Bir yalnız savaşçının ölümü: Dilaver Cebeci
Hüseyin Cahit Doğan 01 Ocak 1970
Günlük haberleri takip ederken bir başlık çarpıyor gözüme: “Bir Çınar Devrildi Sessiz Sedasız”. İrkiliyorum, eğer bir çınar devrilmişse ve o çınar albız alası bir sessizlikle beraber devrilmişse, üzüleceğimdir. Süregelen sükûn’dan her fırsatta müşteki olan bir devin, sakince kayıp gitmesinden daha acımasız ne olabilir bilmiyorum.
1943 doğumlu olan şair, seyyah, düşünür ve ilahiyatçı Dilaver Cebeci; ilk kitabı Hun Aşkı’nı 30 yaşında iken yayımladı. Adından da anlaşılacağı üzere Hun Aşkı, milliyetçi duyguların ağır bastığı bir eserdir ve zamanın siyasal atmosferi düşünüldüğünde oldukça cesur bir söylem taşır.
“Altaylar’da ateş kanlı börüler,
At üstünde doğup ölen çeriler;
Bir bilseniz deli gönül ne diler;
Tanrıdağı’n etrafını sarın ha!
Rusçulara, Çincilere urun ha!” (Urun Ha)
“Sevdâlıyım, yangın yeri bu sinem.
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem.
Pınarlardan su doldurur Eminem,
Mavi boncuk takışına ölürüm.” (Türkiyem)
1973 yılı siyasal konjonktörü için oldukça ‘anlamlı’ dizelere sahip Urun Ha’nın; Ötüken Yayınlarınca 2003 yılında basılan “Bütün Şiirleri” adlı eserde bazı dizeleri ve kelimeleri refüze edilmiş ve örneğin yukarıya aldığımız dizeler;
“Altaylar’da ateş kanlı börüler,
At üstünde doğup ölen geriler; (buradaki g değişmesinin yazım hatası olduğunu tahmin ediyorum)
Bir bilseniz deli gönül ne diler;
Tanrıdağı’n çevresini sarın ha!
Nâmertlere, zâlimlere urun ha!” olarak yayımlanmıştı.
Yine aynı kitapta Ülkücü Hareket’in ilk şehidi olarak telakki edilen Ruhi Kılıçkıran’a ve milliyetçi sağ hareketin önemli düşünce adamlarından Dündar Taşer’e adanmış birer sagu yer almaktadır. Denilebilir ki Hun Aşkı; Hani, Ağlama, Sana Kadar başlıklı şiirler dışında tamamiyle kahramanlık, cenk, bayrak, Türklük gibi motiflerle işlenmiştir.
Şair Hun Aşkı’ndan on bir yıl sonra (1984) bu kez Şafağa Çekilenler adlı kitabını yayımlar. Şafağa Çekilenler kısmen de olsa Hun Aşkı’nın karakteristik özelliklerini taşır ancak Cebeci bu çalışmasında Türk kimliğinin yanına bu kez keskin bir de Müslüman kimliği koyar. Şafağa Çekilenler diğer bir yönüyle de şairin, yeni uyak ve tür denemelerine ev sahipliği yapar. Sözgelimi,
“El uzanmaz yerinde bir uçurumun,
Sessiz, kimsesiz, uykusuz,
Günahtan korunmuş, sevgiden zorlu
Ve kurşunca korkusuz,
Çiçek yalnızlığım…” dizeleriyle açılan Yalnızlığa Övgü başlıklı şiiri hem tür hem de uyak dizilişi bakımında bir özgünlük arz eder. Bununla birlikte şair Şafağa Çekilenler’de olgunlaşmış; cemiyet hallerine duyarlı, yaraları sarmaya çalışan, tehlikelere karşı uyaran bir bilge kisvesine bürünür.
Şair, Ayan Beyan’da,
“Bir kalleşçe oyunu başlatınca Yanıkyan;
Sökün etti ardınca nice Manukyan.
(…)
Haydi beğler silkinin! Güldürmeyin kâfiri!
Moskof dil çıkarmakta ve Yunandan nanikyan” yaşanan kardeş kavgasına;
Ağıt’ta (Burada parantez içerisinde bir ünlem olmalı=Ağıt (!))
“Altmış mumluk “aydınlar” mırıl mırıl ağlasın!
“Çevirmen”ler, “yazman”lar hırıl hırıl ağlasın!
“Kurum”lular diz dövsün, zırıl zırıl ağlasın!..
Karartısı kayboldu, yâni ansızın gitti.
Koynunda haç’ı ile Agop tamu’ya gitti…” Türkçe üzerinde oynanan oyunlara dikkat çeker.
Bir önceki kitapta olduğu gibi Cebeci bu denemesinde de Çâh-ı Babil’i, milliyetçi sağın önemli kalemlerinden Emine Işınsu’ya ithaf etmiştir. Ve elbette Şafağa Çekilenler asıl itibariyle, 1980 yılına kadarki süreçte katledilen ülkücü gençler için uzun, sert ve baş eğmez bir mersiyedir.
“Uyvar kalesinin eski yoldaşı
O batılı akşama yenildiniz…
Ne kırıldınız ne büküldünüz,
Bir Yeniçeri palası gibi,
Öç gününe çekildiniz…” (Şafağa Çekilenler)
“Erguvan bakışlı bir akşam üstü,
Bir büyük caddede vurdular beni…
Neon lambaları yeni yanmıştı,
Yanımdan insanlar geçiyordu…” (Bir Yalnız Savaşçının Ölümü, Selçuk Küpçük tarafından bestelenmiştir.)
“O çocuklar birer birer gittiler…
Soylu sevda türküleri dudaklarında,
Saçlarında kurt nefesi rüzgârlar,
O çocuklar birer birer gittiler…
(…)
Eyvah biz kaldık Esfele sâfilinde!
Ahsen-i takvim üzre, onlar geçip gittiler…” (Bozkırda Kalan Sancı)
Dilaver Cebeci …Ve Sığınırım İçime’yi 1992 yılında yayımlar. Şair, 3 adet gazelle tarz-ı kadîm alanında da ürün vermeye başlar …Ve Sığınırım İçime’de. …Ve Sığınırım İçime bir anlamda Şafağa Çekilenler’in genişletilmiş bir baskısı gibidir. Daha önceki çalışmalarında olduğu gibi Cebeci, bu eserinde de Şimdiki Zaman Çekiminde Bir Mahkûma Mektup adlı eserini milliyetçi kanadın en önemli siyasal karakteri Alpaslan Türkeş’e ithaf eder. Şiir; hem bir davanın, hem bir kavganın ve hem de bir sevdanın tahkiye edilmiş halidir:
“Öfkeyle kollarını çemriyor yalancı fecir
İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
Ve Taksim gazinolarında trahomlu şairler
Mısra arıyorlar masaların altında
Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları”nın”
(…)
İstediğin o seccâdeyi hemen gönderiyorum
Üstünde kâbe resmi ve anamın duaları var
Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum
Yine biliyorsun ki sevmedim ülküden başkasını”
(…)
“Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum.” (Şimdiki Zaman Çekiminde Bir Mahkûma Mektup)
…Ve Sığınırım İçime, akademisyen Dilaver Cebeci’nin insanî yönlerini ön plâna çıktığı eser olma özelliğini de taşır. Sevda, Ölüm, İnanç gibi hisler ustaca işlenir.
Seyyahı Fakir
“Nasıl gelipgeçerdin o sokaklardan
Gamzelerinde serçe kanadı akşamlar
Bir gamlı peri masalı konardı saçlarına
Saçların sıyrılırdı bütün kanunlardan
Karışır giderdi hüzünlü bakışlarına” (Eski Bir Kasaba Sevdâsından Kalanlar)
“Ellerinde mâvi boncuların çâresizliği,
Bengü bâdeli masallara uzanmışsın.
Bir sızılı gerçek ya alnımızdaki, susma sevdiğim.
Kıskanç bakışları altında zamanın,
Yine pırıl pırılsın.” (Sevgi Aralığı)
“Bir yaz gecesinde çıkalım saman yoluna
Ata bergüzârı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak…
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim…” (Dönence)
Dilaver Cebeci 1997 yılında ünlü şiiri Sitâre’nin adını taşıyan kitabını yayımlar. Kitabın dikkat çeken en önemli özelliği, Cebeci’nin kitabın sonuna şiirleri için bir “Meraklısına Açıklamalar” kısmı eklemesidir. Artık sadece belli bir ideoloji kampının şairi olma özelliğinden sıyrılmış olan şair, Sitâre’de özgüvenin şahikasındadır. Ve savunduğu şey artık tamamen Türk-İslâm Medeniyeti’dir.
“Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum.” (Sitâre)
Şiiri için Cebeci şöyle der: “Kelime” yerine “sözcük”, “hayat” yerine “yaşam” demenin hiç bir mantığı ve mânâsı yoktur. Sitâre şiir yüklü bir kelime. Bu Farsça kelimeyi İngiliz “Star” şeklinde kullanıyor. Türk-İslâm medeniyetinin bu kelimesini ben niçin sâhiplenmeyeyim?”
Bu dönüşümün Azerbaycan’da yaşanan hadiselere olduğu kadar; Filistin ya da Bosna’da yaşanan hadiselere de kayıtsız kalması beklenemezdi ve Dilaver Cebeci’nin baştan ayağa cesaret yüklü kalemi, şiir kılıcını kuşanan kalemi yine iş başındaydı:
“Vakit hafif yağmurlu bir ikindidir
Sabırlı ve sâlih bir ikindidir
Bosnada boynu kanıyor körpe bir oğlanın
Gencede saçlarını yoluyor bir ana
Ben dönüyorum silâhlara” (Asra Yemin Olsun ki Hüsrandayım)
Sitâre ithafların yoğun olduğu bir kitaptır. Sırasıyla Nuri Doğan’a, Selçuk Eraydın’a, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na, Hamza Yerlikaya’ya birer şiir ithaf edilmiştir.
Cebeci 2000 yılında içinde Sitâre adlı eserinin de yer aldığı Asra Yemin Olsun ki…’yi yayımlar. Asra Yemin Olsun ki…, şairin şiir yolculuğunun özümsenmesi babından en önemli eserdir ve bir anlamda bütün bir şiir yolculuğunun kazanımını yüklenmiştir.
“Susadım su diye içtim zamanı
Bindim bir huzmeye geçtim zamanı”
(…)
“Dediler ki “vakît kılıçtır keser”
Davranıp ortadan biçtim zamanı” (Zaman Masalı)
“Yazık olsun “Uygar” denen bu çağa!
Nice yiğitleri kardı toprağa…
Mehmedime kurşun atan alçağa,
Yumruğumu sıktım sıktım ağladım.” (Bayram Ağıtı)
Dilaver Cebeci’nin şiir kitaplarının yanında; nesir, mizah, oyun, araştırma, gezi alanlarında da kitapları yayımlanmıştır.
Ruhun şad olsun Hocam.