ESKİ KÜLTÜRÜ BİLMEK ZARURETİ
Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş 01 Ocak 1970
Yeni nesillerimiz eski kültürümüzün değerlerini, geçmişin büyük şair ve yazarlarını iyice tanımıyorlar; onların eserlerini anlamıyorlar. Hâlbuki bunların bugünkü nesillerce mutlaka anlaşılması gerekir. Kökü ve geleceği olmayan bir sanat, edebiyat, fikir ve ilim hareketi olabilir mi?
Eski ediplerimiz, şairlerimiz dilin değişmesi yüzünden bugün okunamıyor. Eski edebi dil olan Osmanlıca’nın bırakılması, dilimizin sadeleştirilmesi zarurîydi. Bu yola gidildi, dilimiz sadeleştirildi, yeni bir yazı meydana getirildi. Yalnız bu durum, eskinin büyüklerini tanımamıza bir engel teşkil etmemelidir. Başka memleketlerde de bizimki kadar çetin olmamakla beraber, aynı meseleler ortaya çıkmış, fakat geciktirilmeden halledilmiştir.
Eski şair ve yazarlarımızı oldukça rahat anlamak, öyle sanıldığı kadar güç bir iş değildir. Birkaç bin kelime ile kırk elli gramer kaidesi öğrenmeğe bağlıdır. Bu kadarcık bir gayret ve zahmet ise, sadece bir şairimizi tanımak için bile sarf edilebilir. Gençlerimiz bu gayreti göstermelidirler. Bunu yaptıkları takdirde önlerinde açılacak ufuk, sanıldığından daha geniş olacaktır.
Maziye, tarihe dayanmayan bir istikbal olamaz. Türk edebiyatının geleceği de geçmiş büyük sanatkârların iyi tanınmasına ve bilinmesine bağlıdır. Yeni büyük eserler meydana getirmek, ancak eski kaynaklardan faydalanmakla mümkün olur. Eski sanatkârların ne yaptığını, ne dediğini, dili nasıl kullandığını bilmeden bir edebiyatçının iyi bir eser meydana getirmesi hemen hemen imkânsızdır.
Eski Türk edebiyatı, çeşitli kollariyle, son derece zengindir. Gerek Divan şiiri, gerek halk şiiri büyük sanatkârlar yetiştirmiştir. Bunları tanımadan, anlamadan mükemmel eserler yazmak düşünülebilir mi? Fuzuli’yi, Bâki’yi, Nedim, Nef’i, Nâili ve Şeyh Gâlib’i, Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı okumamış bir Türk şairi nasıl güzel şiirler meydana getirebilir? Dede Korkut’u, Sinan Paşa’nın “Tazarruât”ını, Naimâ Tarihi’ni, Cevdet Paşa’nın “Kısas-ul-Enbiyâ”sını Namık Kemal, Süleyman Nazif ve Halit Ziya’yı tanımamış bir yazar, nasıl mükemmel bir edebi eser verebilir?
Başka memleketlerde de durum aynıdır. Bir Fransız gencinin Molyer, Korney, Rasin, Hügo, Balzak, Lamartin, Müse, Ruso gibi büyük şahsiyetleri bilmemesi okumaması düşünülebilir mi? Hafız’ı, Sadi’yi, Nizami’yi, Firdevsi’yi, Enveri’yi bilmeyen bir İranlı genç edebiyatçı; Göte’yi, Şiller’i okumamış bir genç Alman genci, Şekspir’i tanımayan bir İngiliz genç yazarı, elbette mevcut değildir. Bütün milletlerin genç nesilleri ve genç yazarları, kendilerinin geçmişteki büyük edebiyatçılarını çok iyi bilmekte, okuyup anlamaktadırlar. Bizim de bu şekilde hareket etmemiz lazımdır.
Büyük edebi eserler, iyi bir terkibin mahsulüdürler. Bizde son yıllarda büyük eserlerin fazla meydana gelmeyişi, büyük bir terkibi yapabilecek edebiyatçıların az oluşundandır. Mükemmel eserler meydana getirmek için, hem divan ve halk edebiyatlarıyla son asır edebiyatımızı, hem de Batı edebiyatlarını iyice bilmek gerekmektedir. Bunun için de eski yazı dilimizi ve batı dillerinden hiç olmazsa birini iyice öğrenmek icap eder. Kuvvetli bir edebi eser meydana getirmek için kabiliyetin yanında geniş bir edebi kültüre ve terkip yapabilme meziyetine ihtiyaç vardır. Bu vasıflara sahip kimseler arasından ancak büyük sanatkârlar çıkabilir. Bunun en güzel örneği Yahya Kemal’dir.
Başka memleketlerde eski edebiyatçıların okunup anlaşılması o kadar güç değildir. Çünkü yazı dili pek fazla değişikliğe uğramamıştır. Bir Molyer’in, bir Şekspir’in dili bugünün Fransızcası ve İngilizcesi olmamakla beraber, arada büyük fark yoktur. Bizim eski yazı dilimiz olan Osmanlıca ise, bugünkü yazı dilimizden bir hayli farklıdır. Üstelik yazı da değişmiştir. Bu sebeple yeni nesillerin, eski yazarları okuyup anlaması güçleşmiştir. Fakat, bu güçlüğün ortadan kaldırılması, eski edebiyat büyüklerimizin yeni nesillere mutlaka tanıtılması gerekmektedir. Çünkü bu, bir milli kültür meselesidir.
Geçmişin büyük edebiyatçılarının yeni nesillere tanıtılması için, bunları eserlerinin bugünkü dille yayınlanması icap eder. Bu hususta bugüne kadar fazla bir şey yapılamamıştır. Yeni dille neşredilen eserlerin sayısı pek azdır. 1951 yılında Maarif Bakanlığı Türk klasiklerini neşir için “Türk Kültür Eserleri Komisyonu” kurmuş ise de, şimdiye kadar ancak birkaç eser çıkarılabilmiştir. Bazı hususi teşebbüsler de ilgisizlik yüzünden başarıya ulaşamamıştır. Bu meseleyi yeniden ele alıp çalışmak gerekir. Yayın sahasında faaliyet gösteren bankalarımız ve müesseselerimiz de bu işle ilgilenmelidirler.
Geçmiş devirlerin büyük edebiyatçı ve fikir adamlarını bugünün nesillerine öğretmek için lise edebiyat derslerinde eski dilin öğretilmesi meselesine geniş ölçüde yer vermek icap eder. Liseler için yazılacak dilbilgisi kitaplarında eski dilin kaidelerini ana çizgileriyle toplu olarak vermek çok faydalı olacaktır. Lise edebiyat kollarında eski dili öğretmek de düşünülebilir. Liselere Klasik Batı şubeleri yanında Klasik Doğu şubelerinin de konması ve eski harf öğretilmesi yıllarca önce teklif edilmiştir. Mecburi tahsilin sekiz yıla çıkarılmasının ve liselerin on iki yıl olmasının düşünüldüğü, müfredat programlarına yeni veche verilmesi istendiği şu günlerde, bu mesele üzerinde de durulması yerinde olacaktır. Hiç olmazsa eğitim enstitülerinin edebiyat bölümüne böyle bir ders konmalıdır.
Eskiyi iyi tanımak ve bilmek insana güç verir. Yeni hamleler de ancak böyle yapılabilir. Uzun atlarken, önce arkaya gidip hız alındığı unutulmamalıdır. Geçmişi bilmek yalnız edebiyatçılar için gerekli değildir. Politikacı da, devlet adamı da, fikir adamı da tarihi iyi bilmeye mecburdur. Geçmişin tecrübelerinden faydalanmadan, bunlardan ibret almadan doğru ve iyi şeyler yapılamaz. Büyük istikballer büyük geçmişlere dayanır. Bu sebeple tarihe, maziye ve eski kültüre saygı duymak, onu iyi bilip tanımak mecburiyetindeyiz. Büyük şair Yahya Kemal, “Kökü mâzide olan âtiyiz.” mısraı ile bu gerçeği en güzel bir şekilde ifade etmiştir.