« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 May

2011

AKSEMSEDDİN'İN İNSANA BAKIŞI

Dr. Ayşe YÜCEL 01 Ocak 1970

Türk siyaset ve kültür tarihi araştırmalarında İslamiyetin özellikle de tasavvufun önemli bir yeri olduğu ortaya çıkmaktadır. En eski çağlardan beri cihana hâkim olmayı gaye edinen (1) Türklerin İslamın kabulü ile beraber bir sentez anlayışıyla hareket ettikleri muhakkaktır. İslamiyet birçok sahada Türkler için birleştirici unsur haline gelmiştir. Türklerin Anadolu'yu fethetmeleriyle İslamın birleştirici yönüne daha fazla ihtiyaç duyulmuş bunu da daha ziyade tasavvuf ve mutasavvıflar üstlenmişlerdir(2).
Mutasavvıf, şeyh ve dervişler Anadolu'nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasında olduğu gibi, yeni ülkelerin fethinde de manevî kumandan vazifesini yapmışlardır. Bunun yanısıra, Türk halkının terbiyesi, ahlaki davranışları ve iman anlayışında da en büyük rolü oynamışlardır. Türk insanının gönlüne taht kuran, mânâ âlemine nüfuz eden Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Mevlana Celaleddin Rûmilerin fert-cemiyet ve devlet ilişkilerinin tanziminde de önemli vazifeler üstlendikleri muhakkaktır.
Türk tarihine bakıldığında Sultan Alparslan'dan itibaren devlet adamlarının yanında daima bir veli olduğu dikkat çeker. Bahsi geçen veliler manevî güçleriyle tarihi şahsiyetler üzerinde büyük tesirler bırakırlar. Bu velilerden biri de Akşemseddin'dir (3). Akşemseddin yalnız döneminin değil, devirlerin fatihi olan bir sultanın hocasıdır. Fatih'in de hocası Akşemseddin'e büyük saygı duyduğu, Onu gördüğü zaman ayağa kalkarak elini öptüğü rivayet edilir.
Fatih Sultan Mehmed gibi devrine hükmeden bir padişaha hoca ve mürşid olan Akşemseddin, Onun manevî terbiyesi hususunda önemli bir rol oynamıştır, İstanbul'un fethi gibi bir hadisede de askerin hatta Fatih Sultan Mehmed'in maneviyatını yükseltmiş, ümitsizliğin cesarete dönüşmesinde müessir olmuştur.
Akşemseddin'e ait olduğunu bildigimiz tasavvuf muhtevalı sekiz mensur eser ve kırk şüri bulunmaktadır. Eserlerinin tamamında bütün ilimleri tahsil etmesine rağmen, öncelikle mutasavvıf olduğu görülür. Diğer birçok mutasavvıf gibi tasavvufî meseleleri derinlemesine bilen, yorumlayan ve inceleyen bir şahsiyettir. Tasavvufun malzemesi insandır. Biz Akşemseddin'in eserlerinden hareketle Onun dolayısıyla da tasavvufun "insan"a bakışını ele alacağız.
İnsanın kendisini tanımasıyla başlayan ve yaşadığı sürece devam eden iyi ve doğru arayış dinimizce tarif edilmektedir. İslamiyet ruhî ve ahlakî terbiye ile insanın yüceltilmesini hedeflemekte olup insan terbiyesinde şahsiyeti ön plana almakla beraber fert ile cemiyet arasındaki bağı da koparmamıştır. Hatta insanın davranışları cemiyet hayatının düzenine göre belirlenmiştir.
İslamın esası insanı bayagı ve çirkin sıfatlardan uzak tutarak arındırmaktır. Zira insanda mutlak surette bulunması gereken "hayrın şerre gâlip olması"dır. Hacı Bektaş Veli'nin de "Rahmani" ve "Şeytani" sıfatlar (4) olarak nitelendirdiği iyi ve kötünün yolları Allah tarafından açıklanmıştır. "Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?" (5). Hakiki sevgiden nasibini alamayan insan içindeki cevherden habersiz acz içinde yaşar. Cemiyetten uzaklaşarak umutsuz ve yalnız kalır. Oysa Allah ona hayatın sürekli bir mücadele olduğunu öğretmiş hatta bu mücadelede zarfere ulaşmanın yollarını da bildirmiştir. "Zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu". (6).
Biliyoruz ki, düşmana hükmetmek, onun tesir ve tahakkümünden kurtulmak ancak onu iyi tanımakla mümkündür. Tasavvuf ehline göre nefs insan vücudunda bulunan ve onu kötülüge, mâsivaya sevk eden kuvvettir. Bu sebeple de sûfı, nefsle daima savaş halindedir (7). Mutasavvıflar nefsin yedi mertebesi olduğu kanaatindedirler. Kur'an'da da nefs yedi sıfatla belirtilir (8). Kalbini nefsanî duygulardan arındırıp kemal sıfatlarıyla sıfatlanan insana insan-ı kamil, bulunduğu mertebeye de kamile denir (9).
İnsanın dünyaya geliş sebebi Hakk'ı bilmek dolayısıyla da nefsini tanımaktır. Aslına dönmek isteyen insan sefere çıkar. Bu manevî sefer bir nevi nefıs terbiyesidir. Bu seferde esas olan nefsin isteklerine uymadan yaşamak ve asıl hedef olan Hak'tan uzaklaşmamaktır. Akşemseddin insanı İslamiyetin yüklediği sorumlulukları göz önüne alarak şu şekilde gruplandırmıştır:
1. İnsan-ı Kâmil
İnsan-ı kamil, Allah'ın yeryüzündeki zuhurudur (10). İnsanın kemal derecesine ulaşıp ergin kimse olması, Allah'ı bilmesine bağlı olduğuna göre (11) insan-ı kamil, özel bir mânâ, özel bir görev yüklenmiştir. İnsan-ı kâmil kesret perdesini aralayıp hakiki vücudu seyreder.
Akşemseddin insan-ı kâmili nûr-ı Muhammedi olarak nitelendirir. Çünkü o özüyle Allah'ı temsil eder.
Bilmezem mâ şuk ben mi yohsa sen
Gel benûm mûşkilüm âsân eylegil.
(KE/69a, XXX-234)*
Vahdete ulaşan kâmil insanın gönül gözü açılmış, eşyanın hem zâhiri, hem de bâtinî yönüne mazhar olmuştur.
"Kemal sahibi olan kişi hem zâhir âlemde olan nesneyi hem de bâtın âleminde olan nesneyi görür." . (RN/2408, v. II8a)
İnsan-ı kâmilin eşyada tasarrufu vardır (KE/ 1036, XXXVIII-297) Merttir, canını, malını Hak yoluna feda eder (KE/ 20a, IX-95), bekâbi'llaha ulaşır (KE/4b, 1-7). Allah'ın isim ve sıfatları insan-ı kâ-milde tecelli eder (KE/6a, 11-23). Şeksiz ve riyâsız ma'şuk yüzünü görür (KE/ 52a, XV-138).
İnsan-ı kâmil "mecmaü'1-bahreyn"dir (KE/5b, XX-169). Zâhiri yönüyle âlemin, özüyle Allah'ın temsilcisidir. Esasen o, iki âlemin de temsilcisidir.
Hak'dan cûdâ görmen eri erdür dü-âtem serveri
Eger kılurlarsa nazar altun iderler tagları.
(KE/60b, XXIII-190)
2. Evliyâ:
Evliyâ, Allah’ın sevgisine mazhar olmuş, Allah'ın sevgisini kazanmış olanlardır.
Akşemseddin Makâmât-ı Evliya eserinde evliya ve sıfatları ile ilgili şunları söyler:
"Evliyâ şu kişilerdir ki, cem'i âleme mahfîdirler. Hak Teâla'nın hazinedârlarıdır. Her ilme âlimdir, her kişiye kendü dilegince bilinir kısmetinde ne kadar tasarruf konulmuş ise sarf eder. Bu âlem halkı bilmez ki tasarruf kimin elindedir. Anınçün her evliyayı zamanında kimse bilmez, vücud-ı zâhirisi - gizli değildir. Amma hakîkisi nihandır. Kimse anun hâline muttali' olamaz. Bu, halkın tasavvur ettiği gibi değildir. Veli olan kişinin kimseye ihtiyacı yoktur. muhtaç olmayan kişi ki, hâşâ, Hak Teâla'nın esrârını ve kendinin velâyetini bu âlem halkına fâş eyleye. Yâhud âlem halkının ne mikdârı var ki evliyâ sırrından bir zerre duya ve helâk olmaya. Esrâr-ı Ehlu'llah'a tâkat getüre bu muhaldur biline. Pes bu sıfatları Hak'dan gayrı kimse bilmez." (ME/2598, v.219b)**
Allah dostlarını halktan gizler. Onlar peygamberlerin halifeleri, Allah'ın nuru ve sır saklayıcısıdırlar. Kibir, hırs gibi duygulardan temzilenen evliya, kırk makan yüzyirmi hal yaşar. Hakikat âlemi ve Kur'an sırlarından Allah yoluna yürür ve murada ulaşırlar (RN/2408, v.154b-155a).
Akşemseddin, velinin Hakk'ın kemâl-i kudretini beyan kılmak için vücuda geldiğini ifade eder. Zira o, fenâ makamındadır. Âlemin varından farig fakat cümle eşyada tasarrufu vardır. Kutb-ı âlemdir, onsekiz bin câridir (ME/2598, v.228b).
3. Ârif
İslâm mutasavvıfları, sâlikin sülük esnasında geçirdiği mertebeleri şeriat, tarikat, ma'rifet ve hakikat olmak üzere dört mertebe olarak ifade ederler. Bu mertebeler için "Dört Kapı" tâbiri kullanılır. Her kapının da on makamı bulunur ( 12).
Süfîlerin ruhânî halleri yaşayarak, manevî ve ilahî hakikatleri tadarak (vasıtasız olarak) elde ettikleri bilgi ve irfana ma'rifet denir. Bu yoldan Hakk'a dair elde edilen bilgiye ma'rifetullah, buna sahip olan kişiye de ârif-i billah denir (13).
Akşemseddin ârifi, iradesini mutlak iradeye teslim etmiş, dolayısıyla da Hakk'a teslim olmuş, Onun rıza ve sevgisini kazanmış insan olarak nitelendirir (DMS/4092, v. 105a).
Ârifin irfânı, bilginin aczini kabuldendir. Onların ilme, hepsinin Allah'a dönmeleri cihetindendir (DMS/4092, v. 95b). Ârif, müşâhede ilmine vâkıftır, vahdet ehlidir. Kudret diliyle söyler.
Ayne'I-yakin ol dil-bert cânum içinde görmişem
Ben ârif-i Hakk'um bugûn zaanu gümândan geçmişem
(KE/62b, XXVI-209)
4.Âşık:
Aşk, sâliki Hakk'a göstüren yoldur. İnsanda cüz'i irâdenin kaybolup ilâhi irâdenin hâkim olduğu andır. Akşemseddin aşkı ve aşkın başlayışını şöyle anlatır:
"Helak olmayı istemenin aşkın eseri olduğunu bilirsen, bil ki aşkın başlangıcı nefs için sevgili talep etmek sonra nefsi harcamak, ikiliği unutmak vahdaniyette fenâ bulmaktır." (DMS/4092, v.II6a).
Akşemseddin'e göre aşk, Hakk'dan gayrı herşeyi, dünyayı, âhireti gönülden çıkarmaktır. Yalnızca Hakk'ı talep edip birlikte bekâ bulmaktır. İlâhî aşkın bedeli candır. Kul can verir aşk alır. (KE/ 21 a, X-98). Aşkı inkar eden için,
'Işkı inkâr ileyen âdem degül
Yâr sanma anı kim agydr olur.
(KE/21a, X-97)
ifadesini kullanır.
Âşık, gönlü Allah sevgisi ile dopdolu olan kişidir. Bu sebeple Akşemseddin'in en fazla bahsettiği tip âşıktır. Aşkı tadıp feragat mülküne geçen âşık için herşey kuru bir kavgadır. Zira onun gönlü yağmaya uğramış, herşeyi yele vermiştir.
Aşk şarabını için âşık olan kişinin bu âlemde adı sanı yoktur. O kesret perdelerinden sıyrılıp arşda seyreder (KE/ 60b-XXIII-192), seyr ve mekândan geçip lâ-mekân olur (KE/62a, XXV-203) Aşık vahdet sırrına mazhar olup (KE/62a, XXV-204), varlığını dosta kurban etmiştir (KE/ 13a, VII-75).
Can ve serden geçen âşık aşk meydanında can ile baş oynar. Çünkü âşıka cansız, cisimsiz (KE/57a, XXII-185), fenâyı terkedip bekâyı bulmak, diri iken ölmek yakışır (KE/24b, XI-108).
Âşıkın gözü yaşlı, bağrı yaralıdır. Yaşadıklarından hiç bir zaman şikayetçi olmaz. Çünkü ma'şuk rızasını almıştır (KE/55b, XX-168).
Hiç nedendür bilmezem bu bagrımun kanı benüm
Gözlerümden turmaz akar kim bilür nolasın.
(KE/ 13a, VII-72)
Âşık sabırlıdır, tevekkül ehlidir. Sultan kapısında bekçi olur, Ondan gelen her çileye rıza gösterir (KE/57b, XXII186). bilir ki bu âlem gölgeden ibarettir. O asl olan cevheri bulmak, ilâhi sırra ulaşmak ister.
Âşıkısan ma'şukun ceurin tahammûl ilegil
Gevheri blmak dilersen bahr-ı umman iste bul.
(KE/ 18b, VIII-83)
5. Sıddık:
Dil ile söylediği her şeyi kalbi ile gerçekleştiren, sözü özüne uyan kişi sıddıktır. Peygamberliği izleyen en yüce makam olarak bilinir (14). Akşemseddin, sıddıkların makamlarının sonunda fenâ ve bekâ olduğunu söyler (DMS/ 4092, v.105a) ve sıddık olan kişinin vasıflarını şu şekilde sıralar:
"Allahu Teâla tevhid gereği gibi Allah'ı bir bilene imtiyaz tanıyıp onlara doğru yolu göstermiştir. Bunların arasında süzme olanları çıkarıp özel bir muameleye tâbi tutmuştur. Kur'an-ı Kerim onları tanıtıp Peygamber de onlara şahitlik yapar. Bunlar hakikatleri görebilen, sünnete bağlı olan, parlayan yıldızlar benzeri sahabenin oyunu takip eden ârifin ve sıddıkın tâifesinden olan tasav-vuf ehlidir." (TDM/260, v.30a).
Sıddık derecesine; rıza, teslim ve sabırla ulaşılır. Bu sebepledir ki sıddıkla Peygamberlik arasında derûni bir bağlılık vardır (DMS/4092, v.104b).
1. Garib:
Mutasavvıflar için bu dünya gurbet, insan da gariptir. Ruhun asil vatanı melekût âlemidir. bu sebeple kul dünyayı benimseyip vatan tutmalıdır (KE/ 66a, XXVIII-223) Aslından ayrılan, özünden kopan insan bu dünyada garip kalır. Dosttan, vatandan ayrı olmanın üzüntüsüyle de bazen aglar, bazen yanar.
Gehi yanmakdayım gahi Tuhanum göklere agdı
Garih-i çeŞm-i giryânun Başum yirlerde arayı. (KE/94a, ~~XIV-259)
7. Sûfî:
Sûfî, tasavvuf ehline verilen addır. Takva sahibi, ermiş kişidir. Fakat bu kavram zaman içinde "sofu"ya dönüşerek, hakikat ehli olmayan zâhidler için kullanılmıştır. Akşemseddin. Risaletü'n’nur adlı eserinde yalnızca adı sûfi olan samimiyetsiz kişileri "âdemoğlunun etini yiyen münafıklar", Fenafı'llah mertebesindeki hakiki sûfıyi ise fenâfi'şşeyh olarak nitelendirir.
Sûfı vahdet ehli, Hak âşıkı, iki cihhanın güneşidir (KE/9b, V-62) Mertebesi Hakke'1-yakındir.
Çünki mir'at oldular esmâ vü zâta âşikâr
Oldılar pes dü-cihanda Hakk'a burhân sûfıler.
(KE/9b, V-63)
8. Hoca:
Hoca muallim, efendi, müderris mânalarında kullanılan bir sıfattır. Akşemseddin hoca tipini menfı yönüyle değerlendirir. Ona göre hoca İlâhi sırra eremeyen, dünya malıyla övünen kişidir.
Ey hoca milk ü mâtunı'arc itme fahrıla
Ben genc-i bî-pdyan bulup hânıla mândart geçmişem.
(KE/62b, XXVI-210)
9. Zâhid:
Dünya işlerinden yüz çeviren, kendini ibadete veren, zühd ve takva sahibi olan kişiye zâhid denir. Akşemseddin zâhidi âşık ve ârifın dışında değerlendirir. Esasen zâhid, Hakk'a gönül veren biri olmasına rağmen sülûkun ilk basamağından çıkamamıştır. Mertebesi nefsi emmâredir. Hâlâ uykudadır, can gözü açılmamıştır (KE/54a, XIX-162) Zâhid hamdır, henüz olgunlaşmamıştır. Aşktan, gözü yaşla dolmayan, bağrı yanmayanın yüzü Hakk'a yönelmez (KE/54a, XIX-163) .
10. Âlim:
Âlim, tasavvufî mânada Allah'ın kendi zâtını, sıfatlarını, füllerini ve isimlerini yani bunların tecellilerini yakın yolu (ilme'1-yakin) ile temâşa etme mertebesine çıkardığı kimselerdir. Ayrıca zâhiri hükümleri ve şer'i hususları bilip de tasavvufa yabancı kalan bilginlere de âlim denir (15).
Akşemseddin'e göre "Dünya" ve "Âhiret" âlimleri olmak üzere iki tip âlim vardır. Dünya âliminin ilmi yaygındır, âhiret âliminin ilmi gizlidir (DMS/4092, v.145b).
Âlim, toplayan ve menfaatlenen değil, kanaatkâr, tevazu ve hilm sahibi olmalıdır (DMS/4092, v.145b). Yalnızca dünya için çalışan âlimin maksadı sevab yolları öğreneyim ya da öğreteyim değil, ilmiyle övünmek, halkın kabulünü kazanmak ve mal toplamaktır (RN/ 2408, v.157b).
Aşıksız ilim faydasızdır.
Âlim oldun âmil oldun haccı kıldun hem gazâ
Mezhebün 'ışk olmazısa seni huffâş iledi.
(KE/54a, XXVIII-159)
11 . Gâfil:
İlâhi hakikatlerden habersiz, gaflet içinde yaşayan kişiye gâfil denir. Akşemseddin'e göre gaflet kalbin ölümüdür (RZ/260, v. 42a). Nefsine esir olan gâfil cevherin de farkına varamaz.
Gâfıl olma gene içinde oturursun ey fakir
Bi-nihayetdûr biligör genc-i penhân iste bul.
(KE/ 18b, VII-85)
12. Âkil:
Akıl insandaki idrakın merkezidir. Mutasavvıflar yalnızca akla güvenmenin insanı yanıltacağı düşüncesiyle aklı menfi olarak değerlendirirler. Akşemseddin'e göre âkil kişi aşk sırrına vâkıf değildir (KE/93a, XXXIII-247).
Âkil midür şol kimse ta'rı ide oI 'ışk erine
Âkil dime sen ana kim bu yolda bi gânedür.
(KE/24b, XI-106)
Kur'an-ı Kerim, insanı Allah'ın halifesi, yaratılmışların efendisi dolayısıyla da kâinatın esası olarak kabul eder. Mükemmel yaratılan insanın davranışları ve yaşayışı da buna uygun olmalıdır. Âyet ve hadislerde ifade edilen İslamın ahlak sistemi söz ve fiillerde "iyi", "hayırlı" ve "mükemmel" insanı hedeflemektedir. Faziletli yaşamak, iyi ve faydalı olanı almak, kötüden uzaklaşmak kişinin manevi ve ruhi olgunluğa ulaştığını gösterir.
Anadolu'nun islâmi bir karakter almasında önemli roller üstlenen Türk dervişleri yerleşik hayat tarzının benimsenmesini de sağladılar. İslâmi değerlerin taşıyıcısı, yayıcısı ve asırlar boyunca devam ettiricisi olan veliler geniş halk kitlelerinin hayat felsefelerini de tesis etmişlerdir (16). 15. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Türk mutasavvıflarından Akşemseddin'in insan anlaşıyında İslami esaslar ve Türk toplumunun değerleri hakimdir. İyi ve güzel ahlaklı olmak, faziletli yaşamak olarak özetlenen İslâm ahlak sistemi beraberinde dünyada huzuru ve Allah rızasını kazanmayı âhirette de ebedi saadeti getirir. Akşemseddin insanları gruplandırırken her iki dünyada da huzur ve mutluluğu bulan iyi insan olarak yaşamanın gereklerini anlatmayı hedeflemektir. Mutasavvıflar öncelikle insanları yaratıldıgı üzre sözde, fülde ve hizmette "iyi insan" olarak yaşamayı anlatmayı hedeflemektedirler.

DİPNOTLAR:
(*) Şiirlerde kullanılan numaraları; Kemal Erarslan, "Akşemseddin'in Dinî Tasavvufı Şürlerl" TDAY, Belleten, 1984, Ank. 1987 neşrine aittir. Numaraların ilki varak, ikincisi şiir, üçüncüsü de beyit numarasını göstermektedir.
(**) Mensur eserlerin künyeleri "Kısaltmalar" bahsinde verilmiştir.
(1) Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi, C. 1-2, İst. 1978.
(2) Erol Güngör, TCırk Kültürü ve Milliyetçilik, Ist. 1987.
(3) Akşemseddin'in hayatı ve eserleri hakkında bilgi için bkz. Ali İhsan Yurd, Fatih'in Hocası Akşemseddin, Ist. 1972. Ayşe Yücel, Akşemseddin'in Eserlerinin Dini-Tasavvufı Açıdan Tahlili, Ank. 1994 (Basılmamış Doktora Tezi).
(4) Bkz. Hacı Bektaş Vell, Makâlât, (Haz. Prof. Dr. Esad Coşan), Ank. 1986.
(5) Beled Sûresi, â.10. (6) Rîun Süresi, â.47. (7) Yusuf Süresi. â.53. (8) Yusuf Süresi, â.53.
(9) Geniş bilgi için bkz. Mehmet Ali Ayni.
Islam Tasavvuf Tarihi, İst. 1985.
(10) Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Ist. 1988.
( 11 ) Abdûlkerin Ceyli, Insan-ı Kâmil, (Çev. Abdulkadir Çiçek), Ist. 1974.
(12) Dört Kapı Kırk Makam ile ilgili olarak bkz. Kemal Erslan. Yesevi'nin Fakrnâmesi. TDED, C. XXII, Ist. 1977. Abdurrahman Güzel, Kaygsuz Abdal, Ank. 1981. Hacı Bektaş Vell, Makâlât (Haz. Esat Coşan) 1986. Ali Yılmaz Köstendilli Süleyman Şeyhî, Ank. 1989.
(13) Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terlmleri Sözlüğü, İst. 1991, s. 316.
(14) Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 428.
(15) Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 41.
(16) Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar (Tip Tahlilieri), Ist. 1985, s. 120.

KISALTMALAR
ME: Makâmât-ı Evliya. Süleymaniye Ktb. Nu. 2598.
RN: Risalet'n-Nur. Süleymaniye Ktb., Nu. 2408.
DMS: Reful Metaini's-Suflyye. Süleymaniye Ktb., Nu. 4092.
RZ: Risâle-i Zikru'llah. Süleymaniye Ktb. Pertev Paşa, Nu. 260.
TDM: Telhisü Defû'1-Metain, Süleymaniye Ktb., Pertev Paşa, Nu. 260.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 46594

ulkucudunya@ulkucudunya.com