« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Tem

2011

Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun fikirleri

M. Necati Sepetçioğlu 01 Ocak 1970

İslâm dininin iyi bir inançlısı olmaya gayret ediyorum. Çünkü bu dinin insanlığı, bir türlü bulamadığı, ya da buldurulmak istenmeyen, huzura kavuşturacağını biliyorum. Pek uzak olmayan bir zamanda öteki dinlerin zorluları (bu kelime yolcuları da olabilir) da bu gerçeği göreceklerdir. Gözlerinin önünde canavarlaşmış bir put, para. Nece vakit geçer akça olabilir ki? Binlerce yıldır yaşanan küçük fakat günümüzün çekirdeği olan paracılık çöküşleri gibi şimdiki bu durmadan körüklenen kazanma, hep maddeyi kazanma hırsı da ruhu öldürecek. İslâm’ın apaçık gerçeklerinin dışında bir güç o öldürülen ruha nefes aldıramayacaktır.

Rusya’nın Komünist cenderesi nasıl çöktü ise Amerika da daha değişik bir son yaşamayacaktır. İsteyen istediği kadar gülsün şu sözüme: Bin yıl önce de denedikleri, birkaç kere gerçekleştiğini zannettikleri Avrupa Birliği oyunlarının başarılı bir son yaşayacağına inanmıyorum; yaşarsa ömrü komünizmin ömrü kadar da sürmez. Yine millî devletler, yine birbirleriyle yakınlaşmayı yaşayabilecek aynı veya yakın inançlıların millîliği yok etmeyen Birlikleri devlet olarak var olacaklardır. Dinler tarihini din dışı târih ile birlikte seyredebilirseniz sıkça zencirlenen sebep-sonuç tekrarlarını görür ve okuyabilirsiniz. Yakaladığınız yanlışların doğrusunu yaşarsanız öne geçmek zor olmaz.

İslâm için Araplardan sonra bir ara İran fakat asıl yürüyüş Türklerle varabileceği yerlere vardı. Sıfır noktasından bugüne çıkan çıka ine gelen çizginin her noktası Müslüman Türk aklının merceğinden tekrar tekrar gözden geçirilmeli yükselişler çıkışlar tekrar yükselişler ve sonraları gözden geçirilmeli; zayıflıklar, belirsizlikler, kopukluklar. Kısacası yükselişi eğrilten engeller bir bir bulunmalı, sebepleri tekrarlanmayacak reçeteler yazılmalıdır. Çünkü ben geleceğin ne Amerika ne Rusya ne de Avrupa Birliği’ni zorlayanların elinde olduğuna inanmıyorum. Kim Rusların çıkarına çalışan komünizmi (Mark+Lenin+Stalin Budalılığını) alkışlayanların bugün insan hakları gerçek (sahtesi de varmış gibi) demokrasi şu bu eliyle ortalıkta görünen güç odaklarının alkışlamalarına aldanmak geçmişteki hatâlarımızdan bizim daha yaşamak (?) olur. Değişmez yasa, Kur’an-ı Kerim ve onun uygulama alanı olan tabiatı iyi anlamak görebilmek ve zamanın hiçbir vakit tersine dönmeyecek olan akışını doğru ölçerek gidilmesi gerekecek yolu ve menzilleri iyi+doğru+güzel temellerine oturtmak şarttır.

Türklerin bir kaç bin yıllık Devlet gelenekleri vardır Devlet geleneği, önce insanı sağlam tutmak ile başlar. Ayrıca, ‘Birlik’i esas alarak bir kısım araştırıcıların yanlışlıkla (Şaman) dedikleri Tengri=Allah inancından Budizm, Mani hatta Hıristiyan, parçalı da olsa Mûsevi dinlerinin hepsini denemiş fakat İslâm ile birlikte hem ruh beden perçinlenmesine kavuşmuş hem de kutsal görevine değişik bir yüceliş ile dönmüş olan Türkler, birkaç bin yıllık Devlet geleneğini, insanı yaradılmışların en değerlisi kabul eden İslâm gözüyle de aziz bilerek, sağlam ve aziz insanın dünyası için alın teri dökmüşlerdir. Bu alın teri zamanı da, az önce söylediğim gibi günahları ve sevaplarıyla birlikte tekrar tekrar gözden geçirilmelidir. Küçümsenirse geleceğin yıkımı olur; abartılır ise yanlış yollara götürür. Günahları tekrarlamamak, hatâları hiç denememek üzere gelecek hazırlayıcılar, önce milletlerinin yani Türklerin gücüne, birikmiş hazinesine inanmak mecburluğundadırlar.

Amerikan ölçüsüyle Türk elbisesi dikemezsiniz; Rus kalıbına göre yapacağın ayakkabı Türkün ayağını sıkar. Greko-Romen-Cermen dikişler, Hıristiyan-Musevî ipliklerinden oluştuğu için Müslüman Türk ruhunu cendereye alır. Geleceği elinde tutacak olan atılımlar geçmişinin arınmış arıtılmış kaynaklarından fışkırmayı denemiyorsa denize ulaşamadan kuruyacaktır.

Bir soruya bu kadar uzun cevap vermemeliydim. Lâkin kısası da yetersiz olurdu; bu bile bence yetersizdir. İbni Haldun’un değdi gibi ‘Suyun suya benzediği gibi gelecek de geçmişe benziyor’ ise Türkler… inançsızlar ile ezelî ve ebedî Türk’e ve İslâm’a hasım, kinli ve nefretli olanlar nece yırtınsalar da Türkler geleceği, geçmişteki hatâlarının tekrarlanmamak şartıyla geleceği yönlendireceklerdir. Yeter ki Kur’an-ı Kerim’in diriler için, diriltici, diriliği buyurur bir ilâhî yol gösterici olduğuna inanıp ölüler için okumaktan vazgeçelim; uygulama alanı olan tabiatı doğru okumayı öğrenelim; insanın insana en büyük kötülüğü ise işkencesi olan yalan ile adam kandırmayı hüner sandıranların ardından değil insanı aziz Türkü yüce bilenleri sevelim.

Eğer 1980’den sonra paracılığı hüner, para peşine koşmayı marifet, beyin gibi bir Allah bağışını paragöz bir yirminci yüzyıl düşünüşü yerine koymayı gözüaçıklık+zekâ belirtisi+ustalık ve bunun gibi küflenmelerden başka bir şey sanmayan zavallıları Türk gençliği kabul ediyorsak sonumuz yazık ki uçurumdur. Ahlâksızlığın bile ister istemez kendi ahlâkını oluşturduğu bu dünyada böyleleri elbette çoğunlukta değildi. Lâkin azınlıklarıyla çoğunluğun gücünü kırıyorlar. Ne yazık ki Firavunlardan ve Nemrutlardan beri görülen, üstelik sonuçlarını da bildiğiniz halde bu tür insanlar Firavunluğun ve Nemrutluğun her tür hazlarıyla sarhoşluklarını, sonuçlarına katlatma pahasına yaşayacaklardır.

Bunlara rağmen başka gençler de var. Umut gençleri. Onlar paracı zenginliğin çevresinde değildir. Ve sular arasından çıkmayacaklardır. Lâkin inancın huzurunu arıyorum mutluluğunu yaşayacağım diye ‘sığınak ve barınak’ arayanların Firavun ve Nemrut hayatına bir başka yoldan hazırlanmasını da az önce söylediğim çevre içinde düşünmek korkusu yaşanılmakta.

Yalansız kandırmacasız, hele kutsallıklara bürünerek yalanı ve kandırmayı; ya da çağdaş, lâik, yurtsever, şu bu gibi aziz bilinmesi gereken ilkeleri Firavunlaştırıp Nemrutlaştırmayı düşman; insanı aziz ve bir yaratılış mucizesi, kutsal bir emanet bilmeyi baş tacı bilir isek kazanırız. Birkaç bin yıllık devlet geleneğimiz bin yıllık İslâm ahlâkımızın oluşturduğu millî yapımız bizi kazanca götürebilecek yapıdadır.

Ya üç yaşındaydım ya da biraz daha küçük diyelim. Zile’ye -benim doğduğum büyüdüğüm kenttir-, Ramazanlarda dışardan vaiz efendiler gelirdi. Bir Rumeli ağzı konuşur, Rumeli yüzlü apak hoca, öğle ile ikindi arası vaaz ederken benim çok sonraları birkaç yerde yazdığım, Öyle Bir Büyülü Dünya ki. kitabıma da aldığım Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in bir bağışını anlattı, bilmeden de benim yolumu açtı. Yüce Peygamber ashabıyla bir şehir dışı yürüyüşündeyken yol kıyısına bırakılmış bir leşe rastlarlar. Çok kötü koku, ashabı perişan eder, hızlıca geçmek isterler. Yüce peygamber ise, doğruca leşe yürür, başında durur, bakar. İster istemez yaklaşan ashaba leşi gösterir: ‘Bakar mısınız?’ buyurur; ‘Şu çürüyüp kokan leşteki inci muntazamlığında duran dişler ne kadar düzenli, ne kadar güzel!’ O yaşımda çirkindeki güzeli bulup gösteren bir peygambere inanmış olmanın mutluluğunu yaşadım; çirkindeki güzelliği anlattım, güzelin çirkinliğini aramadım. İyiyi, doğruyu, güzeli söylemeyi görev bildim.

Türküm, diyorum, sık sık Türk’ten söz ediyorum, Türk’ü yüceltecek her yolu deniyorum. Lâkin Türk olmak önemli değil bence. Çünkü o bir doğuştur. Türk gibi olabilmek, Türk gibi yaşayabilmek önemlidir, onurlu olmaktır bu. Cumhurbaşkanından yol süpürücüsüne, dağdaki çobandan köydeki muhtara Türk gibi yaşama onuru ile zenginleşmesini bilmiyor ise Türk olmuş, Kürt olmuş neye yarar?

Cami bir mekteptir, okuldur. Kulun sahibi ile hemhal olduğu yaradan ile yaradılan arasındaki perdenin kaldırıldığı yerdir ve orada bütün kirlerinden arınmış kulların oluşturduğu toplumun kazanacağı ve kazandıracağı her tür zenginlik ise milleti de devleti de sağlam ve güçlü kılar. Ahiretinden çekinen insanın dünyada huzursuzluk, kargaşa yaratması mümkün değildir. Kargaşa parayı, durmadan parayı tembihleyenlerin eseridir; caminin tenbihi ise dünya ve ahiret dengesinde bir düzene hazırlamak içindir. Bu bakımdan gayretlerimizin eseri olan kitabınızı da takdir etmemek günah olacaktır. Ne var ki, câmii günahlarımızı örtecek bir kubbe ya da dam yerine koyarsak önce biz kaybederiz.

En son Türk Osmanlı İmparatorluğu, İslâm dışı İslâm’a karşı bütün güçlerin gözlerini yıldırdı. İslâm dışı, İslâm içi küflenmişleri de kullanarak sık sık âli yapısından inanç birlik bütünlüğüne bizi biz yapan neyimiz var ise hepsine birden savaş ilan etti. Bölmek, parçalamak, zayıflatarak yıkmak ve güçsüzleştirmenin her yolu denendi. Denemiyor, denenecektir. Söz konusu ettiğimiz ikiliklere biz tekleştirsek, bire indirsek bile yenisi denenecek, yepyeni ikilik tohumları yeşertilecekti. Mehmet Âkif’in ‘tefrika’ dediği asıl tehlikenin ikilikler, süreklik ikilikler yaratmanın Türkleri ancak durdurabileceğini ordan da biliyor çünkü. Bizim aklında kavak yelleri esen zıpçıktı aydınlarımız gibi onlar da biliyor.

Yalandan uzak durmalarını Allah’ın dünyaya bir büyük lütfu olan insana saygı duymayı, onu sevmeyi, incitmemeyi ve kandırmamayı kendilerine yol bellemelerini bir miras olarak kabul etmelerini isterim. Demokrasi de budur zaten, hukuk üstünlüğü de budur, insan hakları da. Ve bunların hiç biri de İslâm’ın dışındaki hiçbir gücün elindeki zenginlikler, üstünlükler değildir. Birkaç bin yıldır Türk olarak, 1500 yıldır da Müslüman Türk olarak zaten bunlar bizim zenginliğimiz idi. Aşağılık duygusuna kapılıp boynu eğik yaşamanın ne gereği var? Kimse kimseden üstün değil; hele Batı hiç değil, hele hele Batıcılar hiç, hiç, hiç değil. Allah’a emanet olunuz!

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 56436

ulkucudunya@ulkucudunya.com