« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Haz

2011

İMAM-I MALİK (MALIK B. ENES)

01 Ocak 1970

Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemeni (ö. 179/795)

Mâliki mezhebinin imamı, büyük müetehid ve muhaddis. 93te (712) dünyaya geldi. Doğum ta¬rihiyle İlgili olarak kendisinden de nakle¬dilen bu rivayet yanında 90-98 (709-717) yılları arasındaki bir tarihte doğduğu da zikredilmektedir.[33] Kâdî İyâz, Vâdilkurâ'nın Zülmerve köyünde doğduğuna, önce Medine yakınlarındaki Akik mevkiine, ardından Medine'ye yer¬leştiğine dair bir rivayet nakleder.[34] Soy bakımından Araplar'ın iki ana kolundan biri olan Kahtânîler'e (diğeri Adnânîler) mensup olduğundan bu kabile¬nin bazı alt kollarına nisbetle Asbahî, Ya'-murî, Himyerî ve menşelerinin Yemen ol¬masından dolayı Yemenî nisbeleriyle anıl¬mıştır. Dedesi Mâlik veya onun babası Ebû Âmir Yemen'den gelerek Medine'ye yer¬leşmiş, burada BenîTeym b. Mürre kabileşinin halîfi olmuştur. Ebû Âmir'in, Be¬dir dışında bütün gazvelere katılan bir sa-hâbî olduğu rivayeti yanında muhadram tabiî olduğu da ileri sürülmüştür. Dedesi Mâlik tabiîn büyüklerinden olup Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah, Ebû Hüreyre, Hassan b. Sabit ve Hz. Âişe'den rivayette bulunmuş, Halife Os¬man şehid edildiğinde onu kefenleyip defneden dört kişi arasında yer almıştı. Hz. Osman zamanında mushafın istinsahıyla görevlendirilenlerden biri de o idi. İmam Mâlik'in babası Enes. kendi babası ve kardeşleri kadar ilimde tanınmış bir kişi olmamakla birlikte ondan da bazı ri¬vayetler nakledilmiştir.

İmam Mâlik devrin önemli ilim merkez¬lerinin başında gelen Medine'de yetişti. Önceleri ilim tahsiline rağbet etmeyip gü¬vercinlerle vakit geçirirken bir gün baba¬sının sorduğu bir soruya kardeşi Nadr'ın doğru, kendisinin yanlış cevap vermesi ve babasının, "Güvercinler seni oyaladı" de¬mesi üzerine öğrenime karar verdiğini ve ilk olarak Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec'den hadis dersi almaya başladığını söyler. Kur'ân-ı Kerîm'İ bu sırada ezber¬lemiş olmalıdır. Büyük tabiîn âlimlerin¬den biri olan bu hocasının yanında geçir¬diği yedi yıllık öğrenim hayatından meş¬hur fakih Rebîatürre'y'in ders halkasına katıldı. Fıkhî melekesinin gelişmesinde ve usulünün şekillenmesinde re'y taraftan bu hocasının büyük tesiri olmakla birlikte kendisinin hadis ve esere olan bağlılığı ve Rebîa'nın selefin görüşlerine muhalefeti sebebiyle son zamanlarda onun meclisini terkettiği belirtilir. Bunun ardından bağ¬landığı ve kendisinden en çok faydalan¬dığı hocası İbn Şihâb ez-Zührî'dir. Bu ara¬da İbn Ömer'in azatlısı Nâfi", Ebü'z-Zinâd Abdullah b. Zekvân, Eyyûb es-Sahtiyânî, Yahya b. Saîd el-Ensârî. Ebü'l-Esved Muhammed b. Abdurrahman ve Hişâm b. Urve gibi âlimlerin ilim meclislerine de¬vam etti. Hadis aldığı hocalarının üç yü¬zü tabiîn, altı yüzü tebeü't-tâbiîn olmak üzere dokuz yüz civarında bulunduğu söylenir. Hocalarıyla ilgili olarak bazı âlim¬ler eser telif etmiş.[35] bunlar¬dan İbn Halfûn'un kitabı yayımlanmıştır.[36] Onun, "Bu ilim dindir; onu kim¬den aldığınıza dikkat edin. Şu direklerin dibinde (Mescid-i Nebevî'de), 'Resûlullah buyurdu1 diyen yetmiş kişiye yetiştim, fakat onlardan bir şey almadım. Halbuki onlardan birine beytülmâl verilseydi em¬niyette olurdu, o derece doğru kimseler¬di. Fakat bu işin ehli değildiler. Zührî bu¬raya gelince onun kapısına üşüştük" sözü [37] hoca seçiminde ne derece titiz davrandığını göstermektedir. Bazı öğrencilerin Abdurrahman b. Hür¬müz'e, "Biz soru sorunca cevap vermiyor¬sun, Mâlik ve Abdüiazîz b. Ebû Seleme sorunca cevap veriyorsun" diye şikâyette bulunduklarında kendilerinin her söyle¬neni aldıklarını. Mâlik ile Abdülazîz'in üze¬rinde düşünüp doğru bulduklarını alarak diğerini bıraktıklarını belirtmesi de [38] onun kavrayış ve titizliği¬nin bir başka örneğidir. Zekâsı ve gayreti sayesinde kısa sürede ilimde derinleşen ve hocalarının takdirini kazanan Mâlik yir¬mi yaşlarında ders ve fetva vermeye baş¬ladı. Mescid-i Nebevî'deki ders halkasıyla kısa zamanda üne kavuştu. İslâm dün¬yasının her tarafından gelen öğrenciler ondan hadis dinlemek ve fıkıh Öğrenmek için yarışır oldu. Özellikle hac mevsimleri sırasında ders halkasında büyük izdiham yaşanırdı. Önceleri Mescid-i Nebevî'de ders verirken ileriki yıllarda sürekli özrü sebebiyle derslerini evinde sürdürdü. Bir taraftan düzenli şekilde ders verip talebe yetiştirirken diğer taraftan da hac mü¬nasebetiyle Haremeyn'e gelen ulemâ ile sohbet ve müzakerelerde bulunarak il¬mini ilerletti. Ebû Hanîfe, Leys b. Sa'd, Evzâî, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Ha¬san eş-Şeybânî bilgi alışverişinde bulun¬duğu âlimlerden bazılarıdır. Bilhassa Şey-bânî onun meclisine üç yıl kadar devam etmiş, kendisi de bu vesileyle Irak ehlinin fıkhını öğrenme imkânı bulmuştur. Leys b. Sa'd ile birbirlerine gönderdikleri ve çeşitli konuları tartıştıkları mektuplarda olduğu gibi [39] ule¬mâ ile yazışma yoluyla da fikir alışverişin¬de bulunmayı sürdürmüştür.

İmam Mâlik'ten ders alan talebelerin sayısı binleri bulmakla birlikte kendi gö¬rüş ve mezhebinin yayılmasına ancak bir kısmı öncülük etmiştir. Abdullah b. Vehb uzun süre Mâlik'in yanında kaldı ve Mı¬sır'da onun görüşlerini yaydı. Abdurrah¬man b. Kasım, İbn Vehb'den sonra Mâ-lîk'e öğrencilik yapmış olup onun baş ta¬lebesi sayılır. Mezhep fıkhının tedvininde büyük hizmeti geçen İbnü'l-Kâsım'ın ar¬dından Mısır'da otorite olan Eşheb el-Kaysî bir başka öğrencisidir. Mâlik'in dı¬şında bu üç zattan da faydalanan bir di¬ğer Mısırlı talebesi Ebû Muhammed İbn Abdülhakem'dir. Mezhebin Kuzey Afri¬ka'da yayılmasına hizmet edenler arasın¬da İbn Ziyâd el-Absî, İbn Ganim el-Kâdî, Behlûl b. Râşid ve İbn Ferruh ile, İbnü'l-Kâsim'dan büyükölçüde faydalanarak mezhep fıkhını derlediği el-Esediyye adlı eseriyle mezhebin tedvininde önemli rol oynayan Esed b. Furât'ı anmak gerekir. Mâliki mezhebini Endülüs'te temsil eden öğrencileri arasında Şebtûn laka¬bıyla tanınan Ziyâd b. Abdurrahman el-Kurtubî, Yahya b. Yahya el-Leysî; Irak'ta Abdurrahman b. Mehdî, Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî, Vâkıdî; Şam'da Ebû Müshir, Velîd b. Müslim; Medine'de İbnü'I-Mâcişûn, Ma'n b. îsâ, Abdullah b. Nâfi' es-Sâiğ ve Mugîre b. Abdurrahman el-Mah-zûmî zikredilmelidir. Dârekutnî, Mâlik'ten rivayette bulunanlarla ilgili olarak kale¬me aldığı eserinde bin kişiyi sayar.[40] Hatîb el-Bağdâdî ve Kâdî İyâz da ondan rivayet¬te bulunanlara dair birer kitap kaleme almış olup ilki yaklaşık bin, diğeri bin üç yüzü aşkın kişinin adını vermiştir.[41] İmam Mâlik'ten ayrıca Abbasî halifelerinden Ebû Ca'fer el-Man-sûr. Mehdî-Billâh, Mûsâ el-Hâdî, Hârû-nürreşîd ve Emîn ile Şafiî, Leys b. Sa'd, Abdullah b. Mübarek, Evzâî. Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şey¬bânî gibi müctehid imamlar ve kendi ho¬calarından Rebîatürre'y, İbn Şihâb ez-Zührî, Yezîd b. Abdullah, Hişâm b. Urve, Yahya b. Saîd el-Ensârî ve başkaları riva¬yette bulunmuşlardır. Mâlik, pek azı dı¬şında hocalarının hemen hepsinin kendi¬sinden fetva sorduklarını belirtir.[42]

Hayatının yansını Emevîler, yarısını Ab¬basîler devrinde geçiren Mâlik'in kendi dönemindeki siyasî olaylardan uzak dur¬duğu, mevcut yöneticilere de karşıtlarına da açık bir destek vermediği anlaşılmak¬tadır. Onun siyasî olaylar karşısındaki tarafsızlığında gerek kendisinden Önce Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr b. Av-vâm'ın Emevî yönetimine karşı çıkışları, gerekse kendi zamanında Haricî lideri Ebû Hamza eş-Şârî'nin Haremeyn'deki (130/748), Muhammed en-Nefsüzzekiy-ye'nin Medine'deki (145/762) isyanları ile diğer çeşitli isyanlar sırasında çok kan dö¬külmesinin yol açtığı olumsuz durum ve bunun Haremeyn halkında meydana ge¬tirdiği hayal kırıklığının büyük etkisi olma¬lıdır. Gayri meşru veya adaletsiz görülen bir yönetime karşı çıkılırken daha büyük zararlara yol açmanın doğurduğu tedir¬ginlik yanında karşı çıkanların diğerlerinden farklı olup olmayacağına dair tered¬dütler, dönemindeki birçok büyük âlim gibi Mâlik'in de isyanı hoş karşılamayıp devlet adamlarına hakkı tavsiye etme yo¬lunu tutmasının başlıca sebebi olmuştur. Gerek bu tavrı gerekse halk ve yöneticiler katındaki itibarı dolayısıyla doğacak yan¬kılardan ötürü hilâfet konusunda açıkça fikir beyan etmediği görülmektedir.

Yöneticilerle iyi ilişkiler içinde bulunma¬sına rağmen zaman zaman İmam Mâlik de haksız muamelelere mâruz kaldı. Derslerinde, baskı altında meydana gelen boşamanın geçersiz olduğuna dair hadisi rivayet etmekle Ebû Ca'fer el-Mansûr'a yapılan biatin da geçersiz olduğunu ima ve Muhammed en-Nefsüzzekiyye'ye biati teşvik ettiği iddiasıyla 146 (763) yılında Medine valisinin emriyle tutuklanıp kır¬baçlandı ve omuzu sakatlandı. Anılan ha¬disi Nefsüzzekiyye'nin isyanı sırasında ri¬vayet etmesi onun taraftarlarınca işaret edildiği şekilde yorumlanmış olabileceği gibi sevmeyenleri tarafından yönetim ka¬tında aleyhine kullanılmış olması da muh¬temeldir. Gerçekte İmam Mâlik'in yöne¬time karşı bir tavrının olmadığının anla¬şılması, ayrıca halkın ona yapılan haksız¬lığa büyük tepki göstermesi sebebiyle Ha¬life Mansûr hac için geldiğinde kendisini çağırarak özür diledi ve gönlünü aldı. Ay¬rıca ondan derlediği hadisleri kitap haline getirmesini, bunu çoğaltarak bütün şe¬hirlere göndermeyi ve onunla amel edil¬mesini emretmeyi düşündüğünü belirt-tiyse de Mâlik bunun doğru olmadığını söyleyerek karşı çıktı.[43] Daha sonra Mehdî ve Hârûnürreşîd'in de aynı talepte bulunduğu, ancak onun yine kabul etmediği rivayet edilir Halifelerin idarede ve yargıda birlik ve istikrarı sağlamaya yönelik bu teklif¬lerine, her âlimin kendisine ulaşan sünnet mirası ve yaşadığı çevrenin şartlarına bağlı olarak farklı görüşler taşımasının tabii olduğunu, aksi bir görüş ve uygula¬maya zorlamanın doğru sayılmadığını be¬lirterek karşı çıkmıştır.

Hac veya umre için Mekke'ye gidişleri dışında Medine'den ayrılmamış. Medi¬ne'nin manevî değeri yanında buradaki zengin ilmî ortam da gerek talebeliği ge¬rek hocalığı zamanında başka yere git¬mekten onu müstağni kılmıştır. Bu se¬beple Halife Mehdî-Billâh'ın onu Bağdat'a davetine de olumlu cevap vermeyip affını istemiştir.

İmam Mâlik, geçirdiği kısa süreli bir ra¬hatsızlıktan sonra 14 Rebîülevvel 179 (7 Haziran 795) tarihinde Medine'de vefat etti, cenaze namazını Medine valisi kıldır¬dı ve Baki' Mezarlığı'nda defnedildi. Re¬bîülevvel ayının üçünde, onunda, on birin¬de, on üçünde, ayrıca safer yahut receb ayında vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Rivayete göre Mâlik uzun boylu, beyaz ve güzel yüzlü, mavi gözlüydü. Gü¬zel ve pahalı elbiseler giyer, bunu ilim eh¬li için gerekli görürdü. Evinin döşenmesi¬ne ve görünüşüne dikkat eder. güzel eş¬yalar alırdı. Yeme içme konusunda da ti¬tiz olduğu, beslenmesine özen gösterdi¬ği kaydedilir. Vakarlı ve heybetli bir görü¬nüme sahipti; meclisinde yüksek sesle konuşulmaz ve tartışma yapılmazdı. Bir konuda olumlu veya olumsuz bir görüş belirttiğinde kimse sebebini sormaya ce¬saret edemezdi. Son derece muttaki ve âbid bir zattı. Hz. Peygamber'in adı anıl¬dığında renginin sarardığı, toprağında Resûlullah'ın vücudunu taşıdığı için Me¬dine'de bineğe binmeyip her zaman yü¬rümeyi tercih ettiği kaydedilir. Kâdî İyâz, Yahya ve Muhammed adlı iki oğluyla Fâ-tıma adlı bir İbn Halfûn ise Yahya, Muhammed, İbra¬him ve Hammâd adlı dört çocuğu [44] olduğu¬nu belirtirken Süyûtî İbrahim yerine kızı Ümmü Ebîhâ'yı zikreder.[45] Bazı kaynaklarda kızının adı Ümmü'1-Bahâ şeklinde geçer ki [46] her ikisinin de Fâ-tıma'nın künyesi olması muhtemeldir. Oğullan Yahya ve Muhammed ile kızının babalarının derslerini izledikleri ve hadis rivayet ettikleri belirtilir.

İlmî Şahsiyeti. Sağlam hafızası ve de¬rin anlayışı yanında sabrı, disiplin ve ihlâsı sayesinde hadis ve fıkıh alanlarında bü¬yük bir âlim olan İmam Mâlik kendi zama¬nında ve daha sonra gelen âlimler tara¬fından övgüyle anılmış, İslâm ümmetinin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetler arasında yerini almıştır. Kaynaklar onun hakkında övgülerle doludur.

Gerek Emevîler gerek Abbasîler zama¬nında halifeler ve valilerle iyi ilişkiler ku¬ran Mâlik bunu onlara hakkı ve doğruyu tavsiye etmenin bir vesilesi olarak gör¬müş, şahsî görüşmelerinde ve mektup¬larla onları irşada çalışmıştır. Devlet adamlarıyla sıkça görüşmesi tenkit ko¬nusu edildiğinde bunu bilerek yaptığını, böylece onların lâyık olmayan kişilerle is¬tişarede bulunmasını önlemeye çalıştığını söylemiştir. Bilhassa hac münasebetiyle

Medine'ye gelen halifeler ona büyük say¬gı gösterir ve kendilerine öğüt vermesini isterlerdi. Halifeler kendisinden hadis din¬ledikleri gibi ders almaları için çocuklarını da ona göndermişlerdir. Hadis dinlemek veya çocuklarına ders aldırmak için onu davet eden halifelerin isteklerini kabul etmemiş, ilmin kimsenin ayağına gide¬meyeceğini, ilme gidilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Kaynaklarda İmam Mâlik'in yüz bin ci¬varında hadis ezberlemekle birlikte bu konudaki titizliği sebebiyle ancak az bir kısmını rivayet ettiği belirtilir. Fetva ko¬nusunda olduğu gibi hadis rivayeti husu¬sunda da çekingen davranır, çok hadis ri¬vayet edenleri, her bildiğini söyleyenleri kınar, böyle yapanların insanların sapma¬sına sebep olabileceğini söylerdi. Vefat ettiğinde evinde sandıklar dolusu hadis yazılı sayfalar bulunduğu halde sağlığın¬da bunları rivayet etmediği anlaşılmıştır. Hadis konusunda el-Mııvatta ile ilk tas¬nif çalışması yapanlar arasında önemli bir yeri olan Mâlik bütün hadis otoritele¬rince bu ilmin zirvelerinden biri kabul edilmiş, "hafız, hüccet, imam, emîrü'l-mü'minîn fi'1-hadîs" gibi vasıf ve unvan¬larla anılmıştır. Hadislerin sıhhatini ve se-nedlerin sağlamlığını bilme konusunda tartışmasız bir otoriteydi. Kendisi son de¬rece güvenilir olduğu gibi rivayette bulun¬duğu kimseler hakkında da aynı titizliği göstermesi onun yer aldığı senedlerin gü¬venirliğini en üst düzeye çıkarmıştır. Bu-hârî rivayet ettiği bazı hadislerde Mâlik -Ebü'z-Zinâd - A'rec - Ebû Hüreyre; Ebû Dâvûd bundan başka Mâlik- Nâfi' -İbn Ömer ve Mâlik - Zührî - Salim- İbn Ömer şeklindeki senedleri en sahih senedler saymıştır. Bazı âlimler, Mâlik'in mürselle-rini Saîd b. Müseyyeb ve Hasan-ı Basrî'-nin mürsellerinden üstün tutmuş, bazı¬ları da onun mürsellerini müsned hadis seviyesinde kabul etmiştir.[47] Hadis râvilerinde aranacak şartlan tesbit ederek râvileri sıkı bir şekilde araş¬tırmaya önem vermesiyle cerh ve ta'dîl ilminin yolunu da Mâlik açmıştır. İmam Mâlik dört kişiden ilim alınmayacağını söylerdi: Sefahat ehli, bid'at ehli, pey¬gambere yalan isnad etmese bile İnsan¬ların sözlerine yalan katan kimse, fazilet ve salâh sahibi olmakla birlikte yaşlılığın¬dan dolayı ne dediğini bilemez, lafı karış¬tırır durumda olan kişi.[48] Hadis rivayet edeceği kimseleri seçme, onlarda belli özellikleri arama konusundaki hassasiyeti birçok âlim tarafından dile getirilmiş ve bu tavrıyla ilgili olarak bolca örnek zikre¬dilmiştir.[49] Bununla biriikte Zehebî, râvileri tenkit hususun¬daki dikkatine rağmen bazı kimselerin durumuna tam muttali olamamasının, dolayısıyla güvenilir kabul ettiği bazı râvi-lerin başka âlimlerce böyle görülmemesi¬nin mümkün olduğunu belirtir.[50]

İmam Mâlik büyük bir muhaddis olma¬sı yanında fıkıh alanındaki bilgisi, fetva ve ictihad dirayetiyle de otorite kabul edilirdi. Esasen onun yaşadığı dönemde bu iki alanla ilgili uzmanlaşma birbirinden tamamen ayrılmış durumda değildi. Hi¬caz merkezli ehl-i hadîs ve Irak merkezli ehl-i re'y ayırımı da meslekî mensubiyet¬ten çok iki ayrı ilim muhitinin fıkhı anla¬yış ve yaklaşımını yansıtmaktaydı. Hadis rivayeti ve yaşayan sünnet bakımından büyük mirasa sahip olan Medine muhi¬tinde karşılaşılan meselelere çözüm bul¬maya çalışılırken hadis ve sünnete, saha¬be ve tabiîn uygulamasına ağırlık veril¬mesi tabii olduğu gibi ihtiyacı da karşıla¬yabiliyordu. Ayrıca Ömer b. Abdülazîz gibi bazı halifelerin hadisleri toplama yönün¬deki talep ve teşebbüsleri de bu muhitte hadis toplama ve rivayetiyle meşgul olan bir âlimler zümresinin oluşmasına zemin hazırlamıştı. Buna karşılık çeşitli din ve medeniyet unsurlarının bir arada bulun¬duğu, siyasî ve fikrî hareket ve karışıklık¬ların hüküm sürdüğü İrak muhitinde ha¬dislerin kabulünde daha ihtiyatlı davra-nılmış, hakkında nas bulunmayan konu¬larda re "ye başvurarak karşılaşılan mese¬lelerin çözümüne gidilmiştir. Bu durum hadis ehlinin re'ye başvurmadığı veya re'y ehlinin hadisleri göz ardı ettiği anlamına gelmez. Sadece her iki grubun bulunduğu muhitin şart ve imkânları ile şahsî mezi¬yet ve karakterleri çerçevesinde birinden diğerine öncelik ve ağırlık verdiğini ifade eder. İbn Abdülber, I ve II. (VII ve VIII.) yüz¬yıllarda çeşitli ilim merkezlerinde önde gelen âlimlerin, hakkında nas bulamadık¬ları konularda re'y ile ictihad edip hüküm verdiklerini belirterek Medineli yedi fa-kihle İmam Mâlik'i de bunlar arasında zik¬reder [51] Ni¬tekim Mâlik ei-Muvafa'da birçok yerde re'y kelimesini ve çeşitli türevlerini kulla¬narak görüşünü açıklar. Hocası Rebîa b. Ebû Abdurrahman re'ye çok başvurduğu için "Rebîatürre'y" lakabıyla anıldığı gibi diğer bir hocası Ebü'l-Esved'e Medine'de Rebîa'dan sonra re'y ehlinin kim olduğu sorulduğunda Mâlik diye cevap verdiği.

İbn Rüşd'ün de Mâlik'i re'y ve kıyasta "emîrü'l-mü'minîn" olarak nitelendirdiği nakledilmektedir.[52] İbn Kuteybe, İmam Mâlik'i re'y ehli ara¬sında saydığı gibi [53] Ahmed b. Hanbel de onu re'y taraftarları İçinde görmüştür.[54] Ancak ehl-i hadîs ve ehl-i re'y ile ilgili olarak yukarıda işaret edilen kriterler ve ana eğilim göz önüne alındığında Şehristânî1-nin de belirttiği gibi [55] İmam Mâlik'i Şâfıî ve Ahmed b. Hanbel gibi hadis ehli, Ebû Hanîfe ve öğrencile¬rini ise re'y ehli saymak daha isabetlidir. İbn Haldun da Irak ehlinin re'yci, Hicaz ehlinin hadisçi olduğunu, ilkinin imamı¬nın Ebû Hanîfe, diğerinin imamının Mâlik olduğunu belirtmiştir.[56]

İmam Mâlikfıkhî bir konuda kendisine danışıldığında hemen görüş belirtmez, konu üzerinde uzun süre düşünür, araştır¬ma yapar, sonra cevabını verirdi. Talebesi İbnü'l-Kâsım onun, "Bir mesele hakkında on küsur yıldan beri düşünmekteyim, he¬nüz kesin bir görüşe varamadım" dediğini nakleder.[57] Kur'an ve Sün-net'e aykırı davranmaktan. Allah ve Re¬sulü adına yanlış bir hüküm vermekten çekindiği için fetva konusunda son dere¬ce hassas davranır ve acele etmezdi. Bu sebeple henüz meydana gelmemiş farazi meselelerle ilgili olarak görüş belirtmez, bir şeyin helâl veya haram olduğunu söy¬lemek yerine, "Şu güzeldir, bir beis yok¬tur veya şundan hoşlanmam" gibi ifade¬ler kullanırdı. Kur'an ve Sünnet'te açık hü¬küm bulunmayan hususlarda görüş bil¬dirirken, "Zannımızca böyledir, böyle sa¬nıyoruz, kesin olarak bilmeyiz" gibi ifade¬ler kullanır, belli bir kanaate ulaşamamış¬sa çekinmeden bunu da söylerdi. Bir de¬fasında kendisine kırk sekiz meselenin sorulduğu, bunlardan otuz ikisine "bilmi¬yorum" diye karşılık verdiği, bir defasında da kendisine sorulan kırk sorudan yalnız beşini cevaplandırdığı söylenir.[58] Bir insan olarak hata da isabet de edebileceğini, bir konuda ileri sürdüğü görüşün Kur'an ve Sünnet'le karşılaştırıl¬masını, eğer bunlara uygunsa alınma¬sını, aksi takdirde terkedilmesini isterdi. [59]Bazan ilmî konularda tar-tışsa bile münazara ve münakaşadan hoşlanmaz, meclislerinde buna izin ver¬mezdi. Ona göre tartışma kalbe kasvet verir ve kin doğurur.[60] Mah¬kemelerin verdiği hükümleri de hiçbir şekilde tartışmaz, bunun devletin işi ol¬duğunu söylerdi. Medine valisinin adlî konularda kendisine sıkça başvurduğu ve onun görüşleri doğrultusunda suçluları cezalandırdığı kaydedilir.[61]

Çeşitli mezhep ve fırkaların ileri sürdü¬ğü kelâm meseleleri üzerine tartışmaya girmekten hoşlanmayan İmam Mâlik, bu¬nunla birlikte zaman zaman bu husus¬larda görüşlerini kısaca belirtmiş, ancak muhalif görüş sahipleriyle tartışmaya gir¬memiştir. Bu konuda temel tavrı Kur'an ve Sünnet'in zahiriyle ashap ve tabiînin görüşlerine dayanmak olmuştur.[62] Onun bâtıl mezhep mensuplarıyla tartışmaya girmemesinde, yaşadığı çevrenin yabancı unsurlara ve fikir cereyanlarına diğer İslâm memle¬ketlerine nisbetle daha kapalı olmasının etkisi vardır. Mâlik'e göre gerçek iman kalbî inanç, söz ve amelden oluşur. Amel¬ler de imandan sayılır. Zira kıblenin Kudüs'ten sonra Kabe'ye dönmesi üzerine daha önce kılınan namazların ne olacağı sorulduğunda inen âyette. "Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir [63] denilerek namaz İmanla özdeş-leştirilmiştir. İman söz ve amelden oluş¬tuğuna göre amelin artmasıyla da artar. Nitekim bazı âyetlerde bu husus açıkça belirtilmiştir.[64] Bunun yanında imanın ekşiteceğine dair kendisinden gö¬rüş nakledildiği gibi naslarda yer almadığı için eksilmesinden söz etmediği, bu ko¬nudaki sorulan cevapsız bıraktığı da be¬lirtilmiştir.[65] İnsan iradesi ve fiilleriyle ilgili görüşlerinden dolayı hoşlanmadığı Kaderiyye mensup¬larına selâm vermez, onlarla bir arada bu¬lunmamayı, onlarla evlenmemeyi, ken¬dilerinden hadis nakletmemeyi tavsiye ederdi. Günah işlemenin imana zarar vermeyeceğini, kişinin bundan vazgeçip töv¬be etmesi halinde bağışlanma ümidinin bulunduğunu kabul ederdi.[66] Kur'an'ın mahlûk olduğu yolun¬daki görüşlere karşı çıkar, bu konuyu tar¬tışmaktan sakınırdı. Yine Kur'ân-ı Kerîm'deki ilgili âyetlerin zahirinden hare¬ketle müminlerin âhirette Allah'ı göre¬ceklerini, dünyada bunun mümkün olma¬dığını, istivaya inanmanın farz, mahiye¬tini sormanın bid'at olduğunu ifade et¬miştir. Ashaba dil uzatıp sövmeye şiddet¬le karşı çıkar, böyle insanların bulunduğu yerden çıkıp gitmenin farz olduğunu söy¬lerdi. Ashap arasında bir üstünlük söz ko¬nusu olmamakla birlikte Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ı diğerlerinden farklı ka¬bul ederdi. Bu konudaki dayanağı, Resûlullah'ın hastalığı sırasında Hz. Ebû Bekir'i namaz kıldırmakla görevlendirmesi, onun kendisinden sonra Hz. Ömer'i halife ta¬yin etmesi, Ömer'in de halifelik için tav¬siye ettiği altı kişi arasında Hz. Osman'ın bulunması ve onun diğerlerine tercih edilmesidir. Hz. Ali'yi bunlara dahil etmemesi onun bizzat hilâfete talip olması ve diğerleri gibi seçilmemesinden dolayıdır.[67] Hilâfet hakkında açık bir beyanı yoksa da bu konudaki yaklaşımın¬dan hilâfeti Hz. Ali veya Hâşimî soyuna münhasır görmediği anlaşılmaktadır. İlk üç halifenin seçim usulüyle ilgili kabulü onun bu yollarla halife seçimini uygun gördüğünü gösterir. Ona göre Mekke ve Medine halkının biati halife seçimi için yeterli olup diğer memleketlerin de bu biata katılması gerekir.[68] Meş¬ru halifelik biat yoluyla olmakla birlikte zorla yönetimi ele geçiren kimse âdil olur¬sa yönetimi meşruiyet kazanır, ona karşı isyan caiz olmaz. Eğer âdil değilse sabre¬derek onu doğru yola getirmeye çalışma¬lı, kan dökülmesine ve daha fazla zulme yol açacağı için isyana girişmemelidir. İs¬yan eden olursa da bastırılması için yar¬dımda bulunmamalıdır.

Usulü. İmam Mâlik, bazı fetvalarında dayandığı delilleri izaha çalışıp bunları niçin esas aldığını belirtmişse de ictihad-lannda takip ettiği usule ve gözettiği il¬kelere dair bir açıklamada bulunmamıştır. Daha sonra Mâlikî âlimleri, Hanefî mezhe¬binde olduğu gibi fer*î meselelerde İmam Mâlik'in getirdiği çözüm tarzlarından ha¬reketle onun usulünü tesbite çalışmış ve buna yeni hükümler bina etmişlerdir. Mâlikî usulüne dair ilk eser yazan âlimler¬den İbnü'l-Kassâronun usulünü dayan¬dırdığı esaslar olarak kitap, sünnet, icmâ ve kıyası (istidlal, istinbat), Kâdî İyâz da ki¬tap, sünnet, kitap ve mütevâtir sünnet bulunmayınca icmâı ve sonra kıyası zikre¬der.[69] Karâfî, Şerhu Tenkihi'l-fuşûl'de [70] mezhep usu¬lünün dayandığı esasları sırasıyla Kur'an, sünnet, icmâ-i ümmet, Medine ehlinin icmâı, kıyas, sahabe görüşleri, mesâlih-i mürsele, istishâb, örf ve âdet, sedd-i ze-râi ve istihsan olarak belirtir. Kur'an üze¬rine teolojik tartışmalardan uzak duran İmam Mâlik, bu tür münakaşaların insan¬ları ilâhî vahyin asıl amacından uzaklaştı¬racağını düşünüyor, Kur'an'ı dinî hüküm¬lerin ilk ve en önemli kaynağı kabul edi¬yordu. Kur'an Arapça olup lafız ve mâna¬dan ibarettir; tercümesi onun yerine ge¬çemez. Arap dilini ve çeşitli lehçelerini

bilmeyen, Arap üslûbuna vâkıf olmayan kimselerin Kur'an'ı tefsir etmesi caiz de¬ğildir. Bir konuda Kur'an'da delil bulun¬duğu takdirde o esas alınır. Kendisinden nakledilen fürû meselelerinden mezhep ulemâsının çıkarımlarına göre Mâlik de¬lâlet bakımından nassı zahirden daha kuvvetli kabul etmiştir. Çünkü nassın te'-vile ihtimali yoktur. Te'vili gerektiren bir delil bulunmadıkça da zahire göre amel ederdi. Âm lafzın umuma delâleti de nas¬sın değil zahirin delâleti kabilindendir ve dolayısıyla zannîdir. Bu bakımdan umum ifade eden lafızlar kitap, sünnet, icmâ yanında haber-i vâhid ve kıyasla da tah¬sis edilebilir. Hâs lafzın delâleti ise nassın delâleti gibi kesindir. Âm lafzı tahsis eden bir delil yoksa umumu üzere amel edilir. Umumun bir kısmı tahsis edilmişse ka¬lan umumu üzere kalır.

Dinin ikinci kaynağı olan sünnet Kur-'an'ın hükümlerini teyit ettiği veya açık¬ladığı gibi yeni hükümler de koyar. Kur'an ile âhâd sünnetin çelişmesi halinde Mâ¬lik'in öncelikle Kur'an'ın zahirine göre davrandığı, sünnetin icmâ. Medine ehli¬nin ameli veya kıyasla takviye edilmesi yahut mütevâtir olması gibi durumlarda ise bununla Kur'an'ın umumunu tahsis ve mutlakını takyid ettiği bilinmektedir. Medine ehlinin ameliyle takviye edilen bir haber-i vâhid Kur'an'ın zahirine takdim olunur. İmam Mâlik bir hadisle amel et¬mesi için râvilerin gerekli şartları taşıma¬sını yeterli bulmaz, hadis metninin Kur¬'an ve Sünnet'teki genel kurallara, Medi¬ne halkının uygulamasına, maslahata ve sedd-i zerâi' prensibine aykırı olmamasını da arar, aksi takdirde bu hadisle amel et¬mezdi. Kat'î bir delile dayanan kıyası ha¬ber-i vahide tercih ettiği gibi tevatür yo¬luyla rivayet edilmesi gereken hususlar¬da da haber-i vahidi delil olarak almazdı. Bu sebeple bazı hadisleri isnad bakımın¬dan güvenilir bulup rivayet ettiği halde metne yönelik değerlendirmesine bağlı olarak bu hadisleri amelî ahkâmda esas almamıştır. Ebû Hanîfe ve diğer bazı âlimler gibi mürsel hadisle de amel et¬mekle birlikte ancak itimat ettiği belirli kişilerin mürsellerini kabul ederdi. Yahya b. Saîd el-Kattân; Ali b. Medînî, Ebû Dâ-vûd gibi hadis âlimleri onun mürsellerini diğerlerine tercih etmişlerdir.

el-Muvcma'da görüldüğü üzere İmam Mâlik icmâı sık sık delil olarak kullanır. An¬cak onun burada delil kabul ettiği icmâ kendisinin yaşadığı şehir olan Medine'¬deki âlimlerin görüş birliğidir.[71] Bu sebeple icmâa dayalı bir mese¬leden söz ettiğinde bu duruma işaretle "bize göre (bizim beldede) üzerinde bir-leşilen husus bize göre üzerinde görüş ayrılığı bulunmayan husus" vb. tabirleri kullanır. Özellikle nas bulunmayan veya tefsire ihtiyaç duyulan yahut nassın de¬lâletinin zahir kabilinden olup tahsise ih¬timali olan durumlarda icmâa başvur¬muştur. Ona göre icmâın dayanağı yafnız Kur'an ve Sünnet değil kıyas da olabilir. Sonraki Mâlikî âlimlerinin genellikle Medine ehlinin ittifakından başka diğer ule¬mânın bir zamandaki ittifakını da icmâ olarak (icmâ-i ümmet) değerlendirdikleri görülür. Kâdî İyâz, Mâlik'in Medine ehli¬nin icmâından başka icmâı kabul etme¬diğine ve Medineli fukahâ-i seb'anm gö¬rüş birliğini de icmâ saydığına dair diğer mezhep mensuplarınca ileri sürülen id¬dianın doğru olmadığını söyler.[72] Bununla birlikte Mâlik, diğer mezhep imamlarından farklı olarak Hz. Peygamber'in yaşadığı ve sahabenin önemli bir kısmının bulunduğu Medine halkının uygulamasına büyük önem ve¬rirdi. Kur'an burada nazil olmuş, sünnet burada uygulama alanı bulmuştur; hal¬kının nesilden nesile bu dinî mirası nak¬letmesi sebebiyle yaşayan sünnetin mer¬kezi olarak Medine diğer şehirlerden farklı bir konuma yükselmiştir. Medine ehlinin amelinin icmâ değeri taşıması, daha son¬raki bazı Mâlikî âlimlerine göre hem Resûl-i Ekrem'den nakil yoluyla gelen hem ictihad ve istinbata dayanan hususlarda söz konusuyken diğer bazıları bunu sade¬ce nakil yoluyla gelen hükümlere hasre¬der. Bu naklî icmâ (amel) mütevâtir sün¬net seviyesinde görüldüğünden bununla âhâd haber ve kıyas terkedilir. Mâlikî âlim¬leri bu konuda görüş birliği içindedir. Dayanağı ictihad olan Medine ehli icmâının ise aynı şekilde delil olacağı, olamayacağı ve başka İctihadlara tercih sebebi de sa¬yılamayacağı, yalnız diğer ictihadlara ter¬cih edilebileceği şeklinde farklı görüşler nakledilmiştir.[73] Muhammed el-Medenî Bûsâk. Mâlik'in Medine ehli ameline dayanan görüş ve fetvalarını bir araya getirerek incelemiş ve diğer mezheplerin görüşleriyle kar¬şılaştırmıştır.[74]

İmam Mâlik'in istinbat metodunda sa¬habe görüşlerinin önemli bir yeri vardır. Mâlik fıkhı konularda Hz. Ömer'in

ve uygulamalarına ayrı bir Önem verirdi. Aynı şekilde Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Hz. Aişe ve fakih sahâbîlerin gö¬rüşleri konusunda uzmandı. İbn Ömer'in fetvalarını azatlısı Nâfı'den öğrenmek için yıllarca onun meclislerine devam etmiş, ayrıca hocaları vasıtasıyla Medineli meş¬hur yedi fakihten nakledilen sahabenin fetvalarını, çeşitli konularla ilgili görüş ay¬rılıklarını Öğrenmişti. Mâlik, sahabe gö¬rüşünü geniş anlamıyla sünnet kategori¬sinde değerlendirdiği için el-Muvatta da hadislerin yanı sıra sahabe fetvalarına da geniş yer vermiştir. Rivayet edilen bir hadisle sahâbî görüşü çeliştiğinde sahâbînin görüşünü de bir rivayet gibi değer¬lendirerek güçlü bulduğunu alırdı. Bir ko¬nuda sahâbî görüşünü tercih etmesi re'yi sünnete tercih ettiği anlamına gelmeyip sahabe fetvası da temelde sünnete da¬yandığından bir bakıma daha güçlü sün¬netin diğerine tercihi söz konusudur. Mâ¬lik, sahâbî fetvası seviyesinde olmasa bile tabiînin görüş ve fetvalarına da diğer birçok âlimden daha fazla itibar ederdi. Özellikle Ömer b. Abdülazîz, Saîd b. Mü-seyyeb, İbn Şihâb ez-Zührîve Nâfı'in gö¬rüşlerine önem verirdi.

Hakkında nas, Medine icmâı ve saha¬be fetvası bulunmayan fer'î meselelerde İmam Mâlik kıyasa başvururdu. Hükmü bu delillerle sabit olan meselelere kıyas yaptığı gibi kıyasla sabit olan hükme de gerektiğinde tahrîc yoluyla kıyas yapardı. Dayanağının kuvvetli olmasından dolayı bazı kıyasları (kıyâsü'l-usûl) zannî naslara tercih ettiği de olurdu. Meselâ delâleti zannî olan umumi lafızları veya sübûtu zannî olan âhâd haberleri bu durumda terkederdi. Onun usulünde kıyasın illetini tanımanın bir yolu olarak maslahat (mü¬nâsebet) büyük önem taşır. Hatta kıyasla maslahat çelişirse maslahat esas alınır. Kıyasın uygulanmasında güçlük doğması ve umumun menfaatinin zarar görmesi halinde kıyas terkedilerek istihsana baş¬vurulur. Böylece şâriin maksadı gözetile¬rek küllî delil yerine cüz"î maslahat ikame edilmiş, belirli bir cüz"î meselede masla¬hat dolayısıyla kıyasın gereği terkedilmiş olur. İstihsan delili, aralarında bazı fark¬lılıklar bulunmakla birlikte Hanefî mezhe¬binde olduğu gibi Mâlikî mezhebinde de sıkça kullanılmış, hatta Mâlik'in, "İlmin onda dokuzu istihsandır" dediği nakle¬dilmiştir.[75]

İmam Mâlik'in usulünde önemli yeri olan bir başka delil mesâlih-i mürseledir. Dinin itibara aldığı veya ilga ettiği husu¬sunda delil bulunmayan maslahatlardan hareketle hüküm verme (istislâh) meto¬dunun ilk olarak onun tarafından kulla¬nıldığı kabul edilir. Bu metodun kavram¬sal çerçevesini belirleyecek açıklamalar kendisinden nakledilmese de bazı konu¬larda verdiği fetvaların bu prensibe da¬yandığı görülür. Sonraları Mâlikî mezhe¬bini diğerlerinden ayırt edici bir özellik mahiyetini kazanan bu delil istihsana da kaynaklık edecek bir genişlikte kullanıl¬mıştır. Ancak maslahatın delil olarak göz önüne alınabilmesi İçin dinin genel kural¬larına, kesin delillere aykırı düşmemesi, umumi ve mâkul olması, kendisiyle amel edildiğinde bir güçlüğün kaldırılması ge¬rekir. Mâlik, maslahatın kavranması ko¬nusunda aklı yeterli gören aşırı bakış açı¬sıyla nassın literal anlamından ayrılma¬yan katı yaklaşım arasında orta bir yol tutmuştur. Onun sıkça başvurduğu delil¬lerden biri de sedd-i zerâi' olup maslaha¬tın gerçekleşmesi hususunda Önemli bir işleve sahiptir. Buna göre helâle ve hara¬ma götüren vasıtalar onların hükmünü alır; umumi menfaati sağlayan şey iste¬nir, zarara yol açan da önlenir ve yasakla¬nır. Bir davranış kendi başına mubah olsa da harama ve zarara vesile oluyorsa ha¬ram hükmünü alır. Bunun için İmam Mâ¬lik, muamelâta ilişkin ictihadlarında ob¬jektif unsur kadar niyet kasıt ve sâikini göz önüne alan sübjektif metoda da önemli ölçüde yer verir. Müctehidin bir başka müctehidi taklidini caiz görmeyen Mâlik'e göre bir konuda ortaya çıkan fark¬lı ictihadlardan da yalnız biri isabetlidir.[76]

Eserleri. İmam Mâlik'in bilinen en Önemli eseri el-Muvatta olmakla birlik¬te tabakat kitaplarında ona nisbet edilen bazı çalışmalar daha vardır. Kâdî İyâz bunların bir kısım talebeleri tarafından rivayet edildiğini, çoğu ondan sahih se-nedle nakledilse bile şöhret bulmadığını belirtir. İbn Vehb'e kader ve Kaderiyye'-nin reddi konusunda yazdığı risale en bi¬linenidir. Mâlik'ten Abdullah b. Nâfı'in naklettiği nücûma ve ayın menzillerine dair bir eseri, Abdullah b. Abdülcelîl'in ri¬vayet ettiği kadılara yazdığı bir risale, Mu-harnmed b. Mutarrif'e yazdığı fetvaya dair risale ve Hâlid b. Abdurrahman el-Mahzûmî'nin rivayet ettiği Ğarîbü'l-Ku^ân anılan diğer çalışmalardır.[77] Kâdîİyâz'ın İb-nü'1-Kâsım tarafından nakledildiğini söy¬lediği Kitâbü's-Sır, Zehebîtarafından da bir cüz olduğu söylenip bu adla zikredilir-ken [78] Süyûtî'nin eserinde Kitâbü's-Sürûr, İbn Ferhûn'un eserinde [79] Kitâbü's-Sîre şeklinde yanlış kaydedilmiş¬tir. İbn Zekrrden naklen İbn Ferhûn'un, bu eserin muhtevasındaki birçok bilginin Mâlik'in sahabe ve ulemâ ile İlgili görüş¬leri yanında onun takva ve edebiyle bağ¬daşmayacağını belirttiği kaydedilir.[80] Bu eserler kendisinden şöhret yoluyla rivayet edilmediğinden özellikle bazılarının ona nisbeti şüphe ta¬şımakta, nücûma ve ayın menzillerine dair eser gibi ilgilenmediği konular hak¬kında olanları da dikkat çekmektedir. Ancak İbn Habîb es-Sülemî'nin Kitâb ü mcfrifeti'n-nücûm adlı bugüne ulaşan eserinin İmam Mâlik'ten bu konuda ge¬len rivayetleri topladığına bakılırsa eser teknik anlamda ilm-i nücûma dair olmak¬tan çok yıldızlar ve ayla ilgili rivayetleri ihtiva etmiş olmalıdır.

Kâdî İyâz, Mâlik'in Hârûnürreşîd'e yaz¬dığı âdâb ve mevâize dair yaygın bir risa¬leden [81] söz eder ve Asbağ b. Ferec, Kâdî İsmail, Ebherî, İbn Ebû Zeyd gibi âlimle¬rin, isnadının zayıflığı ve muhtevasından hareketle bunun ona aidiyetini kabul et¬mediklerini belirtir [82] Zehebî de bunun uydurma bir risale olduğunu söyler.[83] Kâdî İyâz ayrıca İmam Mâlik'ten riva¬yet edilen bir tefsirden bahseder [84] Süyûtî de Küûbü'l-Menâsik'i ve diğer bazı kitapları yazdığı¬nı, onun telifi olması muhtemel müsned bir tefsiriyle İbn Vehb'in Mâlik'in meclis¬lerinde dinlediği hadisleri, âsârı vb. ihtiva eden el-Mücâlesât ^an Mâlik adlı eseri¬ni gördüğünü belirti.[85] Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Abdullah b. Nâfi' es-Sâiğ'in Mâlik'ten nakledilen tefsire dair rivayetleri derlediği bir cüzü, el-Kabes fî şerhi Muvattai Mâlik b. Enes adlı eserinin sonuna "Kitâbü't-Tefsîr" başlığı altında eklediği gibi Mekkî b. ve İbnü'l-Ciâbîde [86] İmam Mâlik'ten tefsir konusunda nakle¬dilen rivayetleri birer kitapta toplamışlar¬dır. Çağdaş araştırmacılardan Muham-med b. Rızk b. Tarhûnî ve Hikmet Beşîr Yâsîn, Mâlik'in tefsire dair rivayetlerini çeşitli kaynaklardan derleyerek yayım¬lamışlardır.[87] Hamîd Lahmer de onun tefsirle ilgili klasik kay¬naklardan derlediği rivayetlerini tefsir metoduna dair bir girişle birlikte kitap haline getirmiştir.[88] İmam Mâlik'in el-Muvaüa'dan başka hadis riva¬yetlerini ihtiva eden bazı küçük cüzleri de bugüne ulaşmıştır.[89]

I. (VII.) yüzyılın İkinci yarısı ile II. (VIII.) yüzyılın iik yarısında hadislerin önemli öl¬çüde yazılıp tedvin edilmesinin ardından başlanan tasnif çalışmaları arasında gü¬nümüze ulaşması bakımından Mâlik'in el-Muvatta büyük bir öneme sahiptir. Eser fıkıh konularına göre tasnif edilen hadisler yanında ashabın görüşlerini, ta¬biîn fetvalarını ve kendi ictihadlannı da ihtiva ettiğinden ayrıca fıkıh açısından önem taşır ve genel olarak hadis ve fıkha dair yazılan ilk eser kabul edilir. İmam Mâlikten talebeleri vasıtasıyla nakledilen, el-Muvatta'ın çok sayıda rivayeti bulun¬makla birlikte [90] bun¬ların bir kısmı şöhret bulmuş ve bazıları eksik olmak üzere ancak bir kısmı zama¬nımıza ulaşabilmiştir. el-Muvatta riva¬yetlerinden Yahya b. Yahya el-Leysî [91] Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî [92] İbnü'l-Kâsım [93] Yahya b. Abdullah b. Bükeyr (Aligarh 1907), Abdullah b. Meslemeel-Ka'nebî [94] Sü-veyd b. Saîd el-Hadesânî [95] ve Ebû Mus'ab ez-Zührî'nin [96] rivayetleri basılmıştır. İbn Ziyâd el-Absf-nin rivayetinin bugüne ulaşan bir kısmı da Muhammed eş-Şâzelî en-Neyfer tara¬fından yayımlanmıştır.[97] Eser üzerine İbn Abdülber en-Nemerî, Ebü'l-Velîd el-Bâcî. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî. Süyûtî, Mu¬hammed b. Abdülbâki ez-Zürkânî, Ali el-Kârî, Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Abdül-hay el-Leknevî, Muhammed Tâhir b. Âşûr ve daha başka âlimler şerh yazmıştır [98] Ayrıca isnadı, ricali, ileli, garîbleri, rivayetleri arasındaki farklılıklarla Mâlik'in ei-Mu-vatta' dışında kalan ve şöhret yoluyla nakledilmeyen rivayetleri konusunda bir¬çok âlim eser kaleme almıştır.[99]

Literatür. İmam Mâlik'in biyografisine dair günümüze ulaşan ilk derli toplu bil¬giler İbn Sa'd'ın et-Tabakât'ında yer al¬mış olup büyük ölçüde Mâlik'in talebesi Vâkıdfye dayanır. İbn Kuteybe ve İbnü'n-Nedîm'in verdiği son derece kısa malû¬matın kaynağı İbn Sa'd olmalıdır. Ebû Nu-aym'in Hiîyetü'l-evîiyâ3, Kâdî İyâz'ın Tertîbü'I-medârik, Zehebî'nin Siyeru a'lâmi'n-nübelâ3 ve Burhâneddin İbn Ferhûn'un ed-Dîbâcü 'i-müzfteb'indeki geniş biyografileri yanında İmam Mâlik'in menâkıb ve fezâili hakkında III. (IX.) yüz¬yıldan itibaren müstakil kitaplar yazılmış¬tır. Kâdî İyâz kendi zamanına kadar bu konuda eser veren, aralarında Zübeyr b. Bekkâr, Darrâb, Ca'fer b. Muhammed el-Firyâbî, Ebû Bişr ed-Dûlâbî, Ebü'l-Arab, İbnü'l-Lebbâd, İbn Ebû Zeyd el-Kayrevâ-nî, İbn Abdülber en-Nemerî, Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Zer el-Herevî, İbn Habîb es-Sülemî ve Ebü'l-Velîd el-Bâcî'nin de bulunduğu otuz dört kişinin adını verir.[100] Bunlardan günümüze ulaştığı bilinen İbn Abdül-berr'in eseriyle daha sonra îsâ b. Mes'ûd ez-Zevâvî ve Süyûtî'nin kaleme aldığı eserler basılmıştır.[101] Çağdaş araştırmalar arasında Muhammed el-Muntasır el-Kettânrnin el-İmâm Mâlik Abdülhalîm el-Cündî'nin Mâlikb. £nes(Kahire 1969), Muhammed b. Alevî b. Abbas'ın Mâlik b. Enes(Ka¬hire 1981), Mustafa Şek'a'nın el-İmâm Mâlikb. Enes (Kahire 1983), Ahmed Ali Tâhâ Reyyân'ın, Melâmih min hayâti'l-fakihi'l-muhaddis Mâlik b. Enes (Ka¬hire 1987), Kâmil Muhammed Muham¬med Uveyde'nin Mâlik b. Enes (Beyrut 1413/1992) adlı eserleriyle Muhammed Ebû Zehre, Emîn el-Hûlî ve Abdülganî ed-Dakr'ın çalışmaları [102] anılabilir.

İmam Mâlik'i, el-Muvatta' dışındaki eserlerini ve görüşlerini çeşitli yönlerden ele alan başlıca eserler de şunlardır: İb-nü'1-Muzaffer el-Bezzâz, Ğarâ'ibü Mâlik b. Enes ev mâ vaşale Mâlik mimmâ ieyse fi'1-Muvatta [103] Ali b. Ömer ed-Dâre-kutnî, el-Ehâdîsü'İleti hâlife fîhâ Mâ¬lik b. Enes [104] Hâkim el-Kebîr, 'Avâli'1-İmâm Mâlik [105] Halîl b.Keykeldîel-Alâî, fîuğye-tü'1-mültemes üsüböHyyâti hadîşi'l-îmâmMâlikb. Enes [106] Râîel-Endelüsî, İntişârü'î-fakîri's-sâlik îi-tercîhi mezhebi'1-İmâm Mâlik [107] Abdullah b. Salih er-Resînî, Fıkhü'l-fukahâ'i's-seb'a ve eşeruhü fî hkhi'1-İmâm Mâlik [108] Mahmûd Nâdî Ubeydât, Mâlik b. Enes ve eseruhû ü'i-hadîs [109] AH el-Bedrî Ahmed eş-Şerkâvî, el-İmâm Mâlik ve eşeruh fi'1-fıkhi'l-İslâ-mî [110] Mohamed Maati el-Amrani, La doctrina juridica de Malik İbn Anas y especial-mente la institucion de la usura (Gra¬nada 1986); Abdurrahman b. Abdullah eş-Şa'lân. Usûlü hkhi'1-İmâm Mâlik en-nakliyye [111] Suûd b. Abdülazîz Salim ed-Dacân, Menhecü '1-İmâm Mâlik îî işbâti'l-cakide (Kahire 1416/1995); Muhammed Salim Veledülhû, el-Mesâ'ilü'1-fıkhiyye-tü'Uetî reca'a İîhe'l-îmâm Mâlik [112] Ali De¬re, Die Hadîtanwendung bei İmâm Mâlik b. Anas (179/795) im Spiegel der an von as-Saiböni (189/804) und as-Sü-fi'î (204/819) gerichten Kritik (Aachen 1995); Hamîd Lahmer. el-İmâm Mâlik müfessiren (Beyrut 1415/1995); Ahmed Muhammed Nûrseyf, 'Amelü ehli'l-Medîne beyne muştalahâti Mâlik ve ârâ'i'l-uşûliyyî Fas Evkaf ve Din İşleri Bakanlığı tarafından XV. hicrî yüzyılın başlangıcı münasebetiyle İmam Mâlik'le ilgili olarak 25-28 Nisan 1980 tarihinde Fas'ta düzenlenen sem¬pozyumda sunulan tebliğler de üç cilt ha¬linde yayımlanmıştır.[113

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 115509

ulkucudunya@ulkucudunya.com