AKŞEMSEDDİN'DE BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR-1
Prof. Dr. Ethem CEBECİOGLU 01 Ocak 1970
GİRİş
Bilindiği üzere, bir bilim dalının diğerlerinden bağımsız obrak
teşekkülü için, kendi tenninolojisini teşekkül ettinnesi gerekir. Tasavvuf
biliminin bağımsız bir tenninolojiye kavuşması konusunda ilk elde, Ebu
Abdullahi'l-Haris b. Esedi'l-Mukasibı (ö. 243/857), Eba Sa'ıd Ahmed b.
İsa el-Harrazı el-Bağdadı (ö. 286/899), Cüneyd-i Bağdadf (ö. 298/910),
Eba Yezıd Tayfur el-Bistamı (ö. 261/847), Ebu'l-Kasım Abdulkerfm el-
Kuşeyrf (ö. 465/1072) vb. gibi Gazzalf öncesi sfifilerinin işgal ettikleri
mevki büyük önem arz eder. Fena-beka, muhabbet, sahv-sekr, tevhid
başta olmak üzere pek çok konuda, yeni yorumlar, kavramsal bazdaki
fikir ürünleri, yaşanmış derfinf hayatın kelimelere dökülmesi sonucu
ortaya çıkan terminolojik formasyon, daha sonraki yüzyıllarda, tasavvufu,
bir ilmf disiplin halinde bağımsızlığa kavuşturmuştur.
Bu makalemizde, Osmanlı ilmı muhitinde yetişmiş h. IX / m.xV.
yüzyıl samerinden Akşemseddin' de terminolojik açıdan tasavvufun
aldığı teorik oluşumu ele alacağız. Ayrıca yer yer daha öncelçi sfifi
teorisyenlerin ileri sürdüğü tefekkür ürünleriyle de mukayese etmeye
çalışacağız.
II. AKŞEMSEDDİN'İN HAYATI VE ESERLERİ
A. HACI BAYRAM-I VELİ'YE İNTİSABINA KADAR OLAN
DÖNEM
Akşemseddin, kökeni itibariyle medreseli bir aileden gelmektedir.
Kendisi de müktesebatını, devrinin ilmı mahfillerinden yani
medreselerden elde etmiştir. O, bir Osmanlı müderrisidir. Ancak öncelikli
olarak, onun tasavvufi hayata intisabından önceki bu yonunu, ailesi,
çocukluğu, yetişmesi vs. gibi ayrıntılarla ele almak istiyoruz.
Akşemseddin'in esas adı, Muhammed (veya Mehmed) olmakla
birlikte kaynaklarda, "Ahmed" şeklinde de anıldığı görülürl
. Şakayık' da
ismi, Akşemseddin Muhammed bin Hamza olarak kaydedilmiştir.
792/1372'de Şam'da doğmuştu~. Babası "Kurtboğan Evliyası'" diye
tanınan Şeyh Hamza-i Şami önceleri Şam'da ikamet ederken, daha sonra
Amasya'nın (şimdi Samsun'un) Kavak İlçesi'ne yerleşmiştir4
.
Eski Türklerde ensab ilmi pek yaygın olmamakla birlikte, İslam 'la
tanıştıktan sonra Araplardan etkilenerek şecere kayıtları tutulmaya
başlanmıştır. İşte bu yönüyle Akşemseddin'in soyağacını, kaynaklardan
tesbit imkanına sahibiz.
Akşemseddin'in nesebi Şahabeddin-i Sühreverdi (ö. 632/1234)'ye,
oradan da Hz Ebu Bekir (12/634)' e dayanır. Şeyh Sühreverdi'ye kadar
şeceresi şöyledir: 1- Akşemseddin, 2- Şeyh Hamza, 3- Şeyh Hacı Ali, 4-
Hediyetullah, 5- Şeyh Musa, 6- Şeyh Muhammed, 7- Şeyh Şahabeddin-i
Sühreverdi6
•
Akşemseddin'in, geleneksel İslam kültüründe, her zaman görüldüğü
gibi, küçük yaşta Kuran-ı Kerim'i ezberlediği kaydedilir:
1 Eni'si, Emir Hüseyin, Menakıb-I Akşemseddin, Üniversite Ktb., T.Y. 4658;
Süleymaniye Ktb., Hacı Mahmud, no:4666, ss.48,58.
2 Taşköprülüzade, eş-Şakayıku'n-Nu'maniyye, Beyrut trz., s. 138.
3 Yurd, Ali İhsan, Fatih'in Hocası Akşemseddin, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1972, VII;
Cebecioğlu Ethem, Hacı Bayram-ı Veli ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1994, s. 208.
* Babasına "Kurtboğan" lakabının verilmesini Eni'si' şöyle anlatıyor: "Rivayet olunur ki
Şeyh Hamza ahirete intikal idüb defn olunduğu gice, sırtlan kurdu gelüb kabr-i şeritlerin
açtı. Mübarek cesetlerin(i) yemek istedi. Şeyh Hamza mübarek elini çıkarub, ol kurdu
boğazından tutup helak eyledi. İrtesi sabah, halk ziyarete geldi. Mübarek elini kabirden
çıkmış buldular. Bir ehl-i firaset kimse hazır bulundu. Kurda yapışmakla mübarek eli
yunmak lazım geldi, dedi. Yudular. Hemandem (derhal) el içeri çekildi. OL zamandan
beru mezbur Şeyh Hamza'ya 'Kurboğan', dirler"
4 Vassaf, Sefine, c. 1., s. 264; Yurd, Akşemseddin, s. XVIII.
5 Taşköprüzade, Şakayık, s. i38; Vassaf, Seline, s. 264; Lami'i', Nefehat Tercemesi,
İstanbul 1980, s. 684;
6 Yurd, a.g.e., s. XIX.
* Ayıu eser, s. XVIII.
Arapça ve Farsça bilen Akşemseddin' in tesbit edilebilen bu
müktesebatı, onun en asgari düzeydeki ilmf durumunu gösterir. Tam
anlamıyla okuduğu kitapları ve ilmi birikimi ortaya koyabilmek söz
konusu olduğunda, Akşemseddin'in kariyerinin, günümüz profesörlük
titrine rahatlıkla eşit olacağını söylemek mümkün görülür.
Küçük yaşta Kuran-ı Kerim'i ezberleyen Akşemseddin, devrinin
geçerli ilimIerini kısa zamanda tahsil eder. Tıp alanında da ihtisas yapar?
Bundan sonra ilmiyye sınıfına dahilolur ve Osmancık Medresesi'ne
müderris olarak tayin edilir8
• Ancak 26-27 yaşlarına kadar bu meslekte
kalır ve tabiat-ı fıtrisindeki Allah aşkının yönlendirilmesiyle, kendini bir
anda tasavvufi arayış içinde bulur. "İlm-i batın lezzeti dimağından
gitmediği için" kamil bir şeyh bulmak üzere, önce Fars ve
Maveraünnehir'e gider, oraları dolaşır. Gönlünün istediği kişilikte bir
mürşid bulamayınca Anadolu'ya geri döner9
.
B- HACI BAYRAM'LA BULUŞMASINDAN SONRAKİ
DÖNEM
Akşemseddin'in Ruhundaki arayış fırtınaları dinrnek bilmiyordu. II.
Bayezid devri kazaskerlerinden İmam Ali Efendi,lo ona, Ankara'da Kara
Medrese'nin eski müderrisi Hacı Bayram-ı Velf'yi tavsiye ettill. Ancak o,
önce niyetlendiyse de gitmedi. Zira kaynaklara göre o, "nefsi içün ve bazı
mühimmat-ı meşru'a içün devrişiere derveze cer ittirirdi. OL sebebden
Akşemseddin iba idüb Hacı Bayram'a varmazdı"ıı Bu şekilde
Akşemseddin, onun dervişlerixle çarşı pazar dolaşıp fukara için zekat
toplamasını doğru bulmuyordu. 3
O sıralarda, Haleb'de eski müderrislerden Şeyh Zeynüddin-i Hafi (ö.
83811435) dikkate değer bir maneviyat önderi olarak temayüz etmişti. O
da Akşemseddin gibi, Şehabeddin-i Sühreverdi neslindendil4.
Akşemseddin, Zeyniyye Tarikatı'nın kurucusu olan Şeyh Zeynüddin Ebu
7 Vassaf, Sefine, s. 264.
8 Aynı. Hacı Bayram-ı Velı, İstanbul 1343, s. 114.
9 Enisı, Menakıb, v. 3b.
LO Camı, Abdurrahman, Nefehatü'l-Üns min Hadarati'I-Kuds, çv:Lamil Çelebi, Istanbul
1270,s.685.
11 Azamat, Nihat, Hacı Bayram-ı Velı, TovIA, c. 14, s. 446:; Köprülü, Orhan F., Uzun,
Mustafa, Akşemseddin, TovIA, c. I, s. 300.
12 Enisı, a.g.e., v. 3a.
13 Taşköprülüziide, Şakayık, s. 138.
14 Enisı, a.g.e., v.3a.
Bekir el-Hllff'5 'ye intisab etmek üzere Haleb yolculuğuna çıkar'6.
Haleb'e vardığında önce bir hana iner, gece orada istirahat edip ertesi gün
Zeynüddin-i Han ile görüşmek arzusundadır. O gece bir rüya görür.
Boynuna bir zincir takarlar, zorla çeke çeke onu Ankara'da Hacı Bayrami
Veli'nin eşiğine bırakırlar. Birde bakar ki, zincirin ucundan tutan, Hacı
Bayram'dırl7• Rüyadan etkilenen Akşemseddin hemen geri döner. İmam
Ali Efendi'nin babasına giderek rüyayı anlatır. O da maneviyat yolundaki
nasibinin Hacı Bayram-ı Veli olduğunu söyler. Birlikte ona giderler. O
sırada Hacı Bayram-ı Veli, Çubuk Ovası'nda müridleriyle birlikte burçak
imecesi yapmaktadıris. Akşemseddin orada hiç itibar görmez. Ancak,
fazla beklemeden, hemen dervişlerin arasına katılarak onlarla beraber
çalışmaya koyulur. Öğle vakti mola verilir. Sofralar kurulur. Teknelerle
yoğurtlar ve buğday çorbası getirilir. Bölük bölük sofralara dağıtılır.
Hatta köpekler için de yemek hazırlanır. Kimse, Akşemseddin'e buyur
diye herhangi bir iltifat göstermez. Yemek başlar. Akşemseddin
köpeklerin yanına gidip onlarla birlikte yemeğe hazırlanır. Tam elini
yemeğe uzatırken, Hacı Bayram-ı Veli ona "Hay köse bizi yaktın" diye
seslenerek sofrasına davet eder. Hacı Bayram, yapılan muameleyi ona
şöyle açıklar: "Zincirle zorla gelen misafirin ağırlanması, böyle olur.,,19
Artık, Akşemseddin, Hacı Bayramın mürididir. Hacı Bayram-ı Veli
onu sıkı bir riyazete sokarak ibadetlerini artırır. Menakıb,
Akşemseddin'in bu riyazet sonucu, yedi günde sadece bir kaşık sirke içer
hale geldiğini kaydeder.2O Riyazeti artırma isteği Akşemseddin' den
gelmektedir. Sonunda Hacı Bayram-ı Veli ona "Ya köse! Nice riyazet
eylersin, akıbet nOr olursun, vefat ettikten sonra, seni kabrinde
bulamazlar"ıı diyerek onun bu uygulamasını sona erdirir.
Akşemseddin'in halvete girdiği hücre, bugün caminin kuzeydoğu
tarafında aşağı inen sahanlıkta varlığını sürdürmektedir.ıı Bu hücre hala
onun adıyla anılmaktadır.23
15 Harririzade, Tibyan, c.lI, v.1026.
16 Enis!, Menakıb., v.3b.
17 Aynı eser, vv.3b-4a.
18 Cami!, Nefahat, s. 685.
19 Enis!, a.g.e., v. 4a: Taşköpıiilüziide, Şakayık, s. 138; Vassaf, Sefine, s. 264.
20 Enis!, a.g.e., v.4a.
21 Yurd, Akşemseddin, s. L.
22 Vassaf, a.g.e., s. 262; Bursalı, Tahir, Hacı Bayram-ı Vel!, s. 6.
23 Ayverdi, Semiha, Osmanlı Mimarisi, c.lV., ss. 893-4.
Hacı Bayram-ı Velı'nin bu çile uygulaması sonucu, Akşemseddin
ruham letafete, nefsani saflığa ererek, hilafet icazetine nail olur. Hacı
Bayram-ı Velı yanında uzun süre kalıp olgunluğa eremeyen diğer
müridIer, onun böyle kısa zamanda halifeliğe ulaşmasının sebebini
sorarlar ve şu cevabı alırlar: "Bu bir zeyrek (akıllı) köse imiş. Her ne kim
gördü ve işitti, inandı. Hikmetin sonra kendi bildi. Ama bu kırk yıldan
beru hidmet iden dervişler, gördükler ve işittiklerin heman hikmet aslını
sorarlar,,24 Hz. Hızır (a)'ın Hz. Musa(a)'ya öğütlediği "Sana içyüzünü
anlatmadıkça bana hiçbir şey sorma"ıs şeklindeki husus, tasavvufta
teslimiyetin özü olarak değerlendirilir"
Kaynaklardan esas adının Muhammed olduğunu öğrendiğimiz
Akşemseddin'e sonradan bu ismi, Hacı Bayram-ı Veli'nin verdiğini
öğreniyoruz. Bu olayın cereyan tarzı şöyledir: Hacı Bayram-ı Veli,
"Beyaz bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanlıklarını, lekelerini
söküp atmakta güçlük ~ekmedin, aciz kalmadın" diyerek ona
"Akşemseddin" ismini verir. 6
Akşemseddin'in Hacı Bayram-ı Veli ile buluşması 825/l422'den
öncedir. Zira Hacı Bayram-ı Veli 825/1422 Temmuzunda Edirne sarayına
giderken yanında Akşemseddin de vardı. Yine buna ilaveten denebilir ki,
onun intisabı, tekkelcaminin inşa tarihi olan 819/141627'dan sonra
olmalıdır; zira o, şu anda bile varlığını koruyan çile hücresinde riyazet ve
halvetle meşgulolmuştur. Bu durumda onun tam intisab tarihini yaklaşık
8201i417 senesi olarak verebiliriz.ı8
Hacı Bayram-ı Veli, onu neşr-i tarikat ve hakikat için önce Ankara
civarındaki Beybazarı'na gönderir. Akşemseddin orada bir mescid ve bir
değirmen inşa eder.29 Dim -iktisadi bir bütünleme ile ahiret ve dünya
dengesini sağlayan Akşemseddin' in etrafına kısa zamanda çok sayıda
adam toplanır. Asya tipi üretim tarzında görülen çiftçiliğe toprağa yöneliş
keyfiyeti gözönünde tutulursa, Akşemseddin'in arifane bir uygulama ile
24 Enis., a.g.c., v.5a.
25 KehfnO.
* Tasavvuf kültürümüzde "Ah Teslimiyet" Sözcüğü, Hakdan gelen her şeye sessizce
boyun eğmek gerektiğini ve bunu yapabilmenin zorluğunu anlatır. (Bkz. Cebecioğlu,
Ethem, Tasavvuf Terimleri, ss. 714-5). İşte Ak~emseddin, bu köprüden kolayca geçerek
ehl-i kemaliit arasında yerini almıştır. Esasen Islam kelimesi de Allah'a boyun eğmeyi
ifade eder.
26 Müstakimzade, MeceIletü'n-Nisab, Süleymaniye Ktp, Halet Efendi, no:628, v. iIla.
27 Cebecioğlu, Hacı Bayram-ı Veli, s. 133.
28 Aynı eser, s.2l ı.
29 Yurd, Akşemseddin, s. L.
değirmen inşa etmesini son derece anlamlı buluruz. Daha sonra onun,
orayı terkedip İskilip Evlek'e geçtiğini görürüz.
Ancak Menakıb' ın ifadesiyle ayrılış nedeni "kesrete düşmek,,30
şeklinde gösterilir. Bu, Akşemseddin 'de Somuncu Baba (Ebu
Hamidüddin-i Aksarayf)'dan Hacı Bayram'a miras kalan şöhretten
hoşlanmamak şeklindeki bir melamet neşvesinin yansımasını gösterir.
Nitekim Fatih'in hocası olmasına rağmen, Göynük gibi dar bir muhitte
hayat boyu kalması, aynı rfihf zevkin bir tezahürüdür.
o devrin Evlek'ini Enisi şöyle tanıtır: "İskilip kazasında Kösedağı
dimekle maruf kasabaUan Irak dağının üstünde mütevekkin oldu. OLköye
Evlek dirler. El'an o köyde şeyhin binası ve evladı vardır.,,3!
Ancak Evlek'de kesrete düşen Akşemseddin Göynük'e gider, orada
da bir mescid ve değirmen inşa eder.32 Çocuklarının ve müridierinin
terbiyesi ile meşgulolur. Bir ara hacca gider3
]
825/1422 Temmuz'unda sultan II. Murad'ın, Hacı Bayram'ı Edirne
yönetim merkezine çağırışında, şeyhinin yanında Akşemseddin de
vardır.34 Yani Hacı Bayram-ı Veli hayatta iken, Akşemseddin sarayla
tanışmış durumdadır.
Akşemseddin'in Fatih'le kundakta iken mülaki olduğu ve Hacı
Bayram ile Edirne'ye yaptığı bir seyahat daha vardır.35
8331l430'da şeyhi Hacı Bayram-ı Veli vefat eder. "Benim namazımı
Akşemseddin kılıversün ve beni ol gasleylesün. Benim haberim ana vasıl
eylesüz" şeklindeki vasiyyeti üzerine, Hacı Bayram'ın son nefesinde
başında hazır bulunan Akşemseddin36, gereken dini vecibeleri bizzat
yerine getirir.
30 Enisı, Menakıb, v. 46. Yahdet Hakkı, kesret halkı gösterir. Halkla fazla meşguliyette,
kesrete düşmek sım bulunur. Allah'a fırar etmek bu durumda deva olarak görülür.
31 Aynı eser, vv. 4b-5a.
32 Köprülü, Uzun, "Akşcmseddin" TDVİA, c. I, s. 300.
33 Aynı yer.
34 Risale-i Beşir Çelebi, TSMK, Haziran nr.1783 , v. 16a; Aynı, Hacı Bayram, s. 79.
35 Ccbecioğlu, Hacı Bayram, ss. 150-2.
36 La'lızade, Melamiyyenin An'ane-i İradetleri, İstanbul 1156, ss. 18-20; Vicdani, Sadık,
Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Melamilik, İstanbul 1338-1340, ss. 46-50.
Bundan sonra Akşemseddin Göynük'e döner ve vazifesine devam
eder. Ancak Emir Sikkfnf ile aralarında meşreb ayrılığı zuhur eder. Konu
ile ilgili olarak bazı kaynaklar, ateş olayından bahseder. Bu olaydan sonra
Bayrarnflik ikiye ayrılır?
Akşemseddin ihvaniyle Şemsiyye-i Bayramiyye'yi tesis eder8
• Daha
sonra onun kurduğu bu yol şu şekilde koııara ayrılmıştır:'
a. Şeyh İbrahim b. Hüseyin es-Sivası'ye (b. 887/1482) nisbet edilen
Tennuriyye Tarikatı;
b. Şeyh İlyas b. İsa es-Saruhanı (ö. 967/1559)'ye dayandınlan
İseviyye;
c. Şeyh Himmet b. Ali Bolevı (l0951l684)'ye nisbet olunan
Himmetiyye39
Bu üç koldan İscviyye, Tennuriyye'nin kolu olarak neş'et etmiştir.
Şöyle ki; Akşemseddin 'den sonra gelen İbrahim Tennun halifesi
Muhyiddin-i Yavsı (ö. 920/1524)'dir. Ondan sonra silsile Şeyh Kasım ve
Şeyh Mecdüddin İsa-yı Saruhanı (ö. 937/1531) vasıtasıyla Şeyh İlyas b.
İsa Saruhani'ye (ö. 967/1560) iner.40
Hacı Bayram-ı Velı'nin vefatından sonra Akşemseddin'in II.
Murad' la olan yakınlığının kesin hatlarıyla ne şekilde olduğu fazla
bilinmiyor.
Akşemseddin'in İstanbul'un fethi öncesinde, iki kez Edirne Sarayına
gittiği görülür.41 tıkinde II. Murad'ın Kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman
Çelebi'yi tedavi etmiştir.42 Saray doktorları yaptıkları ilaçlarla Süleyman
Çelebi'yi tedavi edemezler. Bunun üzerine Akşemseddin'i çağırırlar. O
37 San Abdullah Efendi, Semeratu'I-Fuad, İstanbul 1288, ss. 241-44.
38 Aynı eser, s. 244; Akşar, Mustafa, İskilipli Şeyh Muhyiddin Yavsı, Hayatı, Eserleri ve
Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1996, s. 77.
* Öngören, Reşad, Osmanlılarda Tasavvuf, Anadolu'da Silfiler, Devlet ve Ulema, Istanbul
2000, ss. 155-167.
39 Hannzade, Tibyan, c. 1., v. 173b.
40 Yurd, Akşemseddin, s.CV.
41 Köprülü, Uzun, "Akşemscddin", s.300.
42 Aynı yer.
da, sersam adlı bir ilacın iyi geleceğini söyler. Diğerleri inanmazlar.
Ancak ilaç hazırlanır ve hasta kısa zamanda iyileşir.43
Yine, hastalanan Fatih' in kızını tedavi etmesi üzerine,
Akşemseddin'e hediye olarak Beypazarı'ndaki pirinç tarlaları verildiği,
Menakıbıda kaydedilir.44
Fatih Sultan Mehmed İstanbul'un fethine manevi katkıda bulunmak
üzere, Akşemseddin ve Akbıyıkla birlikte, müridIerini de davet etti.45
Menakıb' ın nakline göre Fatih' in etrafındaki bazı danışmanlar, fethe
çeşitli nedenlerle pek rıza göstermiyorlardı. Akşemseddin onların
görüşünü çürütüp, Fatih'i İstanbul'u fethe ikna etti.46
Fethe katılan Akşemseddin, padişahın ve ordunun moralinin yüksek
tutulmasında önemli bir roloynadı. Araştırmacılar, Akşemseddin'in bu
sıkıntılı sıralarda zaferin uzak olmadığı müjdesini vererek47 sabredip
gayret etmesi konusunda Fatih'e yazdığı mektupların, fethin kısa sürede
gerçekleşmesinde büyük etkisi olduğunu belirtirler.48
Fetihten sonra, Ayasofya, camiye dönüştürüldü. İlk Cuma
namazındaki hutbeyi, Akşemseddin okudu.49
Yine Fatih'in ricası üzerine Akşemseddin, Hz. Resulullah(s)'ın önde
gelen sahabelerinden Ebu EyyOb Halit el-Ensarf(r)'nin kabrini keşfen
buldu.50
İstanbul'un fethindeki bu tür olaylar sonucu, Akşemseddin'in
etrafında çabucak bir hürmet halkası 0luşur.51
İstanbul'un fethinden sonra Akşemseddin, kendinin de mensub
olduğu Sala Aşireti efradından bir kısmını Üsküdar'a iskan ile orada
43 Enisı, Menakıb, v. 5b-6a.
44 Enisi, Menakıb,v.6a-6b.
45 Yassaf, Sefine, s.265-6.
46 Enisi, a.g.e., v. 86-96.
47 Taşköprülüzade, Şakayık, s.139.
48 Inalcık, Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler Ye Yesikalar, Ankara 1954, s. 13i.
49 Taşköprülü, Uzun, "Akşemseddin", s.300.
50 Aynı yer. Ramazanoğlu, Mahmud Sami, Ashab-ı Kiram, İstanbul 1985, s.107.
51 San Abdullah, Semerat, s.240- i; Yassaf, Sefine, ss. 265-6.
Salacak adlı bir Türk mahaııesini tesis eder.52 İstanbul'un fethinden
sonraki kolonizasyon hareketi içinde, bu olayın önemli bir yere sahip
olduğu muhakkaktır.
Fatih'in, Akşemseddin'in sohbet halkası ve etki alanı içinde olduğu
muhakkaktır. Fatih, bir ara Akşemseddin'e sohbet sırasında, ısrarlı bir
biçimde halvete girme talebini arz edince, hakımane bir cevapla muhatap
olur: "Halvette lezzet vardır. ° lezzeti tadarsan, yöneticilik lezzetini
kaybedersin. Bu yüzden işler karışır. Allah da bunu bize sorar. Halvet
senin adaletli olmandır, şu, şu, şu işleri yapmandır."53
Yine fetihten sonra, Fatih medreseleri yapılıncaya kadar kiliseden
çevrilme Zeyrek Camiinin önceleri medrese olarak kullanıldığı,
Akşemseddin'in burada oturduğu ve ders verdiği üzerindeki kitabeden
anlaşılmaktadır.54 Bir müderris olarak, İstanbul'daki bu tedrfs faaliyetinin,
ilim ve fikir açısından ilk sırada yer aldığını da kaydetmek gerekir.
Fatih, Akşemseddin'e, İstanbul'da halkı irşad etmesi için bir dergah
inşa ettirip, hayatının geri kalan kısmını orada geçirmesini rica eder.
Ancak Akşemseddin bu teklife olumlu karşılık vermeyince, yapılan bu
dergah, sonradan medreseye dönüştürüldü.55 0, kendisine gösterilen bu
tür teveccühlere daha önce Beypazarı ve Evlek'te olduğu gibi şöhret
sıkıntısıyla itibar etmez ve Anadolu'nun sakin, gözden uzak bir köşesi
olan Göynük'e yerleşir.56
Onun Göynük'e gidişi Gelibolu üzerinden olmuştur. Fatih,
Akşemseddin' in gönlünü almak üzere arkasından hediyeler gönderdi.
Ayrıca, Göynük'te cami ve tekke yaptırmak istedi. Ancak Akşemseddin
bunları kabul etmedi. Ancak, sadece bir çeşme yapılmasına rıza
gösterdi.S?
Akşemseddin ölene kadar Göynük'te kalır, dervişlerin terbiyesiyle
meşgulolur. Doktorluktan kazandığı alın teri, el emeği ile geçimini temin
eder .58Rivayetıere göre o, devrinin en iyi doktorlarından biridir. Mikrop
52 Vassaf, Senne. ss.264-270; Aynf. Hacı Bayram. s. 114.
53 Taşköprülüzade. Şakayık, s. 140.
54 Ayverdi. Osmanlı Mimari, c. III, s.537.
55 Enisı, Menakıb, v.12a.
56 Taşköprülüzade, Şakayık, s. 141.
57 Enisl, M. a.g.e., v. 12b-13a; Köprülü. Uzun. "Akşemseddin". s. 300.
58 Vassaf, Sefine, s.269; Vicdanı, Tomar, s.39.
konusunu, ilk ortaya atan kişilerdendir. Hastalığın bu mikroplarla
yayıldığını söyleyen Akşemseddin, aynı konuda görüş ileri süren İtalya'lı
hekim Fracastor'dan yüz yıl önce literatürde yerini almıştır.59
Menakıb' a göre Akşemseddin' in vefatı oldukça ilginçtir. Karısına
sık sık, en küçük çocuğu Hamdi'nin yetim zelil kalmasını öne sürerek
"yoksa bu mihneti çok dünyadan göçerdim" der. Sanki ölümü elindeymiş
gibi konuşan Şeyh'e, hanımı bir gün "göçerdim dersin, yine göçmezsin"
tarizini yöneltir. Akşemseddin de "göçelim" diyerek Göynük'teki
mescide dervişlerini, yakınlarını toplar, vasiyetini yazar, helalleşip
vedalaşır Yasin suresi okunur. Sağ tarafa sünnet üzere yatar ve ruhunu
teslim eder.60 Tasavvuf ıstılahında böylesi ridl için, "mevtine (biiznillah)
kadir erler"denir. Mahiyeti, konumuz sadedinde olmadığı için bu hususa
şimdilik kaydıyla bir açıklama getirmiyoruz.
Akşemseddin'in vefat tarihi 86311459 senesının 5 Cumade'lahiredir.
61 Kabri, Göynük'te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır.62
Akşemseddin' in Sa' dullah, Fazluııah, Nurullah, Emrullah,
Nasrullah, Hamdullah63 ve Nuru'I-Hüda64 adlı yedi erkek çocuk dahil
oniki evladı vardır.65
Bunlardan küçük oğlu Hamdullah Hamdi (ö. 90911503) hey'et,
nücum ve musikıde derinleşmiş olup, ayrıca devrinin önde gelen
şairlerinden sayllır.66
Akşemseddin'in yetiştirdiği halifeleri kaynaklar şu şekilde
kaydederler: Muhammed Fazlullah, Hamzatu's-Sami, Mısırlıoğlu
Abdurrahım-ı Karahisan, Attaroğlu Muslihiddin-i İskilibı, İbrahim-i
Tennun .67
59 Köprülü, Uzun, a.g.m., 301.
60 Enis!, menakıb, v. 7b-8a.
61 Vassaf, a. Sefine, s. 269.
62 Aynı yer.
63 Taşköprüzade, Şakayık, s. 142.
64 Köprülü, Uzun, "Akşemseddin", s.301.
65 Taşköprüzade, a.g.e., s.J42.
66 Köprülü, Uzun, a.g.e., s.301.
67 Taşköprüzade, a.g.e., s.14 ı.
Akşemseddin' in tesis ettiği Şemsiyye-i Bayramiyye, kendisinden
sonra oğlu Fazlullah tarafından Göynük'te, İbrahim-i Tennuri ile
Kayseri'de, Attaroğlu Muslihiddin ile İskilip'te, Hamzatu'ş-Şami
vasıtasıyla Ankara ve civarında temsil edilmiştir.68
Akşemseddin 'in Eserleri
ı. Dem Meta(ini's-Sfiflyye: Def'u Meta'in olarak da bilinen69 bu
eser, bazı kaynaklarda "Hall-i Müşkilat" olarak kaydedilir?) Eser,
İstanbul'un fethinden bir yıl önce (85611452) yazılmıştır. Eserin yazılış
gayesi "ehl-i Hakk'ın büyüklerin(den) olan Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i
'Arabi ve diğer büyük sfifilerin küfürle ve ilhadla itham olunmasl,,71na
karşı yazılmış bir savunmayı ihtiva eder. Onun dediklerinin diğer sufıyye
ileri gelenlerince de söylendiğini kaydeden Akşemseddin, bu konuda şu
hükmü verir. "Umulur ki onların ve Amr b. Farıd'ın dedikleri, senin
Şeyh-i Ekber, tilmizleri ve talebeleri hakkında kötü zannını ve sözünü
düzeltir, doğrultur. Biz hiçbir zaman ona ve tilmizlerine vücudf - huıaıf
demeyiz. Çünkü o ve tilmizleri, senin dediğin gibi, kendini mutlak vücud
saymamış ve dememiştir. O 'La mevcude illa hu' (yani) herşey fani ve
zaildir, yalnız O (Allah) vücudun hakikf sahibidir, bakfdir, derdi. Eğer
böyle diyenler vücudf-huWlf ise, meşayıhın hepsi vücOdf-huıaıfdir, ve
sen de şeyhsen, onlardan birisin." 72
2. Risaletu'n-Nfiriyye: Akşemseddin, bu eserini tasavvuf erbabına
yöneltilen haksız eleştirileri cevaplandırmak üzere yazmıştır.73 Önce
tasavvuf karşıtlarının yirmi bir iddiasını ele alır. Mesela: Aba giyerler,
şeyhleri elinden hırka giyerler, tülbentli, tülbentsiz taç giyerler, beylerin
ata ve ihsanını kabul ederler, heyecana gelip (demlenip) haykınrlar, halka
halinde zikrederler, savm-ı visal tutarlar, halvete girerer, çile çıkarırlar,
Abdest alırken başkalarından yardım isterler, Kara edük giyerler VS.74 Bu
soruları teker eker ele alan Akşemseddin, bunları delilleri ile
cevaplandırır. Ali İhsan Yurd, bu eserin Akşemseddin'in kardeşi Hacı Ali
tarafından yapılan tercümesini, Arapçasıyla birlikte neşretmiştir.75 Aynı
68 Köprülü, Uzun, a.g.m., 5.301.
69 Köprülü, Uzun, "Akşemseddin", 5. 301.
70 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c.i., Istanbul 1333,5. ı2.
71 Akşemseddin, Oefu Metalın, Süleymaniye Ktp., Es'ad Efendi, no: 1429; Süleymaniye
Ktp., Ayasofya no: 4092, v.26.
72 Aynı eser, v. 32a.
73 Akşemseddin, Risaletu'n-Nur, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud no:240B, v. 4b-5a.
74 Aynı Eser, v. 6a-7a.
75 Bkz.: Ali İhsan Yurd, Fatih'in Hocası Akşemseddin Hayatı, ve Eserleri, İstanbul 1972.
eserin Bolulu Himmet Efendi tarafından 1071/1661'de yapılmış eksik bir
çevirisi, Süleymaniye Ktitüphanesi Hacı Mahmud Efendi, 2863 no'da
kayıtlıdır.
3. Makamat-. Evliya: Akşemseddin'in mürşid kimdir, makam-ı
velayet nedir, velflerin dereceleri nelerden ibarettir, gibi konuları ele alan
bir eserdir. Ali İhsan Yurd tarafından basılmıştır.76 Akşemseddin'in
Risale-i Zikrullah, Risale-i Şerh-i Akval-i Hacı Bayram-ı Veli ve Risale-i
Deverani's-Sfifiyye adlı eserlerinin varlığından bahsedilmekle birlikte,
bugüne kadar ele geçmediği kaydedilir.77
Akşemseddin'in biri Hilal İnalcık ve diğeri Bursalı Mehmed Tahir
tarafından bulunan, Fatih'e yazdığı iki mektup yayınlanmıştır?S
Yine Akşemseddin'e aidiyeti ileri sürülen 45 beyitlik manzum bir
risale olan Nasihatname-i Akşemseddin, Ali İhsan Yurd tarafından
neşrolunmuştur.79 Kemal Eraslan da bir mecmua içinde bulduğu 38
şiirini, imlii özellikleri ve açıklamalı sözlüğüyle yayınlanmıştır.so
Akşemseddin' in tartışmalı olmakla birlikte, çoğu araştırmacılarca
ona aidiyeti kabul edilen "Maaddetü'l-Hayat" veya "Maidetü'l-Hayat"
adıyla bilinen bir eseri daha vardır. Bu eserin geç tarihlerde istinsah
edilmiş pek çok nüshası vardır. En eski tarihli Ali Emin yazması
1096/1685 yılında istinsah edilmiştir .SI
Kaynaklar, Defu Meta'in'e yazılan Telhfsu Defi Meta'in adlı bir
özet eserden bahsediyorsa da şimdiye kadar böyle bir esere
rastlanmamıştır.S2 Rahmetullah 'aleyh.
76 Bkz.: Ali İhsan Yurd, Akşemseddin, v.28'de 87 nolu dipnotta bu eser hakkında
oldukça geniş bir malumat vermektedir.
77 Köprülü, Uzun, "Akşemseddin", s.301.
78 Aynı yer.
79 Bkz.: Süleymaniye Ktp. Mihrişah Sultan, no:443/3;ayr.bkz.:Köprülü, Uzun, a.g.e.,
s.301.
80 Erasıan, Kemal, "Akşemseddin'in Dinı Tasavvuti' Şiirleri", TDI, sy. 394, İstanbul
1984, ss.441-417; Eraslan Kemal "Akşemseddin'in Dinı-Tasavvuti' Şiirleri", TDAY
Belleten 1984, Ankara 1987, ss. 11-85.
81 Diğer yazmalar için bkz: Türkiye Kütüphaneleri İsUiml Tıp Yazmaları Katoloğu, s.
139.
82 Köprülü, Uzun, a.g.m., s. 301.
III. AKŞEMSEDDİN'DE BAZI TASAVVUFÎ KAVRAMLAR
Bilindiği gibi, bir bilimin bağımsızlık kazanması, onun terminolojik
yönden inşasıyla yakından ilgilidir. Honey her sutr bu yapılanmaya
katkıda bulunmuşlardır. Şimdi bu katkıda Akşemseddin'in ne kadar payı
var, onu görelim.
A. VELAYET
Tasavvufun başat kavramlarından en başta geleni velayettir.
Lügatta sevmek, yardım etmek, yönelmek, sadık olmak, yakın
olmak, dost olmak, korumak, uymak, herhangi birinin kişinin işini üstüne
almak, akraba vs. gibi anlamları ifade eden bir masdardır.83
Tasavvutr ıstılah olarak velayete çeşitli anlamlar yüklenmiştir.
Kuşeyri (ö. 465/1072) bu terimi "Allah Ta'ala'nın işini üzerine
aldığı kişi" şeklinde açıklarken84, Serrac (ö.378/988) Allah'ı ve
hükümlerini iyi derecede bilen, bu bilgisiyle amel eden, Allah'ın
kendisini mükellef kıldığı işlerde tahkike ulaşan ve bundan sonra elde
. ettiklerinde fani olup yokluğa bürünen kimseler" tarzında bir tanım
getirir. İmam Rabbani (ö.1034/1625)'nin velayet kavramına Allah'a
yakınlık olarak açıklama yaptığı görülür.85
Hakfm Tirmizı (285/898) velıyi, bakışıyla ölü kalpleri dirilten
nazargah-ı İlaru ve Rabbanı esrarm madeni, olarak d~erlendirir.86 İbn
Temiyye ise, velfyi, mü' min ve müttaki kulolarak anlar.
Tasavvuf tarihinde Muhyiddin-i Arabı başta olmak üzere, veli
kavramının insan-ı kamil portresi içerisinde şekillendirildiği görülür.88
83 Cürcanı, Ta'rifat, s.253; İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut trz., c. XV. s.40b vd.;
Ragıb, el-Müfredat, s. 823; Firuzabadf, Kamusu'l-Muhit c.IV., s. 583.
84 Kuşeyri, Risale, s. 128.
85 ımam-ı Rabbani, Mektubat, c.II., mektup:72.
86 Hakim et-Tirmizi, Nevadiru'l-UsQl, Beyrut 1992, c.ı., s. 339.
87 ıbn Teymiyye, Hakikatu Mezhebi'ı-ıttihadiyyın, Hatmü'I-Evliya sonunda.
88 Bkz. ıbn Arabı, Fususu'l-Hikem, Beyrut, 198 Thk., tık. Ebu'l A'la Afifi.
Esasen ideal kul ve dolayısıyla kamil insan örneği, Hz. Muhammed
Mustafa sallallahü' aleyhi ve sellerndir .89
Muhyiddin İbnü' l-Arabi' (ö. 638/ i240), FutGhatı 'nda velilik
hiyerarşisinde yer alan kutubları ele alırken ilginç bir yaklaşım sergiler.
O, kutub sayısını ıo4'e kadar ulaştırır. Çeşitli ayetlerin kutublarından
bahseder. Aynı şekilde çeşitli hadisleri ele alarak bunların da kutbunun
bulunduğunu kaydeder.90 Üstad, sonunda bin kadar kutub bulunduğunu,
ama belli bir sayıdan sonrakilerinin kendisine unutturulduğunu ve
neticede, bunun hikmetinin ne olduğuna dair gerekli açıklamaları yapar.91
İbn Arabi' sayısı bine ulaşan kutub çeşitlerinden bahseder. Ancak o,
FutOhat'ta saydıklarının dışındakierinin Allah tarafından unutturulduğunu
ve bunun hikmetini de anlatır. Biz burada, birara yorum yaparak, bu
çeşitlenmelerin hemen tümünün, halife olan insan-ı kamil kavramına
muhteva teşkil ettiğini kaydetmek isteriz.
"Fatih'in hocası" ünvanıyla anılan Akşemseddin'in de, benzer
şekilde, velayeti geniş bir açılımla ele alıp çeşitlendirerek açıkladığını
görüyoruz. O, Makamat-ı Evliyası'nda velileri İbn Arabi' gibi kate~orize
ederek onsekize ayırır ve her bir sınıfı özel başlıklar altında tanımlar. 2
Şimdi Akşemseddin' in onsekiz kategoriye ayırdığı evliyalar
hiyerarşik yapısının nasılortaya çıktığını görelim. Akşemseddin önce
"mürşid" kavramına açıklık getirerek, onun çerçevesinde kendine göre bir
velilik portresi çizer: Ona göre, maneviyat yolu, nebilerden velilere
intikal etmiştir.93 Tasavvufta bu "Sizin için Allah (c) ResOlünde güzel bir
örnek vardır" (el-Ahzab, 33121) ayetine istinad ettirilir. Yine tasavvuf
yolunun büyükleri tasavvufi düşünmenin gelişiminde peygamberlerin
rolüne ısrarla işarette bulunmuşlardır. Mesela İbn Arabi', FusOsu'l-
Hikem'inde tüm peygamberleri Hz. Adem (a)'den itibaren ele alıp, Hz.
Peygamber (s)'e kadar ayrı başlıklar altında onların baskın vasıf1arını,
hikmetler dairesi içinde ortaya koyar.94
89 el-Ahzab/2 I.
90 Muhyiddin İbnü'I-Arabl, el-Futuhatü'I-Mekkiyye, Beyrut trz., c. IV, ss. 77- i95.
91 Aynı eser, c.IV., ss. 77vd.
92 Akşemseddin, Makamat-I Evliya, LO. Merkez Kütübhanesi, Türkçe Yazmalar Kit.
808,vv.175a-192a.
93 Aynı eser, 176 b.
94 İbn Arabı, Fususu'I-Hikem, Kahire 1946; ayr. bkz: Aynı eser, çev: Osman Nuri
Gençosman, İst. i97 i.
Tasavvufdaki "huııe" Hz. İbrahim (a)'den, "münacat" kelimuııah
olan Hz. Musa (a)'dan, "iffet" Hz. Yahya (a)'dan, manevı temizlik ve
azizlik Hz. İsa (a)'dan, fakr ve özeııikle mi'rac Hz. Peygamber
(s)'imizden etkilenerek ortaya çıkmış kavramlar olarak görülür.95
Akşemseddin, önce sorar: "Ey tali b bilgil kim alemde mürşid
kimdir?" sonra da soruya cevap vererek mürşid kavramının içini şu
şekilde doldurur:
a) "Her şeyde kendi vücudunu görmüş ola"
b) "Ve bir makama eri şe kim, kendüden artık iHemde hiçbir şeyin
vücudu olmaya"
c) "Ve her şeyde tasarrufu ola,,96
Bu tanımlamasında Akşemseddin, mürşidin bu üç aşamadan geçmiş
olmasını gerekli görüyor: İşin başında enfüs (sübjektif, mikrokozmik)
planda olan her şeyin, afak (objektif, dış alem, makrokozmik) alanda da
aynen var olduğunu müşahede etmek. Buna, biz iç ve dış bütünlüğün
sağlanması, dengenin, altın ölçünün elde edilmesi olarak değerlendirmek
isteriz. İkinci olarak, kendinden başka alemdeki hiçbir şeyin vücudunun
varlığının bulunmadığının farkına varmak. Ayette görüldüğü üzere"
Onun üzerindeki her şey yok olucudur, celal ve kerem sahibi Rabbinin
vechi bakı kalırjdevam eder,,97 yani her şeyin hakikati yokluktur/yok
olmaktır. Ancak insanın kendi varlığını sezmesi, bilmesi Rabbini bilmeye
götürür. Tüm alem nefyedilince geriye üçüncü olarak alemde tasarruf
edici varlık olarak sadece Rabbini bilir. Yani Aııah' ın tasarrufundan
başka tasarruf yoktur. Ancak olgunluğu elde etmiş, halife olmuş
Hazret-i insan, bu tasarrufa mazhar düşer. "Attığın zaman, sen atmadın,
ancak Allah (c) attı" (el-Enfal, 8/17) Akşemseddin, mürşidi ümmeti
içindeki peygambere benzetir.98
Akşemseddin bu arada psedo veIf/uyduruk velf tipolojisi yapar: "Bu
mürşid diriler hak dergahında şermsar dururlar, onun için kim Hakk'ı her
şeyde ayne'l-yakfn hazır bilmezler ve kendi vüchudlarının hakikatını
kemahuve hakkuh bilmemişlerdir. Henüz dahi mahcub yürürler. Dava-yı
95 Altıntaş, Hayrani, Tasavvuf Tarihi, ikinci baskı, Ankara 1991, ss. 22-4.
96 Akşcmseddin, Makamat, vv. 176 b-ına.
97 er-Rahman, 55 /26-7
98 Akşemseddin, Risalctü'n-Nur, v. 148b.
irşad itmezler idi. Kendülerin halk arasında aziz tutup Hak dergahında
hor olmazlar idi. Ve bu makamla olan kişiler, esahh budur kim veli
değillerdür. Evliya katında bunlar, dellallardıf. Evliya sözlerini halka
satarlar. Kendülerin (i) halka veli' bildirirler. Bu gayet edna mertebedir.
Ehl-i Hak katında bundan edna mertebe yoktur.99 Hakiki sufiler, sık sık
devirlerindeki sahte veli'leri yani mutasvıfeyi eleştirmekten geri
durmamışlar, insanları bunlara karşı eserlerinde uyarmışlardır. 100
Makamatın ilk babında mürşidi açıklayan Akşemseddin yine aynı
yerde veli ne değildir, ve nedir konusunu ele alır. Bunu da, her velinin
mürşid olmayacağı, ama her mürşidin mutlaka veli'likle sıfatlanması
şeklindeki, kaplam- içlem münasebetiyle açıklar. İşte bu yüzden her iki
kavram tasavvuf terminolojisi ile ilgili kaynaklarda haklı olarak ayrı ayrı
ele alınmıştır. 101
Akşemseddin veli'yi tanımlarken, şu nitelikleri kriter olarak sunar: a)
Bütün aleme gizlidir, b) Allah'ın hazinedarıdır, c) Her ilmi bilirler, d)
Herkese durumuna göre davranır, yani insan idare etme ve yönetme
san'atı denen ilmi siyaset sahibidir, e) Bir kısmı tasarruf sahibidir, f)
Zahiri varlığı açık, iç alemi gizlidir, g) Kimse onun halini bilemez, halkın
düşündüğü/tasavvur ettiği gibi değildir, h) Halka hiç ihtiyacı yoktur, bu
yüzden Hakkın sırlarını halka açmazlar, ı) İnsanlar velinin sırrından bir
zerresini duysa hel ak olur, onun sırrına takat getiremezler.ıoı Zaten bir
kudsi' hadis-i şerifde: "Veli'lerim kubbelerimin altındadır. Onları Ben'den
başkası bilemez,,103buyurulmuştur.
Akşemseddin'in velayetle ilgili görüşleri şöyle devam eder:
i. Akşemseddin önce "ibtida-yı velayet" başlığı altında velfliğin
başlangıcını ve bunun mahiyet olarak içeriğini anlatır. Velinin önce tüm
eşyayı bildiğini ve bunun terkib-i insanı bilme olduğunu kaydederek
99 Akşemseddin, Makamat, v. 177 b.
100 Serrlic, el-Lüma', çev: Hasan Kamil Yılmaz, Istanbul 1996, ss.416-421; es-Sülemi',
Kitabu Adabu's-Suhbe, thko nşr.: MJ. Kister, leruselam, 1954 (Naşirin ön sözü) s.6; Ebu
Nuaym el-lsbehani', Hılyetü'I-Evliya ve Tabakatü'I-Asfiya, Mısır 135 I, S. 25.
101 Eraydın, Selçuk, Tasavvufve Tarikatlar,S. Baskı, Istanbul 1997, ss. 90-114 ve 116-
123; ayr. bkz. Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Istanbul 1991, ss. 354-
519-20.
102 Akşemseddin, Makamat, vv. 177 b- 178 a.
103 Abdurrahman Cami', Nefehatu'I-Uns min Hadarati'I-Kuds, Hz. S. Uludağ-M. Kara,
Istanbul 1995, S. 452; Gümüşhanevi', Ahmed Ziyaüddin, Camiu'I-UsOl, Kahire trz., s. 50;
ısmail Hakkf-i Bursevi', Temamü'l-feyz, s. 153, Birinci kısım.
devamla: " ... amma evliya bunu bilmekle kamilolmaz" diyerek
gerekçesini şöyle açıklar: "Zira kim Hakkın kemali heman i1m-i eşya
değildir kim anı bilmek ile kamilola. Hakkın kemalinin nihayeti yoktur
kim tamam biline"l04 Akşemseddin bu cümleleriyle insandaki bilmenin
sınırlarını çizer. Nitekim şeyhi Hacı Bayram'ın damadı Eşrefoğlu
Rumf'ye verdiği şu cevab, aynı minval üzeredir: "Bir veli'nin bin sene
ömrü olsa, enva-ı mücahedat ve riyazat eylese, henüz enbiyadan birisinin
kademi (ayağı) vardığı yere velınin başı varması muhaldir"lo5 Burada
akla hemen şu soru gelebilir. Peki velı için bu ilmin sınırı çizilmezse,
imkanı nedir, ne ölçüdedir? Akşemseddin, velıdeki bilgi imkanının
açılımını şöyle yapar: "Amma evliya şol makama yetişir kim kendi
vücud-ı müte'ayyinesini her şeyde görür, bilir. Nitekim her beşer kendi
vücudun gördüğü gibi. Alem-i ihya (veya ahya) evliya katında budur ve
dahı bu yigirmi dört saatda ve yigirmi dört bin nefesde ne kudret zahir
olur evliyaullah anı dahi bilir. Bu makama yatişcek (ulaşınca), vel~yete
kadem basar. 106
Akşemseddin, kulun kendi determine olmuş (müteayyin) varlığını
her eşyada, yani dışta bulup, iç-dış ayrılığını giderip, bütünleşince,
Capra'nın ifadesiyle kainata mensup olunca, işte o zaman velilikte birinci
makama ulaşır. Nitekim hadis-i şerifte "nefsini bilen Rabbini bilir",
buyrulmuştur .107
2. Akşemseddin veülik hiyearşisinde ikinci velayet diye kavram
bazında bir başlık açar ve bunun enbiya katında nübüvvet makamı
olduğunu söyler.108Veli', eşyanın ilmini geçerek bu makama varır, her
tasarrufa kadir olur.109 Burada Hakfm Tirmizı'den beri gelen nebilikvelilik
efdaliyetiyle ilgili, akla hutur edecek soruyu izale etmek üzere "Bu
makam, enbiya katında nübüvvet makamıdır ve amma velıler katında
velayet makamıdır."11O der ve bu konuyla ilgili bir hadis-i şerifi delil
getirir "Ümmetimin alimleri Benı İsrafl peygamberleri gibidir"ll!
104 Akşemseddin, Makamat, v. 178 b.
105 Eşrefoğlu Rumı, Divan, ss. 17-8; ayr. bkz. Cebecioğlu, Ethem, Hacı Bayram-ı Velı
ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1994, II. Baskı, s. 277.
106 Akşemseddin, Makamat, v. 178a.
107 Acluni, Keşfu'I-Hafa, c.I1., s. 262.
108 Akşemseddin, a.g.e., v. 179a.
109 Aynı yer.
i10 Aynı yer.
i i i Sahavı, Ebu'I-Hayr muhammed b. Abdirrahman, el-Fetave'I-Hadisiyye, thk.: Ali
Rıza b. Abdiilah b. Ali Rıza, Beyrut 1995, s.272; Aclunf, Keşfu'l-Hafa, c. ii., s. 64. (hadis
no: i744); İman-ı Rabbanf, Mektubat, Istanbul, trz. c.I, s. 281.
Akşemseddin biraz daha açıklama ile hadise dayanarak şunları söyler:
"Bu hadiste ulemadan murad, evliyadır. Anın içün kim nübüvvet
makamında, bu iHem halkından gayri kimse(ye) erişmek mümkün
değildir. Belki velayet ve nübüvvet ikisi bir nurdur. Her kaçan kim ol nur,
velf vücOdundan tulu' etse velayet denilir. Ye her kaçan kim nebf
vücOdundan tulu'etse nübüvvet denilir."ııı Akşemseddin devamla bu
nurun açığa çıkarılmasının nebilere farz, velflere mümteni/kesin yasak
olduğunu vurgulayarakl13 aradaki farkı ortaya koyar. Ancak Akşemseddin
bu noktada, ellerinde iradel ihtiyar olmadığı için meczublara bir ihtiraz
kaydı koyar, onlar bu nuru ihtiyarsız olarak açığa vururlar. Bunlar
tasarruf sahibidirler, kutb-ı alemi müşahede ederler, o da arş üzerindeki
levhi okuyarak Hakkın emirlerini bu meczublara bildirirler. Bunlar
alemde gerekli işlerdir, bunları tasarruf gücüyle meczublar yerine
getirirler. Bu meczublar masivadan alakayı kesmiş kişilerdir. Halk, bunlar
velı değil deli derler ama Akşemseddin'in açıklamasıyla Hakkın
hazineleri bunlarda gizlidir."114
Yelayetin bu ikinci basamağında, elinde ihtiyarılisteme gucu
olmayan maczOpların ayrı bir kategoriye alınması ilginçtir. Normal
mecrasında akan bir nehri n yan kollar ihdas etmesi gibi, Akşemseddin'e
bu makarnda da şaz teşkil edebilecek velf tipolojisine rastlanabilmesi
mümkündür. MeczOb, Kaşanf'nin tanımıyla "Hakkın kendisi için
ayırdığı, üns makamı için seçip kuds suyu ile arındırdığı/yıkadığı kişidir.
Böylece o, elde ettiği lutuf ve ihsanlarla, tüm makamları ve mertebeleri,
yorulmadan, zorlanmadan (aşarak) O'na/Hakka ulaşır,,115
Akşemseddin' in meczObların yasak olduğu halde velayet nurunu
halka ızharlarını, onlardaki, ihtiyarsızlık/iradesizliğe bağlaması, teklifin
iradeyle, dolayısıyla akılla kişilere yüklenmesi açısından şer'an makul
görülebilir. Mevlana Hazretlerinin deyişiyle "dıvane ra kalem nist"
(divaneye kalem yoktur, yani delilerden kalem kaldırılmıştır).
Şunu belirtmekte yarar var. MeczOblar, her ne kadar tekliften azade
gibi güzükse de, Akşemseddin kurguladığı velfler hiyerarşisindeki iç
işleyişi iç yapılanmaya harfiyyen, uymak zorunluluğundandır. Yani
meczfib, Levh'e bakar, orada yazılı olanı görür, ona göre iHemdeki
112 Akşemseddin, a.g.e., v. 179 a.
i13 Aynı eser, a.g.e., v. 179b.
114 Akşemseddin, Makamat, vv. 179b-180.
115 EI-Kaşani, Abdurrazzak, Mu'cemu Istılahati's-St1fiyye, thk., tık.: Abdu'l-AI Şahin,
birinci baskı, Kahire 141311992, (Daru'I-Menar), s. 960; Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, (Rehber Yay.), s. 495.
gerekli işleri tasarruf gücüyle yerine getirir, şeklinde bir yapılanmadan
bahsetmez Akşemseddin ... Aksine zamanın kutbu, arş üzerindeki levhe
bakar, gördüğünü, uygun bulduğu tasarruf sahibi meczı1ba aktarır. Yani
meczı1b, emr'in Hak'dan halka nüzı1lündeki emir-komut, amir-me'mur
zincirindeki yerinde sabittir, orada oynama, yer değiştirme söz konusu
değildir. Zirvede Allah vardır, emr'ini arş üzerindeki levhe nakşeder,
kutub onu okur, ve daha aşağı mertebede görevli memur pozisyonundaki,
meczı1ba amir vasfıyla, ne gibi işleri yerine getireceğini bildirir. O da
Hakk'ın kendisine lutfettiği tasarruf gücüyle vazifesini tıpkı meleklerin
"Allah'a emredilen konuda isyan etmezler, emrolundukları şeyleri
yaparlar" i16 tarzında, yerine getirirler. Allah' ın yarattığı kullar
çerçevesinde olmak üzere "müdebbir meleklere" verdiği gibi, emr'}
melekleşmiş, kudsi, saf ve temiz ruhlara vermiştir. Esasen yöneten Allah
tır, müdebbirlik vasfına haiz melek veya insan da, robototik, maşa
konumunda alet varlıklardır. Tasavuftaki kutub kavramına bakarak,
Allah'a yedek ilahlar yamamaya çalışmak, iddiasını, disiplindeki
spekülatif anlama zorluğu açısından yersiz bulduğumuzu ifade etmek
isteriz. Hiçbir varlık ister nebi, ister veli, ister kutub, isterse melek ve
diğer tüm mahlukat, asla Allah olamazlar. Ye tasavvufta da bu türden bir
iddia, asla görülmemiştir. Problem, tasavvuf uzmanı olmayanların, alanın
terminolojisini bilmemelerinden yarım anlayışlı zihinsel
bulanıklıklarındandır. Bu bulanıklık, tasavvufa dair spekülatif bilgi
üretiminden/yorumundan mahrumiyete sebeb olur. Ye sonuç yanlışla
biter.
116 et-Tahrfm, 66/6