Giriş
BÖLÜM: BİR
BİZ KİMİZ?
Bu suale bazıları, biz BOZKURTLARIZ.
Bazıları, biz ÜLKÜCÜLERİZ.
Bazıları, biz TÜRK MİLLİYETÇİLERİYİZ.
Bazıları, biz DOKUZ IŞIKÇILARIZ.
Bazıları da, biz TÜRK-İSLÂM ÜLKÜCÜLERİYİZ, diyorlar.
Biz de, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'ne inanan MÜSLÜMAN ve DOKUZ IŞIKÇI
TÜRK MİLLİYETÇİLERİYİZ, diyoruz.
Öyle değişik şeyler söylendi ki, BİZ KİMİZ? sorusu, gene havada kaldı, derseniz. Hayır, hayır! Endişeniz yersiz, deriz. Çünkü, kullanılan kavramlar belki farklı ama, bu terimlere yüklenen anlamlar hep aynıdır.
Ülkücü Hareket'in merhum Başbuğu Alparslan TÜRKEŞ, bize, Bozkurtlar, Ülkücüler ve Türk Milliyetçileri derdi ama bu kavramlara, şu sözleri ile açıklık getirmişti: “Türk Milleti için kurtuluş, yükseliş ve yüceliş çaresi, İslam inançlarıyla Milliyetçilik Ülküsü'ne sarılmaktır. Kendi varlığıyla hızlı şekilde kalkınan, yabancılardan yardım beklemekten kurtulmuş bir Türkiye, ancak, Milli Doktrin Dokuz Işık ile mümkün olacaktır.”
Ülkücü Hareket'in büyük mütefekkiri, merhum S. Ahmet ARVASÎ Hocamız Türk-İslâm Ülkücüleri kavramını kullanırdı ama, “Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk Milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gâye edinen Türk Milliyetçiliği şuuruna sahibim” diyerek, Türk-İslâm Ülküsü'ne “Gâyesi İslâm olan Türk Milliyetçiliği” anlamını yüklerdi.
Biz de, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ diyoruz, ama, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, İslâmî ve Dokuz Işıkçı Milliyetçilik demektir. Ülkücü de, Müslüman ve Dokuz Işıkçı Türk Milliyetçisi.
Hangi kavram kullanılırsa kullanılsın, görülüyor ki, kimliğimizi belirleyen üç unsur var. Birincisi Dinimiz (ki O, aynı zamanda felsefemiz'dir), ikincisi ideolojimiz ve üçüncüsü de
Doktrinimiz. Dinimiz İslâmiyet'tir. İdeolojimiz Türk Milliyetçiliği, Doktrinimiz ise Dokuz Işık'tır.
Ulu ve yüce Allah Araf sûresinin 172. âyetinde “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlarda) Evet (buna)
şahit olduk dediler” buyuruyor. İşte Biz, çok şükür, bunun için Müslümanız. Yani, kalûbela'da ulu ve yüce Allah'a “Evet, Sen bizim Rabbimiz olan Allah'sın” diyerek, Müslüman olmaya söz verdik, bu sözümüzü tutmak için Müslümanız. Ulu ve yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim, Al-
i İmrân sûresinin 19. âyetinde “Hak din Allah indinde İslâm'dır” ve gene, Al-i İmrân sûresinin 85. âyetinde “İslâm'dan başka din asla kabul olunmaz” buyurduğu için, Müslümanız.
Biz İslâmiyet'e, önce ve bilhassa bir Din olarak imân ederiz, ancak İslâmiyet, aynı zamanda Bizim felsefemizdir... Bu ifade ile şunu demek istiyoruz: İdeolojimizin yönünü, şeklini ve sınırlarını İslâmiyet tayin ve tespit eder, bu bir. İkincisi, Felsefî Problemlerin cevaplarını, Biz, İslâmiyet'te arayıp buluruz.
Ulu ve yüce Allah, Hucûrat sûresinin 13. âyetinde de belirttiği gibi, “insanları bir erkekle bir kadından yarattı ve birbirimizle tanışmamız için, bizleri ırklara, kavimlere, milletlere ayırdı” ve bize, Türk Milletine mensup olmayı takdir etti. Biz, bunun için Türk’üz.
Gelmiş, geçmiş ve gelecek insanların en şereflisi, en son ve en büyük Peygamber ve Efendimiz Vedâ Hutbesinde “kavmini inkâr edenlere lânet ettiği için”, biz, Milletimizi inkâr etmeyiz. Türk olduğumuzu gerektiğinde, her yerde ve her zaman söyleriz. Gene Peygamber Efendimiz “vatan sevgisi imândandır”, “kişi kavmini sevmekle kınanamaz” buyurdukları için, milletimizi, Türk Milletini severiz. Sevdiğimiz için, koruruz. Yükselmesini ve yücelmesini arzu ederiz. Bunlar için, canla ve başla çalışırız. Zaten Milliyetçilik; milletini sevmek, korumak, yükseltmek ve yüceltmek ülküsüdür. Biz, bu sebeplerle Türk Milliyetçileriyiz.
Kaldı ki, bir milletin yücelmesi ancak ve sadece İslâm ile şereflenmekle olur. Bir millet, ulu ve yüce Allah'ın emir ve yasaklarına ne kadar çok riayet ederse, o kadar şereflenir ve yücelir. Merhum S. Ahmet ARVASÎ Hocamız, herhalde Türk Millleti ulu ve yüce Allah'ın emir ve yasaklarına en çok riayet eden millet olduğu için olacak, “Ben Türküm, muhalfarz Türk olmasaydım, gene de Türk Milliyetçisi olurdum” buyuruyor.
Bir milletin yükselmesi ise, maddi olarak kalkınmakla ve güçlenmekle olur. Biz, Türk Milletinin Dokuz Işık Doktrini ile kalkınacağına ve yükseleceğine inanırız. Bunun için de, Dokuz Işıkçıyız.
Evet biz, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'ne inanan MÜSLÜMAN ve DOKUZ IŞIKÇI
TÜRK MİLLİYETÇİLERİYİZ!
BÖLÜM: İKİ
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR?
Nedir, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ?
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, Ülkücü Hareket'in, kısaca ÜLKÜCÜLÜK olarak ifade edilen, Dünya Görüşü'nün adıdır ki, bu, İSLÂMİYET, MİLLİYETÇİLİK ve DOKUZ IŞIK'tan müteşekkildir.
Ülkücü Hareket ve onun mensupları, HAREKET ilk başladığı günlerde, Dünya Görüşlerini, Milliyetçi-Toplumculuk olarak ifade ediyorlardı… İktisatçı Mürşid ALTAYLI, D.A.S. Türk Milliyetçi-Toplumcu Doktrininin Umumi Esasları başlıklı, hukukçu Doç. Dr. Kurt KARACA da MİLLİYETÇİ TÜRKİYE, Milliyetçi-Toplumcu Düzen başlıklı birer kitap yazmışlardı… Ancak Türkiye’de malûm çevreler, Milliyetçi-Toplumculuk = Nasyonal Sosyalizm diyerek öyle bir propaganda yaptılar ki,Ülkücü Hareket bu kavramı kullanmaktan vazgeçmek ve hatta kullanılmasını yasaklamak zorunda kaldı.
Ülkücü Hareket, bunun üzerine Dünya Görüşü’nü ifade etmek için TÜRK-İSLÂM SENTEZİ kavramını kullanmaya başladı... Tarihçi-Yazar Yılmaz BOYUNAĞA, o dönemde Türk-İslâm Sentezi başlıklı bir de kitap yazmıştı... Türk-İslâm Sentezi kavramını bugün de kullanan Ülkücüler bulunduğu gibi, Aydınlar Ocağı da, nedendir bilinmez, ısrarla ve bilhassa, bu terimi kullanmaktadır. Nitekim Aydınlar Ocağı eski Genel Başkanı, rahmetli Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU da Türk-İslâm Sentezi başlıklı bir kitap yazmıştı.
Halbuki, Türk-İslâm Sentezi kavramı teknik bakımdan doğru değildir. Türk kavramı bir milleti, İslâm terimi ise bir dini, bir manevî mukaddesler manzumesini temsil etmektedir. Bu iki kavram, görüldüğü gibi aynı cinsten değildir. Bu sebeple, bunların bir sentezi olamaz. Olsa bile, Türk-İslâm Sentezi terimi hem yapı, hem de anlambilim bakımlarından mantıklı değildir.
Bildiğimiz su, kimyada H2O ile sembolize edilir. Yani su, iki atom hidrojen ile bir atom oksijenin kimyevî sentezinden meydana gelmektedir. Ancak, görüldüğü gibi sentez sonucu meydana gelen su, hidrojenden de oksijenden de tamamen farklı yeni bir maddedir. Yani
sentez, iki veya daha çok maddenin bir araya gelerek yeni bir madde meydana getirmesi işlemidir ki, bu, Türk-İslâm Sentezi kavramı ile ifade edilmek istenen mânâya uygun düşmemektedir. Bu anlama uygun düşen terim, olsa olsa karışım olabilir. Çünkü, İslâmiyet de Türklük de o işleme rağmen asıllarını bozulmadan ancak o zaman muhafaza edebilmektedir. Ama, o kullanılmamıştır.
Bu mantıksızlığı, ilk olarak, Ülkücü Hareket'in büyük mütefekkiri merhum S. Ahmet ARVASÎ Hocamız fark edip, HERGÜN Gazetesi'nde yazdığı ilk günlük yazıda, Neden Türk-İslâm Ülküsü başlığı ile Ülkücü kamuoyuna duyurmuştu.
O ilk yazıda, merhum S.Ahmet ARVASÎ Hocamız, durumu şöyle ortaya koyar: “Türk-İslâm kültürüne, Türk-İslâm medeniyetine, Türk-İslâm Ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslâm, imân, aşk, ahlâk ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslâmiyet'i ruhu bilen, milletini
teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya Türklüğünün, İslâm Dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet, bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur. Din ve milliyet zıt değerler değildir. Bu sebepten, sentez tez ile antitez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız Türk-İslâm Sentezi yerine TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ sözü daha uygun olur düşüncesiyle köşemizin adını TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.”
Hemen hemen aynı günlerde, Milliyetçi Hareket Partisi, seçilmiş Ülkücülerden meydana gelen bir gruba, eğitim seminerleri veriyor. O grubu eğitimci olarak yetiştirmeye gayret ediyordu. Maksat: Hızla büyüyen Ülkücü Hareket'in fikri bütünlüğünü muhafaza etmek. Hareket'in sağlıklı bir şekilde büyümesini temin etmekti.
O zaman, o gruba, seminer verenlerden biri de, aynı zamanda Söz konusu gruba mensup olan, Namık Kemal ZEYBEK idi. N. Kemal ZEYBEK, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ başlık ve konulu bir seminer hazırlamış ve vermişti. Seminerin bir nüshasını, o vakit bulunduğumuz, Eskişehir Cezaevi'nde, biz de okuduk.
N. Kemal ZEYBEK, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ konusu ile başlığını nereden bulmuştu? Türk-İslâm Sentezi kavramını neden kullanmamıştı? Doğrusu, bu soruların cevaplarını hiç bilmiyoruz. Belki, Türk-İslâm Sentezi terimindeki mantıksızlığı O da görmüştü. Belki de, başka sebep veya sebeplerden dolayı kullanmamıştı. Üstelik, N.Kemal ZEYBEK bu kavramı, Ülkü Yolu isimli kitabında da birkaç kere tekrar etmişti. (Bilvesile, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü bizden önce tasarlayıp, seminer halinde bir bakıma yazan, sayın N. Kemal ZEYBEK'e sevgi ve saygı dolu şükranlarımızı, burada, belirtmek isteriz.)
Bu suallerin cevaplarını öğrenmek isterdik. Fakat, Namık Kemal ZEYBEK Bey ile epey zamandır görüşmüyoruz. Görüştüğümüz vakit de, doğrusu, bu soruları sormak aklımıza gelmedi. İnşallah bir gün, bu sualleri sorar ve cevaplarını öğreniriz.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ başlık ve konulu o semineri ilk defa görüp okuduğumuz an, “işte bu, dünya görüşümüzü en doğru, en iyi, en güzel ifade edebilecek kavram, işte bu” diye düşünmüştük. Bu sebeple, o günden bugüne hep, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ terimini kullanıyoruz.
N.Kemal ZEYBEK, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ kavramına, nasıl bir anlamyükleyerek kullanmıştı, doğrusu bunu da tam olarak bilmiyoruz. Ama biz, ÜLKÜCÜ DÜNYA
GÖRÜŞÜ terimini, Ülkücü Hareket'in kısaca Ülkücülük veya Türk-İslâm Ülküsü diye de ifade edilen, dünya görüşü'nün genel adı olarak. Türk- İslâm Ülküsü kavramını ise, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ’nün, Türk Milletindeki özel ismi olarak, kullanıyoruz.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ = İSLÂMİYET + MİLLİYETÇİLİK + DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ'dir.
BÖLÜM: ÜÇ
NEDEN ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ?
Ülkücüyüz biz... Türk-İslâm Ülkücüsüyüz... ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'ne inanıyoruz.
Ülkücülük denilince ve derken, biz, Türk-İslâm Ülküsü'nü, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü anlıyoruz, kastediyoruz. Fakat, biz bunları söyleyince, Ülküdaşlarımız çoğu zaman; “Türk-İslâm Ülküsü'nü biliyoruz ama, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ de nedir?” diyorlar.
Bu suale cevap vermek çok kolay: ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, kısaca, Ülkücülük olarak da ifade edilen, Türk-İslâm Ülküsü'nün genel adıdır. Peki, Türk-İslâm Ülküsü nedir? Türk-İslâm Ülküsü de, gene, kısaca Ülkücülük olarak da ifade edilen, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nün Türk Milletindeki özel ismidir.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü, anlatma ve anlama kolaylığı bakımından, evet sırf anlatma ve anlama kolaylığı bakımından, matematik bir formül şeklinde ifade edersek; ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ = İSLÂMİYET + MİLLİYETÇİLİK + DOKUZ IŞIK, diyebiliriz. Bunu, Ülkücü Hareket'in rahmetli Başbuğu Alparslan TÜRKEŞ'in şu çok veciz ifadesinden çıkarıyoruz:
“Türk Milleti için kurtuluş, yükseliş ve yüceliş çaresi İslâm inançlarıyla Milliyetçilik Ülküsü'ne sarılmaktır... Kendi varlığıyla hızlı şekilde kalkınan, yabancılardan yardım beklemekten kurtulmuş bir Türkiye ancak Millî Doktrin Dokuz Işık ile mümkün olacaktır.”
Peki, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ ile TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ arasında ne fark var?
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ ile TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ arasında muhteva olarak hiç bir fark yok. Muhteva olarak, TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ ile ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ aynı şey. Ancak, ilk bakışta, hemen anlaşıldığı gibi iki terim arasında kapsam farkı var. TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ sadece Türk Milletini şâmil bir dünya görüşü iken, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ bütün insanlığı kapsayabilecek bir şumûle sahip.
Görüldüğü gibi, Türk-İslâm Ülküsü terimi yerine ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ kavramını kullanmakla, muhteva olarak hiç bir değişiklikolmamakla birlikte, dünya görüşümüz Ülkücülük evrensel bir buud kazanmaktadır. Biz, işte bu sebeple, Türk-İslâm Ülküsü yerine, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ demeyi tercih ediyoruz. Bütün Ülküdaşlarımıza da, ÜLKÜCÜ
DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü kullanmayı tavsiye ediyoruz.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, yukarda da görüldüğü gibi, üç unsurdan meydana gelmektedir. İSLÂMİYET, MİLLİYETÇİLİK ve DOKUZ IŞIK. Fakat bu unsurlar arasında rast gele bir münasebet yok.
Ülkücü Dünya Görüşü üç basamak İslâmiyet, Milliyetçilik, Dokuz Işık. Geliş yukardan aşağıya iniş halinde, gidiş de aşağıdan yukarıya doğru, çıkış şeklinde.
Dokuz Işık, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nün doktrinidir. Dokuz Işık oluşumunu ve bağlayıcılık gücünü ideolojisi olan Türk Milliyetçiliği'nden almaktadır. Türk Milliyetçiliği de dini ve felsefesi olan İslâmiyet'ten. Hakikaten; İslâmiyet Türk Milliyetçiliği'nin, Türk Milliyetçiliği de Dokuz Işık'ın kaynağıdır. Yani, Milliyetçilik İslâmiyet'e aykırı hiç bir şey ihtiva edemez. Dokuz Işık da Milliyetçiliğe. Şu halde; İslâmiyet, Milliyetçilik ve Dokuz
Işık, yani, din, ideoloji ve doktrin Ülkücü Dünya Görüşü'nde bir diğeri ile çelişmeksizin, tam bir tevhid şuuru ile hayran kalınacak bir terkibe ulaşmıştır. Başa dönerek, bir kere daha tekrarlarsak, Dokuz Işık geçerliliğini ve bağlayıcılık gücünü Türk Milliyetçiliği'nden, Türk Milliyetçiliği de İslâmiyet'ten almaktadır. Kaldı ki, Milliyetçilik ile Dokuz Işık, İslâmiyet'e bağlanmak ve uygun olmak zorunda olduklarından, bunlar da vahyin aydınlığında tedvin edilmiş ve bir bakıma dinî şeylerdir.
Böylece; ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ birbiri üzerine sıralanmış normlarla piramidal bir şekilde gözükmekte; Dokuz Işık'tan, Türk Milliyetçiliği'ne ve buradan da İslâmiyet'e çıkılmaktadır. Netice olarak; Türk Milliyetçiliği İslâmiyet'e, Dokuz Işık'ta Türk Milliyetçiliği'ne uygunsa, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ geçerlidir. Dokuz Işık'ın kaynağı Türk Milliyetçiliği, Türk Milliyetçiliği'nin kaynağı da İslâmiyet olmakta ve hiyerarşik sırada da onun üstünde bulunmaktadır.
İslâmiyet, hiyerarşinin en üstünde yer aldığına göre, bunun normal bir sonucu olarak, Milliyetçilik'in İslâmiyet'e uygun olması gerekliliği ortaya çıkar! Ayrıca, Milliyetçilik'in İslâmiyet'e uygunluğu, İslâmiyet'in üstünlüğünün tabii ve mantıki bir sonucu sayılmak gerekir!
Elbette ki, bu hiyerarşide, daha yukarı mertebede olanın sebep olarak tesir gücü aşağıdakinden daima daha fazladır. Sebep aynı zamanda neticeden daha mükemmeldir ve neticeye ait eylemlerin hiçbir şekilde etkisinde kalmaz... Ayrıca, doktrin'i ideoloji'nin ve yahut din'in üstüne çıkarmak çok tehlikeli bir sapmadır... İdeoloji'yi din'den yukarı çıkarmak ise bir başka sapmadır... Din'i yüce yerinden ayırıp ideoloji ve yahut doktrin derekesine indirmek ise, en tehlikeli sapmadır.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, üç kademeli bir yapıya sahip. ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nün temelinde İslâmiyet bulunur. Milliyetçilik bu yapının ikinci kademesini, Dokuz Işık ise üçüncü kademesini teşkil eder. Dolayısıyla, Dokuz Işık Milliyetçilik'ten, Milliyetçilik ise İslâmiyet'ten doğmuştur. Dokuz Işık Milliyetçilik'in, Milliyetçilik ise İslâmiyet'in neticesidir. Yani, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nün tek kaynağı herhalûkârda
İslâmiyet'tir. Ama, unsurlar arasında böyle bir münasebet var.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü bir trene benzetirsek; trenin lokomotifi İslâmiyet'tir. Trenin birinci vagonu Milliyetçilik, ikinci vagonu ise Dokuz Işık'tır. Bilindiği gibi trenin yönünü, hedefini, yani, nereye, niçin ve nasıl gideceğini ve hızını lokomotif belirlemektedir. Kaldı
ki, trenin yönünü, hedefini, nereye, nasıl gideceğini ve hızını vagonlar belirlemeye kalkışırlarsa tren devrilir.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü üç katlı bir binaya benzetirsek; binanın temelini, zemin-giriş katını İslâmiyet, binanın birinci katını Milliyetçilik, ikinci katını ise Dokuz Işık meydana getirir. Bilindiği gibi binanın yönünü, şeklini ve sınırlarını binanın temeli belirler. Binanın birinci veya ikinci katında, binanın temelde belirlenen yönün, şeklin ve sınırların dışına çıkılmaya kalkışılırsa, statik kanunları buna müsaade etmez. Karşınıza dikilir ve size engel olur. Israr ederseniz, statik kanunları hükmünü yürütür ve bina yıkılır.
Ama, binanın ikinci katı yıkılsa, birinci katı ile zemin-giriş katı ayakta kalabilir, fakat, temeli, zemin-giriş katı yıkılırsa, üst katlar, birinci ve ikinci katlar da ayakta kalamaz, onlarda çöker. Yani Dokuz Işık yıkılırsa, Milliyetçilik ve İslâmiyet yaşamaya devam edebilir. Hatta Dokuz Işık ile birlikte Milliyetçilik de, ortadan kalkarsa, İslâmiyet hayatını yine sürdürür. Fakat, Allah korusun, Îslâmiyet yok olursa, veya olmaz ise ülkücü anlamda ne Milliyetçilik ne Dokuz Işık ne de ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ kalmaz!
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü teşkil eden İSLÂMİYET, MİLLİYETÇİLİK ve DOKUZ IŞIK arasında böyle münasebetler de var.
Ayrıca, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü teşkil eden unsurlar olan, İSLÂMİYET, MİLLİYETÇİLİK ve DOKUZ IŞIK, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nde hem iç içe geçmiş ve hem de güçlü bir takım bağlarla birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmıştır.
Meselâ, İSLÂMİYET, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nde hem bir müstakil unsur olarak yer almakta, hem MİLLİYETÇİLİK'e yön, şekil ve sınır tayin etmektedir, hem de DOKUZ IŞIK'ta tekrar bir umde olarak, ahlâkçılık olarak yer almaktadır. Aynı şekilde MİLLİYETÇİLİK de, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nde hem bir müstakil unsur olarak yer almaktadır, hem İSLÂMİYET'e bir vasıta olmaktadır, hem de gene DOKUZ IŞIK'ta birinci umde olarak, Milliyetçilik olarak yer almaktadır.
Ancak, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nün temelinde bulunan İslâmiyet derken, anlatmak istediğimiz, herhangi bir İslâmiyet değil, EHL-İ SÜNNET VEL CEMAAT YOLUNDA İSLÂMİYET ile, gene, EHL-İ SÜNNET VEL CEMAAT YOLUNDA İSLÂM TASAVVUFU'DUR.
Milliyetçilik'ten kastımız ise; rast gele bir Milliyetçilik değil, İSLÂMİYET'İN EMİR VE MÜSAADE ETTİĞİ KADAR ve gene İSLÂMİYET'İN EMİR VE MÜSAADE ETTİĞİ ŞEKİLDE BİR MİLLİYETÇİLİK'TİR. Bunu; MİLLİYETÇİLİK'İN YÖNÜNÜ, ŞEKLİNİ VE SINIRLARINI İSLÂMİYET BELİRLEMEKTEDİR, şeklinde ifade etmek de mümkündür.
Dokuz Işık ise, YÖNÜ, ŞEKLİ VE SINIRLARI MİLLİYETÇİLİK (VE DOLAYISIYLE İSLÂMİYET) TARAFINDAN TAYİN VE TESBİT EDİLMİŞ OLAN UYGULAMA
PLANLARI DEMETİDİR ki, esasları Ülkücü Hareket'in merhum Başbuğu ALPARSLAN TÜRKEŞ tarafından yazılan, DOKUZ IŞIK isimli kitapla ortaya konulmuştur.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, görülüyor ki, bu haliyle dünyanın her yanında ve her zaman bütün insanlar ve milletler tarafından inanılabilecek ve uygulanabilecek bir dünya görüşüdür.
Meselâ, sıradan bir İngiliz Ülkücü olmak isterse, Hıristiyanlıktan vazgeçip, Müslüman; ferdiyetçilikten vazgeçip, İngiliz Milliyetçisi; ve kapitalizmden vazgeçip, Dokuz Işık'çı olarak, Ülkücü olabilir. ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü yaşayabilir, yayabilir ve yaşatabilir.
Anlaşıldığı üzere o zaman, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ, İngiltere'de; İngiliz-İslâm Ülküsü haline gelecektir ki, İngiliz-İslâm Ülküsü = İslâmiyet + İngiliz Milliyetçiliği + Dokuz Işık olacaktır.
Halbuki ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'ne sadece Türk-İslâm Ülküsü demekte ısrar edersek, Türk-İslâm Ülküsü ile birlikte ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü de kullanmazsak, ya dünya görüşümüzü evrensel buuda ulaşma imkânından mahrum etmiş olacağız veya örnekteki, Ülkücü olmak isteyen İngiliz'e, Hıristiyanlıktan vazgeçip Müslüman ve kapitalizmden vazgeçip, İngiliz Millî Doktrincisi olduğun gibi, İngilizlikten vazgeçip Türk ve
ferdiyetçilikten vazgeçip Türk Milliyetçisi de olmalısın demek garipliği ile karşı karşıya kalacağız ki, bu da, aynı şekilde, dünya görüşümüzü Türk Milletine hapsetme neticesini doğuracaktır.
İşte bu sebeple, yani ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü sadece Türk Milleti ile sınırlandırmamak; her yerde ve her zaman inanılabilir (evrensel) bir hale getirmek için, sadece Türk-İslâm Ülküsü değil, Türk-İslâm Ülküsü ile birlikte, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ demeyi, daha uygun buluyoruz. Bütün Ülküdaşlarımıza da ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ kavramını kullanmayı teklif ediyoruz.
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ terimini ısrarla kullanmalıyız!
BÖLÜM: DÖRT
DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR?
“Bu suale, konuya başlarken cevap vermeli idin, bu kadar niye bekledin ki”, diyebilirsiniz. Fakat, biz, genel olarak dünya görüşü konusunu yazmaya çalışmıyoruz ki; özel olarak, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü anlatmaya, daha doğrusu hem anlatmaya hem de geliştirmeye gayret ediyoruz. Onun için, cevap, buraya kalmalıydı. Bu da, herhalde yanlış
olmadı. Ne ise.
Nerede olursa olsun, düşünen insanlar arasında, en çok kullanılan kavramlardan biri de, dünya görüşü mefhumudur. Biri bir kitap mı yazmış, hangi konuyu işlerse işlesin, bir bakıma dünya görüşünü rtaya koymuştur. Savunduğu her ne ise, bu, temelde kendi dünya örüşüdür. Başka yazarları beğenirken de, onları, tenkit ederken de, ep, bu dünya görüşüne dayanır. Sanatçılar; romancılar, şairler, oyun azarları, ressamlar, bestekârlar çoğu kez dünya görüşlerine göre
sınıflandırılır. Değişik politikacılar, devlet yöneticileri de değişik ünya görüş'lerinin yürütücüleridir.
Gerçekten de evlerde, kahvehanelerde, çarşıda pazarda dünya görüşü kavramı, sık sık olmasa bile, dilimize ya da kulağımıza çoğu zaman takılır. Zaman zaman içine girdiğimiz bir çok önemli tartışmalar, dönüp dolaşıp bu kavramın başlığı altında toplanır. “Bu, benim dünya
görüşüme uymaz”, “Onunla anlaşamıyoruz, çünkü, onun dünya görüşü ile benim ki taban tabana zıt”, “O milletin dünya görüşü bize göre değil.” Bütün bu cümleler ve benzerleri günlük konuşmalarımızda pek çok zaman yer alır.
İyi ama, dünya görüşü nedir? Dünya görüşü denilince, ne anlaşılmalıdır? Dünya görüşü kavramının anlamı nedir? Bu anlamın, nasıl bir kuruluşu vardır? Dünya görüşü kavramını doğru kullanmak için neleri bilmek lâzımdır? Dünya görüşü ne işe yarar? İşte biz, burada bu ve benzeri soruların cevaplarını vermeye çalışacağız.
Dünya görüşü kavramı ilk defa 18. asrın başlarında, Almanya'da, romantik düşünürler çevresinde ortaya çıkmıştır. Bu çevrenin ileri gelenlerinden Schleiermarcher, genellikle “dinî bir kavram, dinin dünya tasavvuru” olarak kullandığı Weltanschauungu, zamanla, “evren üzerindeki tasavvurların tümü” diye tanımlamıştır. Schleiermacher'e göre, dünya görüşü, dünya ile ilgili çeşitli intibaların, tabiat bilimleri ve tarih araştırmalarının vardığı sonuçlardan da faydalanmak suretiyle “bilincin eksiksiz bütünlüğünde” yoğunlaşmasıdır.
Romantiklerden sonra, bir bakıma, romantiklerin filozofu diyebileceğimiz Wilhelm Dilthey, dünya üzerindeki eksiksiz bir anlayış karşılığı olarak başvurduğu dünya görüşü kavramının geniş hayat tabakalarında, bu arada edebiyatçılar, politikacılar ve filozoflar arasında yayılmasına yol açmıştır... Dünya görüşü, İngilizce'de “world-view”, Fransızca'da “conception du monde”, kelimeleri ile ifade edilmektedir.
Sosyal Bilimler Sözlüğü isimli kitaplarında Ömer DEMİR ile Mustafa ACAR, Dünya Görüşü (world view) nü kısaca, “bir kişi, grup veya toplumun, varoluşun niteliğine ve hayatın anlamına ilişkin sorulara verdiği bilinçli veya bilinçsiz cevapların tümü” olarak tarif ediyorlar.
Bu konuda, Cemil MERİÇ de şöyle diyor: “Avrupa'nın aşağı yukarı aynı mânâya gelen üç kelimesi: felsefe, ideoloji, dünya görüşü (weltanschaung). Felsefe, ihtiyar ve aşınmış: Fazla Yunan, fazla ortaçağ, fazla on sekizinci asır.. Onun yerini tutsun diye uydurulan ideoloji, insan ilimlerinin bütününü kucaklıyacaktı, sosyal sınıfların yarı hakikatlerini sergiliyen bir lâfız oldu. Weltanschaung, Batı dillerine Almanca’nın armağanı. Bâkir ve müphem. Tuttu, çünkü esnek. Hem bir nazariye, hem bir aksiyon.. Bir yerde ortak şuur, bir yerde yaşayış tarzı..”
“(Dünya Görüşü'nün M. Kaplan) Felsefeden farkı, felsefe ferdîdir, aksiyona açılmaz, nazarîdir. Halbuki dünya görüşü bir ülkenin, bir medeniyet camiasının bütün fikridir. Felsefeden müphem ve seyyâl. Henüz genç ve bâkir. Batı irfanı onun için benimsiyor. Ferdî
dünya görüşü olmaz, fertlerin felsefeleri, ideolojileri olur, fakat kendi dünya görüşleri olmaz. Dünya görüşü bir ülkenin, bir medeniyetin, bir sınıfındır, isimsizdir, içtimaîdir.”
“Kısaca: Bir medeniyet topluluğunun, bir milletin veya sosyal bir sınıfın hayat tecrübesini özetleyen insicamlı bütün. Yazar da, filozof da bu kaynaktan esinlenir. Dünya görüşü, bir çağın veya çağların ürünü -bir sınıfın veya sınıfların-, düşünceleri besleyen ana toprak. Her mimar o büyük âbideye bir kat, bir sütun veya bir kabartma ekler. Felsefeler ferdîdir, dünya görüşleri içtimaî.”
DÜNYA GÖRÜŞÜ'NÜ NASIL TARİF EDEBİLİRİZ?
Peki, dünya görüşünü nasıl tarif edebiliriz? Dünya görüşü kavramının birden çok tarifi var; bu kavramı herkes kendine göre tanımlar. Üstelik herkes, bu kavramı tanımlarken, kendi dünya görüşünün eğilimine göre, fark gözetmeksizin, her dünya görüşünde bulunmasını istediği, bir takım kurucu nitelikler de önermekten kendini alamaz. Gene de, çeşitli dünya görüşü anlayışlarının hepsinde ortaklaşa bir temelin varolduğu bellidir. Dünya görüşünden kim, nerede söz ederse etsin, bu kavramla, hemen hemen her zaman ve herkes, “insan hayatına ilişkin, bu hayatın gerektirdiği, bu hayata tesir eden bir görüşü” dile getirmektedir.
Meselâ Dilthey, kavramı, bir yerde şöyle tanımlar: “Bütün dünya görüşleri, dünya bilmecesinin tam bir çözümünü vermeye kalkıştıklarında, hep aynı yapıyı kapsarlar. Bu yapı, her kez öyle bağlamdır ki, içinde bir dünya tablosuna dayanarak, dünyanın önemi ile anlamı üzerindeki sorular karara bağlanır; bundan da hayat tutumu için gerekli ülkü, en yüksek iyi, en üstteki ilkeler türetilir.”
Kavramı, oldukça farklı bir açıdan izleyen Jaspers ise şöyle düşünür: “Dünya görüşü nedir? Bütüncü bir şey, evrensel bir şey. Diyelim ki, bilmekten söz ediliyor, bu, tek tek bir bilme değil, bir bütünlük, kosmos olarak bilmektir. Dünya görüşü düpedüz bir bilme olmayıp, değerlemelerde, hayatı biçimlemede, kaderde, değerlerin yaşanan hiyerarşisinde kendini açığa vurur.”
Demek ki, dünya görüşü her zaman insanın tutumlarına, tavırlarına, davranışlarına çekidüzen veren bir yaşama üslûbu, hayat tarzı, sunar. Ben kimim? Nasıl yaratıldım? Niçin yaratıldım? Nasıl yaşamalıyım? Nasıl bir hayat, yaşanmaya değerdir? Hangi amaçlara, hangi ideallere, hangi ülkülere ulaşmaya çalışmalıyım? Tutumlarımı, tavırlarımı, davranışlarımı neye, nelere göre ayarlamalıyım? Varlık sebebim nedir? Yaratılmamın bir gâyesi var mı? Yaratılmamın gayesi, var ise, nedir? İnsan niçin yaratıldı? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Ölümden sonra bir hayat var mı? Dünya ve evren nasıl yaratıldı? Dünya ve evren niçin yaratıldı? Bütün bu sorular ve benzerleri, bir bakıma, dinî ve yahut ahlâkî sorulardır... İşte bütün dünya görüşleri, bu suallerin hepsini, ayrıca benzer soruları cevaplandırmaya çalışır. Fakat, dünya görüşünü bir din ya da ahlâkla bir tutamayız. Tutmamalıyız. Çünkü, din veya ahlâkın tersine, hiç bir dünya görüşü insanın belli durumlarda belli davranışlarını yönetmek isteyen bir takım eylem kaideleri, emirler, talimatlar ortaya koymuş değildir. Dünya görüşü bir din ya da ahlâk değildir. Keza, bir din ya da ahlâk da dünya görüşü değildir.
Elbette, her dünya görüşünün dinî ve ahlâkî bir tutumu vardır, daha doğrusu her dünya görüşünden belirli bir din ve ahlâk anlayışı çıkarılabilir. Ancak, dünya görüşü, adı üstünde, en başta dünyayı, evreni konu olarak alan, böylesine büyük bir bütünü bir tasavvur tablosunda kucaklayan, kucakladığını ileri süren bir görüştür. Tek tek tutum, tavır ve davranışlarla olan münasebeti, bütünüyle dünyanın kuruluşu üzerindeki bir tasavvurun, pratik sonuçları bakımından işbaşındaki uygulanışıdır.
Diğer taraftan, dünya görüşü, “dünya ve evren bilmecesinin bir çözümünü” sağlamaya uğraşır. Bununla uğraşmazsa ya da bunu başaramaz ise, dünya görüşü adına hak kazanamaz... Dünya görüşünün asıl kaygısı da, “dünyanın ve evrenin önemi ile anlamıdır”. Tek tek
eylemlerin düzenlenmesi daha sonra gelir ve ancak dolayısı iledir... “Dünya görüşü, ana gâyesi icabı, bu eylemlerin dönüp dolaşıp bağlandığı eksiksiz tasavvuru verir; hayat pratiğini şöyle veya böyle etkilemekle birlikte, bu pratiği aşan bütüncü bir bilmeyi gerçekleştirir. Böylesine bir başarı ortaya koyduğuna inanmayan bir tek dünya görüşü yoktur.” Olamaz. Olursa da, ciddiye alınmaz.
Acaba, tek tek ve uzmanca bilgilerin ötesinde, dünyanın hatta evrenin tamamını kapsayan bir bilgi var mı? Bu anlamda, evrensel bir bilgi olabilir mi? Fizik, kimya, biyoloji, tarih gibi bir çok bilimin oldukça sınırlanmış evren görünümlerini, dünyanın belirli yönlerini bilişlerinden gayrı, bütünü kuşatan bir bilgiden söz etmek mümkün mü? Bu suallerin cevabı, tek kelime ile, evettir! Çünkü en geniş tanımı ile dünyanın ne olduğu üstünde kuşatıcı bir bilgisi olmayan, böyle bir bilgi sağlamada şüpheye düşen bir dünya görüşü, kendi kendisi ile tezâda düşmüş olur... Öyle ise, dünya görüşü tek tek ilimlerin ötesine geçip, konusu olan dünya ve evrenin tümünü kuşatan, işte bundan dolayı belli bir bilimin sahasına sığmayan, girmeyen, ama, gerçekten de bir bilgi olan, bilgilerin alanıdır. Çünkü, evrenin tümü, ne çeşitten olursa olsun, evreni teşkil eden, tek tek parçaların birleşmesinden fazla bir şeydir. Dolayısı ile, parçalar üzerindeki bilgileri birleştirmekle bütün üzerinde bilgi verilmez, verilemez.
Gerçekten böyle midir? Evet, gerçekten böyledir! Fakat, kendisini teşkil eden parçalardan ayrı bir varlığı olan evreni kuşatan bir bilgi, konusundaki genişlik ve derinlikten ötürü, tek tek
bilimlerden daha geniş, daha derin ve güvenilir bir kaynaktan, yani sadece ve ancak, bir ilâhî kaynak tarafından verilebilir... Doğru mu? Doğru! İşte, böylece ve bu sebeple din, dünya görüşünün birinci ve en mühim unsuru ve kaynağı olmaktadır.
Ayrıca, dünya, evren, hayat, kader ve benzerleri öylesine dibine inilemeyen, öylesine derin anlamlı, öylesine çetrefil bilmecelerdir ki, herkes bu nitelikteki şeyleri belli bir açıdan görmek, belli bir yönden çözmek zorundadır, başka çıkar yol yoktur. Ama, tek tek de, hep
birlikte olarak da bilimler, bu konuda, yetersiz kalmaktadır. İşte, bu noktada ve bu sebeple de, insanlığın imdadına sadece ve ancak vahiy ve din yetişebilmektedir. Bu bakımdan da, din, dünya görüşünün birinci ve en önemli unsuru ve kaynağı olmaktadır.
Anlaşıldığı gibi, dünya görüşü aslında, ne doğru ne de yanlıştır. Onun da sebebi, eksiksiz dünya bilgilerinin yapısındadır. “Dünyanın anlamı şudur”, ya da “dünyanın anlamı budur”, “dünya her şeyi ile şöyledir” yahut “dünya her şeyi ile böyledir” şeklinde en genel önermelerle özetlenen bu bilgilerden hiç biri, ilim gibi, objektif doğrulanma kuralları ile doğrulanamazlar. Çünkü bu bilgiler bir iman, bir inanç ve bir kabuldürler... Yani dünya görüşü ilmî ölçeklere uygun bir dünya ve evren bilgisi vermez... Vermesi de gerekmez... Her dünya görüşü, dünyanın ve evrenin nasıl olduğu hakkında bir görüştür, ve hayata dair tutumların dayandığı bir faraziye ve hipotezdir.
Dile getirilmiş her dünya görüşünde, genellikle, yalın olmayan, karmaşık ama bütüncü bir yapı işbaşındadır. Bunu, özel bir davranış, sözgelimi, ince ayrımlara düşkünlükten çok, dünya görüşü denen şeyin kendisi gerektirir. Öyle ya, dünya görüşünün konusu, bin bir girdi-çıktısı olan tüm evreni ve kâinatla ilgili soruları açıklamaktır. Yani dünya görüşleri, dünyanın ve evrenin çok çeşitli görünümlerini, bu görünümlerin hepsine birden hakkını vererek, zengin
sunuşlu bir tek bakışta derleyip toplamaya çalışan niteliktedir. Her dünya görüşü, çok muhtevalı ama bütünlüğü olan bir dokuda, yapıda kendini açığa vurur.
DÜNYA GÖRÜŞÜ'NE NEDEN İHTİYAÇ VAR?
Dünya görüşü de niye? Dünya görüşüne, ne diye, ihtiyacımız var? Tek tek bilimlerin sağladıkları ile iktifâ edelim. Hayat faaliyetlerimizi de, ahlâkî veya siyasî eylemlerimizi de, dünya üzerindeki basitleştirici/sadeleştirici görüşleri bir yana bırakarak, ilmî verilere dayamaya çalışalım. Dünya görüşleri'nin her biri, zaten, bir felsefedir. Felsefe ise, gereksiz hatta zararlı bir lükstür... Demek mümkündür... Ancak, şurası bir gerçek ki, insanoğlu sadece
bilimlerle yetinmiyor. İlimlerin dışında, tek tek dinle, sanatla, felsefe ile de uğraşmaya ihtiyaç duyuyor. Uğraşıyor... Bazı hâl ve görünümlerini beğenmeseniz de, hatta bilim dışı saysanız da, bu faaliyetlerin insan hayatındaki önemini, herhalde inkâr edemezsiniz.
Ayrıca, dünya görüşlerinin ya da felsefenin bir lüks olduğunu da sanmıyoruz. Çünkü, hayatı plânlayıp şekillendirmede, bin bir hayat engebesinde insanın kendisini ve sözün en geniş anlamında çevresini duyup yaşamasında, bilim dışı bir yönelmeye ihtiyaç duyulur ki, bu da,
ne ad verilirse verilsin, dünya görüşünde tatmin edilir. Öyle ki, dünya görüşünden kaçınan, hatta bunu, “benim bir dünya görüşüm yok” diyerek ilân eden, bazı insanların bile çoğu kez açığa çıkmamış bir dünya görüş'leri vardır. Ferdin hayat dayanağıdır, dünya görüşü... İster tam şuurlu olarak, ister yarı şuurlu olarak herkes muayyen bir dünya görüşü çerçevesinde varoluşunu sürdürür. Bu, kaçınılmazdır.
Ülkücü Hareket'in büyük mütefekkiri, merhum S. Ahmed ARVASÎ Hocamız, bu durumu, şöyle, ortaya koyuyor: “İnsanların bir dünya görüşü'ne ihtiyacı var. Bu ihtiyaç, o kadar
köklüdür ki, İslâm dünyasında bir tefekkür tarihi ve bütün dünyada ise koskoca bir felsefe tarihi doğmuş bulunmaktadır. Tarih ve günümüzdeki gerçekler bize gösteriyor ki, insanlar, araştırmak, düşünmek, inanmak zorundadırlar. Bu ihtiyaç, âlem-şûmüldür. Hiç kimse, uzun müddet şüphede, kararsızlıkta duramaz. İyi-kötü, doğru-yanlış herkes bir şeylere inanır, geniş veya dar herkesin bir dünya görüşü vardır.” .....
“İnsan fert ve grupları, içten bağlanacakları ve kendilerini mutlu kılacak bir inanç ve dünya görüşü istemektedirler. Bütün zaman ve mekânların insanı bu ihtiyaçla kıvranmaktadır. Bugünün insanını düşünmekten alıkoymak için kurulan tuzaklar, (çılgınca danslar, delice
müzikler, arenaya döndürülen stadlar, kumar, fuhuş ve uyuşturucu madde evleri...) her şeye rağmen düşünen ve inanan insanı henüz tamamen yıkamadı, yok edemedi.”
Öte yandan, toplumlar da genellikle kendilerine has dünya görüşleri ile örtüşürler, belli bir dünya görüşü uyarınca düzenlenip sınırlanırlar. Zaten insan, fert olmasına ferttir ama bir bütünün bireyidir; beden olarak, geçim olarak, eğitim olarak, daha da bin bir yönden, mensubu olduğu toplumun üyesidir. Bu bakımdan, insanların çoğu, içinde hayatını idame ettirdiği toplumun ve milletin dünya görüşünü paylaşırlar.
Kişisel kültürler, nasıl toplumun ortak malı olan millî kültürün bir parçası ise, ferdî dünya görüşleri de milletin dünya görüşünün bir parçasıdır. Gerçi, dünya görüşlerini yaratıp işlemede tek tek insanların, dehâların, meselâ peygamberlerin, evliyânın, sanatkârların,
mütefekkirlerin, filozofların büyük çile ve emeği vardır... Ama, gene de, dünya görüşünü koruyup-tutan, yaygınlaştıran, yaşayan, yaşatan cemiyettir, millettir... Dünya görüşü ne kadar canlı olursa olsun, onu, bir duygu, bir temâyül, bir gönül kımıldanışı olmaktan kurtaran,
böylece onu kişi-üstü dayanıklılığa ulaştıran, onun nesnel direnç ve çekicilik kazanmasını kolaylaştıran, ona kuşaktan kuşağa aktarılma imkânı sağlayan hep toplumdur... Hatta şöyle de diyebiliriz: Kişilerin kısacık süren hayatlarına değil de, millet hayatlarına baktığımızda;
toplumların gerek iç durumu, sözgelimi fâzilet, ihtiras, zevk çeşidinden özelliği, gerekse yasa, kent, okul, işyeri gibi tek tek kurumların düzenlenişi dönüp dolaşıp yine içtimaî bir güç olan dünya görüşü ile beslenip yoğrulur.
Ülkücü Hareket'in büyük mütefekkiri, merhum S. Ahmed ARVASÎ Hocamız, herhalde bu sebeple, şunları yazmaktadır: “Türk Milletinin, tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslâm dini
biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki, ilim ve fikir adamlarımızca, insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş, araştırılmış, aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve İslâmiyet, tam bir şuur ve yüksek bir irâde ile tercih edilmiştir. Böylece, vahyin aydınlığına ulaşan Türk'ün akıl ve idrâki, İmam-ı Buhari'leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlâna Celâleddin'leri, Yunus Emre'leri, ..... Molla Fenâri'leri, ..... Hocazâde Efendi'leri, İmam-ı Birgivi'leri, İbn-i Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir, kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar, dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.”
“Biz, ..... Türk-İslâm kültür çizgisinde yürüyerek genel felsefe problemleri karşısındaki yerimizi ve dünya görüşü'müzü, yüce dinimiz İslâmiyet'in aydınlığında kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün sahte tanrıları ve mâbutları, gönüllerden, kafalardan, zaman ve mekân köşelerinden çıkarıp atmak isteyen, Allah'tan başka ilâh yoktur prensibini temel ölçü kabul eden, şanlı Türk Milleti'ni Allah'ın ordusu bilen, Türk Milleti birlik, Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur, zûlüm biter ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslâm Ülkücülerinin fikir sistemi, (dünya görüşü M. Kaplan) yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alın teri ile
ıslanmış, peygamberlik mührünü kıyâmete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin (O'na ve Onlara selâm olsun) nurdan ellerinde biçimlenmiş onu takibeden muhteşem Sâhâbi kadrosu tarafından cihad ruhu ile beslenmiş, büyük veliler eliyle
yoğrulmuştur. Tük-İslâm Ülkücüsü Câhid-ü fillah (Allah için savaşan)dır.” .....
“İşte, Türk-İslâm Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve bu ruhtur. Bu ruh, büyük Türk-İslâm kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır.Bu dâvâ ve ülkünün eskimediğini, modası geçmediğini bütün Türk-İslâm düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslâm'a kefen biçenlerin sonu korkunç olacaktır.”
Kısaca, dünya görüşü, kelimenin de bizzat belirttiği gibi, dünyaya belirli bir açıdan bakışı, olayları ve durumları belirli bir açıdan görüşü ifade eder. Fakat bu bakış, her zaman ve her yerde aynı görüş açısından hareket etmeyi ve değerlendirmeyi gerektirir... Bu itibarla dünya görüşü siyaset için olduğu kadar, ekonomi için de aynı ölçüleri kullanır. Yani ekonomi için kullandığı ölçüler, politika için kullandığı ölçülerden farklı değildir. Keza sosyal hayat ile kültür hayatı, dış politika ile iç politika arasında organik bağların bulunduğuna inanır.
Dünya görüşünün ifade ettiği anlam şudur: İnsanları ve onların dünya ve evrene olan bağlarını tek ve aynı görüş açısından kavramak; devlet, kültür, hukuk, aile ve ekonomiyi aynı değer hükümlerine bağlamak; hayatın bütün akış, yöneliş ve değerlerini bu açıdan görmek.
Bir önemli husus da şu: Dünya görüşleri, milletlerin din, dil, tarih, kültür ve soy gibi, yaratıcı güçleri ile belirlenir. Bunu inkâr etmek, ilmî yönden mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir... Ayrıca, dünya görüşü, keyfî bir seçimin sonucu olmadığı gibi, ferdî bir düşünce veya irâdenin mahsulü de değildir... Dünya görüşünü insanlara, dinleri, dilleri, millî hayatlarının tarihi akışı, soyları, millî kültür ve kaderleri çizer.
Bu durumu, sosyolog Lucıen GOLDMAN bir makalesinde şöyle ortaya koyar: “Dünya görüşlerini yaratan fertler değil toplumlardır. Bir dünya görüşü, gerçeğin bütünü hakkında tutarlı ve ahenkli bir görüştür. Oysa, fertlerin düşüncesi, istisnalar bir yana, tutarlı ve ahenkli değil, dolaylı, karmaşık, örtülü. Dünya görüşü şöyle tanımlanabilir: İçtimaî durumları aşağı yukarı aynı olan bir insan topluluğuna, ..... kendini kabul ettiren düşünce sistemi. Herkesin bu görüşte az-çok payı vardır. Bu, his, düşünce ve aksiyon beraberliği, bazı insanları birbirine
yaklaştırır ve onları öteki (topluluklardan) ayırır. Filozof (veya yazar) bu görüşü bütün sonuçlarıyla düşünür (veya duyar) ve kavramlar (veya duygular) plânında kelimeleştirir. Ama, bu dünya görüşü zaten mevcut olacak ki, filozof veya sanatçı onu dile getirebilsin.”
Özetle; Dünya Görüşü nedir, sorusuna, bir formül şeklinde cevap vermek gerekirse, şöyle demek mümkündür: Dünya Görüşü= Din/Felsefe+ İdeoloji+ Doktrin. Formülde geçen din/felsefe, ideoloji ve doktrin kavramları hakkındaki tarif ve bilgileri, ayrıca, sırası ve yeri geldikçe arz etmeye çalışacağız.
Son söz: Bir kaç asırdır insanlığın yaşadığı tarihî ve trajedik olaylar, kapitalist ve marksist-sosyalist dünya görüşlerinin eskimiş, çağdışı kalmış ve yetersiz dünya görüşleri olduğunu, açık ve net olarak ortaya koymuştur... Bunun içindir ki, milletlerini çok seven düşünürler ile devlet adamları tüm imkânlarını seferber ederek, milletleri için yeni bir dünya görüşü aramaktadırlar... Biz, burada, bütün dünyaya ilân ediyoruz: İNSANLIĞIN, MUHTAÇ OLDUĞU İÇİN ARADIĞI DÜNYA GÖRÜŞÜ, ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜDÜR!