TÜRK MODERNLEŞMESİ SÜRECİNDE MİTHAT PAŞA
İlyas SÖĞÜTLÜ 01 Ocak 1970
Özet
Bu çalışma, Türk modernleşmesinin en önemli figürlerinden bir olan Mithat
Paşa’nın modernleşme anlayışı ve politikaları üzerine odaklanmaktadır. Mithat Paşa’ya
kadar Osmanlı’daki reform çabaları, daha çok devletin içte ve dışta etkinliğini artırmaya
dönük politikalardan ibaretti. Mithat Paşa ise modernleşmenin nesnel koşullarını hazırlama
ve onu bir toplumsal değişim süreci haline sokma yönünde bir seferberlik başlattı. Zira ona
göre Batı karşısında alınan yenilgiler dizisine son vermek için, devletle birlikte toplumsal
yapıda da modernleşme yönünde bir açıklık yaratmak gerekiyordu. Böylesi bir sahici
değişimin manivelası ise ekonomiydi. Bu nedenle o, kırk yılı aşan devlet hizmeti süresince
iktisadi kalkınma konularına özel bir önem atfetti. Zira Batı’dan aktarılan modern kurum ve
değerler, ancak onlara kaynaklık eden iktisadi koşulların yaratılması durumunda işlerlik
kazanabilirdi. Türk modernleşmesi üzerine yeniden düşünmek ve bu süreçte atılan
adımların niçin kimi zaman aksi sonuçlar verebildiği sorusuna cevap bulmak açısından
Mithat Paşa’nın çabaları bir gösteren işlevi görebilecek düzeydedir. Ki zaten bu çalışmayı
yönlendiren en temel motivasyon da budur.
GİRİŞ
Osmanlı-Türk toplumunda modernleşme, toplumun iç dinamiklerinin
yarattığı bir toplumsal değişim süreci olarak ortaya çıkmış değildir. Batı’dakinin
aksine Osmanlı’da modernleşme, Batı’nın meydan okumalarına karşı devletin
kendi gücünü takviye etmesi gibi pratik bir nedenden türemiş ve bu sürecin yegâne
yönlendiricisi ise seçkinler ve devlet olmuştur. Devletin yanında sivil toplumun
sahneye çıktığını ve modernleşmenin taşıyıcılığını üstlendiğini görmek için 1980’li
yılları beklemek gerekecektir. Ülkemizde Batı’daki burjuva benzeri bir sınıfının
bulunmaması, toplumsal motivasyonların zayıflığı gibi nedenlerin otoriter ve
yukarıdan biçimlendirici modernleş(tir)me yöntemini zorunlu kıldığı söylenebilir.
Ancak karşılaştığı her sorunu, idari ve siyasi bir sorun olarak algılayan ve onu yine
devlet tarafından alınacak idari-siyasi tedbirlerle çözmeyi düşünen Osmanlı
geleneğinin de bu tercihte belirleyici olduğuna şüphe yoktur. Modernleşmenin
yüzeyde kalması, devlet sınırlarını aşamamasının başlıca nedenlerinden biri, işte bu
toplumun yasalar yoluyla istenen bir kalıba dökülebileceği biçimindeki kadim
Osmanlı siyaset ilkesidir. Ancak iki asrı aşan Türkiye’nin modernleşme serüveni
içinde, modernleşmeyi farklı biçimde anlayan ve bu hâkim modernleşme çizgisinin
dışında bir kanal açmaya çalışan kimi devlet adamlarına da rastlanabilmektedir.
Modernleşme tarihimizde bunun en öne çıkan figürlerinden biri hiç şüphesiz
Mithat Paşa’dır. Mithat Paşa, bu süreçte, bir teorisyen olarak değil, aksiyon adamı
olarak rol üstlenmiştir. Buna rağmen o, pek çok teorisyenden daha tutarlı ve
analitik bir modernlik kavrayışına sahiptir ve bunu hem taşra idaresinde hem de
merkezi idarede yaptığı başarılı çalışmalarla göstermiştir.
Türk modernleşmesi üzerine yeniden düşünmek ve bu süreçte atılan
adımların niçin kimi zaman aksi sonuçlar verebildiği sorusuna cevap bulmak
açısından Mithat Paşa’nın başarıları, bir gösteren işlevi görebilecek düzeydedir.
Ülkemizde hürriyet kavramının yerleşmesi ve meşruti bir idarenin kurulması
yönünde sarf ettiği çabalar onu Türk siyasi modernleşmesinin sembol isimlerinden
biri haline getirmiştir. Oysa onun modernleşmenin nesnel koşullarını hazırlama ve
modernleşmeyi devlet sınırlarının ötesinde bir toplumsal değişim süreci haline
sokmak yönündeki çabaları en az siyasi alandakiler kadar önemlidir. Ancak ne var
ki; bu güne kadar Türk sosyal bilimler yazınında bu konu üzerinde yeterince
durulmuş değildir.
Mithat Paşa, ilmiye mensubu bir ailenin çocuğu olarak 1822 yılında
İstanbul’da dünyaya geldi. Babası oğluna Ahmet Şefik adını verdi. Oldukça genç
denilebilecek bir yaşta Divan-ı Hümayun Kalemi’nde devlet görevine başladı. Zekâ
ve kabiliyetiyle kısa sürede amirlerinin dikkatini çekti ve kendisine Mithat adı
verildi. Dönemin tanınmış âlimlerinden dersler aldı. Kendi kendine Fransızca’yı
öğrendi (Baykal,1964:9-10). Genç yaşta imparatorluğun değişik bölgelerinde
ortaya çıkan milliyetçilik hareketlerinin yatıştırılmasında tam bir Osmanlılık
bilinciyle önemli roller üstlendi. Müfettişlik, Niş, Tuna, Bağdat, Selanik, Suriye,
İzmir vilayetlerinde valilik, Şûra-yı Devlet reisliği (1868), Adalet Nazırlığı (1873),
Sadrazamlık (1872,1876) yaptı. Ortodoks anlamda sofu bir Müslüman değildi. On
dokuzuncu yüzyıl Avrupası’nda yaşayan pek çok kişi gibi liberal ve laik eğilimlere
sahipti (Davison,2005:152).Devletteki görevleri sırasında Sadık Rıfat, Mustafa
Reşit, Âli ve Fuat Paşaları yakından tanıma imkânı buldu ve bu süreçte temel ülke
sorunları ve bunlara yönelik çözümlerin neler olabileceği konusunda tecrübe
kazandı.
I.TANZİMAT’IN DAYANDIĞI MODERNLEŞME ANLAYIŞI
İmparatorluğun Batı karşısında gerileyişinin sebepleri nedir sorusuna
Tanzimat kadrolarının bulduğu cevap; devlet nizamının bozulması ve Batı’nın
askeri üstünlüğü idi. Bu teşhise paralel olarak Mustafa Reşit Paşa ve ikinci nesil
Tanzimat paşalarından sayılan Âli ve Fuat Paşalar, meseleyi Batı’dan alınacak yeni
usullerle devlet cihazının sağlamlaştırılması olarak gördüler. Bu nedenledir ki bu
kadrolarca, Osmanlı toplumunun temel değerlerinin, egemen üretim biçiminin ve
siyasi yapısının tartışılması söz konusu olmamıştır. Amaç oldukça nettir: mevcut
yapının iyileştirilmesi ve sağlamlaştırılması. Bu husus, Tanzimat Fermanı’nda
şöyle dile getirilir:
“Devlet-i Aliyyemizin mevki-i coğrâfîsine ve arazi-i münbitesine ve halkın
kabiliyyet ve istidatlarına nazaran esbâb-ı lazimesine teşebbüs olunduğu halde beş
on sene zarfında bi-tevfikihî teâlâ sûver-i matlûba hâsıl olacağı zâhir
olmağla (…)Devlet-i Aliye ve memâlîk-i mahrûsamızın hüsn-i idâresi zımmında
b’azı kavânîn-i cedide vaz’ ve tesisi lazım ve mühim görünerek…” (İnalcık-
Seyitdanlıoğlu, 2006:1).
Fermanda da söylendiği gibi Tanzimatçılar, Batı bilim ve teknolojisinin
ithali, iyi bir idari sistemin kurulması ve yeni yasal düzenlemelerle, beş on sene
içinde Avrupa ile Osmanlı arasındaki güç dengesinin yeniden tesis edilebileceği
kanısındadırlar. Mithat Paşa’ya kadar reform çalışmaları, devletin askeri gücünü
takviye için yeni silahların alınması, Batı usulüne uygun yeni askeri birliklerin
kurulması, idari yapıyı yeniden düzenleme ve Müslüman tebaa ile gayrimüslimler
arasında eşitliği sağlamaya yönelik hukuki düzenlemelerden ibaret kaldı. Ne var ki
üst yapının sınırlarını aşamayan bu türden reformlarla, Türkiye’nin Batı ile aradaki
mesafeyi kapatmasına imkân yoktu. Batı’ya yetişmek için ülkenin ekonomik,
toplumsal ve siyasal yapısından, düşünme stilinde kadar daha esaslı ve derinlere
giden bir değişim dinamiği yaratmak gerekiyordu. İşte Mithat Paşa’nın Türk
modernleşmesi açısından önemi tam da bu noktada karşımıza çıkmaktadır.
II. MİTHAT PAŞA’NIN MODERNLEŞME ÇABALARI
O, Tanzimatçılardan farklı olarak, modernleşmenin nesnel koşullarının
oluşturulmasını ön plana aldı ve değişimi tabandan tavana yürüyen bir süreç haline
sokmak istedi. Osmanlı toplumunda modernleşmenin süreklilik kazanması ve
kendi kendini besleyen bir süreç haline gelmesi için yapılacak ilk iş, egemen
üretim biçiminin değiştirilmesiydi. Zira iktisadi cephedeki bir değişim, diğer
alanlardaki değişimleri de uyarıp, peşinden sürükleyebilme potansiyeline sahipti.
Bu yüzden o, Tuna ve Bağdat başta olmak üzere valilik yaptığı vilayetlerde
önceliği bölgenin ekonomik ve kültürel gelişmesine verdi. Mithat Paşa,
modernleşme anlayışı bakımından seleflerinin öteye, kendisinden sonra gelen
modernleştiricilerden ve özellikle Jön Türklerden de ayrılmaktadır. Zira Prens
Sabahattin istisna edilirse Jön Türk kadroları modernleşmede önceliği rasyonel
insanın ortaya çıkarılmasına ve kültürel değişime vermişler ve akılcı insan tipinin
modern toplumu inşa edebileceği varsayımından hareket etmişlerdir. Bu mekanik
ve tek faktörcü modernleşme anlayışı yüzünden, sahici bir modernleşmenin nirengi
noktası olan toplumun iç dinamiklerinin harekete geçirilmesi hususunu gözden
kaçırmışlardır. Yine bu kadrolar, modernleşmeyi devlet eliyle ve projeler kanalıyla
gerçekleştirilmeyi hedeflerken, Mithat Paşa modernleşmede devlete sınırlı ve
dolaylı bir rol biçmiş ve onu aktörü toplum olan bir değişim süreci haline sokmak
istemiştir.
A. İKTİSADİ MODERNLEŞME
Mithat Paşa, toplumsal değişmenin ana devindirici gücü olarak ekonomi
faktörünün farkındaydı. Zira kentleşme, sanayileşme, bireyleşme, laikleşme gibi
modernliğin diğer parametrelerini tetikleyebilecek en temel faktör ekonomiydi.
Osmanlı toplumunda modernleşme yönünde güçlü bir değişim dinamiği yaratmak
için öncelikle kendine yeterlik köy ekonomisinden pazar ekonomisine geçmek
gerekiyordu. Bunun için de ilk olarak tarımla sanayiyi, köyle kenti bütünleştirme
yönünde önemli adımlar atılması bir zaruretti (Ecevit,2009:8-9). Bu gerçeğin
farkında olan Mithat Paşa, Tuna vilayetindeki üç buçuk yıllık görev süresi içinde
üç bin kilometre yol ve bin dört yüz köprü yaptırdı. Tuna nehrinde işletilmek üzere
bir vapur şirketi kurdurdu ve Rusçuk limanını ıslah ettirdi (Baykal, 1964:19).
Çünkü yolların inşasının, taşıma maliyetleri ve süresinin düşürülmesi ve ulusal
pazarın kurulması açısından hayati bir önemi vardı. Gerçekten de yolların
yapılmasıyla bölge ekonomisinde canlanma başlamış, halkın ilerleme umudu
artmış ve ekonomik nedenlerle Sırbistan’a olan göç durmuştur (Mithat Paşa,1997:
33). Birkaç yıl içinde, asfaltlı yollar, köprüler, sokak ışıkları, kamu binaları,
Avrupa’dan ithal edilmiş modern tarım makineleriyle donatılmış model çiftliklerle
Tuna, yeni bir yüze kavuşmuştur (Davison,2005:159).
İktisadi kalkınma için bir diğer temel faktör, yatırımlar için gerekli sermaye
birikiminin oluşturulmasıydı. Mithat Paşa bu amaçla Menafi Sandıkları ile Emniyet
Sandığı’nı kurdurdu. Birincisinin öncelikli amacı, köylüyü tefecilerin elinden
kurtarmaktı. Sandıklar, özellikle hasat sezonunun iyi geçmediği yıllarda köylülere
düşük faizle kredi temininde önemli bir görev üstlendiler (Davison, 2005:159)1.
Daha verimli bir tarım işletmeciliği için gerekli altyapının oluşturulması ve modern
tarım aletlerinin edinilmesi büyük ölçüde yine sandıklarca sağlanan ucuz krediler
sayesinde gerçekleşti. Bu şekilde ülkemizde ulusal kaynaklara dayalı bir
kalkınmacılığın temelleri atılmış oldu (Ecevit, 2009:7). Sandıklarda biriken faiz
gelirlerinin üçte ikisi okul, çeşme gibi bayındırlık hizmetlerine harcanıyor, üçte biri
de sandık sermayesine ilave ediliyordu (Mithat Paşa, 1997:50). Emniyet
Sandığı’nın kuruluş amacı ise sermaye birikiminin oluşturulması ve mevcut
birikimlerin yatırımcılara aktarılmasına aracılık etmesiydi (Mithat Paşa, 1997:84).
Bu yönüyle Emniyet Sandıkları ülkemizde modern topluma has bankacılığın ilk
örneğini oluşturmuştur. Sermaye birikimin sağlanmasının bir diğer koşulu ise
verimliliği artırmaktı. Mithat Paşa, bu amaçla modern tarım usullerinin uygulandığı
model çiftlikler kurmuş, Avrupa’dan tarım makineleri getirtmiş ve bu yolla halka
üretim ve ilerleme coşkusunu aşılamaya çalışmıştır (Mithat Paşa, 1997: 58). Bu
çabaların sonucunda vilayetin geliri iki yılda yirmi altı bin keseden üç yüz bin
keseye çıkmış (Akşin,1997:147), hazinenin gelirleri ise yüzde elli nispetinde
artmıştır (Mithat Paşa, 1997:47).
Mithat Paşa, Bağdat Valiliği sırasında da modern bir toplumun altyapısını
oluşturmak için merkezi yönetimden ve bürokrasi içindeki kişisel çekişmelerden
kaynaklanan bütün engellemelere ve bölgedeki yoğun asayiş sorunlarına rağmen
önemli adımlar attı (Mithat Paşa, 1997:113). Vergi ve asker alınması usullerini
modernleştirdi. Toprak reformu ile köylüleri arazi sahibi yaptı. Yol, atlı tramvay,
sanat okulu, tasarruf sandığı, hastane, ıslahhane yaptırdı. Bağdat ve Basra arasında
muntazam vapur seferleri başlattı, Dicle ve Fırat nehirlerinin taşması durumunda
oluşacak zararları engellemek üzere setler ve kanallar vücuda getirdi. Suriye sahili
ile Fırat nehri arasında bir demiryolu inşasıyla Akdeniz ve Hint Okyanusu’nu
birbirine bağlamak için bir takım teşebbüslerde bulundu (Baykal, 1964:27). Zira
elverişli yollar ve nakil vasıtalarının bulunmaması nedeniyle bölgedeki ürünler
zamanında satılamayıp elde kalıyor ve ithal edilmesi gereken mallara da aynı
nedenle ulaşılamıyordu (Mithat Paşa, 1997:108-109). Batı kadar güçlü olmanın
yolunun sanayileşmekten geçtiğini bilen Mithat Paşa, Bağdat’ta da tıpkı Tuna’da
olduğu gibi fabrikaların kurulması için yoğun çaba sarf etti. Yün ve pamuk
fabrikası ile askeri dikimevini kurdu. Verimliliği artırmak için sulama sistemlerini
hayata geçirdi ve model çiftliklerin kurulmasına ön ayak oldu. Tüm bu bayındırlık
ve iktisadi işlerle ilgili Polonyalı mühendislerin birikiminden yararlanmasını bildi
(Davison,2005:168-169).
İktisadi kalkınma ve modernleşme için bir diğer konu laik ve teknik
eğitimin yaygınlaştırılması idi. Tıpkı Tuna’da yaptığı gibi Bağdat’ta da yetimlerin
temel eğitiminin yanı sıra zanaat eğitimi de alabildikleri bir teknik okul, bir
ortaokul ve askeri öğrenciler için bir akademi kurdu. Ayrıca Bağdat kentini Batılı
bir görüntüye kavuşturma yönünde ciddi bayındırlık işlerine girişti. Kaldırımlar ve
sokak ışıkları ve halka açık bir parklar ile kent kısa sürede yeni bir çehre kazandı.
Su deposu sistemini başlattı, kentin yirminci yüzyıla kadar tanıyacağı tek köprüyü
inşa ettirdi, kente akılcı bir genişleme sağlama amacıyla eski surların bir kısmını
yıktırdı. Hayır ve yardım projeleriyle bedava tedavi sağlayan sivil bir hastane
yaptırdı (Davison,2005:168-169).
Tanzimat döneminde yurt dışına tahsil için gönderilen öğrencilerin,
döndüklerinde çok azı kendi uzmanlık alanında istihdam edilebiliyordu2. Mithat
Paşa, bir taraftan bu kadroların verimli olabilecekleri alanlarda istihdamı için
sanayileşme çabalarına girişirken, diğer taraftan da yeni açılan okulların üretime
dönük olmasına özen göstermekteydi. Rusçuk’ta orduya giyim eşyası yapan bir
fabrikaya bağlı bir kız sanat okulu yaptırması, sanayi okul işbirliğinin önemini
kavradığının bir kanıtıdır. Zira Mithat Paşa, kalkınmanın ancak teknik ve pratik bir
eğitimle beraber yürüyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden o, Osmanlı topraklarında,
ekonomik kalkınma amaçlı teknik eğitimi başlatan ilk devlet adamı oldu (Ecevit,
2009:7). Ona göre ülkenin kâtip ve subay yetiştirecek okullardan çok teknisyen
yetiştirecek okullara ihtiyacı vardı (Ortaylı, 2005:79). Prens Sabahattin’in sonraki
yıllarda söylediği gibi Osmanlı-Türk toplumunun Batı düzeyine ulaşması,
“münevver bir müstehlik” ten çok “müteşebbis müstahsiller” sayesinde mümkün
olacaktı (Prens Sabahattin, 1999:163). Mithat Paşa, çağdaşları arasında iktisadi
akılcılığa sahip olmakla temayüz etmiş bir devlet adamıdır. O, Tuna ve Bağdat
valilikleri sırasında yaptığı bayındırlık ve idari hizmetlerin çoğunu hazineye yeni
bir yük getirmeden, kendi çabalarıyla elde ettiği kaynaklarla finanse etmiştir3.
Görüldüğü üzere Mithat Paşa, Namık Kemal’in o yıllarda İbret’teki
başyazısında belirttiği üzere, medeniyet adına selefleri gibi kâğıt üstünde kalan ve
“resmi”nin sınırlarını aşmayan çalışmalarla uğraşmak yerine4, bütün hamiyetini
“hakiki olarak mülke nâfi” olan projelere hasretmiştir (Namık Kemal, 2005:287).
Gerçekten de Mithat Paşa’nın bu atılımları, geleneksel toplumun kabuğunu
çatlatacak ve modernleşme yönünde bir ivmeyi başlatabilecek girişimlerdir.
B. SİYASİ MODERNLEŞME
Mithat Paşa’nın Türkiye’nin modernleşmesine katkıları salt iktisadi alanla
sınırlı değildir. O, hukuk devleti, anayasal devlet, güçler ayrılığı ve parlamentarizm
gibi modern siyasi kurum ve ilkelerin ülkemizde yerleşmesi için her koşulda yoğun
bir çaba içinde olmuştur. Akılcı, yasal bir politik sistem oluşturmak üzere, ilk
adımda padişahın yetkilerinin bürokrasi ve yeni aydınlar sınıfı lehine kısıtlanması
çabalarına önderlik eden birkaç seçkinden biridir.
Mithat Paşa’nın devlet hizmetinde bulunduğu dönem, Osmanlı’nın dört bir
yandan etnik isyanlarla sarsıldığı ve devletin çözülme tehlikesi ile karşı karşıya
olduğu felaket yıllarıydı. Hersek’te çıkan bir ayaklanma gittikçe genişlemiş,
Bulgaristan’a kadar yayılmış, Sırbistan ve Karadağ imparatorluğa karşı silaha
sarılmıştı. Batı, bir yandan milliyetçilik hareketlerini alttan ata tahrik ediyor, öte
yandan da bu hareketlerin baş kışkırtıcısı olan Rusya’ya karşı Osmanlı’ya destek
vaadiyle ekonomik ve siyasi tavizler elde ediyordu. Bu durum, çok geçmeden
kendi kendini besleyen bir kısır döngüye dönüşmüştü. Osmanlı, bu paradokstan
kurtulmak için öncelikle gayrimüslim tebaanın ayrılıkçı eğilimlerini yumuşatacak
ve onları bir Osmanlı vatanı ve vatandaşlığı etrafında birleştirecek politikaları
devreye sokmak, sonra da bu milliyetçi şahlanışın temel nedenlerinden biri olan
devlet gücündeki azalmayı telafi edecek adımları atmak zorundaydı.
Ayrılıkçılığın dizginlenmesi ve gayrimüslim tebaanın devletle zayıflayan
bağlarının güçlendirilmesi için, onların güvenini kazanacak idarecileri iş başına
getirmek gerekiyordu (Ecevit, 2009:4).İşte bu nedenle devlet, onu, imparatorluğun
etnik isyanlarla çalkalanan en kritik vilayetlerinden biri olan Tuna’ya vali olarak
gönderdi5. Esasen Mithat Paşa’nın Tuna vilayetindeki uygulamaları bir anlamda
1856 sonrası Osmanlıcılığının “laboratuarı” özelliğini taşımaktadır (Somel, 2002:
98)6. Mithat Paşa, Osmanlı vatandaşlığı etrafında bir birlik duygusu yaratmanın
yolunun Müslüman ve Hıristiyan tüm tebaaya eşit ve adil davranmaktan geçtiğinin
bilincindeydi. Zira dış tahriklerin yanında, ağır vergiler, memurların adil olmayan
davranışları, rüşvet ve yolsuzluklar, etnik isyanların fitilini ateşleyen başlıca
nedenler arasında yer alıyordu (Akşin,1997:149). Memurların, devletin temel
meşruluk ilkesi olan adalet nosyonu ile bağdaşmayan bu uygulamaları, tebaa
nazarında devlet otoritesinin sarsılmasına yol açmıştı7. Mithat Paşa, adil ve dürüst
yönetimle sıradan insanların gönlünü fethetmek konusunda hayli mesafe aldı.
Mithat’ın politikalarının halk tarafından desteklenmesinin başlıca nedenlerinden
biri onun dürüst kişiliğiydi. Altında çalışan memurları seçerken de buna itina
gösteriyordu. Onun görev yaptığı vilayetlerde memurların rüşvet ve zimmete para
geçirme gibi tipik davranışlarında ciddi bir azalma olmuştu (Davison,2005:160).
Mithat Paşa, gayrimüslim tebaanın sorunlarının salt idari ve asayiş
tedbirleri ile çözülemeyeceğinin farkındaydı. Bu fikirden hareketle o, halkın
refahını yükseltecek pek çok iktisadi ve sosyal projeyi uygulamaya koydu. Niş
valiliği esnasında Müslüman ve Hıristiyanların birlikte devam edecekleri karma
okullar kurarak eğitim imkânlarını artırdı (Davison,2005:161). Tuna valiliği
sırasında açtığı ıslahhaneler (sanayi mektepleri) bu karma mekteplerin temelini
oluşturdu (Somel, 2002:98-99). Zira o, modern bir kategori olan ulusun ve ulusal
bilincin oluşturulmasında ulusal eğitimin öneminin farkındaydı. Gellner’in bir
çalışmasında (Gellner,1992) gösterdiği gibi ulusal eğitim, etnik ve dini aidiyetleri
aşan bir üst kimliğin oluşmasında, özellikle ulusal ekonominin kurulması
çabalarıyla birleştiğinde ciddi bir işlev görebilmektedir. Mithat Paşa’nın Niş ve
Tuna’daki bu deneyimi, İstanbul’daki bürokratlar tarafından yaşamsal önemde
kabul edilmiştir. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ndeki Müslim ve
gayrimüslim çocukların orta ve yüksek öğrenimi birlikte yapmalarına yönelik
düzenleme, Mithat Paşa’nın Tuna’daki uygulamalarından esinlenilerek yapılmıştır
(Somel, 2002:98-99). Karma okullar, eğitimin laik bir içeriğe kavuşması
bakımından da önemli bir adım olmuştur.
Mithat Paşa görev yaptığı vilayetlerdeki bütün icraatlarında halkla ve yerel
güçlerle diyalog ve uzlaşmaya özen gösterdi (Mithat Paşa,1997:31-32). Niş’te
halkla devleti yakınlaştırmak ve halkı yönetim sürecine dâhil etmek amacıyla
Merkez Odası uygulamasını başlattı. Bu oda, gece gündüz her saatte halkın
başvurularına cevap veriyordu (Mithat Paşa, 1997:334). Zira o, bir Osmanlı üst
kimliğinin tesisi için, salt kanuni idareyi yeterli görmüyor, yönetilenlerin yönetime
katıldıkları ve devleti sahiplenmelerine yarayacak bir idare tarzını yerleştirmeye
çalışıyordu (Ortaylı, 2005:77). Karpat’ın (2006a:47) da belirttiği gibi Mithat Paşa,
1876 Anayasası’nı ve parlamentoyu, yalnızca padişahın otoritesini sınırlayan bir
araç değil, aynı zamanda toplumdaki belli başlı sosyal gruplar ile merkez arasında
işbirliğini tesis etme yöntemi olarak görmüştür. Çünkü o, memleket meselelerinin
merkezi iktidar ile imparatorlukta son birkaç yüzyılda ortaya çıkan yeni sosyal
seçkinler tabakası arasında yaşanacak mutabakatla çözülebileceğine inanmaktaydı
(Karpat, 2006b: 375)8.
Mithat Paşa, vilayet yönetiminde Tanzimat’ın başından beri uygulanan
modern otokratik yöntemi terk eden ilk devlet adamımızdır. Vilayet halkına
yönetime katılmada ve sorunlara çözüm üretmede daha çok inisiyatif tanımış ve
bunu meclisler sayesinde kurumsallaştırmıştır. Mithat Paşa’nın Niş vilayetindeki
uygulamalarından esinlenilerek çıkarılan1864 Vilayet Kanunu ile vilayetlerde
Genel Meclisler kurulmuştur. Meclislerin kuruluş nedeni, sadece hükümetin
taşradaki etkinliğini artırmak değil, aynı zamanda temsil ilkesini yaygınlaştırarak
azınlıkların yerel şikâyetlerini ve bunları istismar eden yabancı devletlerin
baskısını hafifletmekti. Bu kanunla devlet, eyaletlerde merkezi idare ile yerel
otoriteyi birleştirmeyi, eyalet başkentindeki kamu işlerinin yürütülmesini
çabuklaştırmayı ve meclisin temsil kabiliyetini artırmayı hedeflemişti (Davison,
2005:149). Mithat Paşa, vilayet meclislerini, bu amaçlara ilave olarak ülke çapında
bir meclise, Mebusan Meclisi’ne bir başlangıç olarak düşünmüştür (Mithat Paşa,
1997:23)9.
Mithat Paşa, meclisin seçimle gelen üyelerinin vilayet, liva, kaza ve köy
düzeyinde hakkaniyete uygun bir biçimde seçilmelerine özen göstermiştir (Ortaylı,
2005: 79). Vilayet meclislerinin yanında ayrıca köylerde İhtiyar Meclisleri,
kazalarda İdare Meclislerinin kurulmasına öncülük etmiştir (Baykal,1964:16-18;
Davison, 2005:160). Onun bu çabaları, ülkemizde, en ufak yerel birimler olan
köylerden başlayan bir demokratikleşme pratiğinin oluşması açısından dikkate
değerdir (Ecevit, 2009:6).
Mithat Paşa, imparatorlukta meşrutiyet düşüncesinin yaygınlaştırılmasında
da önemli bir rol üstlenmiş, 1876 Anayasası’nın ilanı onun üstün gayretleri
sonucunda gerçekleşmiştir (İnal, 1969:344-350;Berkes, 2004:328-329). Etnik
isyanlarla çalkalanan Osmanlı’nın dağılma sürecini durduracak en başta gelen
çözümün anayasal ve temsili bir siyasal düzenin tesisi olduğu görüşü Yeni
Osmanlılar başta olmak üzere aydın çevrelerde yaygın kabul gören bir öneriydi.
Ancak Mithat Paşa’nın anayasacılığı salt bu amaca yönelik bir pragmatizmden
kaynaklanmıyordu. Çünkü o, kişisel yönetimin her zaman için hukuksuzluğa ve
keyfiliğe yol açabileceğini, uzun devlet deneyimi sırasında gözleme fırsatı
bulmuştu. Bürokratlar, statüleri gereği isteseler de buna engel olamıyorlardı.
Kendisinin de görev yaptığı Abdülaziz dönemi, millete karşı sorumlu olmayan bir
yönetimin yanlışlarının hangi boyutlara varabileceğinin sayısız örnekleri ile
doluydu (Mithat Paşa, 1997:157-182). Çözüm, hükümeti denetleyecek ve yasama
işlevini yerine getirecek parlamenter sitemdeydi. O, 1876 Anayasası’nın ilanından
sonra ikinci kez sadrazamlığa atandı ve bu görevi esnasında sultana değil, millete
karşı sorumlu bir başbakan gibi davrandı (Çetinsaya, 2002:63). Her iki sadaretinde
de azledilmesinin başlıca nedeni buydu (İnal, 1969:328-334). Zira Abdülhamit,
Tanzimat’la birlikte Bab-i Ali’ye geçen iktidarı yeniden eline almak ve
patrimonyalizmi ihya etmek istiyordu. Mithat Paşa ise aksine, milletin iradesine
dayanmayan bir iktidarla Osmanlı’nın daha fazla varlığını devam ettiremeyeceği
kanaatindeydi10.
Mithat Paşa, çağın gereklerine uygun olarak, devlet hizmetinde “verim”
kavramını yerleştirmek ve Batı’da olduğu gibi devleti ve bürokrasiyi rasyonel bir
araç haline dönüştürmek istemiştir. Bağdat valiliğine atandığında vilayetin ileri
gelenleri ile yaptığı konuşma bu bağlamda önemlidir. Zira o bu konuşmasında
devletin ve bürokrasinin varlık nedenini halka hizmet olarak açıklamıştır
(Somel,2002:95). Devletin ekonomiye, kültüre üstün ve öncelikli olduğu kadim
Osmanlı devlet geleneği dikkate alındığında bu, önemli bir kırılma anlamına
geliyordu.
C. KÜLTÜREL MODERNLEŞME
Mithat Paşa valilikleri sırasında Niş, Rusçuk ve Sofya’da Islahhane kurarak
yetim kalmış Müslüman ve Hıristiyan çocukların korunması ve meslek edinerek
toplum hayatına katılmalarına katkı sağlamıştır. Şura-yı Devlet Reisliği sırasında
aynı okulu İstanbul’da da kurmuş, öğrencilerin sanayinin çeşitli dallarında
çalışmalarına imkan verecek demircilik, dökümcülük, marangozluk vb. gibi
alanlarda uzmanlaşmaları sağlanmıştır (Mithat Paşa, 1997:81-83). Bu okullar
ülkemizde sanat okullarının ilk tipini oluşturmuştur. Geri kalmışlığın baş
nedenlerinden biri olan cehaleti izale etmek için, temel eğitimi zorunlu gören
Mithat Paşa, ilk sadrazamlığı sırasında yeni mekteplerin yapılabilmesi için isteyen
mahallerde aşar vergisine bir defaya mahsus yüzde birlik bir ilave yapılması için
vilayetlere genelge göndermiştir (Mithat Paşa, 1997:167-168).
Tuna Valiliği sırasında Rusçuk’ta bir basımevi kurdurmuş ve Tuna adı ile
bir Türkçe ve Bulgarca bir gazetenin çıkarılmasını sağlamıştı‰_™_¤ ¤¸_r. Gazete, toplumun
bilgi seviyesini yükseltmek ve devlet dışında siyasi ve toplumsal konularda fikir
tartışmalarının yapıldığı bir kamusal alanın açılması konusunda önemli bir işlev
üstlenmiştir. Ayrıca yerel dilde haberlerin de yer aldığı vilayet gazetesi de yine ilk
kez burada yayınlanmaya başlamıştır. Mithat Paşa, bir yandan Bulgarca gazete
çıkarıp kitaplar yayınlatırken öte yandan da Bulgar okullarına Türkçe dersi ve
Osmanlı tarihi ve coğrafyası gibi dersler koydurarak, Osmanlı yurtseverliğini
aşılamaya çalışmıştır. O, Rusya ve Sırbistan’dan gelen ihtilalcı yayınların etkisini
bu yolla kırmak istemiş ve bu çabalar kısa sürede bekleneni vermiş ve halk yeniden
sükûnete kavuşmuştur (Ortaylı, 2005:79).
SONUÇ
Mithat Paşa’nın modernleşme adına yaptıklarını bir bütün olarak
baktığımızda, kendinden önceki ilk iki kuşak Tanzimatçılardan farklı ve isabetli
bir modernleşme önermesi ortaya koyduğu görülmektedir. Zira onlar meseleyi,
bozulan devlet nizamının Batı’dan alınacak bir takım usullerle yeniden
düzenlenmesi olarak görmüşler ve devlet cihazını sağlamlaştırmak üzere yapılan
reformların yükünü ise bu reformların hayat standartlarında hissedilir bir iyileşme
yaratmadığı geniş halk kesimlerinin boynuna yüklemişlerdir. Beklenebileceği gibi
bu durum, halkı, Batılılaşmaya/modernleşmeye karşı soğuk ve mesafeli bir tavır
alışa sevk etmiştir. Mithat Paşa ise görev yaptığı süre içinde, Tanzimat’ın başından
beri uygulanan otokratik modernleşme yöntemini bir yana bırakarak, önceliği
halkın refah seviyesini yükseltecek alt yapı yatırımlarına vermiş ve bu yolla
modernleşmeyi bir toplumsal değişim süreci haline sokmak istemiştir. Bu yönde
attığı somut adımların olumlu sonuçları, halkta ilerleme şevk ve heyecanını
artırmış ve değişime yönelik bir sempatinin oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca o,
seleflerinden farklı olarak, uygulamaya soktuğu her projeyi, yönetilenlerle sıkı bir
diyalog içinde, onların rızasını alarak hazırlamış ve hiçbir zaman tek taraflı ve
dayatmacı bir tutum içinde olmamıştır.
Mithat Paşa’nın yukarıda ele alınan modernleşme önermesi ve politikaları,
Osmanlı toplumunda modernleşme yönünde bir açıklığın yaratılmasına katkı
sağladığı kadar, Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşanan modernleşme sorunlarının
aşılmasında da yol gösterici olmuştur. Gerçekten de Cumhuriyet Türkiye’sinin
yaşadığı pek çok sorunun temelinde, modernleşmenin nesnel koşullarının yeterince
var edilememiş olması olgusu yatmaktadır. Çünkü her bakımdan geleneksel olan
bir toplumda, laikliğin yerleşikleşmesinden ulusal bütünleşmenin sağlanmasına,
spekülatif bir düşünce geleneğinin var edilmesinden demokrasinin sağlıklı bir
işleyişe kavuşmasına kadar, modern topluma özgü olguların ortaya çıkarılmasının
ön koşulu, sanayileşme ve buna paralel yürüyen iktisadi gelişmedir. Aksi halde salt
kâğıt üzerinde yapılacak yasal düzenlemelerle ve yukarıdan biçimlendirici
projelerle geleneksel bir toplumun modern kılınmasına imkân yoktur. Bu durum
modernliğin bütün parametreleri için neredeyse aynı ölçüde geçerlidir. Örneğin
modernliğin siyasal boyutunu oluşturan demokrasinin sağlıklı bir biçimde işlemesi
için, toplumda bir işlev ayrışmasının yaşanması gerekir ki; bu da ancak tarım
toplumundan sanayi toplumuna geçişle mümkün olur. Böylesi bir ayrışmanın
yaşanmadığı bir toplumda siyaset, reel sorunlar üzerinden ve sahici aktörler
tarafından yürütülen bir faaliyet olmak yerine, dar bir elit sınıf içindeki kliklerin
siyaset dışı kalması gereken konular üzerinde yürüttüğü kısır çekişmelerden öteye
geçmeyecektir.
Şüphesiz, bu çalışma, Türk modernleşmesi sürecinde iktisadi parametrenin
önemini kavramış olan tek kişinin Mithat Paşa olduğu iddiasında değildir. Mithat
Paşa’nın önemi, bu gerçeği ilk fark eden seçkinlerden biri olması ve dahası ortaya
koyduğu modelin, modernleşmeyi yasal düzenlemelerle gerçekleştirmeyi
hedefleyen kameralist modelden daha elverişli olmasıdır. Bu modelin etkinliği, salt
onun dönemi ile sınırlı kalmamış, Türk modernleşmesinin sonraki evrelerinde de
modernleştiriciler açısından esin kaynağı olmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminde
İttihatçı iktidar, devletin karşı karşıya olduğu sorunların asıl nedeninin askeri
olmaktan çok iktisadi olduğu teşhisinde bulunmuş ve ulusal ekonominin
kurulmasına öncülük edecek bir yerli burjuva sınıfı yaratmak üzere milli iktisat
ideolojini inşa etmiştir. Yine Mustafa Kemal, daha Cumhuriyet ilan edilip
Lozan’da ulusal bağımsızlık onaylanmadan İzmir’de bir iktisat kongresi
düzenlemiş ve ulusal bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla kaim olduğu
düşüncesiyle yeni devletin iktisat politikalarını saptama yoluna gitmiştir.
Cumhuriyet’in kuruluşu ile yürürlüğe konulan bütüncü modernleşme anlayışı
içinde bir ideal olarak belirlenen modern kategorilerin yerleşikleşmesi, toplumsal
yapıda yaşanan değişimlere paralel olarak gerçekleşmiştir. Türk modernleşmesi bu
gün için hatırı sayılır bir eşiğe ulaştıysa, bu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan
iktisadi kalkınma hamlesinin 1950 ve 1980 sonrasında kazandığı yeni ivmelerle
toplumsal yapıda yarattığı köklü değişimlerin sonucunda gerçekleşmiş, Türk
toplumunda modernliğin siyasal ve kültürel boyutları da ancak bu gelişmelere
paralel olarak varlık kazanmıştır. Eğer Türk modernleştirici seçkinleri, Mithat
Paşa’nın yaptığı gibi, başından itibaren toplumun egemen üretim biçimini kökten
değiştirecek, iktisadi akılcılığı hâkim kılacak sahici çabalar içinde olsalardı
Türkiye’de modernleşme, bugün olduğundan daha üst ve ileri bir aşamaya ulaşmış
ve toplumsal taleplere bağlı olarak gelen modern üst yapı kurumları, daha sahici bir
öz ve içeriğe kavuşmuş olacaktı.
KAYNAKÇA
AKŞİN, Sina (1997), “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi Cilt 3: Osmanlı
Devleti 1600-1908, Cem Yayınevi, İstanbul.
AHMET RIZA (2004), Batı’nın Politik Ahlaksızlığı, Türkçesi: Ergun Göze,
Boğaziçi Yayınları, İstanbul.
BERKES, Niyazi (2002), Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz: Ahmet Kuyaş, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul.
BAYKAL, Bekir Sıtkı (1964), Mithat Paşa- Siyasi ve İdari Şahsiyeti-, Kral
Matbaası, Ankara.
ÇETİNSAYA, Gökhan (2002), “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti”
Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:1, Ed., Mehmet Ö. Alkan ,
İletişim Yay., İstanbul.
DAVİSON, Roderic H. (2005), Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 2.Baskı, Çev.
Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul.
ECEVİT, Bülent (2009), Mithat Paşa ve Türk Ekonomisinin Tarihsel Süreci,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
GELLNER, Ernest (1992), Uluslar ve Ulusçuluk, Çev. Büşra Ersanlı Behar-Günay
Göksu Özdoğan, İnsan Yayınları, İstanbul.
İNAL, Mahmut Kemal (1969), Son Sadrazamlar, III. Cüz, Dördüncü Basılış, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul.
İNALCIK, Halil veMehmet SEYİTDANLIOĞLU (2006), Tanzimat-Değişim
Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Derl.:Halil İnalcık-Mehmet
Seyitdanlıoğlu, 2.Baskı, Phoenix Yayınevi, Ankara.
KARPAT, Kemal H. (2006a), “Osmanlı Devleti’nin Dönüşümü 1789-1908”,
Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Çev. Dilek Özdemir,
İmge Yay., Ankara.
KARPAT, Kemal H. (2006b), “Osmanlı Parlamentosu ve Sosyal Açıdan Önemi”,
Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Çev. Dilek Özdemir,
İmge Yay., Ankara.
MİTHAT PAŞA (1997), Tabsıra-i İbret (Hayatım İbret Olsun), Cilt:1, Haz: Osman
Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul.
NAMIK KEMAL (2005), Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün
Makaleleri 1, Haz: Nergiz Yılmaz Aydoğdu-İsmail Kara, Dergâh
Yayınları, İstanbul.
ORTAYLI, İlber (2007), “Mithat Paşa’nın Vilayet Yönetimindeki Kadroları ve
Politikası” Batılılaşma Yolunda, Merkez Kitaplar, İstanbul.
PRENS SABAHATTİN (1999), Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahlar,
Çeviriyazı: Fahri Unan, Ayraç Yayınları, Ankara.
SOMEL, Selçuk Akşin (2002), “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık
Düşüncesi” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt1: Tanzimat ve
Meşrutiyet’in Birikimi,4.Baskı, Ed. Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları,
İstanbul.
NOTLAR
1 Köylüler her köyde sandık fonu için yarım dönüm toprak işliyorlar; bu ürünler ihtiyar
meclislerince satılıp elde edilen sermaye ihtiyaç sahibi köylülere düşük faiz oranıyla borç
veriliyordu (Davison, 2005:159; Mithat Paşa, 1997: 49).
2 Örneğin Avrupa’da ziraat tahsili yapan Ahmet Rıza dönüşünde tarım teşkilatında istihdam
edilememiş, burada öğrendiği tarım tekniklerini uygulama fırsatı bulamayarak eğitim işleri
ile meşgul olmuştur (Ahmet Rıza, 2009:288).
3 Kaynak yaratma süreci ve yollarının ayrıntısı için bakınız: Mithat Paşa, 1997.
4 Namık Kemal’e göre Tanzimat, “Devlet-i Aliyye’de kağıt üzerine bir çok tasavvurât ve
tedâbir ile memleketin medeniyet ve mamuriyetine kıyam etmek (…) [ve] idarede ıslah için
kanun yapılmamış küçük bir şube kalmadığı gibi memlekette tanzim ve imârı için imtiyaz
istenmemiş bir arşın yol, bir karış yer yoktur denilebilir. Bununla birlikte elimizde bulunan
âsâr-ı terakki bir Gülhane Hattı ve yalan yanlış bir düstur ve nâkıs bir Mecelle ve vacibü’tta
‘dîl bir nizamname-i Vilâyât ile Tuna’da, Bosna’da birkaç şose, Varna’da ve Edirne’de,
İzmir’de bir iki parça demiryolundan ibarettir” (Namık Kemal,2005: 286-287).
5 Mithat Paşa’nın 1869’da Bağdat valiliğine atanması da yine aynı nedenledir: Kürt ve Arap
aşiretlerinin bağımsızlık heveslerini söndürmek (Davison,2005:167).
6 Mithat Paşa’nın Osmanlıcılık ideolojisine olan içten bağlılığını, onun maiyetindeki
kadrolara bakarak da anlamak mümkündür. İsmail Kemal Bey Arnavut, Odian Efendi
Ermeni, Kılıç Vasıf Efendi Hırvat, Ahmet Mithat Efendi Çerkez’di. O, Bulgar
milliyetçiliğinin kaynadığı bir bölgeye, Tuna’ya bu kozmopolit kadrolarla geldi
(Ortaylı,2005:77-78).
7 Bilindiği üzere Tanzimat reformlarının gayelerinden biri yerel idarecilerin halka karşı
keyfi uygulamalarının yarattığı hoşnutsuzlukları ve bunun yarattığı ayrılıkçı hareketleri
önlemekti (Somel, 2002:88).
8 Niş, Tuna ve Bağdat vilayetlerinde bazı etkin ekonomik ve mali reformların
uygulanmasında yerel hükümetin merkezle işbirliği yapmasını sağlamada hatırı sayılır bir
başarı elde etmiştir (Karpat, 2006b:375).
9 Mithat Paşa anılarında Ali ve Fuat Paşaların da bu konuda kendisinden farklı bir görüş
içinde olmadıklarını belirtmektedir (Mithat Paşa, 1997:44).
10 Avrupa medeniyet ve terakkisi ile anayasal düzen arasında kurduğu doğrudan sebep
sonuç ilişkisi bunu açıkça göstermektedir: “…(D)evlet ve milletin uğradığı hal-i buhran ve
tehlikelerden kurtarılması (…) tedbir ve tek çaresi meşveret usulü, hürriyet ve serbestlik
esası üzerine kurulan ve Avrupa’nın medeniyet ve mâmûriyetini bugün gördüğümüz
ilerleme derecesine getiren Constitüsyon Kanunu [Kanun-u Esâsi] gibi memleketimizde de
bir kanunun çıkarılmasına bağlıdır” (Mithat Paşa, 1997:191).