



GİRİŞ

Osmanlı-Türk toplumunda modernleşme, toplumun iç dinamiklerinin

yarattığı bir toplumsal değişim süreci olarak ortaya çıkmış değildir. Batı’dakinin

aksine Osmanlı’da modernleşme, Batı’nın meydan okumalarına karşı devletin

kendi gücünü takviye etmesi gibi pratik bir nedenden türemiş ve bu sürecin yegâne

yönlendiricisi ise seçkinler ve devlet olmuştur. Devletin yanında sivil toplumun

sahneye çıktığını ve modernleşmenin taşıyıcılığını üstlendiğini görmek için 1980’li

yılları beklemek gerekecektir. Ülkemizde Batı’daki burjuva benzeri bir sınıfının

bulunmaması, toplumsal motivasyonların zayıflığı gibi nedenlerin otoriter ve

yukarıdan biçimlendirici modernleş(tir)me yöntemini zorunlu kıldığı söylenebilir.

Ancak karşılaştığı her sorunu, idari ve siyasi bir sorun olarak algılayan ve onu yine

devlet tarafından alınacak idari-siyasi tedbirlerle çözmeyi düşünen Osmanlı

geleneğinin de bu tercihte belirleyici olduğuna şüphe yoktur. Modernleşmenin

yüzeyde kalması, devlet sınırlarını aşamamasının başlıca nedenlerinden biri, işte bu

toplumun yasalar yoluyla istenen bir kalıba dökülebileceği biçimindeki kadim

Osmanlı siyaset ilkesidir. Ancak iki asrı aşan Türkiye’nin modernleşme serüveni

içinde, modernleşmeyi farklı biçimde anlayan ve bu hâkim modernleşme çizgisinin

dışında bir kanal açmaya çalışan kimi devlet adamlarına da rastlanabilmektedir.

Modernleşme tarihimizde bunun en öne çıkan figürlerinden biri hiç şüphesiz

Mithat Paşa’dır. Mithat Paşa, bu süreçte, bir teorisyen olarak değil, aksiyon adamı

olarak rol üstlenmiştir. Buna rağmen o, pek çok teorisyenden daha tutarlı ve

analitik bir modernlik kavrayışına sahiptir ve bunu hem taşra idaresinde hem de

merkezi idarede yaptığı başarılı çalışmalarla göstermiştir.

Türk modernleşmesi üzerine yeniden düşünmek ve bu süreçte atılan

adımların niçin kimi zaman aksi sonuçlar verebildiği sorusuna cevap bulmak

açısından Mithat Paşa’nın başarıları, bir gösteren işlevi görebilecek düzeydedir.

Ülkemizde hürriyet kavramının yerleşmesi ve meşruti bir idarenin kurulması

yönünde sarf ettiği çabalar onu Türk siyasi modernleşmesinin sembol isimlerinden

biri haline getirmiştir. Oysa onun modernleşmenin nesnel koşullarını hazırlama ve

modernleşmeyi devlet sınırlarının ötesinde bir toplumsal değişim süreci haline

sokmak yönündeki çabaları en az siyasi alandakiler kadar önemlidir. Ancak ne var

ki; bu güne kadar Türk sosyal bilimler yazınında bu konu üzerinde yeterince

durulmuş değildir.

Mithat Paşa, ilmiye mensubu bir ailenin çocuğu olarak 1822 yılında

İstanbul’da dünyaya geldi. Babası oğluna Ahmet Şefik adını verdi. Oldukça genç

denilebilecek bir yaşta Divan-ı Hümayun Kalemi’nde devlet görevine başladı. Zekâ

ve kabiliyetiyle kısa sürede amirlerinin dikkatini çekti ve kendisine Mithat adı

verildi. Dönemin tanınmış âlimlerinden dersler aldı. Kendi kendine Fransızca’yı

öğrendi (Baykal,1964:9-10). Genç yaşta imparatorluğun değişik bölgelerinde

ortaya çıkan milliyetçilik hareketlerinin yatıştırılmasında tam bir Osmanlılık

bilinciyle önemli roller üstlendi. Müfettişlik, Niş, Tuna, Bağdat, Selanik, Suriye,

İzmir vilayetlerinde valilik, Şûra-yı Devlet reisliği (1868), Adalet Nazırlığı (1873),

Sadrazamlık (1872,1876) yaptı. Ortodoks anlamda sofu bir Müslüman değildi. On

dokuzuncu yüzyıl Avrupası’nda yaşayan pek çok kişi gibi liberal ve laik eğilimlere

sahipti (Davison,2005:152).Devletteki görevleri sırasında Sadık Rıfat, Mustafa

Reşit, Âli ve Fuat Paşaları yakından tanıma imkânı buldu ve bu süreçte temel ülke

sorunları ve bunlara yönelik çözümlerin neler olabileceği konusunda tecrübe

kazandı.



I.TANZİMAT’IN DAYANDIĞI MODERNLEŞME ANLAYIŞI

İmparatorluğun Batı karşısında gerileyişinin sebepleri nedir sorusuna

Tanzimat kadrolarının bulduğu cevap; devlet nizamının bozulması ve Batı’nın

askeri üstünlüğü idi. Bu teşhise paralel olarak Mustafa Reşit Paşa ve ikinci nesil

Tanzimat paşalarından sayılan Âli ve Fuat Paşalar, meseleyi Batı’dan alınacak yeni

usullerle devlet cihazının sağlamlaştırılması olarak gördüler. Bu nedenledir ki bu

kadrolarca, Osmanlı toplumunun temel değerlerinin, egemen üretim biçiminin ve

siyasi yapısının tartışılması söz konusu olmamıştır. Amaç oldukça nettir: mevcut

yapının iyileştirilmesi ve sağlamlaştırılması. Bu husus, Tanzimat Fermanı’nda

şöyle dile getirilir:

“Devlet-i Aliyyemizin mevki-i coğrâfîsine ve arazi-i münbitesine ve halkın

kabiliyyet ve istidatlarına nazaran esbâb-ı lazimesine teşebbüs olunduğu halde beş

on sene zarfında bi-tevfikihî teâlâ sûver-i matlûba hâsıl olacağı zâhir

olmağla (…)Devlet-i Aliye ve memâlîk-i mahrûsamızın hüsn-i idâresi zımmında

b’azı kavânîn-i cedide vaz’ ve tesisi lazım ve mühim görünerek…” (İnalcık-

Seyitdanlıoğlu, 2006:1).

Fermanda da söylendiği gibi Tanzimatçılar, Batı bilim ve teknolojisinin

ithali, iyi bir idari sistemin kurulması ve yeni yasal düzenlemelerle, beş on sene

içinde Avrupa ile Osmanlı arasındaki güç dengesinin yeniden tesis edilebileceği

kanısındadırlar. Mithat Paşa’ya kadar reform çalışmaları, devletin askeri gücünü

takviye için yeni silahların alınması, Batı usulüne uygun yeni askeri birliklerin

kurulması, idari yapıyı yeniden düzenleme ve Müslüman tebaa ile gayrimüslimler

arasında eşitliği sağlamaya yönelik hukuki düzenlemelerden ibaret kaldı. Ne var ki

üst yapının sınırlarını aşamayan bu türden reformlarla, Türkiye’nin Batı ile aradaki

mesafeyi kapatmasına imkân yoktu. Batı’ya yetişmek için ülkenin ekonomik,

toplumsal ve siyasal yapısından, düşünme stilinde kadar daha esaslı ve derinlere

giden bir değişim dinamiği yaratmak gerekiyordu. İşte Mithat Paşa’nın Türk

modernleşmesi açısından önemi tam da bu noktada karşımıza çıkmaktadır.



II. MİTHAT PAŞA’NIN MODERNLEŞME ÇABALARI

O, Tanzimatçılardan farklı olarak, modernleşmenin nesnel koşullarının

oluşturulmasını ön plana aldı ve değişimi tabandan tavana yürüyen bir süreç haline

sokmak istedi. Osmanlı toplumunda modernleşmenin süreklilik kazanması ve

kendi kendini besleyen bir süreç haline gelmesi için yapılacak ilk iş, egemen

üretim biçiminin değiştirilmesiydi. Zira iktisadi cephedeki bir değişim, diğer

alanlardaki değişimleri de uyarıp, peşinden sürükleyebilme potansiyeline sahipti.

Bu yüzden o, Tuna ve Bağdat başta olmak üzere valilik yaptığı vilayetlerde

önceliği bölgenin ekonomik ve kültürel gelişmesine verdi. Mithat Paşa,

modernleşme anlayışı bakımından seleflerinin öteye, kendisinden sonra gelen

modernleştiricilerden ve özellikle Jön Türklerden de ayrılmaktadır. Zira Prens

Sabahattin istisna edilirse Jön Türk kadroları modernleşmede önceliği rasyonel

insanın ortaya çıkarılmasına ve kültürel değişime vermişler ve akılcı insan tipinin

modern toplumu inşa edebileceği varsayımından hareket etmişlerdir. Bu mekanik

ve tek faktörcü modernleşme anlayışı yüzünden, sahici bir modernleşmenin nirengi

noktası olan toplumun iç dinamiklerinin harekete geçirilmesi hususunu gözden

kaçırmışlardır. Yine bu kadrolar, modernleşmeyi devlet eliyle ve projeler kanalıyla

gerçekleştirilmeyi hedeflerken, Mithat Paşa modernleşmede devlete sınırlı ve

dolaylı bir rol biçmiş ve onu aktörü toplum olan bir değişim süreci haline sokmak

istemiştir.



A. İKTİSADİ MODERNLEŞME

Mithat Paşa, toplumsal değişmenin ana devindirici gücü olarak ekonomi

faktörünün farkındaydı. Zira kentleşme, sanayileşme, bireyleşme, laikleşme gibi

modernliğin diğer parametrelerini tetikleyebilecek en temel faktör ekonomiydi.

Osmanlı toplumunda modernleşme yönünde güçlü bir değişim dinamiği yaratmak

için öncelikle kendine yeterlik köy ekonomisinden pazar ekonomisine geçmek

gerekiyordu. Bunun için de ilk olarak tarımla sanayiyi, köyle kenti bütünleştirme

yönünde önemli adımlar atılması bir zaruretti (Ecevit,2009:8-9). Bu gerçeğin

farkında olan Mithat Paşa, Tuna vilayetindeki üç buçuk yıllık görev süresi içinde

üç bin kilometre yol ve bin dört yüz köprü yaptırdı. Tuna nehrinde işletilmek üzere

bir vapur şirketi kurdurdu ve Rusçuk limanını ıslah ettirdi (Baykal, 1964:19).

Çünkü yolların inşasının, taşıma maliyetleri ve süresinin düşürülmesi ve ulusal

pazarın kurulması açısından hayati bir önemi vardı. Gerçekten de yolların

yapılmasıyla bölge ekonomisinde canlanma başlamış, halkın ilerleme umudu

artmış ve ekonomik nedenlerle Sırbistan’a olan göç durmuştur (Mithat Paşa,1997:

33). Birkaç yıl içinde, asfaltlı yollar, köprüler, sokak ışıkları, kamu binaları,

Avrupa’dan ithal edilmiş modern tarım makineleriyle donatılmış model çiftliklerle

Tuna, yeni bir yüze kavuşmuştur (Davison,2005:159).

İktisadi kalkınma için bir diğer temel faktör, yatırımlar için gerekli sermaye

birikiminin oluşturulmasıydı. Mithat Paşa bu amaçla Menafi Sandıkları ile Emniyet

Sandığı’nı kurdurdu. Birincisinin öncelikli amacı, köylüyü tefecilerin elinden

kurtarmaktı. Sandıklar, özellikle hasat sezonunun iyi geçmediği yıllarda köylülere

düşük faizle kredi temininde önemli bir görev üstlendiler (Davison, 2005:159)1.

Daha verimli bir tarım işletmeciliği için gerekli altyapının oluşturulması ve modern

tarım aletlerinin edinilmesi büyük ölçüde yine sandıklarca sağlanan ucuz krediler

sayesinde gerçekleşti. Bu şekilde ülkemizde ulusal kaynaklara dayalı bir

kalkınmacılığın temelleri atılmış oldu (Ecevit, 2009:7). Sandıklarda biriken faiz

gelirlerinin üçte ikisi okul, çeşme gibi bayındırlık hizmetlerine harcanıyor, üçte biri

de sandık sermayesine ilave ediliyordu (Mithat Paşa, 1997:50). Emniyet

Sandığı’nın kuruluş amacı ise sermaye birikiminin oluşturulması ve mevcut

birikimlerin yatırımcılara aktarılmasına aracılık etmesiydi (Mithat Paşa, 1997:84).

Bu yönüyle Emniyet Sandıkları ülkemizde modern topluma has bankacılığın ilk

örneğini oluşturmuştur. Sermaye birikimin sağlanmasının bir diğer koşulu ise

verimliliği artırmaktı. Mithat Paşa, bu amaçla modern tarım usullerinin uygulandığı

model çiftlikler kurmuş, Avrupa’dan tarım makineleri getirtmiş ve bu yolla halka

üretim ve ilerleme coşkusunu aşılamaya çalışmıştır (Mithat Paşa, 1997: 58). Bu

çabaların sonucunda vilayetin geliri iki yılda yirmi altı bin keseden üç yüz bin

keseye çıkmış (Akşin,1997:147), hazinenin gelirleri ise yüzde elli nispetinde

artmıştır (Mithat Paşa, 1997:47).

Mithat Paşa, Bağdat Valiliği sırasında da modern bir toplumun altyapısını

oluşturmak için merkezi yönetimden ve bürokrasi içindeki kişisel çekişmelerden

kaynaklanan bütün engellemelere ve bölgedeki yoğun asayiş sorunlarına rağmen

önemli adımlar attı (Mithat Paşa, 1997:113). Vergi ve asker alınması usullerini

modernleştirdi. Toprak reformu ile köylüleri arazi sahibi yaptı. Yol, atlı tramvay,

sanat okulu, tasarruf sandığı, hastane, ıslahhane yaptırdı. Bağdat ve Basra arasında

muntazam vapur seferleri başlattı, Dicle ve Fırat nehirlerinin taşması durumunda

oluşacak zararları engellemek üzere setler ve kanallar vücuda getirdi. Suriye sahili

ile Fırat nehri arasında bir demiryolu inşasıyla Akdeniz ve Hint Okyanusu’nu

birbirine bağlamak için bir takım teşebbüslerde bulundu (Baykal, 1964:27). Zira

elverişli yollar ve nakil vasıtalarının bulunmaması nedeniyle bölgedeki ürünler

zamanında satılamayıp elde kalıyor ve ithal edilmesi gereken mallara da aynı

nedenle ulaşılamıyordu (Mithat Paşa, 1997:108-109). Batı kadar güçlü olmanın

yolunun sanayileşmekten geçtiğini bilen Mithat Paşa, Bağdat’ta da tıpkı Tuna’da

olduğu gibi fabrikaların kurulması için yoğun çaba sarf etti. Yün ve pamuk

fabrikası ile askeri dikimevini kurdu. Verimliliği artırmak için sulama sistemlerini

hayata geçirdi ve model çiftliklerin kurulmasına ön ayak oldu. Tüm bu bayındırlık

ve iktisadi işlerle ilgili Polonyalı mühendislerin birikiminden yararlanmasını bildi

(Davison,2005:168-169).

İktisadi kalkınma ve modernleşme için bir diğer konu laik ve teknik

eğitimin yaygınlaştırılması idi. Tıpkı Tuna’da yaptığı gibi Bağdat’ta da yetimlerin

temel eğitiminin yanı sıra zanaat eğitimi de alabildikleri bir teknik okul, bir

ortaokul ve askeri öğrenciler için bir akademi kurdu. Ayrıca Bağdat kentini Batılı

bir görüntüye kavuşturma yönünde ciddi bayındırlık işlerine girişti. Kaldırımlar ve

sokak ışıkları ve halka açık bir parklar ile kent kısa sürede yeni bir çehre kazandı.

Su deposu sistemini başlattı, kentin yirminci yüzyıla kadar tanıyacağı tek köprüyü

inşa ettirdi, kente akılcı bir genişleme sağlama amacıyla eski surların bir kısmını

yıktırdı. Hayır ve yardım projeleriyle bedava tedavi sağlayan sivil bir hastane

yaptırdı (Davison,2005:168-169).

Tanzimat döneminde yurt dışına tahsil için gönderilen öğrencilerin,

döndüklerinde çok azı kendi uzmanlık alanında istihdam edilebiliyordu2. Mithat

Paşa, bir taraftan bu kadroların verimli olabilecekleri alanlarda istihdamı için

sanayileşme çabalarına girişirken, diğer taraftan da yeni açılan okulların üretime

dönük olmasına özen göstermekteydi. Rusçuk’ta orduya giyim eşyası yapan bir

fabrikaya bağlı bir kız sanat okulu yaptırması, sanayi okul işbirliğinin önemini

kavradığının bir kanıtıdır. Zira Mithat Paşa, kalkınmanın ancak teknik ve pratik bir

eğitimle beraber yürüyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden o, Osmanlı topraklarında,

ekonomik kalkınma amaçlı teknik eğitimi başlatan ilk devlet adamı oldu (Ecevit,

2009:7). Ona göre ülkenin kâtip ve subay yetiştirecek okullardan çok teknisyen

yetiştirecek okullara ihtiyacı vardı (Ortaylı, 2005:79). Prens Sabahattin’in sonraki

yıllarda söylediği gibi Osmanlı-Türk toplumunun Batı düzeyine ulaşması,

“münevver bir müstehlik” ten çok “müteşebbis müstahsiller” sayesinde mümkün

olacaktı (Prens Sabahattin, 1999:163). Mithat Paşa, çağdaşları arasında iktisadi

akılcılığa sahip olmakla temayüz etmiş bir devlet adamıdır. O, Tuna ve Bağdat

valilikleri sırasında yaptığı bayındırlık ve idari hizmetlerin çoğunu hazineye yeni

bir yük getirmeden, kendi çabalarıyla elde ettiği kaynaklarla finanse etmiştir3.

Görüldüğü üzere Mithat Paşa, Namık Kemal’in o yıllarda İbret’teki

başyazısında belirttiği üzere, medeniyet adına selefleri gibi kâğıt üstünde kalan ve

“resmi”nin sınırlarını aşmayan çalışmalarla uğraşmak yerine4, bütün hamiyetini

“hakiki olarak mülke nâfi” olan projelere hasretmiştir (Namık Kemal, 2005:287).

Gerçekten de Mithat Paşa’nın bu atılımları, geleneksel toplumun kabuğunu

çatlatacak ve modernleşme yönünde bir ivmeyi başlatabilecek girişimlerdir.



B. SİYASİ MODERNLEŞME

Mithat Paşa’nın Türkiye’nin modernleşmesine katkıları salt iktisadi alanla

sınırlı değildir. O, hukuk devleti, anayasal devlet, güçler ayrılığı ve parlamentarizm

gibi modern siyasi kurum ve ilkelerin ülkemizde yerleşmesi için her koşulda yoğun

bir çaba içinde olmuştur. Akılcı, yasal bir politik sistem oluşturmak üzere, ilk

adımda padişahın yetkilerinin bürokrasi ve yeni aydınlar sınıfı lehine kısıtlanması

çabalarına önderlik eden birkaç seçkinden biridir.

Mithat Paşa’nın devlet hizmetinde bulunduğu dönem, Osmanlı’nın dört bir

yandan etnik isyanlarla sarsıldığı ve devletin çözülme tehlikesi ile karşı karşıya

olduğu felaket yıllarıydı. Hersek’te çıkan bir ayaklanma gittikçe genişlemiş,

Bulgaristan’a kadar yayılmış, Sırbistan ve Karadağ imparatorluğa karşı silaha

sarılmıştı. Batı, bir yandan milliyetçilik hareketlerini alttan ata tahrik ediyor, öte

yandan da bu hareketlerin baş kışkırtıcısı olan Rusya’ya karşı Osmanlı’ya destek

vaadiyle ekonomik ve siyasi tavizler elde ediyordu. Bu durum, çok geçmeden

kendi kendini besleyen bir kısır döngüye dönüşmüştü. Osmanlı, bu paradokstan

kurtulmak için öncelikle gayrimüslim tebaanın ayrılıkçı eğilimlerini yumuşatacak

ve onları bir Osmanlı vatanı ve vatandaşlığı etrafında birleştirecek politikaları

devreye sokmak, sonra da bu milliyetçi şahlanışın temel nedenlerinden biri olan

devlet gücündeki azalmayı telafi edecek adımları atmak zorundaydı.

Ayrılıkçılığın dizginlenmesi ve gayrimüslim tebaanın devletle zayıflayan

bağlarının güçlendirilmesi için, onların güvenini kazanacak idarecileri iş başına

getirmek gerekiyordu (Ecevit, 2009:4).İşte bu nedenle devlet, onu, imparatorluğun

etnik isyanlarla çalkalanan en kritik vilayetlerinden biri olan Tuna’ya vali olarak

gönderdi5. Esasen Mithat Paşa’nın Tuna vilayetindeki uygulamaları bir anlamda

1856 sonrası Osmanlıcılığının “laboratuarı” özelliğini taşımaktadır (Somel, 2002:

98)6. Mithat Paşa, Osmanlı vatandaşlığı etrafında bir birlik duygusu yaratmanın

yolunun Müslüman ve Hıristiyan tüm tebaaya eşit ve adil davranmaktan geçtiğinin

bilincindeydi. Zira dış tahriklerin yanında, ağır vergiler, memurların adil olmayan

davranışları, rüşvet ve yolsuzluklar, etnik isyanların fitilini ateşleyen başlıca

nedenler arasında yer alıyordu (Akşin,1997:149). Memurların, devletin temel

meşruluk ilkesi olan adalet nosyonu ile bağdaşmayan bu uygulamaları, tebaa

nazarında devlet otoritesinin sarsılmasına yol açmıştı7. Mithat Paşa, adil ve dürüst

yönetimle sıradan insanların gönlünü fethetmek konusunda hayli mesafe aldı.

Mithat’ın politikalarının halk tarafından desteklenmesinin başlıca nedenlerinden

biri onun dürüst kişiliğiydi. Altında çalışan memurları seçerken de buna itina

gösteriyordu. Onun görev yaptığı vilayetlerde memurların rüşvet ve zimmete para

geçirme gibi tipik davranışlarında ciddi bir azalma olmuştu (Davison,2005:160).

Mithat Paşa, gayrimüslim tebaanın sorunlarının salt idari ve asayiş

tedbirleri ile çözülemeyeceğinin farkındaydı. Bu fikirden hareketle o, halkın

refahını yükseltecek pek çok iktisadi ve sosyal projeyi uygulamaya koydu. Niş

valiliği esnasında Müslüman ve Hıristiyanların birlikte devam edecekleri karma

okullar kurarak eğitim imkânlarını artırdı (Davison,2005:161). Tuna valiliği

sırasında açtığı ıslahhaneler (sanayi mektepleri) bu karma mekteplerin temelini

oluşturdu (Somel, 2002:98-99). Zira o, modern bir kategori olan ulusun ve ulusal

bilincin oluşturulmasında ulusal eğitimin öneminin farkındaydı. Gellner’in bir

çalışmasında (Gellner,1992) gösterdiği gibi ulusal eğitim, etnik ve dini aidiyetleri

aşan bir üst kimliğin oluşmasında, özellikle ulusal ekonominin kurulması

çabalarıyla birleştiğinde ciddi bir işlev görebilmektedir. Mithat Paşa’nın Niş ve

Tuna’daki bu deneyimi, İstanbul’daki bürokratlar tarafından yaşamsal önemde

kabul edilmiştir. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ndeki Müslim ve

gayrimüslim çocukların orta ve yüksek öğrenimi birlikte yapmalarına yönelik

düzenleme, Mithat Paşa’nın Tuna’daki uygulamalarından esinlenilerek yapılmıştır

(Somel, 2002:98-99). Karma okullar, eğitimin laik bir içeriğe kavuşması

bakımından da önemli bir adım olmuştur.

Mithat Paşa görev yaptığı vilayetlerdeki bütün icraatlarında halkla ve yerel

güçlerle diyalog ve uzlaşmaya özen gösterdi (Mithat Paşa,1997:31-32). Niş’te

halkla devleti yakınlaştırmak ve halkı yönetim sürecine dâhil etmek amacıyla

Merkez Odası uygulamasını başlattı. Bu oda, gece gündüz her saatte halkın

başvurularına cevap veriyordu (Mithat Paşa, 1997:334). Zira o, bir Osmanlı üst

kimliğinin tesisi için, salt kanuni idareyi yeterli görmüyor, yönetilenlerin yönetime

katıldıkları ve devleti sahiplenmelerine yarayacak bir idare tarzını yerleştirmeye

çalışıyordu (Ortaylı, 2005:77). Karpat’ın (2006a:47) da belirttiği gibi Mithat Paşa,

1876 Anayasası’nı ve parlamentoyu, yalnızca padişahın otoritesini sınırlayan bir

araç değil, aynı zamanda toplumdaki belli başlı sosyal gruplar ile merkez arasında

işbirliğini tesis etme yöntemi olarak görmüştür. Çünkü o, memleket meselelerinin

merkezi iktidar ile imparatorlukta son birkaç yüzyılda ortaya çıkan yeni sosyal

seçkinler tabakası arasında yaşanacak mutabakatla çözülebileceğine inanmaktaydı

(Karpat, 2006b: 375)8.

Mithat Paşa, vilayet yönetiminde Tanzimat’ın başından beri uygulanan

modern otokratik yöntemi terk eden ilk devlet adamımızdır. Vilayet halkına

yönetime katılmada ve sorunlara çözüm üretmede daha çok inisiyatif tanımış ve

bunu meclisler sayesinde kurumsallaştırmıştır. Mithat Paşa’nın Niş vilayetindeki

uygulamalarından esinlenilerek çıkarılan1864 Vilayet Kanunu ile vilayetlerde

Genel Meclisler kurulmuştur. Meclislerin kuruluş nedeni, sadece hükümetin

taşradaki etkinliğini artırmak değil, aynı zamanda temsil ilkesini yaygınlaştırarak

azınlıkların yerel şikâyetlerini ve bunları istismar eden yabancı devletlerin

baskısını hafifletmekti. Bu kanunla devlet, eyaletlerde merkezi idare ile yerel

otoriteyi birleştirmeyi, eyalet başkentindeki kamu işlerinin yürütülmesini

çabuklaştırmayı ve meclisin temsil kabiliyetini artırmayı hedeflemişti (Davison,

2005:149). Mithat Paşa, vilayet meclislerini, bu amaçlara ilave olarak ülke çapında

bir meclise, Mebusan Meclisi’ne bir başlangıç olarak düşünmüştür (Mithat Paşa,

1997:23)9.

Mithat Paşa, meclisin seçimle gelen üyelerinin vilayet, liva, kaza ve köy

düzeyinde hakkaniyete uygun bir biçimde seçilmelerine özen göstermiştir (Ortaylı,

2005: 79). Vilayet meclislerinin yanında ayrıca köylerde İhtiyar Meclisleri,

kazalarda İdare Meclislerinin kurulmasına öncülük etmiştir (Baykal,1964:16-18;

Davison, 2005:160). Onun bu çabaları, ülkemizde, en ufak yerel birimler olan

köylerden başlayan bir demokratikleşme pratiğinin oluşması açısından dikkate

değerdir (Ecevit, 2009:6).

Mithat Paşa, imparatorlukta meşrutiyet düşüncesinin yaygınlaştırılmasında

da önemli bir rol üstlenmiş, 1876 Anayasası’nın ilanı onun üstün gayretleri

sonucunda gerçekleşmiştir (İnal, 1969:344-350;Berkes, 2004:328-329). Etnik

isyanlarla çalkalanan Osmanlı’nın dağılma sürecini durduracak en başta gelen

çözümün anayasal ve temsili bir siyasal düzenin tesisi olduğu görüşü Yeni

Osmanlılar başta olmak üzere aydın çevrelerde yaygın kabul gören bir öneriydi.

Ancak Mithat Paşa’nın anayasacılığı salt bu amaca yönelik bir pragmatizmden

kaynaklanmıyordu. Çünkü o, kişisel yönetimin her zaman için hukuksuzluğa ve

keyfiliğe yol açabileceğini, uzun devlet deneyimi sırasında gözleme fırsatı

bulmuştu. Bürokratlar, statüleri gereği isteseler de buna engel olamıyorlardı.

Kendisinin de görev yaptığı Abdülaziz dönemi, millete karşı sorumlu olmayan bir

yönetimin yanlışlarının hangi boyutlara varabileceğinin sayısız örnekleri ile

doluydu (Mithat Paşa, 1997:157-182). Çözüm, hükümeti denetleyecek ve yasama

işlevini yerine getirecek parlamenter sitemdeydi. O, 1876 Anayasası’nın ilanından

sonra ikinci kez sadrazamlığa atandı ve bu görevi esnasında sultana değil, millete

karşı sorumlu bir başbakan gibi davrandı (Çetinsaya, 2002:63). Her iki sadaretinde

de azledilmesinin başlıca nedeni buydu (İnal, 1969:328-334). Zira Abdülhamit,

Tanzimat’la birlikte Bab-i Ali’ye geçen iktidarı yeniden eline almak ve

patrimonyalizmi ihya etmek istiyordu. Mithat Paşa ise aksine, milletin iradesine

dayanmayan bir iktidarla Osmanlı’nın daha fazla varlığını devam ettiremeyeceği

kanaatindeydi10.

Mithat Paşa, çağın gereklerine uygun olarak, devlet hizmetinde “verim”

kavramını yerleştirmek ve Batı’da olduğu gibi devleti ve bürokrasiyi rasyonel bir

araç haline dönüştürmek istemiştir. Bağdat valiliğine atandığında vilayetin ileri

gelenleri ile yaptığı konuşma bu bağlamda önemlidir. Zira o bu konuşmasında

devletin ve bürokrasinin varlık nedenini halka hizmet olarak açıklamıştır

(Somel,2002:95). Devletin ekonomiye, kültüre üstün ve öncelikli olduğu kadim

Osmanlı devlet geleneği dikkate alındığında bu, önemli bir kırılma anlamına

geliyordu.



C. KÜLTÜREL MODERNLEŞME

Mithat Paşa valilikleri sırasında Niş, Rusçuk ve Sofya’da Islahhane kurarak

yetim kalmış Müslüman ve Hıristiyan çocukların korunması ve meslek edinerek

toplum hayatına katılmalarına katkı sağlamıştır. Şura-yı Devlet Reisliği sırasında

aynı okulu İstanbul’da da kurmuş, öğrencilerin sanayinin çeşitli dallarında

çalışmalarına imkan verecek demircilik, dökümcülük, marangozluk vb. gibi

alanlarda uzmanlaşmaları sağlanmıştır (Mithat Paşa, 1997:81-83). Bu okullar

ülkemizde sanat okullarının ilk tipini oluşturmuştur. Geri kalmışlığın baş

nedenlerinden biri olan cehaleti izale etmek için, temel eğitimi zorunlu gören

Mithat Paşa, ilk sadrazamlığı sırasında yeni mekteplerin yapılabilmesi için isteyen

mahallerde aşar vergisine bir defaya mahsus yüzde birlik bir ilave yapılması için

vilayetlere genelge göndermiştir (Mithat Paşa, 1997:167-168).

Tuna Valiliği sırasında Rusçuk’ta bir basımevi kurdurmuş ve Tuna adı ile

bir Türkçe ve Bulgarca bir gazetenin çıkarılmasını sağlamıştı‰_™_¤ ¤¸_r. Gazete, toplumun

bilgi seviyesini yükseltmek ve devlet dışında siyasi ve toplumsal konularda fikir

tartışmalarının yapıldığı bir kamusal alanın açılması konusunda önemli bir işlev

üstlenmiştir. Ayrıca yerel dilde haberlerin de yer aldığı vilayet gazetesi de yine ilk

kez burada yayınlanmaya başlamıştır. Mithat Paşa, bir yandan Bulgarca gazete

çıkarıp kitaplar yayınlatırken öte yandan da Bulgar okullarına Türkçe dersi ve

Osmanlı tarihi ve coğrafyası gibi dersler koydurarak, Osmanlı yurtseverliğini

aşılamaya çalışmıştır. O, Rusya ve Sırbistan’dan gelen ihtilalcı yayınların etkisini

bu yolla kırmak istemiş ve bu çabalar kısa sürede bekleneni vermiş ve halk yeniden

sükûnete kavuşmuştur (Ortaylı, 2005:79).



SONUÇ

Mithat Paşa’nın modernleşme adına yaptıklarını bir bütün olarak

baktığımızda, kendinden önceki ilk iki kuşak Tanzimatçılardan farklı ve isabetli

bir modernleşme önermesi ortaya koyduğu görülmektedir. Zira onlar meseleyi,

bozulan devlet nizamının Batı’dan alınacak bir takım usullerle yeniden

düzenlenmesi olarak görmüşler ve devlet cihazını sağlamlaştırmak üzere yapılan

reformların yükünü ise bu reformların hayat standartlarında hissedilir bir iyileşme

yaratmadığı geniş halk kesimlerinin boynuna yüklemişlerdir. Beklenebileceği gibi

bu durum, halkı, Batılılaşmaya/modernleşmeye karşı soğuk ve mesafeli bir tavır

alışa sevk etmiştir. Mithat Paşa ise görev yaptığı süre içinde, Tanzimat’ın başından

beri uygulanan otokratik modernleşme yöntemini bir yana bırakarak, önceliği

halkın refah seviyesini yükseltecek alt yapı yatırımlarına vermiş ve bu yolla

modernleşmeyi bir toplumsal değişim süreci haline sokmak istemiştir. Bu yönde

attığı somut adımların olumlu sonuçları, halkta ilerleme şevk ve heyecanını

artırmış ve değişime yönelik bir sempatinin oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca o,

seleflerinden farklı olarak, uygulamaya soktuğu her projeyi, yönetilenlerle sıkı bir

diyalog içinde, onların rızasını alarak hazırlamış ve hiçbir zaman tek taraflı ve

dayatmacı bir tutum içinde olmamıştır.

Mithat Paşa’nın yukarıda ele alınan modernleşme önermesi ve politikaları,

Osmanlı toplumunda modernleşme yönünde bir açıklığın yaratılmasına katkı

sağladığı kadar, Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşanan modernleşme sorunlarının

aşılmasında da yol gösterici olmuştur. Gerçekten de Cumhuriyet Türkiye’sinin

yaşadığı pek çok sorunun temelinde, modernleşmenin nesnel koşullarının yeterince

var edilememiş olması olgusu yatmaktadır. Çünkü her bakımdan geleneksel olan

bir toplumda, laikliğin yerleşikleşmesinden ulusal bütünleşmenin sağlanmasına,

spekülatif bir düşünce geleneğinin var edilmesinden demokrasinin sağlıklı bir

işleyişe kavuşmasına kadar, modern topluma özgü olguların ortaya çıkarılmasının

ön koşulu, sanayileşme ve buna paralel yürüyen iktisadi gelişmedir. Aksi halde salt

kâğıt üzerinde yapılacak yasal düzenlemelerle ve yukarıdan biçimlendirici

projelerle geleneksel bir toplumun modern kılınmasına imkân yoktur. Bu durum

modernliğin bütün parametreleri için neredeyse aynı ölçüde geçerlidir. Örneğin

modernliğin siyasal boyutunu oluşturan demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlemesi

için, toplumda bir işlev ayrışmasının yaşanması gerekir ki; bu da ancak tarım

toplumundan sanayi toplumuna geçişle mümkün olur. Böylesi bir ayrışmanın

yaşanmadığı bir toplumda siyaset, reel sorunlar üzerinden ve sahici aktörler

tarafından yürütülen bir faaliyet olmak yerine, dar bir elit sınıf içindeki kliklerin

siyaset dışı kalması gereken konular üzerinde yürüttüğü kısır çekişmelerden öteye

geçmeyecektir.

Şüphesiz, bu çalışma, Türk modernleşmesi sürecinde iktisadi parametrenin

önemini kavramış olan tek kişinin Mithat Paşa olduğu iddiasında değildir. Mithat

Paşa’nın önemi, bu gerçeği ilk fark eden seçkinlerden biri olması ve dahası ortaya

koyduğu modelin, modernleşmeyi yasal düzenlemelerle gerçekleştirmeyi

hedefleyen kameralist modelden daha elverişli olmasıdır. Bu modelin etkinliği, salt

onun dönemi ile sınırlı kalmamış, Türk modernleşmesinin sonraki evrelerinde de

modernleştiriciler açısından esin kaynağı olmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminde

İttihatçı iktidar, devletin karşı karşıya olduğu sorunların asıl nedeninin askeri

olmaktan çok iktisadi olduğu teşhisinde bulunmuş ve ulusal ekonominin

kurulmasına öncülük edecek bir yerli burjuva sınıfı yaratmak üzere milli iktisat

ideolojini inşa etmiştir. Yine Mustafa Kemal, daha Cumhuriyet ilan edilip

Lozan’da ulusal bağımsızlık onaylanmadan İzmir’de bir iktisat kongresi

düzenlemiş ve ulusal bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla kaim olduğu

düşüncesiyle yeni devletin iktisat politikalarını saptama yoluna gitmiştir.

Cumhuriyet’in kuruluşu ile yürürlüğe konulan bütüncü modernleşme anlayışı

içinde bir ideal olarak belirlenen modern kategorilerin yerleşikleşmesi, toplumsal

yapıda yaşanan değişimlere paralel olarak gerçekleşmiştir. Türk modernleşmesi bu

gün için hatırı sayılır bir eşiğe ulaştıysa, bu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan

iktisadi kalkınma hamlesinin 1950 ve 1980 sonrasında kazandığı yeni ivmelerle

toplumsal yapıda yarattığı köklü değişimlerin sonucunda gerçekleşmiş, Türk

toplumunda modernliğin siyasal ve kültürel boyutları da ancak bu gelişmelere

paralel olarak varlık kazanmıştır. Eğer Türk modernleştirici seçkinleri, Mithat

Paşa’nın yaptığı gibi, başından itibaren toplumun egemen üretim biçimini kökten

değiştirecek, iktisadi akılcılığı hâkim kılacak sahici çabalar içinde olsalardı

Türkiye’de modernleşme, bugün olduğundan daha üst ve ileri bir aşamaya ulaşmış

ve toplumsal taleplere bağlı olarak gelen modern üst yapı kurumları, daha sahici bir

öz ve içeriğe kavuşmuş olacaktı.



KAYNAKÇA

AKŞİN, Sina (1997), “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi Cilt 3: Osmanlı

Devleti 1600-1908, Cem Yayınevi, İstanbul.

AHMET RIZA (2004), Batı’nın Politik Ahlaksızlığı, Türkçesi: Ergun Göze,

Boğaziçi Yayınları, İstanbul.

BERKES, Niyazi (2002), Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz: Ahmet Kuyaş, Yapı

Kredi Yayınları, İstanbul.

BAYKAL, Bekir Sıtkı (1964), Mithat Paşa- Siyasi ve İdari Şahsiyeti-, Kral

Matbaası, Ankara.

ÇETİNSAYA, Gökhan (2002), “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti”

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:1, Ed., Mehmet Ö. Alkan ,

İletişim Yay., İstanbul.

DAVİSON, Roderic H. (2005), Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 2.Baskı, Çev.

Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul.

ECEVİT, Bülent (2009), Mithat Paşa ve Türk Ekonomisinin Tarihsel Süreci,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

GELLNER, Ernest (1992), Uluslar ve Ulusçuluk, Çev. Büşra Ersanlı Behar-Günay

Göksu Özdoğan, İnsan Yayınları, İstanbul.

İNAL, Mahmut Kemal (1969), Son Sadrazamlar, III. Cüz, Dördüncü Basılış, Milli

Eğitim Basımevi, İstanbul.

İNALCIK, Halil veMehmet SEYİTDANLIOĞLU (2006), Tanzimat-Değişim

Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Derl.:Halil İnalcık-Mehmet

Seyitdanlıoğlu, 2.Baskı, Phoenix Yayınevi, Ankara.

KARPAT, Kemal H. (2006a), “Osmanlı Devleti’nin Dönüşümü 1789-1908”,

Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Çev. Dilek Özdemir,

İmge Yay., Ankara.

KARPAT, Kemal H. (2006b), “Osmanlı Parlamentosu ve Sosyal Açıdan Önemi”,

Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Çev. Dilek Özdemir,

İmge Yay., Ankara.

MİTHAT PAŞA (1997), Tabsıra-i İbret (Hayatım İbret Olsun), Cilt:1, Haz: Osman

Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul.

NAMIK KEMAL (2005), Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün

Makaleleri 1, Haz: Nergiz Yılmaz Aydoğdu-İsmail Kara, Dergâh

Yayınları, İstanbul.

ORTAYLI, İlber (2007), “Mithat Paşa’nın Vilayet Yönetimindeki Kadroları ve

Politikası” Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul.

PRENS SABAHATTİN (1999), Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar,

Çeviriyazı: Fahri Unan, Ayraç Yayınları, Ankara.

SOMEL, Selçuk Akşin (2002), “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık

Düşüncesi” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt1: Tanzimat ve

Meşrutiyet’in Birikimi,4.Baskı, Ed. Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları,

İstanbul.



NOTLAR

1 Köylüler her köyde sandık fonu için yarım dönüm toprak işliyorlar; bu ürünler ihtiyar

meclislerince satılıp elde edilen sermaye ihtiyaç sahibi köylülere düşük faiz oranıyla borç

veriliyordu (Davison, 2005:159; Mithat Paşa, 1997: 49).

2 Örneğin Avrupa’da ziraat tahsili yapan Ahmet Rıza dönüşünde tarım teşkilatında istihdam

edilememiş, burada öğrendiği tarım tekniklerini uygulama fırsatı bulamayarak eğitim işleri

ile meşgul olmuştur (Ahmet Rıza, 2009:288).

3 Kaynak yaratma süreci ve yollarının ayrıntısı için bakınız: Mithat Paşa, 1997.

4 Namık Kemal’e göre Tanzimat, “Devlet-i Aliyye’de kağıt üzerine bir çok tasavvurât ve

tedâbir ile memleketin medeniyet ve mamuriyetine kıyam etmek (…) [ve] idarede ıslah için

kanun yapılmamış küçük bir şube kalmadığı gibi memlekette tanzim ve imârı için imtiyaz

istenmemiş bir arşın yol, bir karış yer yoktur denilebilir. Bununla birlikte elimizde bulunan

âsâr-ı terakki bir Gülhane Hattı ve yalan yanlış bir düstur ve nâkıs bir Mecelle ve vacibü’tta

‘dîl bir nizamname-i Vilâyât ile Tuna’da, Bosna’da birkaç şose, Varna’da ve Edirne’de,

İzmir’de bir iki parça demiryolundan ibarettir” (Namık Kemal,2005: 286-287).

5 Mithat Paşa’nın 1869’da Bağdat valiliğine atanması da yine aynı nedenledir: Kürt ve Arap

aşiretlerinin bağımsızlık heveslerini söndürmek (Davison,2005:167).

6 Mithat Paşa’nın Osmanlıcılık ideolojisine olan içten bağlılığını, onun maiyetindeki

kadrolara bakarak da anlamak mümkündür. İsmail Kemal Bey Arnavut, Odian Efendi

Ermeni, Kılıç Vasıf Efendi Hırvat, Ahmet Mithat Efendi Çerkez’di. O, Bulgar

milliyetçiliğinin kaynadığı bir bölgeye, Tuna’ya bu kozmopolit kadrolarla geldi

(Ortaylı,2005:77-78).

7 Bilindiği üzere Tanzimat reformlarının gayelerinden biri yerel idarecilerin halka karşı

keyfi uygulamalarının yarattığı hoşnutsuzlukları ve bunun yarattığı ayrılıkçı hareketleri

önlemekti (Somel, 2002:88).

8 Niş, Tuna ve Bağdat vilayetlerinde bazı etkin ekonomik ve mali reformların

uygulanmasında yerel hükümetin merkezle işbirliği yapmasını sağlamada hatırı sayılır bir

başarı elde etmiştir (Karpat, 2006b:375).

9 Mithat Paşa anılarında Ali ve Fuat Paşaların da bu konuda kendisinden farklı bir görüş

içinde olmadıklarını belirtmektedir (Mithat Paşa, 1997:44).

10 Avrupa medeniyet ve terakkisi ile anayasal düzen arasında kurduğu doğrudan sebep

sonuç ilişkisi bunu açıkça göstermektedir: “…(D)evlet ve milletin uğradığı hal-i buhran ve

tehlikelerden kurtarılması (…) tedbir ve tek çaresi meşveret usulü, hürriyet ve serbestlik

esası üzerine kurulan ve Avrupa’nın medeniyet ve mâmûriyetini bugün gördüğümüz

ilerleme derecesine getiren Constitüsyon Kanunu [Kanun-u Esâsi] gibi memleketimizde de

bir kanunun çıkarılmasına bağlıdır” (Mithat Paşa, 1997:191).

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 46709

ulkucudunya@ulkucudunya.com