EVET ATATÜRK MATURİDİ MEŞREBDİ
Atılgan BAYAR 17 Temmuz 2007
Teoloji bilmeyen niçin devlet yönetemez?
Geçtiğimiz günlerde, Emekli Büyükleçi Gündüz Aktan,
bir mülakatında CHP'de değil de MHP'de siyaset
yapmasını iki sebebinden birinin CHP'nin laiklik
konusunda Atatürkçü Doktrin'den belirgin bir sapma
göstermiş olmasına bağlıyordu.
Aktan, Mustafa Kemal'in İmam Maturidi anlayışında
olduğunu, 'biz amelde Hanefi, itikatta Maturridiyiz'
sözlerini Meclis kürsüsünden Seyit Bey'in yaptığı
konuşmaya koydurmasıyla ilan ettiğini de ima etti.
Konu geçtiğimiz haftalarda basında çok tartışıldı.
Örneğin, 'herşeyi bilen adam' Taha Akyol, konuşmayı
Mustafa Kelam'in yazdırdığına pek kani olmadığını
ifade etti ve sonra da muhteşem teozojik makalesini,
'Türkiye'nin liberal laikliğe ihtiyacı vardır,' diye
bitirdi. Ne demekse?
Şimdi hariçten, ve işkembe-i kübra'dan tartışmaya
katılanları bir yana bırakırsak, ben bu sütunlarda
öncelikle Mustafa Kemal Atatürk'ün aynen Gündüz
Aktan'ın ifade ettiği gibi Maturidi Meşreb olduğunu ve
Türkiye Cumhuriyetinin bireylerinin Teolojisini bu
mezhebe göre inşa etmek istediğinin bir başka kanıtını
burada açıklamak istiyorum.
Medyada ilk kez açıklanıyor:
Mustafa Kemal Atatürk kişisel harcamalarından bir
bölümünü ayırarak, bugün Türkiye'de en yaygın tefsir
olarak bilinen Elmalılı tefsirini kaleme alan Hamdi
Yazır'dan bu meşhur tefsiri çalışmasını istemiştir. Bu
tefsir için bir kontrat da yapılmıştır. Mustafa Kemal
Atatürk, bu kontratın maddeleri arasına, 'bu tefsir,
Hanefi fıkhı ve Muturidi itikadı üzerine kaleme
alınacaktır,' maddesinin konulmasını bizzat talep
etmiştir.
Sonraki yıllarda da Diyanet İşleri Başkanları'nın
Maturidi ekolden seçilmesi bir tesadüf değildir.
Maturidi'liğin bugün 'islamofaşist' yönetimleri
besleyen Selefi ekollerden temel farkı, laikliği İslam
içi kaynaklardan üretmeye başlamış olması, diye
düşünebiliriz.
Gündüz Aktan'ın Radikal gazetesine verdiği mülakattan
bir gün önce, benimle Akşam Gazetesi için Aycan
Saroğlu'nun yapmış olduğu röportajda Kemalist
Laisite'nin 'ithal bir kavram' olmadığını, kendi
kültür evrenimiz içinde üretildiğini ifade etmeye
çalışmıştım.
İşte bu tezin temel dayanaklarından biri de İmam
Maturidi doktrini ve bu doktrin üzerine yaşanan geniş
tartışmalardı.
Maturidiliğin özelliklerine dönersek; islam teozojisi
içinde, dini öğrenme unsurlarını iki temelde 'nakil ve
akıl' olarak ifade eden İmam Matudidi, bu iki kaynağın
her birine de aynı derecede önem vermiş ve
birbirlerini doğrulaması koşulunu aramıştır.
Nakil, Kur'an ve Sünnet'i içermiş; akıl özgür bireyin
özgür sorgulama yeteneğini ifade etmiştir. Bu
kapsamda, göreceliliğin de önemine binaen İmam
Muturidi, yapmış olduğu Kur'an tefsirine 'tefsir',
açıklama ismini koymaktan çekinmiş, tevil kelimesini
seçerek, 'yorumlardan biri' ifadesini tercih etmiştir.
Maturidilere göre, iyi-güzel (hüsün) veya kötü-çirkin
(kubuh) akıl yoluyla bilinir dolayısıyla bir şey
iyi-güzel olduğu için Allah tarafından emredilmiş,
kötü-çirkin olduğu için de yasaklamıştır. Eşarilere
göre hüsün ve kubuh akılla bilinemediğinden dolayı
Allah, bir şeyi emrettiği için güzeldir, nehyettiği
için de kötüdür.
Selefi ekol, büyük günah işleyenleri kafir kabul
ederken, Muturidi ekol onları günahkar müslüman kabul
etmiştir.
Ancak en önemlisi, Maturidi ekolün, devlet
yöneticilerinin meşuiyetlerinin kaynağını ilahi güçten
almaya çalışmalarına derin bir eleştiri getirmesi
olmuştur. İmam Maturidi döneminde, devlet yöneticileri
tarafından kullanılan, 'şeninşah, yeryüzünün sultanı'
gibi sıfatlara karşı çıkılmış ve Cuma hutbelerinde bu
sıfatların kullanılması eleştirilmiştir.
Zaten, hilafet makamının kaldırılması konusunda
Mustafa Kemal Atatürk ve din alimi arkadaşlarının
yaptığı çalışmalar da Maturidiliğin bu içeriğniden
beslenmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi'nde Kemalist laisitenin sonu
ise İnönücü laikliğin, 'deizm' denilen 'dinsiz ama
imanlı' bir kavrayışı yerleştirmeye çalışması ile
gelmiştir. 'Din allah ile kul arasındadır' diye
özetlenen bu deist görüş, sosyal yönü imha ederek,
Türk bireyinin laiklik kavrayışında 'deist sapma'yı
oluştururken; Arap-Selefi geleneğinden beslenen
İslamcı hareketler de 'liberal' görüntülü siyasi
yapılar içerisinde neş'et edip gelişirken, bugünki
'Siyasal İslam'a kadar gelen bir eğilimin takipçisi
olmuştur.
Bu açıdan, Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın başlattığı
tartışma Türkiye'nin geleceği açısından belki de
önümüzdeki seçimlerden çok daha büyük bir önem ifade
eden önemli bir açılımı, Cumhuriyet'in din alayışının
ve kendi ürettiği 'laisite'nin kökenlerine dönülüp,
yeniden tartışmasının; belki de yeniden üretilmesinin
ipuçlarını taşımaktadır.
Son söz şöyle olsun: Türkiye'de (aslında dünyanın her
yerinde) teoloji bilmeyen devlet yönetiminde büyük
güçlük çeker.
Bu dindar olsun, olmasın; ateist olsun, olmasın; deist
olsun, olmasın. Her yönetici adayı için böyledir.
CHP'nin en büyük bunalımı da kadrolarının kendi
tarihinin müktesebatından bihaber olmasıdır.
Gündüz Aktan'ın çıkışı, umarım CHP'yi de uyarmıştır.