Sırtüstü yatan ölü askerler
Ferhat ÜNLÜ 18 Ekim 2006
Ezilenlerin en kolay uyum sağladığı şey iktidardır. Yüzmeyi "a-priori" olarak bilen yeni doğmuş bebek gibidir ezilenler. Yıllarca düşlerinde provasını yaptıkları saltanatın kırmızı halısı önlerine serildiğinde acemi bir şehvetle değil, tecrübe ve serinkanlılıkla ağır ağır çıkarlar merdivenlerden.
Tören gününe dek bütün ritüelleri izleyerek öğrenmişlerdir çünkü. Biat kültürü, iktidar yolunda ihtiyaç duydukları her bilgiyi damarlarına âdeta zerk etmiştir. Büyük golcüyü gıpta ile seyreden top toplayıcılar, bir gün ustasının dükkânını elinden almayı arzulayan sinsi çıraklar, patronunu yıllarca gezdiren haset, kompleksli şoförler ya da ayağına abdest suyu döktüren Başbakan'ın sabırlı ibrikçilerini andırırlar bu yönleriyle. Tek yapmaları gereken, terazinin ağır çeken kefesine sıçramak ve öğrendiklerini tatbik etmektir.
İşte bu yüzden biz erler, yani neferler; içimizden çıkıp çavuşluğa terfi eden eski arkadaşlarımızdan korkarız en çok. Zira biliriz ki, faşizm, bir ideolojiden önce bir ruh halidir. Horkheimer'den ziyade Freud'un ihtisas alanına girer. Ezildiği vakitler, damarlarındaki asil kanda mevcut olan egosantrizm yüklü alyuvarları şişirenler, "doz aşımı iktidar" nedeniyle bir zamanlar parçası oldukları bünyeye son derece acımasız davranabilirler.
Öyle acımasız olurlar ki, analarımızın deyimiyle, "Üç ayda komutan yapılmış" askerler şehit olduktan sonra sorulan haklı sorulara, "Askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değildir" gibi "politik" bile olmayan bir cevap verebilirler.
"Ben nöbette uyuyanın kurşuna dizildiği bir ülke istiyorum" diyen şair İsmet Özel'den mülhem, farkında olmadan ideoloji haline getirilmiş tehlikeli bir bakıştır bu. "Herkes işini iyi yapsın. Ama öncelikle ve özellikle de alttakiler…" Alttakiler; her işi en iyi şekilde yaparlarsa üsttekilerin çalışmasına bile lüzum kalmaz.
Bazen düşünüyorum da, siz iyi ki "zinde güçler"den değilsiniz Sayın Başbakan. Şayet Genelkurmay Başkanlığı yapsaydınız, Erman Toroğlu'nun istediği gibi "Kodumu oturtan bir paşa" olurdunuz Allah muhafaza. Seçilenlerden önünüze geleni fırçalar, sizden hesap soran gazilere, "Ananı da al git buradan" diyebilirdiniz. Ne ürkütücü değil mi?
Eğer bir "ultra-Kemalist", "vals müptelası bir Frenk mukallidi" olsaydınız ihtimaldir ki, Cübbeli Ahmet Hoca'ya frak giydirip papyon taktırır ve İsmailağa Cemaati'ne de "Fraklı Ahmet Hoca"nın vaazlarını dinletirdiniz zorla.
Demirel, sizin için "jakoben" derken pek de haksız sayılmazdı. Yargılayıp hüküm vermeyi çok iyi beceriyorsunuz. Bu beceriniz öyle gelişmiş ki, bir politikacı olduğunuz halde çoğu zaman politik olmayı dahi başaramıyorsunuz.
Öyle ki, Adorno'nun, "Olağanüstü güzel kadınlar mutsuzluğa mahkûmdur. Bir kâhin, iki yıkımdan birini seç demiştir onlara. Seçeneklerden birinde, güzelliklerini kurnazca başarıya tahvil etmek vardır. Mutsuzluktur bunun bedeli" yargısını haklı çıkaracak ölçüde, mutsuzluğunu daha fazla şöhretle maskelemek isteyen Hülya Avşar kadar bile politik davranamadığınız anlar oluyor.
Politikayı ancak, iş kendi sorumluluklarınızın sorgulanmasına gelince hatırlıyorsunuz. Ve her nasılsa başarısızlığınızı gölgeleme konusunda "muvaffak" oluyorsunuz. Öyle ya, iktidara uyum sağlamanın en önemli koşullarından olan "Altta kalanın canı çıksın" ideolojisine inanmak, gücün bedelini unutturur muktedire. Siz de "külfet-nimet", "emek-yemek" diyalektiğinde birincilerin anlam ve önemini unutmuş görünüyorsunuz.
Oysa iyi biliyorsunuz ki, her şeyin bir bedeli vardır Sayın Başbakan. Askerliğin bile… (Bkz: Bedelli askerlik) İktidarın da birinci bedeli, içinden çıktığı hasta bünyeyi iyileştirmek zorunda olmasıdır. Mevcudu muhafaza etmek bile yeterli değildir bu noktada, "ilerleme" sağlamalısınız.
Ekonomik, sosyal, siyasal ve dış politik icraatlarınız ortada. Vatandaşın lehine bir ilerleme yok. Oysa bir Latin atasözünde pek güzel ifade edildiği üzere, "Non progredi est regredi" Sayın Başbakan. "İlerlememek gerilemektir".
Bu ülkede insanlar öldürülüyor. Siz ise askerlere, "İyi savaşmak zorundasınız" demeyi biliyorsunuz sadece. İnsanları savaştırabilmek için önce onlara ne için savaştıklarını iyi anlatmalısınız oysa.
Ayrıca yan gelip yatanları "aşağılarda" aramayacaksınız. Bu ülkenin askerlerine "Aslan Asker Şvayk" muamelesi yapmayacaksınız. (Şvayk, aslında "aslan asker" falan da değildir. Pasif direniş gösterir ve "yan gelip yatar". Sizin vaktiniz yoktur, merak ediyorsanız danışmanlarınız romanı okuyup sizin için bir "özet" hazırlasınlar.)
Herkesin, iyi asker ol(a)mayacağını bileceksiniz. Vatandaşınızı "canınızın yongası" olarak görmeyeceksiniz. Hiç olmazsa acısı olanları dinlemeyi bileceksiniz. Ezcümle iktidarınızın bedelini ödeyeceksiniz.
Merak etmeyin, "alttakiler", bu ülkenin vatandaşı olmanın bedelini fazlasıyla öderler. Doğru düzgün kazanmadan vergi verirler, yetmedi, askerde yan gelip yatmadıkları halde can verirler.
Ve almadan vermeye alıştıkları, nimetten çok kahır dolu ömürleri bu ülke için sona erdiğinde sırtüstü yatmak üzere (Joyce, "Ulysses"te ayakta gömülen ölüler de hayal etmişti) kara toprağın yolunu tutarlar.
15-21 Eylül 2006
Haftalık Dergisi