« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Haz

2011

CENGİZ AYTMATOV’UN ESERLERİNDE YARATILIŞ VE TÜREYİŞ SEMBOLİZMİ

Gülsine UZUN 01 Ocak 1970

ÖZET
Mitoloji ve onu bütünleyen masal, destan, halk hikâyesi ve efsane türleri bir
milletin geçmişini, tarihini ve başından geçen olayları gelecek nesillere en iyi yansıtan
edebi örneklerdir. Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, eserlerinde bu folklorik malzemeyi
ustaca kullanan yazarlardan biridir. Makalede, Cengiz Aytmatov’un Sovyet rejiminin
Türk halkları üzerindeki baskısını ve bundan dolayı halkın yaşadığı acıları ve
sıkıntıları anlatırken mitolojik unsurları nasıl sembolleştirerek kullandığı anlatılmıştır.

İlkel insan, tabiat karşısında pasif bir tavır takınmakla yüz
yüzedir. Bu tavır onu, kendinden güçlü olan ve erişilmesi mümkün
görünmeyen şeylere inanmaya yönlendirir. Aynı zamanda tabiatla iç
içe olan ve ona hükmetmenin, onun üzerinde tasarruf hakkı elde
etmenin yollarını arayan insan, bu inanma ve tapınmayı değişik
şekillerde gerçekleştirir. İlkel toplum, tarım toplumu öncesidir. Avcı
ve toplayıcı toplumdur. Bu toplumlarda tapınma şekli korku ve
sevgiye dayalıdır. Tarım toplumuna geçişte de bu şekiller kendilerini
hissettirir. Fırtınaya korkarak, güneşe severek tapınırlar. Dolayısıyla
tanrı düşüncesinde bir ikilem belirmiş olur. “İnsan, genel mitsel
kalıtımların düzenlenmesi olmadan evrendeki yaşamını
sürdüremiyor. Gerçekten yaşamın doluluğunun mantıksal
düşüncesiyle değil fakat yerel mitolojisinin derinliği ve genişliğiyle
doğrudan orantılı olarak ortaya çıktığı görülüyor. Toplumları
harekete geçiren, uygarlıklara temel olan, her biri kendi güzelliğine
ve kendini zorla kabul ettiren bir kadere sahip olan bu asılsız
temaların gücü nereden geliyor ve neden insan, yaşamına temel
olacak somut bir şey aradığında dünyayı dolduran gerçekleri değil
de, hatırlanamayacak kadar eski imgelemlerin mitoslarını seçiyor,
hatta dünyanın sunduğu nimetlerden şükranla yararlanmayı seçmek
yerine gazap dolu bir tanrı adına yaşamı kendisi ve komşuları için
cehenneme çeviriyor”.1
Campell’in ortaya koyduğu bu sorunun cevabını doğrudan
ilkel toplumun psikolojisine ya da insanda sürekli var olan mit
yaratma ihtiyacına bağlı olarak izah etmekten başka çaremiz yok.
Çünkü gerek modern felsefede gerek Yunan ve Roma düşüncesinde
rastladığımız birçok unsur kendisini bir bakıma ilkel mitolojiye
borçludur. Öte yandan bu unsurların daha sonra dinler üzerinde de
tesirleri görülmektedir. Bir tufan hadisesini, bir üçleme ve dörtlemeyi
(teslis ve anasır-ı erbaa) felsefenin hemen her çağında ve dinlerde
kolayca bulabilmekteyiz. İlgi çekici başka bir şey de bu unsurların
birçok toplumlarda ortak olmasıdır. Bu da mitolojinin, yerel ve
evrensel olmak üzere iki farklı karakteri olduğunu göstermektedir.
Yani insanda tabiatı algılayış ve mitoloji yaratma yetisi coğrafi ve
kültürel farklılıklara rağmen bir ortaklık arz etmektedir.
Bir toplumun mitoslarını saptamak nispeten kolaydır. Bunun
için o toplumun efsanelerine, gazetelerine ve kitaplarına bakılır ve
bunlardan topluluğun hangi temalarının mitolojik olduğu saptanır.
Bir de toplumda etkin bazı sembol kümeleşmeleri vardır ki,
topluluğu mitostan daha kapsamlı bir şekilde belirler, fakat
saptanmaları çok daha zordur. Bunlar toplumun tarih içinde
işlenmiş, toplumun tümüne mal olmuş ve kurumlar yoluyla devam
ettirilen “kültür kodları” dır.2

Cengiz Aytmatov da eserlerinde mitolojik unsurları, folklorik
malzemeyi ustaca kullanan bir yazardır. Halk hikâyeleri, efsaneler,
masallar, destanlar, türküler gibi halk kültürünün bütün unsurları

1
Joseph Campbell, İlkel Mitoloji, Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi, İstanbul 1992.
2
Şerif Mardin, İdeoloji, İletişim Yay., İstanbul 1992, ss. 115-116.

onun eserlerinde zengin birer malzeme durumundadır. Fakat
Aytmatov, bu malzemeyi olduğu gibi vermez, yaşanılan zamanla
ilişkilendirip; tarihle anı birleştirir. Mitolojiye ait bir kült, sözlü
edebiyat ürünü bir aşk hikâyesi, bir ozanın söylediği türkü
Aytmatov’un eserlerinde olduğu gibi nakledilmez. Yazar, bu
malzemelerde ön planda olan insanî bir durumu, zamanın şartlarına
göre değerlendirip, bugünün insanıyla bir ilişki kurar ve ona göre
eserine bir yön verir.3
Yazarın eserlerinde görülen en önemli mitolojik
unsurların başında da kendi muhayyilesinde yarattığı yaratılış ve
türeyiş efsaneleri gelmektedir.
Bütün mitolojilerde olduğu gibi Türk mitolojisinde de yaratılış
ve türeyiş efsaneleri ana unsurdur. Bir şeyin kökenini anlatan her
mitsel öykü kozmogoniyi (yaratılışı) önceden varsaymakta ve
sürdürmektedir. Kökenle ilgili mitler yapı bakımından kozmogoni
mitlerine benzemektedir. Dünyanın yaratılışı en iyi yaratılış olduğu
için, kozmogoni her türlü “yaratılış”a örnek gösterilebilecek bir model
oluşturur. Kökenle ilgili mitler kozmogoni mitini sürdürür ve
bütünler. Dünyanın nasıl değişikliğe uğradığını, zenginleştiğini ya da
yoksullaştığını anlatır. Bu sebeple bazı köken mitleri bir kozmogoni
özetinin verilmesiyle başlamaktadır.4

Mitolojisi zengin olan her milletin kendine ait bir kozmogonisi
muhakkak vardır. Örneğin çok zengin bir niteliğe sahip olan Yunan
mitolojisine göre, ilk önce “Khaos” vardır. Yunanca “uçurum ve
sonsuz boşluk” anlamına gelen Khaos, karışık ve hiçbir şekil
almamış olan, uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı ifade etmektedir.
Khaos’tan geniş göğüslü her şeyin dayanağı olan “Gaia” (yer) çıkar.
Sonra sevginin temeli, bütün varlıkları, her şeyi bir birine doğru
çeken, birleştiren hayatı kuran, çoğalma sembolü olan “Eros” (aşk)
doğar. Khaos’tan “Erebos” ve “Gece” doğar. Onlar da birleşerek yerin
üst tabakasının ışığı olan “Aither” ve yeryüzünün ışığı olan
“Hemera”yı doğururlar. Işık meydana geldikten sonra yaratılış
durmadan devam eder. Khaos bunları doğururken Gaia da
ölmezlerin yeri ve yıldızlarla bezeli bulunan göğü “Uranus” u
doğurur. Ona tamamıyla kendisini kaplasın, içine alsın diye kendi
büyüklüğünü verir. Ondan sonra Gaia, yüksek dağları, ahenkli
dalgaları bulunan Pontos “deniz”i meydana getirir. Böylelikle evrenin
yaratılması tamamlanmış olur.5
Bundan sonra Tanrıların savaşı ve
en son olarak insanın yaratılışı gelir.

3
Ali İhsan Kolcu, Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, Ötüken Yay., İstanbul
1997, s. 39.
4
Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Simavi Yay., İstanbul 1993, s. 27.
5
Şerif Can, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka Yayınevi, İstanbul 1963, ss. 5-6.

Sümer-Akad mitolojilerine göre ise evrenin yaratılışı şu
şekilde olmuştur; Sümer mitolojisinde evrenin kökeni ile ilgili olarak
Sümer Tanrılarının bir listesini veren bir tablette adı “deniz” için
kullanılan ideogramla yazılan Tanrıça Namnu, “Gök”ü ve Yer’i
doğuran ana olarak tasvir edilir. Diğer mitoslarda, gökyüzünün ve
yeryüzünün, başlangıçta tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı
oluşturdukları anlatılmaktadır. Gök, Tanrı An; yer, Tanrıça Ki olarak
kişileştirilmiştir; onların birleşmesinden de hava Tanrısı Enlil
doğmuştur. Enlil ise Gök ve Yer’i birbirinden ayırarak, Evreni gökle
yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokmuştur.6

Babilonya mitolojisine göre başlangıçta evrenin, tatlı su
okyanusu Apsu ile tuzlu su okyanusu Tiamat’ın dışında başka hiçbir
şey bulunmuyordu. Bu iki şeyin birleşmesinden de Tanrılar var
olurlar. İki Tanrı çifti Lahmu ile Lahumu’nun birleşmesinden Anşar
ile Kinşar, yani gökyüzü ile yeryüzü meydana gelir. Anşar ile Kinşar
ise Gök-Tanrı Anu ile toprak ve su Tanrısı Nudimmud’u yani Ea’yı
diğer adıyla Enki’yi dünyaya getirirler.7

Mısır yaratılış mitosuna göre, hayatın kaynağı kadim sulardır.
Atum-ki adı Re ve Khepri ile yer değiştirebilir- Kaos’un sularından
yükselerek, kuru toprakla üzerinde durabileceği bir tepecik yapar. İlk
hayatın çıktığı “Kadim Tepecik” in Güneş Tanrısının evi
Hermepolis’te bulunduğu sanılmaktaysa da, bu ayrıcalığın
kendilerine ait olduğunu iddia eden başka kutsal yerler de vardır.8
Bu durumun her millette olduğu gibi Mısır’da da değişik yaratılış
efsanelerinin bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Türk mitolojisinde de, diğer milletlerde olduğu gibi çok fazla
yaratılış efsanesi yer almaktadır. Ancak Türk topluluklarının farklı
dinlerin etkisi altına girmesi ve yabancı kozmogonilerin etkisi, Türk
kozmogonisinin kendi özelliklerinin kaybolmasına neden olmuştur.9

Verbitskiy ve Radloff tarafından Altay ve Yenisey boylarından
derlenmiş olan yaratılış efsaneleri içinde en büyük ve en doğru olanı
Radloff tarafından derlenen Altay Türklerine ait efsanedir.10
Her iki
araştırmacının derlediği efsanelerdeki ana unsur yer ve göğün
yaratılmadan önce her şeyin sudan ibaret olduğu inancıdır.
W. Radloff ve Verbitskiy’in yanında Anohin ve Potanin gibi

6
Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, (Çev.: Alaeddin Şenel), İmge Kitabevi,
Ankara 1995, s. 25.
7
Hooke, a.g.e., s. 44.
8
Fred Gladstone Bratton, Yakın Doğu Mitolojisi, (Çev.: Nejat Muallimoğlu), M.Ü.İ.F.
Yay., İstanbul 1992, s. 68.
9
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara
1986, s. 13.
10
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1993, s. 419.

araştırmacıların da Altay, Yenisey, Yakut ve diğer Türk boyları
arasında toplamış oldukları metinlere bakıldığında Türklerin
dünyanın yaratılışı ile ilgili efsanelerindeki en önemli unsur
“başlangıçtaki sonsuz su” inancıdır. Asya ve diğer kıtalardaki başka
kültürlerde “başlangıçtaki su” veya “okyanus” kavramları ifade
edilmekle birlikte Türk kozmolojisindeki özellikleri taşımamaktadır.11
Kuzey Amerika’da yaşayan Kızılderili kabilelerinden Çeyenlerin
mitolojisine göre “başlangıçta hiç bir şey yokmuş ve büyük ruh
Maheo boşlukta yaşıyormuş. Maheo etrafına bakmış ama görünürde
hiçbir şey yokmuş. Maheo gücüyle göle benzeyen ama tuzlu olan
büyük bir su yaratmış”.12
Çeyenlere ait bu metinde başlangıçta
Tanrı'dan başka hiçbir şey olmadığı, göle benzeyen tuzlu suyun Tanrı
tarafından sonradan yaratıldığı ifade edilmektedir. Oysa Türk
mitolojisinde Tanrı ve sonsuz su başlangıçta vardır.
Çin mitolojisinde de yaratılışın farklı varyantları
bulunmaktadır. Bunlardan birine göre “başlangıçta iki okyanus-biri
güneyde biri kuzeyde- merkezde bir kara parçası vardı. Güney
okyanusunun efendisi Shu (dikkatsiz), kuzeydeki okyanusun
efendisi Hu (aceleci) ve merkezdeki kara parçasının efendisi Hwuntun (kaos) idi”. İki ayrı okyanus ve iki ayrı efendi kavramı burada
Türk mitolojisi ile Çin mitolojisini birbirinden ayırmaktadır. Çin
mitolojisindeki yaratılış mitinin ayrı bir varyantı olan “P’an-Ku” ile
İskandinav ve İzlanda mitolojilerinde yer alan “Ymir” mitlerinde
anlatılan dünyanın bir veya iki devin parçalanmasından oluşması
inancı ise Türk mitolojisine tamamen yabancıdır. Bununla beraber
Sümer mitolojisindeki başlangıçtaki sonsuz su kavramının Türk
mitolojisindeki kavrama yakınlığı ise ilgi çekicidir. Bunun dışında
Başkurtların ünlü destanı Ural-Batır’ın ilk mısralarını oluşturan
dünyanın yaratılışı ile ilgili bölümde de yine başlangıçtaki sonsuz su
kavramı görülmektedir. 13

Buna göre gerek Altay gerek Sümer gerek Başkurt ve gerek
diğer Türk mitolojilerindeki yaratılış efsanelerinde yer alan
başlangıçtaki sonsuz su kavramı ortak bir motif olarak karşımıza
çıkmakta ve diğer milletlerin mitolojisinden bu yönüyle
ayrılmaktadır.
Mitolojiyi eserlerinde evrensel bir boyuta taşıyan Cengiz
Aytmatov da Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek adlı hikâyesine bir
yaratılış efsanesi ile başlamış; deniz ile karanın birbirleri ile olan

11
M. Öcal Oğuz, “Mitolojimizde ve Ural Batur Destanında Başlangıçtaki Sonsuz Su”,
Milli Folklor, Ankara 1998, S. 38, s. 22.
12
Alice Marriott, Carol K. Rachlin, Kızılderili Mitolojisi (Çev.: Ünsal Özünlü), İmge
Kitabevi, Ankara 1998, s. 36.
13
Oğuz, a.g.m., s. 23.

savaşını anlatırken kendine göre bir yaratılış miti oluşturmuştur.
Aytmatov’un efsanesi de başlangıçtaki sonsuz su ile başlamaktadır:
“Oysa bir zamanlar bambaşkaydı günler. Şimdi o günlerin
nasıl olduğunu söylemek çok zor. Kimse bir şey bilmiyor. Hatta Lura
adındaki dişi ördek olmasaydı, dünyanın bambaşka olacağını kimse
aklına bile getirmiyor: O ördek olmasaydı, kara ile deniz birbirlerine
karşı, birbirlerine düşman olmayacaktı. Çünkü ta başlangıçta,
başlangıçların başında, doğada kara diye bir şey yoktu, bir evlek
toprak bile yoktu. Her yer sularla kaplıydı. Su, su... her taraf su!
Dünya kendi ekseninde dönerken su kendiliğinden ortaya çıkmıştı:
Dipsiz derinliklerden, karanlık uçurumlardan… dalgalar birbiri
ardınca uçsuz bucaksız evreni kuşatmış, dört bucağı kaplamıştı.
Dalgaların çıkıp geldiği bir yer olamadığı gibi, gidip yoğalacağı bir yer
de yoktu.
Ve dişi ördek Lura, hani şu herkesin bildiği, bugün bile
başımızın üzerinden gaklayarak sürüler halinde uçan yassı gagalı
ördek, yapayalnız uçup duruyordu havada. Yumurtasını bırakacağı
bir kara parçası arıyor, ama bulamıyordu. Sudan başka bir şey
yoktu evrende. Yuva yapabileceği ne bir kamış, ne ufacık bir saz
vardı. Lura ördeği gaklaya gaklaya uçuyor, daha fazla
dayanamamaktan, yumurtasını dipsiz derinliklere düşürmekten
korkuyordu. Nereye gitse, kanatları onu nereye götürse, hep su, su,
yine su! Ne kıyısı, ne başlangıcı, ne de sonu vardı o büyük suyun.
Lura bitkindi. Dünyada yuvasını yapabileceği hiçbir yer yoktu.
Lura suların üzerine kondu, göğsünden yolduğu tüylerle bir
yuva yaptı kendisine Dünyada toprak, işte bu yüzen yuvadan oluştu.
Yavaş yavaş büyüdü. Yavaş yavaş çeşitli yaratıklar çıktı ortaya. Bu
yaratıklardan biri olan insan, hepsine üstün geldi. Kayak yaparken
karların üzerinde gitmeyi, kayık yaparak sularda dolaşmayı öğrendi.
Kara ve deniz hayvanlarını avladı. Beslendi ve çoğaldı.
Lura ördeği, sonsuz suların ortasında meydana gelen kara
parçasında hayatın öylesine zor olacağını nereden bilecekti? Deniz,
karanın meydana gelmesine çok kızdı ve o günden beri sakinleşmedi.
O günden beri denizle kara arasında savaş sürüp gidiyor. Ve
insanoğlu bazen denizle kara, kara ile deniz arasında, çok güç
durumlarda kalıyor. Deniz, insanları hiç sevmez, çünkü insanoğlu
denizden çok karaya bağlı...”
Cengiz Aytmatov’un eserlerinde mitolojik sembollerden
yararlanması tesadüfî değildir. Mitolojik bilinci Aytmatov’un sanat
anlayışının şekillenmesinde de doğrudan etkilidir. Etrafındaki
insanlar, bütünüyle masal ve efsane yaratmaya meyilli insanlardır.
Toplum, mitoloji toplumunun bir uzantısıdır. Aytmatov’un eserinin
ve sanatının oluşumunda bu toplumun etkisi doğrudandır. Onun
etkilendiği en büyük etkenlerden biri de görüldüğü gibi geniş bir
perspektife sahip olan Türk mitolojisidir.
Kozmogoni mitleri köken mitlerinin bir devamıdır ve köken
mitlerini sürdürmektedir. İnsanların yaratılışı veya türeyişi de köken
mitlerinin ikinci safhasını oluşturmaktadır. Türk mitolojisi ve bazı
diğer mitolojilerde insanların türeyişi ile ilgili çok fazla efsane yer
almaktadır. Efsanelerin çoğunda iki insanın birleşerek türemeleri
olayı çok azdır. İlk bakışta temel çift, bir kadınla erkek cinsiyetinde
hayvandan oluşmaktadır. Kadının pasif olması ve toplumda
ekonomik bir rol oynamaması dolayısıyla ve de eylemin ve ritüellerin
erkil olması yüzünden hayvanın, ışığın, bitkilerin, dölleyici
unsurların erkil olması gerektiği sanılmaktadır. Fakat bunun aksi
olan çok sayıda örnekler de mevcuttur.14
Türk mitolojisinde
Türklerin türeyişi ile ilgili efsanelerde yer alan en önemli hayvan dişi
kurttur.
Efsanelerde genellikle insanın atasının bir hayvan olduğuna
dair bir inanış mevcuttur. Roux, bunun, hayvan biçimselliğinin
(zoomorfizm) esas olduğu ve hayvanların uçmak, yüzmek, koku
almak, yönelmek, geceleyin görmek gibi Allah vergisi olağanüstü
yetenekleri itibariyle insanlardan üstün olduğu bir dünyada olağan
olduğunu vurgulamaktadır. Bir Karagas klanının köstebek
soyundan, bir diğerinin balıktan gelmesi, bir Kazak ailesinin baykuş
soyundan gelmesi, bazı Buryatların yaban domuzundan gelmesi,
Golde klanının kaplan soyundan, Teleutlar ailesinin bir kuzu veya
bir kartal soyundan gelmesi ile ilgili inanışlar15
ait olduğu halkların
bu hayvanları kendilerine bir totem olarak kabul etmelerinden ileri
gelmektedir.
Türkler de kendilerine sembol olarak kurdu kabul etmiş, bu
hayvanın soyundan geldiklerine veya kurdun kendilerine bir yol
gösterici olduklarına inanarak, kurda bir kutsallık atfetmişlerdir.
Göktürklerin türeyişiyle ilgili üç önemli efsane bulunmakta ve
bunların hepsinde de Göktürklerin dişi bir kurttan türediği inancı
görülmektedir. Türk mitolojisinde yer alan en önemli efsanelerden
biri de şüphesiz Ergenekon efsanesidir. Ama bu efsanede türeme
unsuru olarak kurt yer almaz.
Cengiz Aytmatov’un da, Beyaz Gemi ve Deniz Kıyısında Koşan
Ala Köpek adlı eserlerinde, biri Geyik Ana’dan, diğeri Deniz
Kızı’ndan türeyişi anlatan iki ayrı efsaneye yer verdiği görülmektedir.

14
Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini (Çev.: Aykut Kazancıgil), İşaret
Yay., İstanbul 1994, s. 150.
15
Roux, a.g.e., s. 150.

Beyaz Gemi adlı romanda Mümin Dede’nin torununa anlattığı
Boynuzlu Maral Ana efsanesi Kırgızların Buğu Boyunun beyaz renkli
bir Geyik Ana’dan türediğine ilişkin bir efsanedir. Bu efsaneye göre
Yenisey boylarında yaşamakta olan Kırgızlar, bir gün ölen
hakanlarını gömmek üzere Yenisey nehrinin kıyısında toplanırlar. Bu
sırada düşman kabilelerden biri Kırgız kabilesine saldırır ve
Kırgızların toplanmasına bile fırsat vermeden hepsini öldürürler.
Kırgız kabilesinde, büyüklerinden izin almadan ormana giden bir kız
bir erkek çocuğu dışında hiç kimse kalmaz. Geri döndüklerinde ne
analarını ne babalarını bulurlar. Daha sonra düşmanların eline
geçerler ve düşmanların hakanı, bunları öldürüp Yenisey nehrine
atması için topal bir nineye verir. Topal nine tam çocukları nehre
atacakken yanlarında beyaz bir Geyik Ana peyda olur. Topal nineye
insanların iki yavrusunu öldürdüğünü, bu çocukları evlât edinmek
istediğini söyler ve onları kendisine vermesini ister. Nineyi ikna eden
Geyik Ana, çocukları kendi sütüyle besler ve büyütür. Daha sonra
çocukları Kırgızların şimdi yaşadığı Issık-Göl’ün etrafındaki bu
topraklara getiren Geyik Ana, onlara yeni vatanlarının burası
olduğunu söyler. Çocuklar burada çoğalarak Buğu Boyunu devam
ettirirler.
Buğular Issık–Göl çevresinde büyük ve güçlü bir toplum
olurlar ve Boynuzlu Maral Ana’yı kutsal bir varlık olarak görürler.
Hangi soydan hangi boydan geldikleri anlaşılsın diye, çadırların
girişine maral boynuzu işlemesi koyarlar. O zamanlar Issık-Göl
ormanları marallarla doludur. Buğular bir maralla karşılaşacak
olsalar, hemen atlarından inerler ve ona yol verirler. Bu çok zengin
bir Buğu’nun ölümüne kadar böyle sürüp gider. Ölen Buğu’nun
oğulları babalarına günler, geceler süren bir yas şöleni düzenlerler.
Bu çocuklar babalarının zenginliklerini ve kendi ünlerini tüm
dünyaya duyurmak için, babalarının mezarına, kutsal Boynuzlu
Maral ana soyundan olduğu anlaşılsın diye bir maral boynuzu
dikmek isterler. Avcıları ormana gönderip bir maral vurdurup
boynuzunu da mezarın üstüne dikerler. Bu olaydan sonra felâketler
birbiri ardınca gelir ve herkes ormanda ak maral avlamaya başlar.
Her Buğu kendi atasının mezarına bir ak maral boynuzu dikmek için
ak maral avlar, sonraları da bu işin ticareti başlatılır. Bunun
sonucunda ormandaki maral sayısı azalır ve bu yüzden Boynuzlu
Maral ana insanlara küser ve son kalan yavrularını da alarak bir
daha dönmemek üzere buraları terk eder.
Geyik, daha çok millet ve kavimlerin türeyişleri ile ilgili efsane
ve mitolojilerde elçi olarak doğru yolu gösterici, yani yeni yurtlara
götürücü bir motif olarak görülmektedir.
Cengiz Aytmatov’un romanında geleneklere bağlı olan bir kişi

olarak verilen Mümin Dede, torununa bu masalı anlatırken geyiğin
kendileri ve Buğu soyu için kutsal olduğunu, onları öldürmenin
doğru olmadığını ve bir gün geri gelip onları buralardan
kurtaracağını da söyler. Bu masala inanan çocuk, bir gün ormanda
iken geyiklerin gerçekten geldiğini görür. Romanda Mümin Dede’nin
kızı Bekey Hala Orozkul ile evlidir ve hiç çocukları olmamıştır. Dedesi
bu efsaneyi anlatırken Boynuzlu Maral Ana’nın ilk çocuklarından
olan kadın, doğum yaparken, Maral Ana’nın boynuzlarıyla sihirli bir
beşik getirdiğini ve beşik gelir gelmez de çocuğun doğduğunu anlatır.
Çocuk maralları görünce bunların Bekey halasına sihirli bir beşik
getireceğini ve onların da çocukları olacağını düşünerek mutlu olur.
Fakat çocuğun bu mutluluğu kısa sürer. Bir gün ormanda
Orozkul, Seydahmet, Mümin Dede ve Orozkul‘un kendisine kaçak
kereste sattığı Koketay, ağaçları indirmek için ormanda bulundukları
sırada maralları görürler ve onları avlamak isterler. Bunun için de
Mümin Dede’yi tehdit ederek maralları öldürmesi için zorlarlar.
Geyikleri avlayıp eve getirdiklerinde çocuk bunları görünce ve
özellikle geyiklerin Mümin Dede tarafından öldürüldüğünü anlayınca
oradan kaçar ve kendisini Issık-Gölün sularına bırakarak kendi
efsanesi ille birlikte yok olup gider.
Beyaz Gemi, Cengiz Aytmatov’un en çok tartışma yaratan
eserlerinin başında gelmektedir. Yazarın her eserinde olduğu gibi bu
romanında da evrenselliğe ulaşma kaygısı ön plandadır. Yazar
temelde millî olan bir olayı, bir takım alegori ve sembollerle evrensel
bir boyuta taşır. Geyik ise bu eserde bağımsızlık sembolü, özellikle
Ekim Devriminden sonra özgürlüklerini kaybeden Türk boylarının
bir sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır. Orozkul tiplemesinin
kişiliğinde yazarın, rejimi sembolize etmeyi amaçladığı ve Orozkul’un
çocuğunun olmamasıyla da, rejimin ömrünün uzun olmayacağını
ima ettiği söylenebilir. Mümin Dede eski zamanın insanıdır ve
geleneksel değerlere bağlıdır. Çocuğu kendi gelenek ve göreneklerine
bağlı bir kişi olarak yetiştirme endişesi taşımaktadır. Çocuk,
dedesinin kendisine anlattığı efsanedeki Boynuzlu Maral Ana’nın
geçmişte olduğu gibi şimdi de kendilerini kurtaracağına
inanmaktadır ve geyik onun için bir kurtuluş sembolü olarak
kafasında yer eder. Ancak geyiklerin öldürülmesiyle bütün bu
ümitleri yok olur ve o da kendi dünyasında kurmuş olduğu “balıkinsan” olup Beyaz Gemi’ye ulaşmak hayaliyle birlikte ortadan
kaybolur.
Cengiz Aytmatov’un eserlerinde işlediği bir diğer türeyiş
efsanesi de Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek hikâyesinde anlatmış
olduğu, Nivih’lerin soyunun bir denizkızından türediğine dair
efsanedir. Yazar aynı hikâyeye bir yaratılış efsanesi ile başlamıştır.

Hikâye küçük bir çocuğun (Krisk) fok balığı avcılığını öğrenmesi için
babası Emrayin, amcası Mılgın ve Orhan Dede ile birlikte denize
açılmaları ile başlar. Bir süre sonra deniz üzerinde bir sis tabakası
oluşur ve günlerce bu sis kaybolmaz. Yollarını kaybetmişlerdir ve
onlara yol gösteren aguguk kuşu (kutup baykuşu) bir türlü
görünmemekte aynı zamanda içecek suları da tükenmek üzeredir.
Bu nedenle çocuğun bir süre daha yaşaması için diğerleri, önce
Orhan dede, sonra Mılgın amca ve son olarak çocuğun babası
Emrayın birer birer kendilerini feda ederler. En sonunda çocuk
kurtulur ve halk arasında onun etrafında bir efsane oluşturulur.
Diğerleri de “Orhan rüzgârı”, “Emrayin yıldızı”, “Mılgın Akay”
dalgaları olarak efsanede yerlerini alırlar.
Cengiz Aytmatov eserlerinde ferdîn hürriyeti temasına
oldukça fazla önem verir. Ali İhsan Kolcu, bunu, yazarın
eserlerindeki temel güç, yani yazarın “etymon-spritüel” i olarak ifade
eder. Hürriyet kavramı hep sembolik ifadelerle yansıtılır. Kolcu’ya
göre, “Bu ya bir Beyaz Gemi’dir, ya gökte uçan bir çaylaktır, ya bir
efsane, ya da bir çobanın söylediği memleket türküsüdür.”16

Bu hikâyede de Aytmatov, bağımsızlıkları ellerinden alınan
Türk halklarının acılarını, Sovyet rejiminin neredeyse bir nesli yok
eden yaklaşık yetmiş yıllık etkilerini, birtakım sembollerle okura
ulaştırma gayesindedir. Kendi yaşamış oldukları sıkıntıları, rejimle
yaşanan felaketleri gelecek nesillerin yaşamasını istemeyen ve bu
yüzden kendilerini feda eden insanların fedakârlıklarını, eserinde
anlatmış olduğu efsanelerin arasına sıkıştırdığı sembolik ifadelerle
anlatmaya çalışmıştır.
Aytmatov’un eserlerinde mitolojik unsurlar oldukça fazla yer
almaktadır. Yazar eserlerinde, rejime olan tepkisini, yozlaşmış, millî
ve manevî değerlerinden uzaklaştırılmış insanların durumunu daha
evrensel bir boyutta anlatabilmek için tarihî ve efsanevî olaylardan
yararlanmıştır.17
Gün Olur Asra Bedel romanında anlattığı Nayman
Ana Efsanesindeki Mankurt motifi ile yazar, sistemin oluşturmaya
çalıştığı insan tipini-efsanevî bir perspektif içerisinde- eleştirmiştir.
Mankurt motifi ile yazar, geçmişini hiçe sayan, ait olduğu milletin
örf, adet, gelenek, görenek, din ve kutsal sayılan değer yargılarını
tanımayan, sadece yukarıdan gelen direktifler doğrultusunda
hareket edip, parti çıkarlarını korumaya çalışan ve büyük lider
olarak gördükleri Stalin ve Lenin’e övgüler yağdıran, sistemin
modern kölelerini karakterize etmiştir.

16
Kolcu, a.g.e., ss. 248-249.
17
Gülsine Uzun, Cengiz Aytmatov’un Türkçeye Çevrilmiş Eserlerinde Mitolojik Unsurlar,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Muğla 1998.

Bir yazarın hedefinin “ufkunu millî olanın ötesine doğru
genişletmek ve evrensel olana ulaşmak” olması gerektiğini söyleyen
Aymatov18
, folklorik malzemeyi eserlerinde kullanmasının sebeplerini
şöyle dile getirmektedir: “..Mitoloji, masallar, efsaneler eski
insanların yaşadığı hadiselerdir. Kulaktan kulağa gelen tarihî
zenginliğimizdir. Eskiden bize kalan kültürel zenginliklerdir.
Bunlarla bugünkü teknoloji arasında bir bağlantı kurmakta yarar
görüyorum. Onun için ben ve benim gibi yazarlar da eskiden
başımızdan geçmiş halkın tecrübelerini anlatan, halkın tarihîni
anlatan, ışık tutan bu tür zenginlikleri kitaplarımızda kullanıyoruz.
O da anlatmaya ayrı bir güzellik, ayrı bir zenginlik katıyor.”19

Aytmatov, eserlerinde öncelikle kendi kültürünü ve tarihini,
kendi mitolojisini, kendi insanını vermiştir. Bunun dışında yazarın,
eserlerinde Yunan mitolojisinde adı geçen bir tanrıçaya, Japonya’da
kutsal sayılan bir dağa, mekânı Amerika olan fantastik bilim-kurgu
bir olaya ve uzay araştırmaları gibi konulara yer vermesi, Onun milli
olandan yola çıkarak evrensele ulaştığının bir göstergesidir.
Cengiz Aytmatov, kendi kültürünü, kendi insanını ve kendi
tarihini çok iyi bilen bir yazardır. Onun eserlerinde halk kültürünün
bütün normlarını görmek mümkündür. Halk kültürünü oluşturan
destan, efsane, masal, halk hikâyesi gibi unsurlar, insanların hangi
devirde olursa olsun milli duygularını dile getiren en güzel edebi
türlerdir. Masal, destan ve efsaneler bir milletin geçmişte
başardıkları büyük işlerin, büyük ideallerin dile getirildiği ve gelecek
nesillerin milli hafızalarını meşgul eden en önemli unsurlardır.
Aytmatov’un hikâye ve romanlarının ilham kaynağı da kendi
insanının geleneksel hayatı, tarihi, destan ve efsaneleridir. Toprağın
dilini çok iyi bilen yazar, bu topraklar üzerinde yaşayan bütün
canlıların hikâyesini geçmişle ve yaşanılan zamanla birlikte
eserlerine taşımıştır. Yazarın eserlerinde görülen folklorik
malzemenin temelinde asırlar boyu şekillenen Kırgız kültürü, Kırgız
kültürü ve Kırgız sözlü geleneğinin en büyük ürünü olan Manas
destanı vardır.
Aytmatov, roman ve hikâyelerine mitolojik unsurları da
katarak kendisine zengin bir üslup yaratmıştır. Bazen mitolojide
geçen bir yaratılış efsanesi yazarın muhayyilesinde farklı bir boyut
kazanarak eserlerinde yer alırken, bazen de bir dedenin torununa
anlattığı bir masalda veya efsanede yer alan bir türeyiş efsanesi,
yazarın kaleminde farklı bir nitelik kazanmıştır. Eski Türk

18
Beşir Ayvazoğlu, “Turan Ülküsünün Büyük Yazarı Anlatıyor: Ufku Milli Olanın
Ötesine Genişlemek”, Türkiye Gazetesi, İstanbul 12 Mayıs 1992.
19
Sabiha Özen, “Her Yazar Kendi Halkı İçin Yazmayı Nazarda Tutar”, Dergâh, S. 24,
İstanbul 1992, s. 13.

inançlarının pek çok izlerini yine yazarın eserlerinde bulmak
mümkündür. Roman ve hikâyelerinin çoğunda mekân, genellikle
onun doğup büyüdüğü bozkırlar, dağlar, vadiler, göller ve göçebe
kültürün yaşandığı yerlerdir. Yazar bazen bu mekânları bir tabiat
kültü inancıyla birleştirerek eserine mitolojik bir boyut
kazandırmıştır. Sürekli bir göndermeler dünyasında yaşayan
Aytmatov, geçmişte yaşanan bir efsane, masal veya destanla
bugünün olayını açıklamaya çalışmış, geçmişle geleceği
birleştirmiştir.
Aytmatov, eserlerinde sürekli bağımsızlığı ifade etmeye
çalışmış, roman ve hikâyelerinin çoğunu bu konu etrafında
yoğunlaştırmıştır. Sistemden bunalan, kendi kültürünü ve yaşam
tarzını sergileyemeyen Kırgız insanının özlem duyduğu bağımsızlık
teması, yazarın eserlerinde ya mitolojiye ait bir unsurla veya
birtakım sembollerle ifade bulmuştur. Onun hemen hemen her
eserinde mitolojiye ait bir külte, bir destana, efsaneye, masala veya
en küçük bir halk hikâyesine yer verildiği görülmektedir. Masalların
ya da efsanelerin modern anlatımla mükemmel bir birleşimini ortaya
koyan Cengiz Aymatov’un ‘bütün eserlerinin ruhunun fazlasıyla
Kırgız’ olduğunu bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır.

Kaynakça
Ayvazoğlu, Beşir, “Turan Ülküsünün Büyük Yazarı Anlatıyor: Ufku
Milli Olanın Ötesine Genişlemek”, Türkiye Gazetesi,
İstanbul 12 Mayıs 1992.
Bratton, Fred Gladstone, Yakın Doğu Mitolojisi (Çev.: Nejat
Muallimoğlu), M.Ü.İ.F. Yay., İstanbul 1992.
Campbell, Joseph, İlkel Mitoloji, Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi,
İstanbul 1992.
Can, Şerif, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka Yayınevi, İstanbul
1963.
Eliade, Mircea, Mitlerin Özellikleri, Simavi Yay., İstanbul 1993.
Hooke, Samuel Henry, Ortadoğu Mitolojisi (Çev.: Alaeddin Şenel),
İmge Kitabevi, Ankara 1995.
İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu
Yay., Ankara 1986.
Kolcu, Ali İhsan, Milli Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov, Ötüken
Yay., İstanbul 1997.
Mardin, Şerif, İdeoloji, İletişim Yay., İstanbul 1992.
Marriott, Alice; Rachlin, Carol K., Kızılderili Mitolojisi, (Çev.: Ünsal
Özünlü), İmge Kitabevi, Ankara 1998.
Oğuz, M. Öcal, “Mitolojimizde ve Ural Batur Destanında
Başlangıçtaki Sonsuz Su”, Milli Folklor, S. 38, Ankara 1998.
Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara
1993.
Özen, Sabiha, “Her Yazar Kendi Halkı İçin Yazmayı Nazarda Tutar”,
Dergâh, S. 24, İstanbul 1992.
Roux, Jean-Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (Çev.: Aykut
Kazancıgil), İşaret Yay., İstanbul 1994.
Uzun, Gülsine, Cengiz Aytmatov’un Türkçeye Çevrilmiş Eserlerinde
Mitolojik Unsurlar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla 1998.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 116656

ulkucudunya@ulkucudunya.com