« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Haz

2011

PEYAMİ SAFA’YA GÖRE TÜRK DİLİ ( TÜRKÇENİN SORUNLARI / ÇÖZÜM ÖNERİLERİ)

Yusuf AKÇAY 01 Ocak 1970

ÖZET
Bu makalede, Peyami Safa’nın Türkçenin belli başlı sorunları ve bu sorunların çözümüyle ilgili olarak ortaya
koyduğu düşünceleri belirtilmeye çalışılmıştır. Amacımız Peyami Safa’nın düşüncelerinden hareketle, Türkçenin
hemen her devirde aynı sorunlarla karşılaştığını ve bu sorunların çözümünde doğru ve kararlı adımların atılması
gerektiği fikrini anımsatmaktır. Dolayısıyla söz konusu satırlar, okuyucunun zihninde toplumun bütün
bireylerine bir Türkçe bilinci kazandırma fikrini hatırlattığı ölçüde anlamlı olacaktır.

GİRİŞ
Türk düşüncesinin önemli isimlerinden biri olan Peyami Safa, hemen her meselede fikirlerini ifade
etmekten kaçınmamıştır. Bu yüzden onun, Türk edebiyatının en verimli yazarlarından biri olduğu
muhakkaktır. Peyami Safa’nın üzerinde titizlikle durduğu konulardan biri de Türkçedir. Yazılarında
Türk dilinin hem güncel sorunlarına hem de ileriki dönemlerde sıkıntı yaratabilecek noktalarına temas
eden Peyami Safa, söz konusu problemlerin çözüm yollarını da göstermek suretiyle dili bir çıkmaza
sokan zihniyete doğrudan doğruya tavır almıştır. Bu anlamda Peyami Safa’nın Türkçe hususundaki
görüşlerini ifade ederken aynı zamanda bir devrin iki farklı zihniyet dünyası da kendiliğinden ortaya
çıkmış olacaktır. Hiç şüphesiz bu durum Cumhuriyet döneminde Türkçenin geçirdiği süreci doğru
okumamızda bize yardımcı olacaktır.

TÜRK DİLİNİN SORUNLARI
Türk Dilinde Sadeleşme Hareketleri
Peyami Safa’nın özellikle Genç Kalemler ile sistemleşen sadeleşme hareketine cephe aldığını
görüyoruz. “Lisân için, fikrin fedâ edilemeyeceği” kanaatinde olan Safa, lisânı sadeleştirmek için basit
fikirlerin sınırlı lügati içinde bocalamayı gericilik olarak -kendi ifadesiyle söyleyelim- “tereddî” olarak
nitelendirir ve bu yüzden Genç Kalemler’in önemli isimlerinden Ömer Seyfettin’i tenkit eder. Safa’ya
göre Ömer Seyfettin’in eserlerinde “muğlak bir ruh tahliline rastlayamadığımız gibi, sadelik fikri onda
basitliğe dönmüştür.” Safa (1932a)
Yeni Lisan Hareketi ve Genç Kalemler’e karşı olduğunu her fırsatta dile getiren Peyami Safa, Genç
Kalemler’in konuşma dilini yazı diline yaklaştırma gayesini de eleştirir. Safa’ya göre yazı dilinin her
şubesi bir uzmanlığın ifadesidir. Bu anlamda ihtisas derinleştikçe konuşma diliyle yazı dili arasındaki
farklılık da artmaktadır. Yine Peyami Safa, konuşma dilinin yazı dilinden ayrılması gerektiğini,
konuşurken mimik ve jest yardımlarının birçok kelimeyi tasarruf ettirmesinden hareketle izah eder.
Fakat yazı dilinde böyle bir kolaylık yoktur. Bu bakımdan Safa’ya göre Genç Kalemler’in böylesine
bir gaye edinmeleri anlamsızdır. Safa (1946) Öte yandan konuşma dili ortak/müşterek bir dildir.İlim
dili ise özeldir. İlim dili prezisyon ister; fakat halk dili bundan mahrumdur. Safa(1999, s.193.)

Türk Dili ve Yabancı Kelimeler
Peyami Safa’ya göre hiçbir dil, “öz”, “sâfiyet” hâlinde değildir. Çünkü evrensel münasebetler dil
üzerinde etki ve tesir sahibidir. Safa(1932b) Bu anlamda her dil başka dillerin terkibidir. Bu yüzden
“öztürkçe” talebinde bulunanlar “itidâlli” olmak zorundadır. Safa(1958a) 3
Peyami Safa’nın kelime alışverişindeki temel prensibi, bu alışverişin bir realite olduğu ve buna karşı
koymanın mümkün olmadığı şeklindedir. Safa, yabancı dillerden kelime almanın kaçınılmaz olduğunu
söylemekle birlikte kâide -tamlamalar, terkipler gibi.- alınmasına karşı çıkar. “Bütün müstakil
milletler (bütün!) birbirlerinden kelime alabilirler; fakat hiçbir müstakil millet (hiçbir!) ihtiyacı yoksa
kâide alamaz.” Safa (1999, s.35.) Bu yüzden Safa’ya göre üzerinde durulması gereken esas nokta
kâide alışverişidir. Çünkü bu, kültür emperyalizminin en sinsi ve en tehlikeli şeklidir ki dili temelinden
sarsar. Safa’ya göre “Bir yabancı dilin emrinde kalmakla bir yabancı orduya köle olmak arasında fark
yoktur.” Safa (1938a)
Safa’ya göre dilimize giren her kelime, lügatimize alınmamalıdır. Evvela onun bizimle aynîleşmesi,
bizim malımız olması gerekir. “Tebâsını değiştiren her yabancı Türk olamayacağı gibi, imlâsını
değiştiren her kelime de kolayca Türk lügatinde yer alamaz.” Safa (1939a)
Yabancı kelimeler karşısındaki tutumumuz her şeyden önce bakış açısıyla ilgili bir problemdir. Bu
problemin temelinde ise Peyami Safa’nın “Yunus Emre’nin dilini anlamayan Türk münevverlerinin
kafasında Voltaire’in Fransızcası hâla saltanat sürüyor.” şeklinde ifade ettiği bir dil bilinci
yoksunluğu vardır. Safa (1999, s.13.) Aslolan kendi diline, düşmanca ve tepeden değil, dostça
bakabilmektir. Çünkü ortak bir Türkçe bilinci etrafında oluşturulacak olan ittifak, diğer küçük
sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır. Bu yüzden dilimize giren kelimeler, Peyami Safa’nın
ifadesiyle Türk dilinden önce Türk düşüncesine mâl edilmelidir. Kendisinin de söylediği gibi “dil,
düşüncenin ifade vasıtasıdır” ve “en büyük hatalarımızdan biri dil davasını, düşünce davasından ayrı
bir mesele gibi ele almak olmuştur.” Safa (1950)
Peyami Safa’nın yabancı kelimelerle ilgili itirazlarından biri de karşılığı bulunabilecek bir yabancı
kelimeyi ithal etmektir. “...karşılığı bulunabilecek bir yabancı kelimeyi Türk lügatine sokmak
Türkçe’nin kendi kaynaklarıyla zenginleşmesi ve tekâmül etmesi kabiliyetini bıçaklamaktadır.” Safa
(1939a)
Peyami Safa, her konuda olduğu gibi, dil münakaşasında da aşırılıktan uzak durulmasını istemektedir:
Aşırı yabancı kelime düşmanlığı nasıl bir dil taassubu ise, Türkçe karşılığı bulunan veya bulunabilecek
olan yabancı kelime hayranlığı da züppeliktir. Zaten bu memleket ne çekmiş ve çekiyorsa softa ve
züppe kafası yüzünden çekmiyor mu? Safa (1958a)
Safa’nın, yabancı kelimeler karşısındaki birleştirici ve bilinçli tavrını göstermesi bakımından
alıntılayacağımız şu cümleler onun konu üzerindeki duyarlılığını daha net çizgilerle ortaya koyacaktır: 4
Bu münakaşada belki yarımşar yarımşar, fakat herkes haklıdır. İçinde yabancı kelime olmayan tek bir
medenî lisan yoktur; yabancı kelimeden korkmayalım. Fakat yabancı kelimelere kapılarını ardına kadar
açmış tek bir medenî lisan da yoktur. Lisanın kapıları önüne kontrol koyalım. Bu kontrol, ne maarif
müfettişidir, ne de dil kurumu üyesi. Bu kontrol Türk sanatkârının zevkidir: Ona güveniniz. Safa
(1999, s. 71.)
Peyami Safa’nın yabancı kelimelere karşı gösterdiği bu hassasiyet, onu muhafazakârlıktan, kendi
tâbiriyle “dil otarşisi”nden kurtarmıştır. O, fazla yabancı kelime kullanmaktan kendini men etmesini
bildiği gibi, “mâna inceliklerini bile bile fedâ etmemek” için romanlarında yabancı kelimelere yer
vermekten de kaçınmamıştır. Safa (1955) Bu bakımdan Peyami Safa’nın, dengeli, uyumlu ve Türkçeyi
değerli gören bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz. O, gösteriş ve kompleks yüzünden
yabancı kelime kullananları züppelikle, körü körüne “medeniyet trenini” Safa (1999, s.58.) kaçıranları
da softalıkla nitelendirmiştir. Safa (1958b)
Terimler

Peyami Safa, terim kargaşalığının ana sebebi olarak eğitim kurumlarının sistemsiz oluşunu gösterir. O
terim meselesinde ana dille mektep, hayat diliyle mektep, kültür diliyle mektep ve sonuçta mekteple
mektep arasında bir alakanın aranması ve bir “vahdet”e varılmasını ister. Çünkü bu birlik olmadığı
için liseden üniversiteye geçen öğrenci ya tıp fakültesinde olduğu gibi Lâtince terimlerle ya da
edebiyat fakültesinde olduğu gibi Arapça, Farsça, Latince, Fransızca, Yunanca ve Türkçeden
mürekkep ıstılahlarla karşılaşmaktadır. Bütün bu terim karmaşasının giderilmesi Safa’ya göre sistemin
yeni baştan yapılandırılmasıyla mümkündür.
...ve bunu kuracak, mütehassıs ,devamlı her mektebin, her maarif müessesesinin murahhaslarından
mürekkep, vekilin kaprislerinden ve politika tesirlerinden azâde, seçim yoluyla iş başına gelmiş, devresi
bitmedikçe azlolunmayan adamları yan yana getirmiş, büyük bir maarif meclisidir. Safa (1939b)
Peyami Safa, Türkçe’deki terim kargaşalığının sona ermesi için Batı terminolojisinin (Greko-Latin
milletlerinin ortak sistemi) kabul edilmesini önermektedir. Safa, öncelikle terimleri sınıflandırmakla
sorunu ele alıyor. Safa’ya göre terimler kullanımları itibariyle üçe ayrılırlar: İlim dilinde kullanılanlar
(ekolali,gnostik,lojistik,psikofizik vb.), hem ilim hem hayat dilinde kullanılanlar ( ruh, tecrübe, vaka,
irâde vs), hem ilim dilinden hem de müşterek dilden farklı olanlar.(mefhum kelimesi gibi.) Safa’ya
göre ilim terimleri Greko-Latin kültürüne mensup olan Batı milletleri tarafından ortak kullanıldığından
biz de bu terimleri benimsemek zorundayız. Hem ilim hem de ortak dilde kullanılan kelimeler ise,
hayatın dili olmadan, hayatın diline yerleşmeden ilim diline sokulmamalıdır. Çünkü Safa’ya göre takip
edilecek prensip önce hayat, sonra mektep şeklinde olmalıdır. Müşterek dilin ve ilim dilinin dışında 5
olanlar ise (ruh / ruhiyât gibi), mesela ruhiyat şeklinde değil, psikoloji şeklinde kullanılmalıdır. Safa
(1939c)
Peyami Safa’nın gramere ait terimlerle ilgili tespitleri de oldukça önem taşımaktadır. Peyami Safa,
öncelikle gramer terimleriyle ilgili “an’aneciler, itidalciler, Latince ve Yunanca taraftarları, öztürkçe
taraftarları ve te’lifçiler” olmak üzere beş ayrı iddia grubunun bulunduğuna değiniyor ve Fransa’da,
bütün terimlerde olduğu gibi, gramer terimlerinin de Latince ve Yunancadan alındığını belirtiyor.
Safa’ya göre Fransa’da Latince ve Yunanca dersler verilmek suretiyle öğrencinin bu terimlere karşı
duyduğu yabancılık hissi de engellenmiş olmaktadır. İngilizce ise Latinceden kırma bir dil olduğu için
terimlerini zaten oradan almaktadır. Almanya’da da durum bundan farklı değildir. Macaristan ve
Finlandiya’da ise Latince ve Yunanca terimleri kendi dilleriyle karıştıran telifçi bir yol izlenmektedir.
Safa (1941a)
Peyami Safa, çeşitli ulusların gramer terimleriyle ilgili tutumlarını izah ettikten sonra özelde gramer
terimleri, genelde ise bütün terimleri yukarıdaki üç çeşit sınıflamadan farklı olarak iki ayrı gruba
ayırıyor: Bunlar “yarım terimler” ve “tam terimler” dir. Yarım terimler, hem hayat hem de ilim dilinde
kullanılanlardır. (isim, âhenk, mâzi, istikbâl, mâlum, meçhul, hayat, ruh, cemiyet, tabiat, tecrübe vs.)
Tam terimler ise yalnız ilim dilinde kullanılanlardır. (mef’ulün anh[ablatif],
mücerred[nominatif],müpteda[süje] vs.) Yarım terimlere, Türkçe karşılıklar aranmasını tavsiye eden
Peyami Safa, karşılık bulunamadığı takdirde Arapçalarının kullanımında sakınca görmez. Fakat tam
terimlerin, mutlak surette Latin köklerine sadakati şarttır.
…ilmin mefhumları, onun tekâmül tarihine sımsıkı müstakil bir mânaya sahiptirler. Mesela bir
felsefecinin ‘idealizm’ kelimesini duyunca Eflatun’u hatırlamaması kâbil değildir; bu mefhum
Eflatun’dan Hegel’e kadar idealist düşünce soyunun bütün merhalelerini içine alır... Etimolojik tedâi
kâfi değildir. Mesela ‘mefkurecilik’ sözü bize fikir kökünü hatırlatabilir, fakat idealizm felsefesi
hakkında hiçbir tarihi hatıra vermez. Safa (1941a)
Peyami Safa, tam terimlerin ise –ilimde tercümeye cevaz verilmez- prensibinden hareketle ortak
medeniyet dilinden alınmasını öngörmektedir. Safa (1999, s.248)
Harf Devrimi
Peyami Safa, başlangıçta Harf Devrimine karşı ciddî bir muhalefet göstermesine rağmen söz konusu
değişimden sonra geriye dönüşün imkânsız olduğunu görmüş ve hatta okullar için gramer kitapları
dahî yazmıştır.(Ayvazoğlu, 1998, s.103) Buna rağmen Peyami Safa, okullarda Latin harflerinin yanı6
sıra Arap harflerinin de okutulması taraftarıdır. Bu düşüncesinin temelinde kültürün devamlılığı
fikrine inanmış olması vardır.
Almanya’da Latin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik hareketi
saymak hiçbir Alman’ın veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Bizdeki devrim
yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz. Gençlere dünyanın hayran olduğu, Rusya’da heykeli dikilen
Fuzûli’yi aslından mı okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk tarihinin en büyük faslı olan Osmanlı
tarihinin başlıca eserlerini mi okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz... Devrimbazlar mugalata
yapmasınlar. Latin harflerini atıp Arap harflerini getirmek istemiyoruz. Üniversitelerimizde okutulan
Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Buna Türk kanunları engel
değildir. Akıl kanunları da bunu emrediyor. (Safa 1999, s.254.)
Peyami Safa, Arap harflerini öğrenmeyi ilimde derinleşmenin ilk ve temel adımlarından biri olarak
görür. Ona göre “Arap harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi
bulacak kadar derinleşmek imkânsızdır.”Safa (1999, s.54)

Devlet cemiyetin şuurunu ve iradesini kendisinde uzuvlaştırır. Onun müdahalesi dışarıdan içeriye, bir
yabancının kâhyalığı değil, cemiyetin kendi içinden, kendi kendisi üstüne yaptığı samimi bir tesirdir.
Uzvî ıstıfayı kolaylaştırmak için cerrahın ve nebatî ıstıfayı kolaylaştırmak için ormancının,bahçıvanın
müdahalesi ne kadar zaruri ise, içtimâi ıstıfayı kolaylaştırmak için de devletin karışması o kadar
gereklidir. Safa (1941b)

Öztürkçe
Harf devriminin doğal neticesi olarak dilimizin Arapça ve Farsça kelimelerden mümkün olduğunca
ayıklanmasına çalışıldı ve atılan kelimelerin yerine öztürkçe karşılıklar bulma yoluna gidildi. Ancak
söz konusu uğraşıda o derece ileri gidilmişti ki Atatürk bir bakıma bu aşırılığı engellemek için Güneş-
Dil Teorisi’ni ortaya atmak zorunda kaldı. Fakat Atatürk’ün ölümünden sonra Dil Kurumu, adeta
zaptedildi ve dil istismarcıları 1980 yılına kadar, kendi fikirlerinin dışında olanları ya istifaya
zorlayarak yahut da zor kullanarak Kurum’dan uzaklaştırdı. Aralarında Fuat Köprülü, Halide Edip,
Yahya Kemal, Hüseyin Cahit gibi insanlar istifa ederek Kurum’dan ayrılırken, Falih Rıfkı, Halit Fahri,
İsmail Habib Sevük, Ahmet Cevat Emre, Besim Atalay, Tahsin Banguğlu, Abdülkadir İnan, Ahmet
Temir, Ali Fehmi Karamanlıoğlu, Muharrem Ergin, Faruk Kadri Timurtaş, Osman Nedim Tuna,
Necmettin Hacıeminoğlu ve Peyami Safa gibi yazar, dilbilimci, akademisyen, genç yaşlı herkes
Kurum’dan atılmış, istifaya zorlanmış veya pasif hale getirilmişti. Peyami Safa da Türk Dil
Kurumu’ndan uzaklaştırılmıştır; çünkü o, temelde öz bir dilin olamayacağı fikrindedir. Safa’ya göre
öz dil olmadığı için öztürkçe de yoktur. “Milletler arasında zaruri kültür mübadeleleri neticesinde her
dil yabancı dillerden kelime almıştır. Her dil mürekkeptir.” Safa (1958a) Öztürkçe’nin bir hayal 7
olduğu anlaşılmıştır.Çünkü Arapça ve Farsça kelimelere yeni karşılıklar bulunamadığı gibi,
uydurulanlar da yaşamamıştır. Safa (1958c)
Peyami Safa, her şeyden önce öztürkçe konusunda da metot üzerinde bir yanlışlık olduğu
kanısındadır.Çünkü eğer öztürkçecilik savunulacaksa bu gazete sütunlarında değil, ihtisas dergilerinde
savunulmalıdır. Yani bu fikrin pratiğe geçmeden önce, araştırmalarla temellendirilmesi gerekirken,
öztürkçeciler fikirlerini sağlam bir zemine oturtmadan, örneklerini- üstelik gazete sayfalarında -verme
yoluna gitmişlerdir. Zaten ortaya atılan birçok öztürkçe kelimenin etimolojiye ve gramere aykırı
olduğu da tespit edilmiştir.
Dil Devriminden sonra tasfiyecilik başladığından uydurulan kelimelerin fazla yaşamadığını görüyoruz.
Uydurmacılık da zaten bu yüzden başlamıştır. Uydurmacılık diyoruz; çünkü önerilen kelimeler bundan
öte bir şey ifade etmiyordu. Aslında Türkçe, matematiksel prensiplere sahip/formüle bir dil
mâhiyetindedir. Yani köklere getirilecek ekler vasıtasıyla uzun ömürlü ve gramer bakımından doğru
kelimeler türetilebilir. Fakat Kurum’u adeta işgal edenler bu iş için hem ehliyetsiz insanlardı hem de
baştan savma bir uğraşı içindeydiler. Bu yüzden Genç Kalemler’le başlayan sadeleşme hareketi bir
yandan Türk dilini fakirleştirip ve Türk edebiyatını basitleştirirken, diğer yandan yeni kelimeler
uydurmak sûretiyle Türkçe, ne idüğü belirsiz bir dil hâline getiriliyordu. Peyami Safa, bu uydurma
cereyanının ileride nasıl tehlikeli sonuçlar doğuracağını şu cümlelerle ifade etmiştir:
Bazı yazıcılar, mesela ‘icâp ettiği’ veya ‘lâzım geldiği’ sözünü kullanmamak için ‘gerekleştiği’ gibi
aykırı neolojizmler uyduruyorlar. Daha beteri var: Şimal Türklerinin aramızda hiç duyulmamış,
lehçemize ve şivemize uymayan, bize Japonca’dan daha yabancı sözlerini tereddüt etmeden dilimize
sokmak istiyorlar. (Safa,1997)
Aslında öztürkçe savunucularının pek çoğu tarihe ve geleneğe cephe almış insanlardı. Tarihten ve
gelenekten uzak uydurma bir “istikbâl tasavvuru”, Mehmet Kaplan’ın tespitiyle onları mâziyi inkâr
etme yoluna götürmüştü. (Kaplan,1997,s 183.) Bu yüzden Dil devrimi temel maksadından
uzaklaştırılmış ve uzun yıllar istismar edilmiştir.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Peyami Safa, dile ait problemlerin çözümünde edebiyatçılara daha fazla yer verilmesini istemektedir.
Safa’ya göre edebiyatçılar, dilcilerin araştırmalarından çıkacak sonucu beklemek yerine bizzat soruna
müdahale etmelidir. 8
Kelimeleri yaratan ve onları yaşatan sanatkâr olduğu için dilcinin rolü, edebiyatçının bulduğu,
sevdiği,kullandığı ve içine taze bir hayat üflediği dili muayene ettikten sonra kaidelerini tespit
etmektir.Zira kâideden hayat değil, hayattan kâide çıkar... Edebiyatçının zevkiyle dilcinin ilmini
biraraya getiren bir prensip anlaşmasından sonra, inşâ ve tasfiye işi, kuru bir kâidecilikten diri bir
seçiciliğe ve yaratıcılığa doğru daha büyük bir hızla tekâmüle devam edecektir. Safa (1938b)
Peyami Safa, dille ilgili problemlerin çözümünün zamana yayılması görüşündedir.Ona göre alelacele
ve üstünkörü kararlar yanlış sonuçlar doğurabilir. Zira cemiyete ait kurumların başında “lisân” gelir ki
baştan savma, hızlı ve aceleci kararları bünyesi itibariyle reddeder. Safa (1939d)
Bir ‘paradoks’ gibi görünür ama, hakikatin ta kendisidir: Dil işinde hızlı gitmenin en büyük şartı yavaş
gitmektir. Bu o kadar böyledir ki, tekâmülün ritmine uyarsak, birkaç yıl sonra geriye baktığımız zaman
büyük bir mesafeyi ışık hızıyla aştığımızı göreceğiz. Çünkü ferdî hayatımız içinde bize yavaş ‘gelen’
şey, çok defa, millî zaman ve tarih içinde, ancak mâziye geçtikten sonra idrak edebileceğimiz bir
çabukluğun sırrını taşır. Safa (1999, s. 110)
Peyami Safa, dil işindeki bu dengeli tutumun metodunu da belirliyor ve her şeyden önce “sistem”in
değişmesi gerektiği üzerinde duruyor. Safa(1939b) Safa’ya göre bunun yolu, ayrıntılarda boğulmakta
değil, bütün’den parçaya doğru bir onarımda saklıdır.
Mekanik bir teşkilâtın yerine canlı bir taazzuvu koyabilmek için makinede olduğu gibi parçaları yan
yana koyarak bütünü aramak değil, uzviyetin teşekkülünde olduğu gibi (ana rahmindeki çocuğu
düşününüz.) evvela bütünün çatısını kurduktan ve kalbini işlettikten sonra parçaların gelişmesini temin
etmek lâzım geliyor. Safa (1940)
Peyami Safa, bütün bunların gerçekleşmesi için bir “akademi”nin varlığını zorunlu görür. O, dil’le
ilgili problemlerin çözümünün bu akademi vasıtasıyla gerçekleşeceğine inanır.
Akademi, dil ve edebiyat arasındaki münasebeti hem şuurlandırmamıza hem de teşkilatlandırmamıza
yarayacaktır. İtiraf edelim ki, şuur henüz pek eksiktir ve edebiyatımız da bugün çektiği kıymet anarşisi
ve disiplinsizlik çilesine karşı koyacak bir teşkilâttan mahrumdur. Safa (1999, s. 137)
Dilciler ve edebiyatçıların hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle anlaşamamalarının temelinde
onları biraraya getirecek bir akademinin yokluğu olduğunu söyleyen Safa, akademinin varlığıyla hem
bu ihtilafların biteceğini hem de lisan davasında meydana gelen bu birliğin dildeki kargaşalığa ve
ikiliğe son vereceği fikrindedir. 9
Sebebi netice yerine koyan ezelî mantık hatasına düşmeyelim. Bizim Akademiye benzer bir teşekkülden
mahrum oluşumuz, aramızda anlaşma olmadığı için değil, aramızda anlaşma olmaması, akademiye
benzer bir teşekkülden mahrum olduğumuz içindir. Safa (1999, s. 26.)
Peyami Safa’nın akademi fikrine son derece bağlı olduğunu ve dil’le ilgili problemlerin
giderilmesinde akademiyi birincil ve kaçınılmaz bir gereklilik olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Dil
ve edebiyat meselelerinin “yetkili bir heyet” tarafından tartışılıp sonuca bağlanması için akademiyi
ciddî bir ihtiyaç olarak gören Peyami Safa konu hakkında şunları söylüyor:
Bilhassa Türkiye gibi edebî opinyonun teşekkülüne müsait kültür çevreleri, klübü ve mahfilleri
bulunmayan bir memleketteki akademi, edebiyatın ve dilin muhtaç olduğu disiplini getiren tek teşekkül
olur. Hiçbir nesil, edebiyat ve dil arasındaki mümasebetlerin koordinasyonunu sağlayan akademik bir
topluluğa bugünkü kadar ihtiyaç duymamıştır. Safa (1999, s. 132.)

SONUÇ

Peyami Safa, Türk dilinin belli başlı sorunlarını makale ve fıkralarıyla gündeme getirmiş, bu
sorunların çözümü için başta akademi fikri olmak üzere “esas” ve “usul” açısından çeşitli öneriler
ortaya koymuş birisidir. Bu yönüyle Türkçenin müdafasında ciddî bir gayretin sahibi olan Peyami
Safa, dil davasında aşırı muhafazakârlığa –kendi tabiriyle yobazlığa- düşmediği gibi, köksüz ve soysuz
bir uydurma dile de prim vermemiştir.

KAYNAKÇA
AYVAZOĞLU, Beşir PEYAMİ Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı, İstanbul 1998.
KAPLAN, M. “Osmanlıca Türkçe Öztürkçe”, Nesillerin Ruhu, İstanbul 1997
ÖKSÜZ, Yusuf Ziya, Türkçenin Sadeleşme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, Ankara
1995.
SAFA, Peyami, “İlmî Terimler ve Halk Dili” Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, İstanbul 1999,
s. 193.
______, “Lisânın İstiklâli”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 35.
______, “Dilimize İftira Edenler”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 13.
______, “Yabancı Kelimelerden Korkumuz”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 71.
______, “Niçin mi?”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 58.
______, “Türkçenin Hastalıkları”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 248.
______, “Arap Harfleri”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 254.
______, “Seve Seve, Azar Azar, Yavaş Yavaş”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 110. 10
______, “Akademi, Evet Akademi!”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 137.
______, “Akademi”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 26.
______, “Bir Akademi Lüzum ve İmkanı”, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 132.
______, “Sâde ve Basit”, Cumhuriyet, 14 Eylül 1932a.
______, “Türkçe’nin Karışıklığı”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 1932b.
______, “Fransızca Konuşan Veznedar Bayan”, Cumhuriyet, 4 Ekim 1938a
______,“Dilciler ve Edebiyatçılar”, Cumhuriyet, 27 Eylül 1938b.
______, “Yanaşma Kelimeler”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 1939a.
______, ‘Terim Rezaleti”, Cumhuriyet, 15 Aralık 1939b.
______, “Gene Terim Bahsi”Cumhuriyet, 16 Aralık 1939c.
______,“Telaşa Lüzum Yok”, Cumhuriyet, 22 Aralık 1939d.
______, “Bir Kelimenin İçindeki Dünya”, Cumhuriyet, 25 Temmuz 1940.
______,“Gramer Terimleri”, Tasvîr-i Efkâr, 16 Ağustos 1941a.
______,“Müdahalesiz Olmaz Fakat...”, Tasvîr-i Efkâr, 20 Kasım 1941b.
______,“Yazı Dili ve Konuşma Dili”, Vakit, 28 Eylül 1946.
______,“Aydın Dili”, Ulus, 8 Temmuz 1950.
______, “Dil Otarşisi ve Dil Yetersizliği”, Türk Düşüncesi, Cilt 4, S.24.1
Kasım 1955,
______, “Dilde Özleşmenin Hudutları”, Milliyet, 4 Nisan 1958a.
______, “Yabancı Kelime Suistimali”, Milliyet, 13 Eylül 1958b.
______,“Okullarda Türkçe Felaketi”, Milliyet, 5 Nisan 1958c
______, “Dil Münakaşaları”, Toker Yayınları Edebi Heyeti, İstanbul 1984.
______, “Dil Değişmesinde İki Mesele”, Atatürk ve Türk Dili 2 Atatürk Devri Yazarlarının Türk
Hakkındaki Görüşleri, Hzl., Zeynep Korkmaz, TDK Yayınları, Ankara 1997.

Ziyaret -> Toplam : 125,36 M - Bugn : 117589

ulkucudunya@ulkucudunya.com