BİR GÖNÜL İNSANI OSMAN HULÛSİ EFENDİ (k.s)
01 Ocak 1970
Kaynağını Kur’an ve sünnetin ruhundan alan İslâm Tasavvufu, Muhammedî bir ifade ile: “İslâm’dan İman’a, İman’dan da ihsâna doğru” yükselen bir mü’minin gönül iklimindeki manevî terakkinin adıdır. Gaye İslâm’ı bütün safvet ve hassasiyeti ile “Allah ve Rasulü’nün ahlâkına uygun bir biçimde yaşamaktır.
Tasavvufî hayat, gerçek İslâm inancının derinliği ve dinamizmini, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Ashab-ı Kiram ve ilk dönem Müslümanlarında olduğu gibi sosyal faaliyet ve mücahede için gerekli gönül zenginliğini ve ruhî donanımını sağlar.
Tasavvuf, tüm devirlerde olduğu gibi, hatta onlardan da fazla, 21. yüzyılın şu stresli, sinirli, gerilimli, bunalımlı, şüpheci, aceleci, dertli, hasta ve bedbaht insanında “nerede” diye gece gündüz aradığı, yalan yanlış şeylerden sağlamaya çalıştığı gerçek mutluluğun ilâhî yolu ve anahtarıdır.
İyilik ve güzellikten bile bıkabilen insan, tabiatının nankörlüğü içinde hamil olduğu bütün kutsal değerleri çürüğe çıkarmış, hayatından; hikmet, uluhiyet ve irfanı kovmuş, tefekkür alışkanlığını kaybederek ruh safvetini ve îman heyecanını tüketmiş; ilim, sanat, estetik ve zerafetten kesilerek yolunu şaşırmıştır. Çokça düşünen ve duygulanan hisli bir insan yerine, sadece bakan ve sıkça konuşan, konuşmakla çok büyük mesafeler katettiği zehabına kapılıp teoride en önde, pratikte ise en geride yer alan, modernleştikçe mutsuzluğu artan insan yığınlarının aç gönüllerini ancak tasavvuf zenginleştirebilir. Beton yapılar arasındaki insana; kanaati, sevgiyi, dünya metâından uzaklaşmayı ancak tasavvuf sağlayabilir.
İslâm’a inanmakla, yüksek medeniyetleri ve yüce şahsiyetleri ortaya çıkaran insanoğlu; inanan, düşünen, çalışan, fikir üreten, toplum fertlerinin beraberliğini sağlayan, hoşgörü ile bütün gönülleri coşturan, kaynaştıran ve yine mensubu bulunduğu toplumu maddî ve manevî alanda yücelten, mevcûda daha yeniyi katan “İki günü birbirine eşit kılmadan, ikinci gününü daha da verimli hâle getirerek çalışan ve inanan” bir insan modeli geliştirmeyi kendisine daima şiâr edinmiştir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi;
Garazsız hem ivazsız, hizmet et her cânlıya
Kimsesizin düşkünün ayağı ol eli ol1
demek suretiyle tüm hayatını ilâhî bir aşkla Allah’a, O’nun en büyük eseri olan insana ve insanlığa adamış, halka hizmeti Hakk’a hizmet olarak görmüş, her yönüyle insanlığa örnek teşkil etmiş, ömrü boyunca alışverişini yalnızca Hakk’la yapmış, O’ndan bir an bile gâfil ve habersiz olmamanın hesabı içinde yaşamış bir gönül sultanıdır.
Riyâ, fesad ve nifak gibi ikiliklerden, her türlü dünyevî düşüncelerden sıyrılarak, kalemi, kelamı, dergâhı, Divân’ı, Mektûbât’ı ve Hutbeleri ile bağlılarının ve sevenlerinin kulağına hakikat sesini fısıldayıp; fikrini, zikrini, zihnini, sohbetini ve inancını, yağmalanan bal kovanı gibi toplumun istifadesine sunmuş olan bahtiyarlardan biri de; Darendeli, Şeyhzâdeoğullarından, İmam-Hatip, Mutasavvıf, Şair, Nakşibendî ve Hâlidî Mürşidi es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi’dir.
Asrımızın önemli sûfilerinden olan Osman Hulûsi Efendi, büyük bir gönül insanı olarak göze çarpar. Yaptığı hizmetlerle de değerli bir yere sahiptir.
Osman Hulûsi Efendi, babası Şeyhzâdeoğlu sülalesinden Hasan Feyzî Efendi vasıtasıyla Hz. Hüseyin (r.a)’e ve Hz. Peygamber (s.a.s)’e, yine annesi Fatıma Hanım kanalıyla da meşayihden Tâceddin-i Veli (k.s)’ye, oradan da Hz. Hüseyin (r.a) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.s)’e ulaşan asil bir “Seyyid”dir. 36. kuşaktan Hz. Peygamber (s.a.s)’in nesl-i pâkinden bir torun olan es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi 12. kuşaktan da “Somuncu Baba” namıyla ma’rûf Şeyh Hamîdüddin-i Veli (k.s)’nin torunudur.
Muhammed Mustafâ’dır cedd-i pâki
Hulûsî bunların hep pây-ı hâkî2
şeklindeki mısraları O’nun asaletine ve içinde yetiştiği mes’ud yuvaya işaret etmektedir.
Osman Hulûsi Efendi’de küçük yaşlarda olgunluk belirtilerine örnek olarak şöyle bir olay nakledilir: “Bir gün yolculuk esnasında (daha çocukluk yıllarında iken) babasının ‘Oğlum, bir dal kes de bana ver’ ricası üzerine, Osman Hulûsi Efendi defalarca bir ağaca yaklaşmış, o ağacın Allah’ı zikrettiğini görünce kesememiştir. Babaları da ‘Gel evladım, anlaşıldı, sen o dalı kesemeyeceksin’ demiştir.”3 Daha küçük yaşta bile Allah’ı zikreden dalı kesemeyecek kadar olgun bir imana sahip olan Osman Hulûsi Efendi güzel ahlâkı, ilmi ve ilahî aşkı her şeyin üstünde tutmuştur.
Küçük yaşlarda sohbet meclislerine de devam eden Osman Hulûsi Efendi, kemalâttaki fevkalade hâlleriyle etrafındaki insanları hayretler içerisinde bırakmış, zamanla toplum içinde sayılan ve sevilen bir şahsiyet olmuştur.
1945 yılına kadar Somuncu Baba Camii İmam Hatipliği’ni devam ettiren, Es-Seyyid Hatip Hasan Feyzi Efendi, Darende’deki tifo salgınına yakalanarak (h.1365/m.1945) yılında âlem-i cemale intikal eylemişlerdir. Şeyh Hamid-i Veli Camii İmam-Hatipliği görevini bu tarihten itibaren 1987 yılına kadar Osman Hulûsi Efendi deruhte etmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi ilme ve ilim adamlarına gereken önemi ve ilgiyi gösteren bir zât idi. Kendisi de ilim sahasında fetvaya muktedir bir seviyeye erişmiş ve verilen vehbî ilimle de bütün ilimlere vâkıf olmuştur.
Bu hasletlerle şeriat, tarikat, hakikat ve ma’rifet ilimlerinde derinleşmiştir. Çevresindekilerin anlattıklarına göre “hüsn-i ahlâk, her kemâlin fevkindedir” diyerek bu sözü kendilerine düstur edinmiş ve daha büluğ çağına gelmeden kendisi de güzel ahlâkın timsali olmuştur. Daha o zamanlar müşahade makamına erişmiştir.
Zamanın şartlarına göre, ilkokuldan sonra resmî bir öğrenim görme imkanı bulamamış ise de, o zekâsı, mantığı ve babasının gayretiyle kendisini sürekli yenilemesini bilmiş; Arapça, Farsça ve Edebiyat bilgisini ilerletmiş; bunları da şiirlerinde usta ve kıvrak bir üslup ile kullanma seviyesine gelmiştir. İlim öğrenmeye ve kitaba olan merakı, O’nun gözlerini çevredeki kağıt parçalarına mıhlamıştır. Bir defasında Darende’deki bir leblebicinin kıymetli bir kitabın yapraklarını satış için külah olarak kullandığını görünce, onu almak istemiş ve cebinde yeterli para olmadığını fark edince, hemen evine dönmüş, kıymetli bir eşyasını satarak kitabı satın almıştır.4 İşte bu olay da onun ilme, kültüre, irfana olan tutkusunu gösterir. Yeri ve zamanı gelince evindeki hayvanını bile satarak elde ettiği kitaplardan “Hacı Hulûsi Ateş, Şeyhzâdeoğlu Özel Kitaplığı”nı kurmuştur. Bu kütüphanede el yazması, taş baskısı, çeşitli dil ve konularda bir çok eserler mevcuttur. Doğunun kültür hazinesi olarak da bilinen kütüphanesi, akademik çevreler tarafından sıkça ziyaret edilen mekanlardandır. Yazma eserleri antika değerinde olup bir başka nüshası bulunmayan ya da az bulunan eserler de mevcuttur. Muhyiddin-i Arabî gibi birçok şahsiyetin kendi el yazması olan eserleri, araştırmacı ve akademisyenlerin dikkatini çekmektedir. Ecdattan Darendeli Bakâi’nin Kerbela olayını nazmen anlattığı el yazması eser de bunlardan biridir. Bu değerli kitapları temin ederken Osman Hulûsi Efendi büyük fedakârlıklarda bulunmuştur.
Gençliğinden itibaren başlayan ve ömürlerinin sonuna kadar devam eden insanlığa hizmet anlayışı, vefatından sonra da evlatları ve gönül dostları tarafından sürdürülmektedir. Bütün bu âmiller Osman Hulûsi Efendi’nin kemal sıfatının zirvelere çıkmasına sebep olmuş, rıza, verâ ve takvâ bütün incelikleriyle tâ çocukluk ve gençlik yıllarında şahsında tekemmül etmiştir.5
Daha gençlik yıllarında beldesinin her türlü problemi ile ilgilenmiş, bizâtihi kendi gayretleriyle elektrik, su, köprü ve yol gibi hizmetlerin yapılmasında öncü olmuş ve gayret göstermiştir.
Çocukluğu ve gençliğinde çok iyi bir güreşçi ve yüzücü olduğu söylenen Osman Hulûsi Efendi, babası tarafından geçimini temin etmesi için bir marangoz yanına çırak verilmiştir. Hatta Şeyh Hamîd-i Veli Camii’nin çatısını bizzat yapacak derecede ağaç işçiliği hünerini geliştirmiştir. Ayrıca özel kitaplığındaki yazma ve basma kitapları bizzat ciltleyecek kadar mahir bir ciltçi ve iyi bir şirâze örücüsü idi. Mühür kazımak, matbaacılık, dizgi, baskı ve oymacılıkta da uzman olduğu bilinen Osman Hulûsi Efendi’nin6 sanatkâr bir kişiliğe, ince bir ruh yapısına ve iyi bir estetik anlayışına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu hünerini, Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu hadisine bağlılığının bir tezahürü olarak yorumluyoruz.
Mikdam b. Ma’dikerb’ten rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:“Hiç kimse el emeğiyle yediğinden daha hayırlı bir şey yemez. Allah’ın Nebisi Davud (a.s.) kendi el emeğinden yerdi.”7 İşte Hz. Muhammed (s.a.s)’e olan teslimiyetinin tezahürü, hem de Hz. Rasulullah (s.a.s)’ın soyuna mensup bir zatın hiç kimsenin artığına muhtaç olmadan yaşaması gerektiğinin işareti; hem de kendilerinin toplum hayatından kopuk değil, içtimaî hayatla iç içe bir irşad anlayışına sahip olduklarının bir göstergesi şeklinde düşünmek gerekir.
“Allah indinde amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır. (Peygamber de) bir işi yaparken tam yapardı”8 hadisindeki manaya uygun olarak, Osman Hulûsi Efendi, söylediğini güzel söylemiş, yaptığını güzel ve tam yapmış, baktığına güzel nazar etmiş, böylece çevresinde hâli, kâlî ve nazarı ile gittikçe genişleyen bir sevgi ve hizmet halkası oluşmuştur.
Dolu ve meşakkatli bir hayat süren Osman Hulûsi Efendi, hayatları boyunca İslâm’a kuvvetle yapışmış, ondan taviz vermemiştir.
Daha çocuk denilecek yaşta iken, Tarikat-ı Nakşibendiyye meşâyihlerinden İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s)’ye intisab etmiş ve daha küçük yaşta bu maneviyat üstadının hizmetinde bulunmuştur. Mürşidi de onu çalışkanlığı, ahlâkı, fazileti, anlayışı ile zaman zaman takdir etmekten geri durmamıştır.
2 Ağustos 1969’da irtihâl eden İsmail Hakkı Toprak (k.s) Efendi’nin birçok sohbetinde işaret buyurmasıyla manevî irşat vazifesini Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi yürütmeye başlamıştır. Hatta İsmail Hakkı Efendi (k.s)’nin cübbe, gözlük, asa, heybe, saat, nüfus cüzdanı gibi birçok şahsi eşyaları da muhafazası için aynı zamanda manevî vârisi olması hasebiyle Hulûsi Efendi’ye intikal ettirilmiştir. Bu kıymetli ve manevî değer arzeden eşyalar H. Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Kitaplığında özel bir bölmede muhafaza edilmektedir.
Osman Hulûsi Efendi, Hacı Naciye Hanımla 19.02.1938 tarihinde evlenmişlerdir.9 Elli iki yıl süren bu mes’ud izdivaçdan geriye çok güzel hatıralar kalmıştır. Osman Hulûsi Efendi’nin muhterem zevceleri Hacı Naciye Hanım; 1940’lı yıllarda bütün memleketin yokluk içerisinde olduğu günlerde bile Müslüman-Türk ailesinin kadirşinas, misafirperverlik örneğini gösterip bütün güçlüklere, zorluklara karşı fedakarlıkta bulunarak her türlü hizmete büyük bir iştiyakla gönül vermiştir. Böylelikle de Osman Hulûsi Efendi’nin hitabıyla “Hacı Hanım” binlerce gönül dostlarının da “Hacı Vâlidesi” olmuşlardır. Genelde tarihe baktığımızda önder şahsiyetlerin, ailesi, akrabaları ve etrafındakilerin tam bir uyum hâlinde oldukları görülür.
Bu evlilikten Osman Hulûsi Efendi’nin, 10 tane evlatları dünyaya gelmiştir. Bunlardan beş tanesi erkek, beş tanesi de kız çocuğudur. Çocuklarından ikisi doğduğunda, ikisi 1986 yılında geçirmiş oldukları bir trafik kazasında, bir kızı 1995 yılında, bir diğer oğlu da 2006 yılının mart ayında vefat etmişlerdir.
Çocukların hepsinin doğum tarihlerini cep defterine gün, ay ve yılıyla ayrı ayrı kaydederken “Yavrucuğum.......veladeti” ibaresini kullanan Osman Hulûsi Efendi evlatlarına karşı çok merhametli ve latif davranmıştır.
Hepsinin İslâm’a uygun yetişmeleri için ellerinden gelen tüm çabayı sarfetmiştir. Hatta çocuklarına Kur’an-ı Kerim okumalarını bizâtihî kendisi öğretmiştir. Dinî bilgilerini ikmal etmeleri nisağlamıştır. Kız çocuklarını eve gelen hanım misafirlere, erkek evlatlarını da erkek misafirlere hizmet hususunda yönlendirip yetiştirmiştir.10
Çeşitli sohbet ortamlarında “Hamid’imizi yetiştiriyoruz” veya “Ecdadımız Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’ne ve ihvana hizmet etmek üzere Hamid’imin yetişmesi için çalışıyoruz, inşaallah” buyuran Osman Hulûsi efendi mahdumu H. Hamidettin Ateş’in yetişmesine özel gayret göstermiştir.
Osman Hulûsi Efendi’nin 14 Haziren 1990 tarihinde vefatından sonra Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Genel Başkanı olarak yürütülecek hizmetler H. Hamideddin Efendi’nin uhdesine tevdi edilmiştir.
H. Hamideddin Efendi, Osman Hulûsi Efendi’nin arzu ettiği, ancak hayatta iken gerçekleştiremediği bir çok eseri kısa bir zaman içerisinde gerçekleştirmiştir. Vakıf hizmetlerinin yaygınlaştırılması, her türlü sosyal faaliyetin genişletilmesi için gayretler göstermiştir.
1914’te başlayan hayat yolculuğu 1990’da sona ermiş, 76 yıllık ömründe bir insanın yapması hayli güç işleri başararak gerçek âlemine göçmüş; geride büyük eserler bırakmış, sadaka-i cariyeler ihdas etmiş; bugün olduğu gibi kimbilir ilerde daha nice hayırlı ve mutlu günlerin yaşanılmasını sağlayacak olan bir kişi. Gönlünü Allah sevgisiyle doldurmuş ve bu sevginin, insanı gerçek manada sevmekten geçeceğine inanmıştı. O, insanı sevmenin; insanı insan olma şuuruna sahip olgun birer kişi hâline getirmekle, kemal sahibi yapmakla, ilim ve irfan ehli olmasını sağlamakla mümkün olacağına âdeta iman etmiş bir kişiydi. O hayatının büyük bir bölümünü ilme, irfana adayarak, bizzat insanı eğiterek geçirmiş; Hak rızasını ilim, irfan ve irşadda arayıp bulmuş bir bilge kişiydi. Çok sayıda ilim ve irfan hizmetinde bulunmuştu. Bu işlere verdiği önemin bir belirtisi de kendisinden sonra da onun eğitiminden, rahlesinden, dersinden meşk almış kişilerin onun yolundan gitmiş olmalarıdır. Onlar O’nun istediği şekilde şu anda olduğu gibi ilerde de nice ilim ve irfan yuvaları kuracak ve O’nun ruhunu şâd edeceklerdir.11
Tasavvufta kişilerin fert fert eğitimi ve terbiyesi çok önemlidir. Bu iş ise en başta nefis terbiyesiyle mümkündür. En büyük cihad olan nefisle mücadeleye mutasavvıflar büyük bir önem vermişlerdir.
Osman Hulûsi Efendi’nin de Divân’ındaki mısralarda da bu hususa ağırlık verdiğini görmekteyiz. Bir murabbaı’ndaki şu bendde cehâlet kaygısından dem vurmaktadır:
Hem-sohbet iken yâr ile tenhâlara düşdüm
Heyhât bana kim cehl ile da’vâlara düşdüm
Âsûde iken devr ile gavgâlara düşdüm
Heyhât yazıklar men-i âvâreye heyhât12
Gerçek ilim, gerçek irfan kişiyi Allah’a, Yaratan’ına götürmeli; O’nu bilmek de O’nunla olmayı gerektirmelidir. “Olmuştur” redifli gazelindeki şu beyitte bu hususu dile getirmektedir:
Sana ârif olan ilm ile irfânı n’ider sensiz
Senin lütfunla dil-gûn olduğum irfânım olmuşdur.13
İlim, irfan ve hakiki ilim Hak mektebinden okunmalıdır. Burada okuyan da fenâfillah mertebesine yükselir. İlim-irfan tahsil etmeyenlerin sonu hüsrandır; dosttan, meclisten ayrı kalmaktır. Gerçek ilim aşkla olur, aşk okumakla bitmez, bilmekle de tükenmez. Allah âşıkları aşk kitabını okudukça ilim erbabı olurlar. Cehâlet, genel manada insanı inkara kadar götüren bir hastalıktır. İlim ve irfan ehli olmayan kişi ne olursa olsun faydalı olmayacak, gayretleri boşa gidecektir. İlmi ile mağrur olanların Hakk’ı tanımaktan gafil olacaklarını Osman Hulûsi Efendi çeşitli mısralarında dile getirmiştir.
Bütün faaliyetlerini Hak için, Hakk’la olmak için, Hakça bir nizam için amaçlayan O büyük insan, bütün mutasavvıflar gibi, büyük bir tevâzu içindedir. Diğer bazı mutasavvıflarca da söylenilen konuyla ilgili şu mısraları hepimizin şiarı olmalıdır:14
Kulluk vazifemizdir yokluk şiârımız hem
Kayırmayız özümüz olsak da yahşi yâ kem
Bir güzelin urgunu âşüftesiyiz her dem
Nâm u nişânımız yok dervîşe şân gerekmez
Yokluk yolcularına başka nişân gerekmez.15
Kur’an ve Sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, onlara güzel davranan, salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan;16 insanlara iyiliği emredip, kendisini unutmayan;17 kötülüğü iyilikle savan;18 kendisi için istediğini, kardeşi için de arzulayan;19 kendi kusurlarıyla meşgul olup, başkalarının dertleriyle ilgilenen, kimsenin gönlünü kırmayan ve kırılmayan bir kimsedir. İşte Osman Hulûsi Efendi’nin Divân’ında bu husus Yunus’u hatırlatan şu mısralarla anlatılmıştır:
Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup, bir cân incitmeyesin
El ile döğseler de dil ile söğseler de
Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin
Beyhûde cânın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil Ka’besini yıkıp bir cân incitmeyesin20
Aşk; candan geçmek, cihanı, gönülden çıkarmak, posttan dosta, gülden küle yönelmektir. Kısaca Hakk’ın gerçek kulu olmaktır.21
Osman Hulûsi Efendi, bu teslimiyeti şu mısralarıyla veciz bir tarzda anlatmıştır:
Gönül cândan geçer, yârdan geçilmez
Cihânı terk eder yârdan geçilmez
Şol Edhem oğlunun ettiği gibi
Kamu vardan geçer yârdan geçilmez
Eğer yâr oldun ise sen o yâra
Ko gayrı kâr u var yârdan geçilmez.22
Gonca gül ile dikeni, dâne ile harmanı, kahır ile lütfu bir bilmek, dünya sıkıntılarından kurtulmaktır. Hakk’a ulaşmayan gönüllere, mahlukât hicâb olur. Zıtlık bu hicabın bir neticesidir. Rızaya yükseliş, zıtlardan kurtularak gerçekleşir. Tasavvuf ehlinin yazdığı manzumelerde, meşrebin verdiği beyan farklılığı dışında, verilmek istenen mesaj hemen hemen aynıdır.
Divân-ı Hulûsî-i Dârendevî de her bakımdan bu edebiyatın mahsulleri içinde ele alınacak özelliklere ve değere sahiptir.
Osman Hulûsi Efendi, tebliğ için bir vasıta olarak kullandığı şiir ile tesirini daha devamlı ve müessir kıldığı gibi, vezni ve formlarıyla artık öldü denilen Klasik Edebiyatımızın, her türlü menfiliklere rağmen günümüzde de yaşayabileceğini bilfiil ve olanca kuvvetiyle ortaya koymuş, bunun da en iyi şekilde İslâm kültürüne hakkıyla vakıf olmakla ve tasavvufu bilmekle, hatta yaşamakla mümkün olabileceğini bizlere göstermiştir.
Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî, ömrü boyunca ilim tahsil edip, irşad hizmetini kendisine yol olarak seçen Osman Hulûsi Efendi’nin mektupları bu konunun son örneklerindendir.
Şeyh Hamid-i Veli Camii Minberinden Hutbeler adlı eseri; Osman Hulûsi Efendi’nin, 1945 yılında babasının vefatından sonra başlayıp 1987 yılında emekli oluncaya kadar sürdürdüğü 42 yıllık İmam Hatiplik görevi çerçevesinde îrad etmiş olduğu hutbeleri içermektedir.
Osman Hulûsi Efendi yazmış olduğu eserlerin haricinde etrafındaki insanlar başta olmak üzere tüm insanlığın huzur ve saadeti için uğraşmış; onlara birçok nasihatlerde bulunmuştur. Kitabımızın son bölümünde müstakil bir hatıralar bölümü oluşturulmuştur. Örnek olması bakımından bazı nasihatlerini nakledelim:
Osman Hulûsi Efendi ihvanın birbiriyle sohbet etmesine, kaynaşmasına ayrı bir önem verirdi Yazımızı veciz sözlerinden ve sohbetlerden birkaç örenekle bitirelim:
- “Yolumuz sohbet yoludur. Bir kimse kûşe-i vahdette yirmi yıl ibadet-ü tâat etse, beri tarafta sohbetlere devam etse, sohbette öyle bir an gelir ki, kûşe-i vahdette yirmi yılda alamadığını bir anda alır. Yani yirmi yıllık yolu bir anda kat eder. Onun için sohbetlere devam etmek şarttır. Sohbette iki gönül Allah için bir araya gelse, Cenab-ı Hakk’ın fûyûzâtı oraya tecellî eder. O iki kişinin alış verişinden sohbette bulunan diğerleri de istifâde ederler. Sohbetlerin devamında insan-ı kâmil olarak husule gelir. Onun için sohbetlere devam ediniz.”23
Hataların ifşâ edilmeyip setredilmesi hakkında ise şöyle buyurmuşlardır:
- “Oğul yek diğerinizde, yâni bir arkadaşınızda bir hata veya noksan gördüğünüz zaman; benim gözlerim yanlış görüyor, arkadaşımda bu hata olmaz, diyeceksiniz, görmemezlikten geleceksiniz. Hataları ifşa etmek değil de, setretmek gerekir. Arkadaşınıza hatasından dolayı buğz etmeyiniz. Onun kötü hâline buğz ediniz.”24
Ömrünü, insanlara hizmete adayan Osman Hulûsi Efendi, bir çok sohbetlerinde hizmetin nasıl olması gerektiğini ve ne kadar önemli olduğunu şu sözleriyle dile getirmiştir:
- “Pîrimiz Bahauddîn-i Şâh-ı Nakşibendî yedi sene insanlara, yedi sene hayvanlara ve yedi sene de yollara hizmet etti. O yüce makama hizmet etmekle ulaştı” deyip hizmetin karşılığının görüleceğini kendisini örnek göstererek şöyle der: “Bunlar zamanında yapmış olduğumuz, hizmetlerin karşılığıdır.”
Dipnotlar
1 Ateş, es-Seyyid Osman Hulûsi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî (Hazırlayanlar: M. Muhsin Kalkışım/Lütfi Alıcı/Ahmet Yenikale), Ankara 1997, c. I, s. 194.
2 Ateş, Dîvân, c.II , s.146.
3 Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/103.
4 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/105.
5 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/108.
6 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/109.
7 Buharî, Buyû’, 15.
8 Ebû Dâvud, Tatavvu’, 27,
9 S.B.A.K.M. Arşivi, Dosya nr. 12/9-1.
10 H. Hamideddin Ateş Aile Arşivinden.
1 Aksoy, Hasan, “Osman Hulûsî Efendi Hazretlerinin İlme Verdiği Değer ve Önem”, Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyum Tebliğleri, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Yay., Ankara 1997, s. 161.
2 Ateş, Dîvân, c. I, s. 26.
3 Ateş, Dîvân, c. I, s. 65.
4 Aksoy, Hasan, “Osman Hulûsî Efendi Hazretlerinin İlme Verdiği Değer ve Önem”, Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyum Tebliğleri, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Yay., Ankara 1997, s. 164-166.
5 Ateş, Dîvân, c. I, s. 125.
6 Bakara, 195.
7 Bakara, 44.
8 Kasas, 54.
9 Buhari, İman, 7.
20 Ateş, Dîvân, c.I, ss. 175-176.
21 Eraydın, Selçuk,“Merhum Hulûsî Ateş’in Edebi Cephesi”, Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyum Tebliğleri, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Yay., Ankara 1997, s. 43-44.
22 Ateş, Dîvân, c.I, s.116.
23 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/9.
24 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/10.