AHMED ZİYÂÜDDİN GÜMÜSHANEVİ (K.S.)
01 Ocak 1970
Gümüshane’de dünyaya gelen, İstanbul Süleymaniye Camii haziresinde
medfun bulunan, İstanbul’a tesrifleriyle ufku değisen, ariflerin ve evliyaların
kutbu, üstadı, yardımcısı, dayanağı, yardıma yetiseni, elinden tutanı, kendine
ulasanların gavsı, müridlerinin terbiyecisi, sâliklerin irsad edicisi, Kur’an
edebiyle yasayan, Allah(C.C.)’ın kelimesini ve seriatını gönüllerde yüceltmeye
bütün gücü ile gayret eden, fakih ve muhaddis, Resulullah’ın (S.A.V.) sünneti ve
yolundan ayrılmayan, ilim ve marifetlerin kaynağının takipçisi, milyonlarca
insanın gönlüne irfan nurlarının akmasına vasıta olan Büyük Seyh Efendi Ahmed
Ziyâüddin bin Mustafa el-Gümüshanevi (K.S.) Hazretleridir.
Ahmed Ziyâüddin Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri 1813 yılında
Gümüshane’nin Emirler mahallesinde dünyaya gelmislerdir. Babaları Mustafa,
dedeleri Abdurrahman adlarını tasırlar. Pederleri ticaretle hayatını kazanan salih
bir zât idiler.
Gümüshanevi Hazretleri bes yasında okumaya basladılar. Sekiz yaslarına
gelince Kur’an-ı Kerim, Delâil-i Hayrat, Kaside-i Bürde ve Hizbü’l-Ahzap kıraati
için icazet aldılar. On yaslarında babalarının Trabzon’a hicretiyle birlikte, oranın
ileri gelenlerinden olan Laz Hoca, Seyh Osman Efendi ve Seyh Halid as-Saidî’den
sarf, nahiv ve fıkıh dersi almağa basladılar. Abilerinin askerde, babalarının ise
yalnız olması sebebiyle küçücük yasında bir yandan babalarının mağazasında
çalısırlar, bir yandan da büyük bir ask ve sevkle ilim tahsiline gayret ederlerdi.
Mutad dersleri ve hafızlığını devam ettirirken de bizzat elceğiziyle ördükleri
keseleri satarak helal para biriktirmeye çalısıyorlardı. Bu parayla ileride
tahsillerini ilerletmek için gereken masrafı karsılayacaklardı.
1831’de amcalarıyla birlikte alısveris için İstanbul’a geldiler. Babaları için
lüzumlu ticaret esyasını aldıktan sonra onları amcalarına teslim ettiler ve söyle
buyurdular:
“Muhterem amcacığım, ben su anda gökte ararken yerde bulduğum, ilim ve
marifet beldesi İstanbul’da bulunmaktan dolayı tarife sığmaz bir saadet ve
bahtiyarlık içindeyim. Ağabeyim askerden dönmüs bulunuyor. Benim için artık
memleketime dönmek gerekmez. Burada kalıp ilmimi tamamlamak, tarikat ve
tasavvuf ilmimi sürdürmek arzusundayım. Mazeretimi kabul edin ve bana
incinip gücenmeyin. İleride lazım olur düsüncesi ile kendi ellerimle örerek
sattığım para keselerinden birkaç kurus biriktirmistim. Bunları da kendime hiç
pay ayırmadan size vererek babama gönderiyorum. Yardımcı ve dost olarak
Allah bana yeter! Üzerimde hakkı olan yakınlarımın haklarını helal edip,
dualarından unutmamaları en büyük dileğimdir. Ben de kapanacağım hücremde,
sizleri dua ve hayır ile anmaktan bir an geri kalmayacağım.”
Bu vedalasmadan sonra, İstanbul’da hiçbir tanıdığı, yanında da tek kurusu
kalmadığı halde, Rabbine tam bir tevekkül ve teslimiyet duygusu içinde, Bayezid
Medresesinde yapayalnız kalmıslardır.
Ahmed Ziyâüddin Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri, Süleymaniye
Medresesindeki derslere devam ettiler, zamanın ileri gelen ulemasından padisah
hocası Hacı Hafiz Muhammed Emin Efendi ve Abdurrahman el-Harputi
Hazretleri’nin ders halkalarına katıldılar. Seriat ilimlerini elde edip icazet
aldıktan sonra Bayezid Medresesinde müderrisliğe tayin olundular. Orada
irsada, ders okutmaya ve 28 yıl sürecek olan ilmi eser tertibine basladılar. Zaten
Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri, henüz icazet almadan üstün zekâları, kavrayıs ve
çalıskanlıkları ile hocalarının dikkatini çekmisler ve vekâleten Serh-i Akaid
okutmaya, bir yandan da eserler telif etmeye baslamıslardı.
Gümüshanevi Ahmed Ziyâüddin (K.S.) Hazretleri, seriatın zahir ilimlerinde
basarılı bir tahsil hayatından sonra icazet almıslar, dersiâmlık mevkiini
ulasmıslar ve ilim yayma faaliyetine baslamıslardı. Ama tarikat ve tasavvuf
sahasında da olgunlasmak istiyorlardı. Bu maksatla Mevlana Halid el-Bağdadi
(K.S.) Hazretlerinin halifelerinden Abdülfettah el-Akri Hazretlerine müracaat
ederek ona intisap etmek istediklerini belirttiler. O su cevabı verdi:
“Sizin, tarikatta kısmetiniz benim vasıtamla değildir. Mana âleminizi
nurlandırmakla vazifeli baska birisi vardır. Vakti gelince intisap eder, feyzinizi
ondan alırsınız. Bekleyiniz.”
Böylece Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri hasret dolu bir bekleyise girdi. O
sırada Mevlana Halid el-Bağdadi (K.S.) Hazretleri, halifelerinden Ahmed bin
Süleyman el-Ervadi (K.S.) Hazretlerine:
“Ey Dost, parıltısı ile kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine,
Hindistan ve uzak doğunun aydınlanacağı zat için İstanbul’a git, Onu ara bul. O,
henüz açılmamıs bir goncadır. Her ne kadar İstanbul’a senden evvel pek çok
halife gönderilmis ise de, onun nasibi sana verilmistir. Onun irsadı ile mesgul ol.
Zira O, bizden sonra sahibi zaman ve rehberi tarikat olacaktır.” buyurmuslar ve
Ervadî Hazretleri emir gereği yola çıkıp 1845 de İstanbul’a varmıslardır.
Gümüshanevi Hazretleri, bir sabah Abdülfettah Efendi’nin (K.S.) odasında ilk
defa Ervadî Hazretleri (K.S.) ile karsılasmıs, ona çok yakın bir alaka ve sevgi
hissetmistir. Ervadî (K.S.) Hazretleri’nin, “Ya Ahmed! Sizin irsadınız bana
verilmis olup, yalnız sizin için Sam’dan Anadolu’ya gelmek için
görevlendirildim.” demesi üzerine tanımadığı bir kisinin kendisine adı ile hitap
etmesinden hayretler içinde kalan Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri, hemen
oracıkta Ervadî Hazretlerine (K.S.) intisab etmislerdir.
Pek çok mesayıhın manevi bir isaretle yönlendirildikleri, diyar diyar
gezerek mürsidlerini arayıp buldukları bilinir. Durumun tam tersine dönüp,
Gümüshanevi Hazretleri’nin seyhi Ervadî Hazretleri’nin Sam’dan sadece
Gümüshanevi (K.S.) Hazretlerimizi irsad için İstanbul’a gelmesi, Gümüshanevi
(K.S.) Hazretleri’mizin Halidiye Tarikatı içindeki yerlerinin büyüklüğüne isaret
etmektedir.
Kendisi ile ilmi alısverisi 16 yıl süren Ervadî Hazretleri(K.S.),
Gümüshanevi(K.S.) Hazretlerine bir süre tarikat, zikir ve seyr-ü sülûk yollarını
talim ettirmisler, Ona manevi dereceler astırmıs, ruhani yüksek derecelere
ulastırmıslardır. Gümüshanevi (K.S.) Hazretlerinin girdiği iki halvetten sonra
Ervadi (K.S.) Hazretleri kendisine 1848 tarihinde; Naksibendiyye, Kadiriyye,
Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çestiyye, Halidiyye, Halvetiyye, Bedeviyye,
Rifaiyye, Sazeliyye ve Müceddidiyye tarikatlarından “hilafet-i tâmme” ile icazet
vermislerdir.
Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri Mahmutpasa Medresesindeki hücresinde
irsad faaliyetine devam etmisler, bu hücre, zamanla artan müridlerinin
ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince İstanbul’da, Sultanahmed’in Alemdar
Mahallesindeki Fatma Sultan Camii’ni tekke olarak kullanmıslardır. Daha sonra
cami yanına büyük bir ev ve tekke yaptırıp vakfetmisler, burası “Gümüshaneli
Dergâh-ı Serifi” diye söhret bulmustur.
1863 yılında, Sultan Abdülaziz tarafından emirlerine tahsis edilen bir vapur
ile beraberinde birçok öğrencisini alarak Hacca gitmislerdir. Bu Hac ziyaretinde
Ramuz el-Ehadis kitabının tanzim ve planlamasını düsünmüsler, İstanbul’a
döndükten sonrada görevlerine devam ederken 1865–1875 yılları arasında eserin
tasnifini tamamlamıslardır. İlk haclarına müteakip İstanbul’a dönüp, Seyhül-
Haremi Nebevi Mehmet Emin Pasa’nın kızı Havva Seher validemiz ile
evlenmislerdir.
93 harbinin patlak vermesinin ardından (1877–1878) müridleri ile birlikte
Kars’a gidip cephede fiilen savasa katılmıs, ates hattında bulunmus, askere
manen moral desteğinde bulunmuslardır. O senenin Ramazan ayına kadar
savasa devam eden Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri, savasın hafiflediği ve
durakladığı bir sırada Of’a gelip burada iki yüz sekseni askın talebeye Ramuz
okutmus, birçok kisiyi de halvete sokarak hilafet vermislerdir.
Ahmed Ziyâüddin Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri 1877 senesinde ikinci
defa Hacca gitmis, dönüste 3 seneden fazla Mısır’ı sereflendirmislerdir. Bu
ziyaretinde Ramuz el-Ehadis’i 7 defa okutarak yüzlerce Arap âlimine icazet
vermislerdir.
Ömrünün 28 senesini nesriyat ve ilmi çalısmalara veren Gümüshanevi (K.S.)
Hazretleri, 16 sene müridlerine bizzat tarikat telkini yapmıs ve hatm-i hace
yaptırmıslardır. Her sene biri Zilhicce, biri de Recep ayında olmak üzere senede
iki kere halvete girerlerdi. Zühd ve takvada dereceleri son derece yüksek idiler.
Gayet perhizkâr, kanaatkâr yasarlardı, çok zaman katıksız ekmekle yetinerek
ellerine geçen parayı fakirlere dağıtırlardı. Ömrünün son 18 yılını (bayram
günleri hariç) aralıksız oruç ile geçirmislerdi. Geceleri uyumazlar, zikirle,
ibadetle, eser telifi ile mesgul olurlardı. Gündüzleri de talebe yetistirmekle
uğrasırlardı. Yatsı namazından sonra konusmayı sevmezler, yatsı abdesti ile
sabah namazı kılarlardı.
Gümüshanevi (K.S.) Hazretlerinin hocası Muhammed Emin Efendi,
Gümüshanevi Hazretlerine tarikat yönünden intisap etmisler ve bu suretle seri
ilimlerde öğrencisi olan zatın tasavvufta öğrencisi olmakla sereflenmislerdir.
Yazlarını Beykoz’un Yusa tepesine çadır kurarak geçiren Gümüshanevi
Hazretleri, Cuma günleri mutlaka dergâha gelmeyi adet edinmislerdi. Haftanın
bir gününde yapılması adet olan hatm-i hace zikrini bizzat yaptırmayı hiç ihmal
etmemislerdi. Gümüshanevi Hazretleri vefat senesinden öndeki yaz Cuma
günleri dâhil tekkeye gelmemisler, yerine Hasan Hilmi Hazretlerini vekâleten
bırakmıslardır. Kısın dergâha döndüklerinde mihraba hiç geçmemisler, tekkenin
tüm mesuliyetini halifesi olan Hasan Hilmi Hazretlerine devretmislerdir.
Bu ara rahatsızlanan Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri pek zayıf ve mecalsiz
düsmüslerdir. Bir aralık çok ağırlastığı, yatağa düstüğü, bes gün hiçbir sey yeyip
içmediği, son üç günde de gözünü hiç açmadığı, ağzından da tek sözün
çıkmadığı bizzat görenlerden nakledilmistir. Bu hal üzere hasta yatağında baygın bir sekilde, dört büklüm yatan Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri, tedavisi için gelen doktor tarafından ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmis, gözlerini hafifçe açarak: “Bir de beni Rabbimin huzurunda ayak uzatma suçu ile bas basa bırakmayın” diyerek ayaklarının toplanılmasını istemislerdir. 25 Mayıs 1893 Pazar günü sabaha doğru yarı baygın yatarken ansızın gözlerini açıp “Hepsini isterim Ya Kibriya!” diyerek ruhunu teslim etmislerdir.
Mübarek kabirleri Süleymaniye Camii haziresinde, zevcesi Seher validemiz
ile yan yanadır. Her iki kabrin etrafı parmaklıklar ile çevrili olup Gümüshanevi
(K.S.) Hazretlerinin basuçlarındaki tasta asağıdaki manidar beyitler yazılıdır:
Nazar kıl çesm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu!
Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ’dır bu!
Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüshâne,
Sehir-i sark-u garbın, mürsid-i râh-ı Hudâdır bu!..
Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil ey zâir !
Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu!
Su’a-ı dürr-i vahdet, menba’-ı ilm-i ledünnîdir.
Mükemmel vâris-i ser’-ı Muhammed Mustafâ’dır bu.
Hilâfet müddetinden, "İrcii" vaktine dek Hakk’a,
Tarîk-i Hâlidî’yi nesr eden, Hakk-reh-nümâdır bu.
Oku ihlâs ile bir Fatiha, kalbinde daim tut
Cilâ-yı ruhdur zikri, mürîdana gıdâdır bu!"
Gümüshanevi (K.S.) Hazretlerinin vefatı haberi duyulunca müslüman halk derin
bir teessüre kapılmıs, yürekten sarsılmıstı. Çünkü Ahmed Ziyâüddin
Gümüshanevi (K.S.) Hazretleri bütün müslümanların sevdiği, saydığı, gönülden
bağlı olduğu bir din büyüğü idiler. Cenazelerinde mahseri bir kalabalık hazır
bulunmus ve en samimi dualar ve gözyası içinde toprağa verilmislerdir.
SEMAİLİ
Orta boylu, beyaz yüzlü, yanakları kırmızı, orta kısmı hafifçe yüksek çekme
burunlu, çatık kas ve açık alınlı, sağ ve sol gözlerinin altında birer siyah ben
bulunan, yuvarlak yüzlü, beyazı bellice siyah ve iri gözlü, basları devamlı traslı
ve beyaz sakallı bir zât idiler. Baslarına Naksî tacı ve beyaz imame sararlar,
cübbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayaklarında devamlı ayakkabı bulunur,
siyah renge hiç rağbet etmezlerdi. Yazları beyaz, kısları da yesil renk elbise
giymeyi tercih ederlerdi.