Türk İslamı neden kendine özgü?
Şahin Alpay 17 Temmuz 2007
Gerek içeriden, gerekse dışarıdan bakan gözlemcilerin
üzerinde ittifak edecekleri hususlardan biri,
Türkiye'de İslam'ın öteki Müslüman çoğunluklu
ülkelerde yaşanan İslam'dan farklı, kendine özgü,
istisnai özellikleri olduğu.
Denebilir ki, bu kendine özgülük esas olarak iki
şekilde kendini ortaya koymaktadır: Devlet ile İslam
arasında Osmanlı ile başlayıp Cumhuriyet ile devam
eden; belki en iyi ifadesini Cumhuriyet'in laiklik ve
kimlik politikalarıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı ve
İlahiyat Fakülteleri'ndeki din bilginleri (ulema)
tarafından üretilen İslam yorumlarıyla bulan
birliktelik. Başka bir ifadeyle, ana gövdesi
itibarıyla devletle, siyasi otorite ile çatışmayan,
aksine onun politikalarına meşruiyet üreten türden bir
İslam anlayışı.
Türkiye'de İslam'ın kendine has öteki yüzü de
kuşkusuz, Türkiye'nin kendine özgü İslamcı akımıdır.
Osmanlı Türkiyesi'nde İslamcılık, II. Abdülhamit'in
resmi kimlik politikası aracı olarak ortaya çıkmış;
onun otoriter yönetimine karşı meşrutiyet yanlısı,
anayasacı bir muhalefet hareketi olarak gelişmiştir.
Cumhuriyet Türkiyesi'nde 1970'lerden itibaren siyaset
sahnesinde yer alan İslamcı akım, ana gövdesi
itibarıyla anayasacı kökenlerine bağlı kaldığı gibi;
Milli Nizam Partisi'nden Adalet ve Kalkınma
Partisi'ne, Milli Görüş'ten Muhafazakar Demokrasi'ye
doğru geçirdiği evrimle, İslamcılığın siyasette ve
ekonomide liberalleşmesinin dünyadaki eşsiz örneği
olmuştur.
Türkiye'de İslam'ı ve İslamcılığı kendine özgü,
istisnai kılan etkenler nelerdir? Profesör Şerif
Mardin'in, geçenlerde çıkan (7 Temmuz) bir yazımda
değindiğim, "Turkish Islamic Exceptionalism Yesterday
and Today: Continuity, Rupture and Reconstruction in
Operational Codes / Dün ve Bugün Türk İslamının
İstisnai Özelliği: İşleyiş Kodlarında Süreklilik,
Kopuş ve Yeniden Yapılanma" başlıklı fevkalade dikkate
değer incelemesi (Turkish Studies dergisi Haziran 2005
sayısı) tam da bu soruyu ele alıyor ve bu sorunun
cevaplanması için bazı ipuçları sunuyor.
Profesör Mardin'e göre: Türk İslamı üzerine
uluslararası araştırmalar büyük ölçüde ihmale uğradı,
çünkü İslam üzerine yapılan çalışmalar genellikle Arap
dünyası üzerinde odaklandı; Türk İslamı'nın hazır
kalıplara uymayışı da caydırıcı bir unsur oldu. Benzer
bir biçimde, gerek Türkiye'de İslamcı akımın MNP'den
AKP'ye evrimi, gerekse İslam inancının Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın hayatında oynadığı rol konuları
henüz doyurucu bir şekilde araştırılmış olmaktan uzak.
Benim okuyuşuma göre Profesör Mardin bu makalede esas
olarak şunu söylüyor: Türk İslamı'nın istisnai
niteliğinin sırrını, gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet
Türkiyesi'nde laiklikle İslam'ın birbirlerini derinden
etkilemelerinde aramak gerekir (Bkz: s.148). Bu
etkileşimde rol oynayan faktörlerin başında şunlar
gelir: Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde
devleti yöneten bürokratik elitlerin benimsediği laik
söylem, bürokrasiyle ulemanın yakın ilişkisi; her iki
dönemde Türk entelektüellerinin (Batılı entelektüeller
tarafından geliştirilen) "ilerleme" ve "uygarlık"
kavramlarıyla İslam inancını buluşturma çabaları ve,
nihayet, 19. yüzyıldan itibaren Anadolu'da yükselen
Nakşibendiliğin "Müceddidi" (Yenilikçi) yorumu. Türk
İslamcı akımının MNP'den AKP'ye evriminin
açıklanmasında bu son faktörün ihmal edilemeyecek bir
yeri vardır.
Profesör Mardin'in incelemesinde vardığı sonuç ise şu
şekilde özetlenebilir: Türkiye'nin modern tarihi, ne
cumhuriyetçilik ile padişahçılık, ne de İslam ile
laiklik arasında çatışmanın tarihidir. Bu tarih,
'geleneksel' ile modernleşmeci güçler arasında
karşılıklı etkileşime ve birbirlerine dönüştürmelerine
yol açan, karmaşık ve çok yönlü karşılaşmalar
tarihidir. (Bkz: s. 160)
Türkiye'de İslam'ın ve Siyasal İslam'ın kendine
özgülüğünün nedenleri üzerine düşünen herkesin
yararlanabilmesi açısından umarım Prof. Mardin'in bu
ufuk açıcı makalesi en kısa zamanda Türkçeye çevrilir.
Bu konulara eğilen yabancı araştırmacılar için ise,
kaçırılmaması gereken bir okuma.