« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Haz

2011

KARAKEÇİLİLER

Mehmet Eröz 01 Ocak 1970

Türkiye'nin birçok verinde Karakeçililer'e rastlanır. Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve kısmen Adapazarı illerinde Karakeçili Yörükleri kalâbalık bir nüfus teşkil ederler.80-90 yıl önce Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa. Tarafından mecburi iskâna tabi tutulmuşlar ve birçok köy meydana getirmişlerdir. Ertuğrul Gazi'nin mensup bulunduğu Kayı Boyu'ndan olduklarını söylerler. Her yıl Eylül ayının ortasında, Ertuğrul Gazi'yi ziyarete giderler. Vaktiyle bu ihtifal günü çok muhteşem olur, ciritler oynanır, pehlivanlar güreşir, kurbanlar kesilir, yemekler yenir ve üç günlük ziyaret ve geleneğe dayanan yarış ve müsabakalar sonunda, herkes oba'sına dönermiş. Bir yere kadar toplu halde, başta sancaktarları olmak üzere en az beş-altı yüz atlı olarak gidilirmiş. Şimdi bahsedeceğimiz Karakeçililer bunlar olmayıp, Urfa bölgesinde, Türkçeden ayrı bir dil konuşan Karakeçililer'dir. Biraz önce bahsettiğimiz Bilecik (Bozöyük) Karakeçilileri, Urfa'da akrabaları olduğundan bahsetmişlerdi. Şimdi bahsedeceğimiz Urfa Karakeçilileri de, diğer Karakeçililer'i kendilerinin akrabası sayıyor ve Ertuğrul Gazi'nin torunu olduklarını söylüyorlar. Şurasını da hemen belirtelim ki, bu kanaat ve bilginin, Siverek'teki bütün Karakeçililer tarafından paylaşılıp paylaşamadığını araştırmış değiliz.
Ayrıca Gaziantep'te Türkçe konuşan Körkün, Barak ve Hacıbayram köyleri, Karakeçililer'in kurduğu köylerdir. Haymana (Ankara)'nın Karakeçili Nahiyesi ve Bingöl'ün Simsor köyü halkı Karakeçili olup, galiba Türkçeden başka dille konuşmaktadırlar.
Siverek kazasında 60-70 kadar Karakeçili köyü vardır, ayrıca kasabanın içinde bir Karakeçili mahallesi bulunmaktadır. Cumhuriyetten önce Karakeçili Boyu, Suriye'de Raka'ya kadar uzanmakta idi. Siverek Karakeçililer'i dört ana kola ayrılır:

1. Şıhan.(Şıhlar), .
2. Ceraban (Cerabîler),
3. Balekân (Balekîler),
4. Aminan (Amirliler^.

ŞIHAN OYMAKARLI
1. Hacan,
2. Musikân (Arapça «Bıçakçılar» manâsına geliyor),
3. Kubatan (Kubatoğulları da deniyor),
4. Şıhimam,
5. Kotan,
6. Davaran,
7. Şıhkân,
8. Bin kasım.

Türk göçebelerinde uruk, boy, oymak isimleri, çok zaman o cemaatlerin başında bulunan veya atası durumunda olan bir şahsın adından alınır (1). Bu kaideyi yukarıda sıraladığımız Şıhan oymaklarının ikisine tatbik edelim. Kubatan veya Kubatoğulları isimli oymak, adını «Kubat» isimli bir atadan veya oymak beyinden almış olmalıdır. Nitekim, Danişmend Türkmenlerinden, «Büyük Selmanlu Cemaati» nin kethüdasının (oymak beğinin) adı «Kubad Kethüda»'-dır (2). Karakoyunlu Devletinde de aynı isimle anılan kimselerin bulunduğu şu kayıttan anlaşılmaktadır: «Karakoyunlu hükümdarlarının Tatar Hatun adını taşıyan hemşiresi, Ağaçeri Reisine verilmiştir ki, bundan Ağaç-eri Reisinin Hasan Beg adlı oğlu doğmuştur. Ağaçeri'lerden Hüseyin Beg ise, İskender Mirza'nın en sadık emirlerinden olup, onun Alıncak kalesinde katli üzerine oğlu Kubad'ı, kalede bulunan diğer beğlerle birlikte Kara-Koyunlu hükümdarı ilân etmişti» ((3). Bingöl'deki Beritanlı'lardan bir oymağın adı da «Kobatlıdır (4). «Kotan» oymağının adı da, bu isimdeki bir şahıstan gelmedir. Uygur Türkleri arasında da «Kotan»'ın erkek adı olduğunu biliyoruz (5).

(1) Bu hususta şu makalemize bk. Türk İçtimaî Teşkilâtı Hakkında Görüşler» Töre, Ekim, Aralık 1971, sayı: 5. 7.
(2) Ahmet Refik,Anadolu'da Türk Aşiretleri, s. 104.
(3) Prof. Dr. Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, Ankara, 1967, c. l, s. 30.
(4) Cemil İsbir, «Bingöl'ün Tarih ve Coğrafyası», Altan, s. 36-38, Mart-Mayıs 1938, s. 42.
(5) Bk. Prof. Dr. A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi.

CERABAN OYMAKLARI
Rezan,
Andarî,
Düpişik,
Torun,
Hacı halli,
Şahkolu,
Berejek,
Gökçe.

Bunlardan üçü üzerinde duralım. «Şahkolu» belki vaktiyle «Şahkulu» şeklinde olmuş olabilir ki, Doğu'daki diğer bazı Türkmen aşiretlerinde olduğu gibi, Şah İsmail'e olan bağı ifade eder. Bugün de İran'da, «Şahseven» adı verilen Alevî bir «Türkmen» aşireti yaşamaktadır, «Torun»'a gelince, bu kelime Türkmenler arasında bir nevi asalet, cemaat içindeki itibarlı, nüfuzlu bir zümreyi ifade eder. Göçebe Yörüklerin şekavetlerine mani olmak için yazılan 1146 tarihli bir padişah fermanında bu unvana rastlıyoruz: «Cerid, Tacirlü ve Afşar ve Kılıclu ve Bektaşlu boy beğlerine ve kethüdalarına ve san torunlarına hüküm ki... »(6) Türkiye'nin çeşitli yerlerinde «Torun» kelimesi ile anılan altı köyümüz vardır. Ayrıca Avşar'ların oymaklarından birinin adı da «Torun»'dur ve en yiğit oymaklardan biri sayılır (7).

Danişmendli Türkmenlerinin bir oymağının adı «Gökçelü»'dür (8). Hatırımızda kaldığına göre, Dinar taraflarına yerleşen «Horzum» Yörüklerinin bir köyünün adı «Gökçe» idi. İran Azerbeycan'ında da «Gökçelü»'lerin olduğunu işittik.

BALEKÂN (BALEKÎLER) OYMAKLARI
1. Hıdraşk,
2. Musikân,
3. Kadıyan (Kadılar),
4. Aliçepik,
5. Çaput.
(6) A. Refik, aynı eser, s. 191.
(7) A. Refik, aynı eser, s. 130.
(8) Prof. F. Sümer, Oğuzlar, s. 279, 300. Sözlüğü, İstanbul, 1968, s. 183.

«Kadılar» adıyla anılan birçok köy ve işaret ismi bilinmektedir. «Çaput» ise Türkçe bir kelime olup, bez parçası, paçavra manâsına gelir ve türbelere, keramet umulan ulu ağaçlara çaput bağlanır. Kaşgarlı Mahmud'un Divan'ında da bu kelime, «Çapgut» şeklinde geçmekte ve çaput, şilte anlamını vermektedir. (I, 451). «Balekîler»'le «Balebekli»'ler arasında ilgi bulunabilirse, birincileri Yeni İl Türkmenlerinden saymak gerekecektir. Şöyle ki: «Konar göçer Yeni İl Türkmanından Ca'ber ve Balebekli ve Çakallı ve bazı tavayifi Türkman cemaatleri...»nden bahseden fermanda (9), bu husus açıkça görülüyor.

AMİNAN OYMAKLARI
1. Meluyan,
2. Dodan,
3. Musikan,
4. Ubik,
5. Habkân,
6. Bilisök,
7. Rutik.

Karakeçili Boy Beyleri, bugün Karakeçili adı verilen Mızar Nahiyesinde oturmaktadırlar. Bunlara «Mirek» adı verilmektedir. Alişîr'in yetiştirdiği ünlü hattat ve ressamın adı «Mîrek Münşi» idi (Togan, Türkistan Tarihi, sf. 188). İran'ın kuzey hududunda (Tuç'da) oturan ve İmirli veya Çandur Türkmenîeri'ne bağlı oymaklardan üçünün adı, «Mîriş, Milliş ve Mireki» dir (H. N. Orkun, Yeryüzünde Türkler, İstanbul, 1944, sf. 46-47). Bu kelime belki «Tirek», veya “Direk”in bozulmuş bir şekli olabilir. Selçuklularda «Kabile reislerine verilen Tirek (Direk) unvanı da alp ile birleşerek, «Alp-tirek» veyahut «Alp-direk» şeklini alıyordu. «Harzemşahlar devrinde Cend hududunda yaşayan Türk kabile reislerinden birinin Alp-direk unvanı» taşıdığını biliyoruz (10).

Karakeçili Boyunun damgası «X» işaretidir. Meselâ, yıllar önce göçebelik yaparlarken ovada bir kuyu görünce, kuyunun taşı üzerine, taşı kazımak suretiyle damgalarını vururlardı. Bu, o kuyunun artık onlara ait olduğunun alâmeti idi. Bu alâmete, damgaya «Vesim» adını verirler. Bu damga şekli, Yazıcıoğlu'nun listesine göre, Avşar damgasıdır. Reşidüddin'in listesine göre Kızık damgasıdır, Mirek'lerin şahsî damgaları da Kaşgarlı Mahmud'un listesindeki Kayı damgasına, Reşidüddin'deki karkın damgasına yaklaşmaktadır (11). Bu hal Urfa Karakeçililerinin Oğuz Türklerinden olduğuna dair diğer bir delil olmaktadır.

(9) A. Refik, aynı eser, s. 129.
(10) Bk. İlig Maddesi», İslâm Ansiklopedisi, c. V, (II), s. 973.

Karakeçililer, boynuzsuz koça «Baran», boynuzlu koça «Koç baran» derler. Diğer Kurmançlar arasında da aşağı yukarî aynen söylenir. Bunu Diyarbakır, Pazarcık'da da gördük. Cend emiri meşhur Şah-Melik'e bir İranlı müellif «beranî» yahut «berranî» sıfatını vermektedir. «Kara-Koyunlular'ın adını taşıdıkları boyuna hususi bir ehemmiyet verdikleri ve mezar taşları olarak koç heykelleri kullandıklarını biliyoruz. Karakoyunlu hanedanının Baranı yahut Baranlu (Koçlu) adını taşıması, mezar taşları olarak koç heykelleri yaptırması (?)» (12) hususlarını, Prof. Faruk Sümer gibi tereddütle karşılamıyor, «Baran»'la «Koç» arasında, yukarıda gösterdiğimiz gibi, yakın ilgi buluyoruz. Prof. Z.V. Togan, İskitler arasında bir «Baran Kabilesi»'nin mevcudiyetinden bahsettiği gibi, Şahmelik'ten söz ederken «Baran» hakkında da şu dikkat çekici bilgiyi veriyor: «... bu rivayete göre, Şahmelik, kırk bin hane Oğuz'un hanı olan Ali Han'ın oğlu imiş. Bu «Ali Han», Ali Tegin midir, yahut ta başkası mıdır bilemeyiz? ABU'L-HASAN ALİ AL-BAYHAQİ bu Şahmelik'in ismini «Abu'l-Favaris Şahmelik b. Ali al-Baranî» ve lâkabını da «Horezmişah husam aldavla» şeklinde kaydeder. «Al-Baranî», nisbeti, YAKUT'ta Buhara'dan beş fersah mesafede bir köy olarak zikredilen mevkii, keza TABARİ'de «al-Atrâk al-Barâniyin» yani Baran Türkleri kaydını hatırlıyor. Karakoyunlu hanedanının mensup olduğu boy da Baranlı'dır» (13). Görülüyor ki, Prof. Togan, zengin atıflarda bulunarak, Baran Türklerinden, Baran Urfu'ndan, Baran Kabilesi'nden bahsediyor. Bu açıklamalar ortaya koyuyor ki, Kurmanç Dili adı verilen ve Türkçe ile ilgisi bulunmadığı ileri sürülen bir lisan içinde, «Koç'u ifade eden «Baran» kelimesi, çok eski Türk boyları ile ilgilidir ve Türkçedir ve gene Türkçe olan «Koç» kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır. Gene bu izahat gösterir ki, diğer Kurmançlar gibi Karakeçililer de, Karakoyunlu Türkleri ve diğer Türkleri ve diğer Türk uruk ve boyları ile akrabadırlar.

(11) Prof. Dr. F. Sümer, «Oğuzlar» kitabındaki listelere bk.
(12) Prof. F. Sümer, Kara-Koyunlular, s. 16-17.
(13) Prof. Z.V. Togan, Uumumî Türk Tarihine Giriş, s. 46, 181.

Meşhur Kürdolog Minorsky, «Baran» kelimesinde kavmî rabıta yoluna gitmeyerek, coğrafî bir münasebet buluyor. Buhara ve Merv yakınlarındaki «Baran» köylerinden bahsederek, tezini kuvvetlendirmeğe çalışır (14). Böyle köylerin olması kavmi bir bağın olmadığına delil teşkil etmez. Yukarıda Prof. Togan'ın ifadeleri ile açıkça görüldü ki, «Baran Türkleri» vardır. Minorsky, Kürt kelimesini, Ksenofon'un Karduk'larına bağlamaya çalışırken de aynı sakat yolu takip ediyordu. Yukarda en kuvvetli delillerle «Kürt» kelimesinin Türkçeden geldiğini ve «Kürt Boyu» nün bir Türk boy'u olduğunu ortaya koyduk. Bütün Türk dünyasında köy ve şehir adları, uruk boy ve oymak adlan ile ilgilidir (15). Prof. Sümer'in yazısında İlhanlı, Celyirli ve Eretna paralarının «Baran» adlı bir darp mahallinde basılmış olması da bu gerçeği değiştiremez.

Karakeçili beylerine «Mirek» veya «Beyler» dendiğini yukarıda söylemiştik. Mirek'lerden Mükrîm Beyin dayısı Bozan Bey, 1920-24 yıllarında Urfa Milletvekili olmuştur. Meclis Abdümü'ndeki papak'lı resminin altında —ki Karakeçililer de bu eski baş giyim vasıtasına, eski Türkçe şekliyle, aynen papak derler.— «Suruç Aşireti Reisi Bozan Bey» kaydı bulunmaktadır. Demek o zaman, Karakeçililer'e Suruç kasabasına izafeten bu isim verilmiştir. Bu noktada, Karakeçililer ve Urfa'daki Kurmanç'lar arasında çok kullanılan Bozan ismi hakkında bilgi vermek iyi olacaktır. Prof. Zeki Velidi Togan'ın kayıtlarından öğrendiğimize göre, Afganistan, Özbek kabileleri arasındaki «Katagan uruğunun» üç oymağından biri olan «Türt-Ata'nın dört arasından biri olan «Mârdad'ın üç tire'sinden biri «Bozan»dır. Özbek'leri «doksan iki boy Özbek» (Toksan iki bavlı Özbek) diye gösteren bir «Nesebnâme», Özbeklerin Altın Orda zamanındaki, yani Mangıt-Nogay ve Kazakların ayrılmalarından önceki heyette bulunan kabileler arasında «Buzan» da vardır. Ayrıca Astarhan civarındaki bir yaylanın adı da «Buzan Yaylası»'dır. Sultan Melikşah'ın maiyetindeki Selçuklu Oğuz Beylerinden birinin adı «Bozan Beğ» (16) veya «Emir Bozan»'dır (17).

(14) V. Minorsky, «The Clan of The Qara-Qoyunlu Rulers», Köprülü Armağanı, s. 84-395.
(15) Bu hususta şu makalemize bk. «Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Adlan», Reşid Rahmeti Arat için, Ankara, 1966, s. 176-188.
(16) Prof. Z. V. Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) Tarihi, s. 43, 45, 139.
(17) Doç. İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melik-Şah Devrinde Büyük Selçuklu imparatorluğu, istanbul, 1953, s. 59, 91. 93.

Siverek'e bağlı Karakeçili köylerinin bir kısmının isimleri şunlardır :

1. Ağören,
2. Deliktaş,
3. Karayük, (Karahöyükün bozulmuş şekli olmalı),
4. Karadibek,
5. Kurtini,
6. Başıbüyük,
7. Göllü,
8. Mezra (Mezrea'dan gelme),
9. Mizar, (yeni adı: Karakeçili, nahiye merkezidir),
10. Karacaviran,
11. Çabakçur (Bingöl'ün eski adı Çapakçur idi, buna dair açıklamayı aşağıda vereceğiz),
12. Azimülk,
13. Karafirk,
14. Keş,
15. Beyan,
16. Timeyti,
17. Uzuncuk,
18. Uzunziyaret,
19. Üzümkar, (üzüm bağları var),
20. Zilfil,
21. Kıliçek,
22. Kızılali,
23. Daşlı (Taşlı),
24. Beyali,
25. Torunali,
26. Kabik,
27. Bozkuyu,
28. Kabasırt,
29. Kabahaydar,
30. Celâbder (yeni adı: Tanrıverdi),
31. Kapaklı,
32. Gelâ (Kale),
33. Kazanî
34. Boğdük,
35. Kırbanî,
36. Mehmedihan,
37. Şevek,
38. Payamlı,
39. Kantara,
40. Mehmetverin,
41. Kurbağalı, (koy civarında bataklık var).
42. Sülüklü,
43. Sadıklı
44. Salor,
45. Cipini,
46. Çandırkeş,
47. Mezincik,
48. Toru,
49. Osmanbey,
50. Saluca.

Yukarıda sıraladığımız köy isimleri, açıklamaya lüzum göstermeyecek derecede öztürkçedir. İçlerinden birkaçının manasını daha da derinleştirerek açıklamakta fayda vardır. Bilindiği gibi bütün Türk illerinde, tepeciklere, insan eliyle yapılan toprak yığınlarına «höyük» denir. Karayük (höyük) köyü adını buradan almıştır. Türkiye'nin her tarafında «Karacaviran» isimli köyler mevcuttur (Karstan Aydın ve Edirne'ye kadar). Türk boyları, Bizans Roma ve diğer eski kavimlerden kalma koy ve şehir yıkıntıları, harabeleri civarına gelip yerleştiklerinde, bu harabelere «Viran» veya «Ören» adını vermişler ve toprağın rengine, çevrenin şartlarına göre buna bir (Ak, kara, kızıl) sıfatını ekliyerek, Karacaviran, Karacaören, Akören, Kizılcaören v.s. gibi köy isimleri türetmişlerdir. Burada adı geçen Karacaviran köyü de bu kaideye uymaktadır. Çabakçura gelince, bu kelimenin tam karşılığını bilmemekle beraber, «Çabak» ve «Qur» kelimelerini bilmekteyiz. Eğer bu kelime birleşik bir isimse, o takdirde şu açıklamayı yapabiliriz: Kaşgar'lı Mahmudun Divan'ında «Çabak» kelimesinin, Orta Asya'da ufak bir göl balığının adı olduğu açıklanmaktadır, (bk. Divan, I, 381). Eski Uygur Türkçesinde ise «Çur», bir rütbe demektir (Caferoğlu Sözlüğü, sf. 66). Eğer bu kelimenin aslı «Çor» idiyse, manası eski Türkçe'de «sarılgan bitki» demektir (Divan, III, 121, 122). Yörükler, «Çor» kelimesini «sakat, çürük» anlamında kullanıyor. Bulgar Dağı'nda bir Karakoyunlu obasında, Yörük kadınlarının, at sırtında yaylalara satmak için öteberi getiren bir satıcıdan alışveriş ederken, «Qorlu» diyerek, sakat, kurt yeniği olan elmaları almak istemediklerini görmüştüm. Trakya'daki «Çorlu» kazasının adı da buradan gelmiş olsa gerektir.

Gerek Siverek'in Çabakçur köyü, gerek Bingöl'ün eski adı olan Çapakçur, manalarını açıkladığımız kelimelerle ilgili olabilirler.
«Keş», Kaşgar'lı Divan'ından başka, Orhun kitabelerinde bile geçmektedir. Bu son kaynakta adı geçen kelime, «okluk, ok konulan şey, sadak» demek oluyor (18). Yörük ve Türkmenler, bir nevi çökeleğimsi peynire «Keş» adını vermektedirler. Silifke ve Erdemli taraflarında konup göçen, bugün ise Erdemli'ye yerleşmiş bulunan iki Yörük oymağının adı «Keş» kelimesinden meydana gelmiştir: Karakeşlî ve Keşlitürmenli.
Beyan, «Beylere» Kazanî, «Kazanlı» demek olabilir. Payamlı bademli demektir. Gerek bu bölgede, gerek Batı Anadolu'da, bademin adı payamdır. Denizli'nin Acıpayam Kazası ismini buradan almıştır. «Payam» la söylenen birçok köyümüz vardır. Yörükler karışık şeye çandır derler. Çandırkes bu duruma göre karışık peynir, demek oluyor. «Salor» ve «Cipini» ise, «Salur» ve «Çepni»nin bozulmuş şekilleridir. Demek ki bu iki köy, Salur ve Çepni boylarına mensup iki oymağın, iki Oğuz göçebe obasının buralara yerleşmesi ile vücut bulmuştur.

KARAKEÇİLİLERDE MADDİ KÜLTÜR

Otuz kırk yıl önce göçebeliği terk ederek, yerleşik ziraat kültürüne geçen Karakeçililer, çadırı da terk ederek, köylerde yaptıkları evlerde oturmaktadırlar. Fakat yaz aylarında çadıra çıkanlar gene bulunmaktadır. Karakeçili Nahiyesinde muhteşem bir bey çadır) gördük. Onbeşi ortada, onbeşi bir tarafta, onbeşi de diğer tarafta olmak üzere kırk beş direkli, otuzbeş metre boyunda bir kara çadır (Kone reş). Yörük çadırlarından biraz farklı olmakla beraber, onları andırıyor. «Reş» kara, «Kon» da «Çadır» demek oluyor. Bazı Yörük oymaklarında, obalarında, kolan ve çadır dokumak için kullanılan basit tezgâhlara, Yörüklerin «Kon tezgâhı» dediğini görmüştük. Acaba buradaki «Kon, konmaktan mı geliyor? Kumançların çadır yerine kullandıkları «Kon» da oradan mı doğmuştur, kat'i birşey söylenemez. Fakat bir yakınlık göze çarpıyor.

Çadır önce, haremlik, selâmlık olarak, «Berdi» den yapılmış «Çit» le ikiye bölünür. Harem kısmı da, «Argon» denen mutfak ve ocak ve «Köz» adı verilen odacıklara ayrılır. Kamışı yan yana bağlarlar, üzerine renkli iplik sararlar ve halı, kilim gibi nakışlar mey dana getirirler. Karşıdan bu kamış duvara bakınca, insan dikine tutulmuş bir halı seyrediyor sanır. O kadar göz alıcı, zevk verici, sanatkâranedir. Berdîden meydana gelen duvara «Çit» dendiğini söylemiştik. Türk erkek isimleri arasında «Berdi» ismini de görüyoruz. Nitekim Altın Ordu devletinde «Berdi Bek» tanınmış bir şahsiyetti. Aynı kelime bugün Türkiye'nin bir çok yerinde aşağı yukarı ayın manada kullanıldığı gibi, Orhun Kitabelerinde de geçiyor ve «Kamış vesaireden yapılan kulübe, çit, sınır» diye bahsediliyor (l). Kaşgarlı Divan'ında ise şu şekilde izah ediliyor: «Kamıştan veya dikenden yapılmış duvar veya hüğ, çardak. Üzerine alaca nakışlı Çin ipekllis»i (2) Anlaşılıyor ki, yabancı kuvvetlerin bizden koparmağa çalıştıkları insanlar, en eski mesken şekilleri olan çadırın bir parçasına «Çift'e» verdikleri ismi, Orta Asya'dan, binbeş yüz yıl öncesinden getirmişler, kaybettikleri birçok kelimeye rağmen bunu yaşatabilmişlerdir.

Hem mutfağa, hem de ocağa «Argon» diyorlar. Kelimenin menşe ve manasını bulamadık. Yalnız eski Türk kaynaklarında «Argın» ve «Argun» kelimeleri mevcuttur. Argın, Kıpçak grubundan bir uruktur (kabiledir) (3). Argın (Argun) kabilesi, üç büyük şubeye ayrılır: «Mumun, Kuvandık, Süyündük» (4). Ayrıca, Babür'ün 913 (1507/1508) te Argun'ların daveti üzerine Kandahar'a doğru yola çıktığını biliyoruz (5). Argun, «Sıçan cinsinden yarım arşın uzunluğunda bir hayvan» adıdır (6). Güney Doğu Azerbeycan'da, Maraga yakınında bir bölgenin adı «Arkun»dur.
Dokuma tezgâhında kulandıkları demir tarağa, «Kerkit» adını veriyorlar. Yörükler buna «Kirkit» derler. Yağ çıkarmak için tuluğu astıkları çapraz üç ağaca «çatme» derler. Yörüklerde bunun adı «Çatma»dır. Sayısız benzerlikler bulmuş durumdayız. Fakat bunların hepsini açıklamak geniş yer alacağından kısa kesiyoruz. Sadece deve isimlerine dair bir iki açıklama yaparak ve kadın kemerlerinden bahsederek, Karakeçililer bahsine son vereceğiz. Onlardaki gelenekler, bazı kelimeleri, diğer boyları açıkladıktan sonra, yeri gelince, gene kısa olarak ele alacağız.

(18) H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, III, 163.
(19) H-. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul, 1940, c. l, 170,174; III, 147.
{20} Kaşgarlı Mahmud, Divan Lügat-it-Turk, l, 320, III, 120.
(21) Prof. Z, V. Togan, Türkilİ (Türkistan) Tarihi, s. 29.
(22) Prof. Abdülkadir inan, Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1968, s. 4.
(23) Babür, Vekayi, Ankara, 1946,c. II, s. 665.
(24), Dîvan (Kaşgarlı), l, 120.

Karakeçililer, devenin üzerine konulan semerimsi şeye, Yörükler gibi «Havut» derler. Havut üzerindeki bir çift ağaca, «Katap» derler. Yörükler ise, «Hatap» der. Deveye «Devey» derler. Dişi deveye «Meye» derler. Yörükler buna «Maya» adını verir. Bazı yerlerde kadın güzelliği bu sıfatla tarif edilir. «Maya» kelimesi, bir deve ismi olarak Orkun Kitabelerinde, bin beş yüz yıl öncesi Orta Asya Türklüğünün maddi kültürü olarak aynen geçmektedir (7). Karakeçililer tefekküre dalmış gibi oturup, geviş getiren bir deveyi «Lök» kelimesi ile analar. Yörük ve Türkmenler'de de kelime aynen ve aynı manada kullanılır. Ağırbaşlı, az konuşan insana «Lök gibi oturuyor, maşallah» denmesi bundan ötürüdür ve eski Türk göçebe kültürünün halen kültürümüzde yaşamakta oluşunun delilidir. Devenin hamuruna (deveye çiğ olarak verilen burçak hamuru), Karakeçililer «Lök» derler. Hazmedilemiyen, mideye oturan yemek için, «mideme lök gibi oturdu» lâfında Karakeçililer'in deve hamurundan gelmedir. Aşiret reisinin karısı için deve havudu üzerine yapılan, çıtadan, kenarları Derdi'den ve üstü örtülü yere «Hanayi adı verilir. Diğer kadınların deve üstünde yapılan mahfillerine «Toğda» veya «Toda» denir.

Kadınlar bellerine, gümüşten, çok süslü, işlemeli, kıymetli «Kember» denen kemerler bağlarlar. Aynı kemerleri, farklı olarak ve gene gümüşten yapılmış şekilde, Bilecik-Adapazarı-Eskişehir Karakeçili Yörük kadınları da kullanmaktadır. Bu giyim tarzı çok eski bir Türk geleneğidir. «Hemen hemen bütün Orta Asya'da ele geçen heykellerin birer kemeri ve bu kemerin yanlarından sarkan birer süs uçları olduğunu biliyoruz. Kuray ve kudırge'deki Göktürk buluntuları da, bu kemerlerin mevcudiyetini açık olarak ispat etmiştir. Kayışın üzerinde madenî plâklarla süslenirdi. Sarkan uçların hepsi aynı boyda idiler. Bu kemer şekli Turfan'da ve Avrupa Avarlarında çok yayılmıştı. Altaylar'da bilhassa Tuva eyaletinde bulunan heykellerde, bu kemer uçlarına çok rastlanmıştır. Tuva heykellerinin bu kemer uçları çok mübalâğalı bir şekilde süslenmiş Kuray Kurganlarında bulunan bir kayış ucunda, Göktürk yazısı ile bir Kitabe de vardır. Kemer için «Kursak» deniyordu.

(25) Bk. Eski Türk Yazıtları, II, 85-86.

Göktürkler devrinde kemere takılan ve içine çakmak taşı ile «kav» konan, deriden veya kumaştan yapılmış bir çanta çok yayılmıştı. Bu çantalar, Altay, Tuva ve Orhun bölgesinde umumiyetle yuvarlak idiler. Kırgız ülkesindeki bazı heykellerin iki tane çantası vardı. Orhon kitabelerinin yanında bulunan bir heykelin, çantasının üstten bir kapağı da vardı. Kapak üğerinde bir sırım, çantadaki delikten geçirerek kilitleniyordu. Tuyakta kurganlarında bu çantaların kumaşlardan yapılmış tiplerini görüyoruz. Çakmak taşı ve kavlara da Kudırga kurganında rastlanmıştı. Göktürk devrinin bu çantaları Volga Bulgarları kültür çevresinde daha çok yayılmıştır» (8). Bu uzun iktibastan anlaşılacağı üzere, Karakeçili Yörükler ve Urfa Karakeçilileri kadınları, eski Türklerdeki kemer kültürünü yaşatıyorlar. Yalnız o zaman bu kemerleri erkekler de takıyor. Bu gün ise, gümüşlü kemerler kadınlar tarafından takılıyor, deriden yapılan, kav çakmak konulan kemerler ise erkekler tarafından kullanılıyor. Yörükler, Aydın, İzmir, Zeybekleri bu kemerleri kullanırdı. Dinar Türkmenlerinde, meşin kemerlerin kullanılmakta olduğunu yakında tetkik fırsatı bulduk.

Rasonyi'nin kaydettiğine göre «Romalılar, Hun kemerlerini en değerli ganimet sayıyorlardı (9). Bu Hun kemerleri, yukarıdan beri anlatmağa ve bugünkü Türkiye'de yaşadığımız, kullanıldığını izaha çalıştığımız kemerlerden başka bir şey değildir. Bu kadar delil, Urfa Karakeçililerinin ve diğer Kurmanç'ların Türk asıllı olduklarını açıklamağa yeter. Bununla beraber, biz gene başka deliller bulacak, diğer boyları açıklarken bunları da izah edeceğiz. Bilecik Karakeçili Yörükleri, kendilerinin «Karakeçili» değil, «Karakeçeli» olduklarını, bir padişahın hışmından korkarak atalarının, aşiret isimlerini değiştirdiğini, gizlediğini iddia ederler. Aynı rivayeti Urfa Karakeçililerinden de dinledik.

(26) Doç. Dr. Bahaeddin öğe!, islâmiyetten Önce Türk Küftür Tarihi, Ankara, 1962, s. 156-157.
(27) L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s, 74.

Ziyaret -> Toplam : 125,34 M - Bugn : 99557

ulkucudunya@ulkucudunya.com