« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Haz

2011

Cemil Meriç Anıları

Selim İleri 01 Ocak 1970

Bu yazıyı 12 Haziran 2010 tarihinde yayımlamak istiyordum. 12 Haziran Cumartesi'ye rastlıyordu. 13 Haziran ise Cemil Meriç'in ölüm yıldönümüydü.

Edebiyatımızın, düşünce hayatımızın belki de en fırtınalı kişisi olan Meriç'i 13 Haziran 1987 tarihinde kaybetmişiz.

Yazıyı geciktirdim. Daha doğrusu, yarım bıraktım. Sonra yeniden... Bazı huzursuzlukların peşimi bırakmayacağını biliyordum. Ne var ki, yazmak da istiyordum.

Nisan başında Bu Yalan Tango yayımlandı. Yaşadığımız ortamın bize hep yalanlar söylettiğini, Cemil Meriç'ten bir alıntıyla vur¬gulamıştım, romanın ilk sayfasında. Özellikle genç okurlar, Cemil Meriç'i tanıyıp tanımadığımı sordular. Jurnal 2'de yer alan mektu¬bunda belirtildiği gibi, uzun yıllar önce tanışmıştık.

O acı mektuba geri döneceğim. Ama mektuptaki hatırlayışın ön¬cesi var. Cemil Meriç'i Hind Edebiyatı adlı eseriyle hatırlıyorum. Parmakkapı'daki küçük ve sevimli kitabevinin adı neydi? Orada, Dö¬nem Yayınları'nın verimi Hind Edebiyatı karşıma çıktı. Yıl galiba 1966. Sonradan adı değişerek, Bir Dünyanın Eşiğinde olan Hind Edebiyatı, yazarının önemsediği bir çalışma. Jurnal'de ondan bolca söz açılıyor. Oysa o günlerde ilgi devşirmemiş.

1967'de, Çemberlitaş'ta, Çan Yayınları'nın ve Yeni Ufuklar dergisinin yönetim odasındayız şimdi. Kimi günler, okuldan sonra, Vedat Hoca'ya (Günyol) yardıma giden öğrencileri arasındaydım. Bu akşamüzerinin özelliği, Çan Yayınları'nda Cemil Meriç'i görmem. Daracık odanın iki masasından birinde oturuyor. Yanında, ayakta genç bir hanım var. (Sonradan Ümit Meriç'le konuştuk; Ümit Hanım "Bendim herhalde" dedi.)

Saint-Simon / İlk Sosyolog, İlk Sosyalist basılma aşamasında. Vedat Günyol'la Cemil Meriç nezaketi elden bırakmayarak tartışıyorlar. Neyi? Hatırlamıyorum. Oysa tartışmamaları şaşırtıcı olabilir¬di: Dünya görüşleri handiyse uzlaşmaz iki insan...

Meriç ve genç hanım gittikten sonra, Vedat Hoca, "Çabasına saygım sonsuz; on yıldan beri gözleri görmüyor" diyor, bir "ama"yı ekleyerek. O ama, tahmin edilebileceği gibi, yerlilik meselesi et¬rafında. Hümanist Günyol'la, Doğu'yu bir çırpıda silip atamayacak Cemil Meriç elbette anlaşamayacaklardı.

Saint-Simon monografisi Çan Yayınları arasında çıktı. Kapağı camgöbeği renginde, anlatımı çok zengin bir ince kitap. Yanıldığı¬mı sanmıyorum: Bu eser de hak ettiği ilgiyi devşirmedi.

Kayıtsızlığı doğal karşılayanlar çıkabilir. Hele o günlerin yıkımlar getirici kamplaşmasında: Cemil Meriç 'sağcı' Hisar dergi¬sinde "Fildişi Kuleden"i yazıyor, 'ilk sosyalist' Saint-Simon'un yanı sıra. Kimselere yaranamamanın bundan âlâsı mı olur?..

Çan Yayınları'ndaki akşamüzerinden Cemil Meriç'in beni hatır¬laması imkânsız. 20 Aralık 1978 tarihli mektup ikinci rastlaşmamız¬la başlıyor: "Yılların tozlanmış albümünde yarı silik bir hatıra. Galiba Kemal Tahir'de karşılaşmıştık. Romandan söz edilmişti." Yir¬mi dokuz yaşındayım 1978'de, değerli Cemil Meriç mektubunda "Sayın Selim İleri" diyor. İlk bu sesleniş yüreğimi yaktı. İtiraf edeyim ki, mektubu unutmuştum. Jurnal 2'de okuyunca... dedim ya, içimde derin huzursuzluk.

Birer ikişer çıkageliyordu: Balzac'ın eseri çevresinde o nefis inceleme: "... bu etüd genç bir tecessüsün ilk araştırmasıydı."

Yazarı şimdi, 1978'de öyle düşünüyordu. Yine Meriç'ten olağanüstü güzellikteki Balzac çevirisini de nasıl göz ardı etmiş, mektuba yanıt yazmamıştım?! Bunlar hepsi birer utanç olarak art arda çıka¬geliyordu.

"Sonra TV'nin bir konuşmasında buluştuk. Soğuk bir hava, sevim¬siz bir çevre. Vazifeye, angaryaya benzeyen suni bir soru—cevap ağı. Bir kelime ile, tesadüfün karşımıza çıkardığı her iki fırsattan da faydalanamadık. Yani sizi ancak yazılarınızdan tanıyorum."

Yazılar, Dünya gazetesindeki yazılar, her gün. Zaten mektup da, Mağaradakiler'le birlikte Dünya'ya gönderilmişti. Yine gazetedeydim; başımda kavak yelleri, yok, 'kibir' yelleri esiyor. Bugün artık başka türlü nasıl yorumlayabilirim?

Kibrime kibir katan bir 'köşe'm olmasına, her gün yazmama rağ¬men, Mağaradakiler'den tek satır söz açmamıştım. Meriç'in "Bu ceset¬lerin göğsünde bir kalp çarpmıyor" dediklerinden biriydim muhakkak ki. Sonra, onun cesurca kaleme getirdikleri, için için ürkütüyordu. Bir yere ait olmamak, düşündüğünü, inandığını açıkça söylemek, yazmak, bazan öfkenin doruğunda âdeta sayıklamak: O yalnızlığı göze alanlardan değildim.

Birkaç yaz önce, balkonda, boğucu yaz gecesinde, Jurnal 2'yi hayranlıkla okurken, 226. sayfada karşıma çıkan mektup, bugün yine kahredici:

"... Tenkitleriniz beni çok memnun edecek. Tek ricam: hazırla¬mak için değil, yalnız kaleme almak için dört yılımı harcadığım bu kitabı sonuna kadar okumanız. Yalnızım ve diyaloğa ihtiyacım var."

Mağaradakiler'i çok sonra okudum. Yalnızdım ve diyaloğa ihti¬yacım vardı.

1979'da Bu Ülke'nin dördüncü basımını gönderdi Cemil Meriç. İkinci sayfada yazılanları alıntılıyorum:

"Selim İleri,

'Mağaradakiler' genç ve obur tecessüsünü çekmedi anlaşılan. 'Bu ülke', daha kısa bir mektup. Yer yer çığlık, yer yer vaiz. Eski bir yazar olarak, ilgi dünyanın sınırlarını merak ediyorum. Ken¬di sesinden başka bir sesi, kendi hakikatlerinden başka hakikatleri dinleyebilecek misin? Tezle antitez aynı gerçeğin ayrı görünüşle¬rinden başka ne? Aydınlarımız diyalogu peşinen red ettikçe bütünü kucaklayabilir miyiz? Dünya'daki yazılarını her gün okuyorum.

Selâm ve dostluk!.."

Işıl ışıl bir yaz gecesinden güzel anılar da var. Neyse ki...

Jurnal 2'nin giriş yazısında, Mahmut Ali Meriç, babasının özel yaşamından bir dönemi, benzerine rastlamadığım incelik ve duyarlılıkla kaleme getirir. O dönemde Lâmia Hanım'la Cemil Meriç'in mutluluklarını okur da yaşar, tıpkı onlar gibi, hem sevinç hem hü¬zünle.

İşte Koço'da bir geceydi, Moda, iskele, ışıklar. Lokantanın kapısında taze ceviz satan yaşlı adam kaybolup gitmemiş. Biz, arka¬daş grubu, taraçadaydık. Cemil Meriç'le Lâmia Hanım geldiler. Otur¬dular. Öyle güzel konuşuyorlardı ki; Lâmia Hanım'a mektuplardan bi¬rinde yazıldığınca, "Yalnız senle konuşurken yaşıyorum. Sonra sahneye bir acayip, bir ukalâ Cemil Meriç çıkıyor"...

Epey çekinerek yanlarına gitmiştim. Mağaradakiler'le birlikte gelen mektup, Bu Ülke'nin ithafında üslubun değişmesi, bir azap, vicdan azabına yakın bir azap. Belki alkolün de etkisiyle. Hem, epey duraksayıştan, iç ödeşmesinden sonra. Nasıl olsa beni görmüyor, diyordum...

Çocuk arınmışlığında ve o kadar coşkun Cemil Meriç'i bu son görüşmemizde tanıdım.

Şimdi, yaz akşamının -2010 Temmuz'u- sonunda, Jurnal'den şu satırlar, tuhaf bir şekilde bana iyi geliyor:

"Acı, hassasiyetini kabuklaştırıyor insanın. Ölmek galiba bu. Ayrılığa alışmış gibiyim. Tevekkül, teslimiyet. Ve heyecanların gün geçtikçe kararan pırıltısı. Alışkanlıkların insanı pestile çeviren çarkı. Artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum. Nemli bir tomar gibi. Kanatlarım her gün bir parça daha ağırlaşıyor. Galiba ihtiyarlıyorum."

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 92941

ulkucudunya@ulkucudunya.com