LOZAN ANTLAŞMASI
01 Ocak 1970
Türk Kurtuluş Savaşı sonunda 24 Temmuz 1923'tc imzalanan antlaşma.
İsviçre'nin Lozan (Lausanne) şehrinde ya¬pılan görüşmeler sonucunda imzalandığı için bu şehrin adını taşır. Kurtuluş Savaşı sonunda müttefik devletler İngiltere, Fransa ve İtalya, Mudanya Mütarekesi'-nin ardından 27 Ekim 1922'de İstanbul ve Ankara hükümetlerine yaptıkları çağ¬rıda barış görüşmelerinin Lozan'da baş¬layacağını bildirdiler. Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa. Ankara'daki Büyük Millet Meclisi başkanlığına gönderdiği telgraf¬ta devlet ve milletin başına daha büyük zararlar gelmemesi için birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirtmiş ve kendile¬rinin gönderecekleri temsilci dışında An¬kara'nın da temsilci seçmesini istemişti. Bu Önerinin kabulü, müttefiklerin körük¬lemeye çalıştığı İstanbul-Ankara ikiliğini peşinen kabul etme anlamına geleceğin¬den Büyük Millet Meclisi'nin toplantısın¬da tepkilere yol açtı. Tartışmalar sürerken Sağlık Bakanı Rıza Nur ve Hüseyin Avni
Ulaş ile yetmiş yedi arkadaşı verdikleri önerge ile Osmanlı Devleti'nin sona erdi¬ğinin karar altına alınmasını teklif ettiler. Böylece 1 Kasım 1922'de kabul edilen ka¬nunla saltanatla halifelik birbirinden ay¬rıldı ve saltanatın kaldırıldığı duyuruldu.
Mudanya müzakerelerinde başarılı olan İsmet Paşa'nın barış görüşmelerinde baş delege olması uygun görüldüğünden Yu¬suf Kemal (Tengirşenk) Hariciye vekilliğin¬den istifa ettirilerek yerine İsmet İnönü getirilmişti. Hükümet delegasyonu şöyle belirlemişti: Baş delege İsmet İnönü, ikin¬ci delege Rıza Nur, delege Hasan Saka (eski İktisat vekili). Delegasyona yardım edecek çok geniş bir danışmanlar grubu oluşturulmuştu. Milletvekillerinden M. Celâl Bayar, Zekâi Apaydın, Lemİ Saltık ve Zülfü Tiğrel, Hariciye Vekâleti'nden Münir Ertegün ile Yusuf Hikmet Bayur, ayrıca Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Taner, Şük¬rü Kaya ve Fuat Ağralı gibi uzmanlar bun¬lar arasındaydı. Büyük Millet Meclisi hü¬kümetin önerdiği listeyi onayladı. Meclis¬teki konuşmalarda özellikle sınırlar, tam bağımsızlık ve Ermenistan meselesi üze¬rinde duruldu. Ege adaları ile Rodos ve Oniki Ada'nın Türkiye'ye bırakılması iste¬nirken bazı milletvekilleri Kıbrıs'ın da geri verilmesine dair görüşlerini bildirdi. Batı Trakya için halk oylamasına başvurulma¬sı gerektiği hatırlatıldı ve Mîsâk-ı Millî sı¬nırları içinde olan Musul'un anavatandan ayrılmaması gerektiği ifade edildi. Bu is¬tekler İsmail Safa tarafından "borçsuz, azınlıksız, istiklâli tam, sınırlarında maz¬lum ve zincir sesi olmayan bir vatan" şek¬linde özetlenmişti.
Lozan Konferansı, davette belirtildiği gibi 13 Kasım'da değil 20 Kasım 1922'de Man Benon gazinosunda düzenlenen tö¬renle açıldı. Görüşmeler bir ara kesintiye uğradığından konferans iki döneme ay¬rılır. Birinci dönem 4 Şubat 1923'e kadar sürdü. İki buçuk ayı aşkın bir aradan son¬ra 23 Nisan'da başlayan ikinci dönem 24 Temmuz 1923'te sona erdi. Konferansa Türkiye ile birlikte sekiz devlet görüşme¬ci olarak davet edildi. Bazı devletlerin de Boğazlar ve ticaret meseleleri ele alındı¬ğında toplantılara katılması öngörülmüş¬tü. Amerika Birleşik Devletleri ise gözlem¬ci olmayı tercih etmişti. Böylece katılımcı¬lar çağrı yapanlar (İngiltere, Fransa, İtal¬ya, laponya), bütün görüşmelere katılan¬lar [88] göz¬lemci (Amerika Birleşik Devletleri), Bo¬ğazlar statüsü için çağırılanlar (Sovyet Rusya, Bulgaristan) ve ticaret sözleşme¬lerine katılanlar (Belçika, Portekiz) olmak üzere beş gruptan oluşuyordu.
Türkiye ile barış konusunda müttefik¬ler adına hareket eden İngiltere, Lozan'¬da da aynı rolü sürdürmek istediğinden Dışişleri Bakanı Lord Curzon başkanlığın¬da geniş bir delegasyonla gelmişti. Açı¬lışta İsviçre başkanından sonra ilk sözü Curzon aldı. Fakat asıl taraflardan biri ol-duğu için ısrarla konuşmak isteyen İsmet İnönü, bütün medenî milletler gibi hür¬riyet ve istiklâl istediklerini belirterek gözetilmesi gereken temel ilkeyi vurgu¬ladı.
Görüşmelere 21 Kasım'da Uşi (Ouchy) Şatosu Oteli'nin büyük salonunda başlan¬dı. Müttefikler konferansı istedikleri gibi yönlendirmek amacıyla bazı esaslar belir¬lediler. Curzon başkanlığı üstlendi, Fran¬sız delegesi Massigly genel sekreterliğe getirildi. Meselelerin önce görüşüleceği üçüncü komisyonun başkanlıklarını da kendi üzerlerine almışlardı. İnönü bu ko¬misyon başkanlıklarından birinin Türki¬ye'ye verilmesini, genel sekretere de bir Türk yardımcı belirlenmesini istemişti. Bunlar kabul edilmemiş, yalnızca Reşit Saffet Atabinen yazı komitesinde görev almıştı.
Bütün bunlar müzakerelerin sert ge¬çeceğinin göstergesiydi. Çağdaş bir göz¬lemcinin belirttiği gibi Türkler konferan¬sa galip olarak gelmişlerdi. Fakat Türk-Yunan meselesi tamamıyla ikinci plana atılmıştı. Konu aslında Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilerin çözülmesine ve dü-zenlenmesine ilişkindi. Çünkü Şark Me¬selesi baştan aşağı konferansın çalışma¬sı içine alınmıştı. Yunanistan Başbakanı Elefteros Venizelos, arkasında Curzon'un desteğini bulunca zafer kazanmış bir ül¬ke temsilcisi gibi konuşmaya başlamıştı. İngiltere de Mîsâk-ı Millî sınırları içinde bulunan petrol bölgesi Musul'u elinden çıkarmamaya kararlı görünüyordu. Tür¬kiye, Anadolu'da yaptıkları yıkımın karşı¬lığı olarak Yunanistan'dan 4 milyon altın tazminat talebinde bulundu. Buna kar¬şılık müttefikler ordularının Türkiye'deki işgal masrafları olarak 50 milyon, vatan¬daşlarının uğradıkları zararlar karşılığın¬da da 15 milyon altın tazminat istediler. Sonuçta onların bu tazminattan, Türki¬ye'nin de Almanya ve Avusturya hükü¬metlerinin I. Dünya Savaşı sonunda ken¬dilerine teslim etmiş oldukları Türk al¬tınlarından ve İngiltere'ye sipariş edilen gemiler için ödenen paradan vazgeçme¬siyle bir mutabakat sağlandı.
Ancak Adalar, Musul ve kapitülasyon¬larla Yunanistan'dan istenen savaş taz¬minatı konularında anlaşmaya varılamadı. Bunun üzerine üç müttefik devlet hazır¬ladığı bir metni 31 Ocak 1923'te Türk de¬legasyonuna vererek bunun tamamıyla kabul ya da reddedilmesini istedi. Cur¬zon, İnönü'ye Türkiye'nin imzalayacağı en iyi anlaşmanın bu anlaşma olduğunu, bu¬nu imza etmedikleri takdirde Türkiye'nin Asya'nın görünmez karanlığında kaybo¬lacağını söyleyerek tehditte bulundu. İnö¬nü de ülkesini esarete mahkûm edecek bir belgeye imza koyamayacağını kesin bir dille belirtti. Oturum kapandıktan son¬ra Türkiye'yi bir oldubitti karşısında bı¬rakmak isteyen Curzon o akşam Lozan'¬dan ayrıldı. Böylece görüşmeler kendili¬ğinden kesilince Türk heyeti de yurda döndü.
20 Şubat'ta Ankara'ya gelen İnönü hü¬kümete bilgi vererek yeni talimat istedi. Konu Büyük Millet Meclisi'nde görüşülür¬ken sert tartışmalara yol açtı. Bazı millet¬vekilleri Türk heyetini Mîsâk-ı Millî'ye uy¬mamak, hatta ona ihanet etmekle suç¬ladı. Dört gün süren tartışmalar, Mustafa Kemal'in araya girip delegasyonun mec¬lise karşı değil hükümete karşı sorumlu bulunduğunu belirtmesiyle önlenebildi.
Öte yandan üç müttefik devlet 29 Şu¬bat'ta Türkiye'nin itirazlarına cevap ver¬miş, Türk tarafı da karşı önerilerini 8 Mart'ta bildirince görüşmelere yeniden başlanması kararlaştırılmıştı. 23 Nisan 1923'te Lozan'da ikinci toplantı başladı¬ğında Curzon'un yerini Sir Horace Ramb-dold aldı. Bu defa da ekonomik ve malî konularda güçlükler baş gösterdi. Yuna¬nistan'dan istenen tazminat konusu ye¬ni bir bunalıma yol açarken İnönü ile ba¬kanlar kurulu başkanı Hüseyin Rauf Or-bay'ın aralarının bozulmasına sebep oldu. Tazminat meselesi, Yunanistan'ın Karaa¬ğaç İstasyonu'nu Türkiye'ye bırakmasıy¬la çözüme bağlandı. Bütün çabalara rağ¬men Türk- Irak sınırının nerelerden geçe¬ceği hususunda İngiltere ile bir uyuşma sağlanamadı. Sonunda bunun ileride ya¬pılacak görüşmelere bırakılması kararlaş¬tırıldı. Görüşmeler 17Temmuz'da bitiril¬di, ancak delegasyonların hükümetlerin¬den gereken yetkiyi almaları için antlaş¬manın 24 Temmuz'da imzalanması ka¬rarlaştırıldı. İnönü hükümetten istediği izne uzun süre karşılık alamayınca Musta¬fa Kemal'e başvurdu. Onun Türkiye Bü¬yük Millet Meclisi başkanı ve başkuman¬dan olarak verdiği yetkiye dayanılarak 24 Temmuz 1923'te Lozan Üniversitesi Salonu'nda düzenlenen törende antlaşma imzalandı.
Lozan Antlaşması tek bîr metin olma¬yıp esas antlaşma ile ona ekli on yedi ayrı protokol ya da sözleşmeden meydana gelmektedir. 143 maddeden oluşan esas barış antlaşması dört bölüm halinde dü¬zenlenmişti.
1. Siyasal içerikli olan toprak, tâbiiyet ve azınlıklara ilişkin maddeler (I -45);
2. Malî konular (46-63);
3. Ekonomik hükümler (64-100);
4. Ulaşım ve sağlık so¬runları (101-143). Antlaşmada çözümü ileriye bırakılan Musul meselesi Türk-Irak sınırının tesbit edilmesi olarak anıl¬mış ve bunun dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirle¬neceği hükmüne yer verilmişti.[89] Antlaşmanın başlıca hükümleri şöylece özetlenebilir.
Sınırlar. Trakya'daki Türkiye-Yunanis¬tan sınırı Karaağaç Türkiye'de kalmak üzere Meriç ırmağının "talvek"İ olarak tesbit edilmişti. İmroz (Gökçeada), Boz¬caada ve Tavşan adaları dışında kalan ve adları sayılan adalar Yunanistan'a bıra¬kılmıştı. Yunan birlikleri işgal ettikleri İm¬roz ve Bozcaada'dan çekildikten sonra Türkiye buralarda yerli halkın da söz sa¬hibi olacağı bir yönetim uygulayacaktı. Yunanistan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikar-ya adalarında hiçbir deniz üssü ve istih¬kâm kurmayacaktı.[90] İtalyanlar'ın Uşi Antlaşması ile geri vermeleri gerekirken işgallerini sürdür¬dükleri Rodos ve Oniki Ada kendilerinde [91] İngilizler'in 1914'te toprakları¬na kattıklarını ilân ettikleri Kıbrıs da yine onlarda kalacaktı. Ancak ada Türkler'i iki
yıl içinde Türk vatandaşlığını kabul ede¬bileceklerdi[92] Bunun dışında Mısır ve Sudan'ın da İngiliz egemenliğine geçtiği kabul edilmişti.[93] Trablus-garp (Libya) üzerindeki haklardan da vaz¬geçilmişti.[94] Türkiye-Suriye sını¬rı, Fransa ile imzalanmış olan 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen sı¬nır olarak kabul edilmişti. İskenderun ve Antakya'daki Türkler'in kendi kültürlerini korumaları konusunda söz konusu ant¬laşmadaki hükümlere uyulacaktı.
Boğazlar. Boğazlar'da barış ve savaş dönemlerinde denizden ve havadan ser¬best geçiş esası kabul edilmişti.[95] Bu maddeye ek protokole göre Boğaz-lar'dan geçişi kontrol etmek üzere bir Türk üyenin başkanlığında İngiltere. Fransa, İtalya. Japonya, Yunanistan, Bul¬garistan, Romanya, Rusya ve Sırbistan temsilcilerinden oluşan bir komisyon ku¬rulacaktı. Amerika Birleşik Devletleri de isterse bu komisyona üye olabilecekti.
Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki yakasında belirli bir bölge silâhtan arındırılacaktı. Türkiye bu bölgede sayısı 12.000'i geçmeyen bir kuvvet bulundu¬rabilecekti.
Kapitülasyonlar. "Antlaşmayı yapan ta¬raflar, Türkiye'de kapitülasyonların tama¬mıyla kaldırılmasını her biri kendisiyle il¬gili olarak kabul ettiğini açıklarlar" biçi¬mindeki 28. maddenin hükmüyle Türki¬ye'de kapitülasyonlar tarihe karışmıştı. Ancak adliyeyi düzenlemek amacıyla bir¬kaç yabancı uzman beş yıl süreyle Türki¬ye'de görev yapacaktı, fakat Türk hükü-meti bu uzmanların önerilerini kabul et¬mek zorunda olmayacaktı.
Azınlıklar. Antlaşmanın 37-44. mad¬deleriyle Türkiye'de yaşayan, müslüman olmayan azınlıklara bazı haklar tanınmış¬tı. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin azınlık sayılan Rumlar'ın temsilcisi ya da koruyucusu olduğuna ilişkin bir hükme ise yer verilmemişti. Barış görüşmelerin¬de Türk tarafı patrikhanenin ülkeden çı¬karılması gerektiğini belirtmişti. Fakat sonuçta patrikhanenin "ekümen" (evren¬sel) olmaktan çıkması ve herhangi bir si¬yasal görev veya rol üstlenmeden yeni Türkiye'nin dinî kurumları arasında yer alması görüşünde birleşildi.
Mübadele. Ek 6 numaralı protokole gö¬re Türkiye'de yaşayan Rumlar'la Yunanis¬tan'da kalan Türkler'den büyük bir kısmı karşılıklı olarak değiştirilecekti. İmroz, Bozcaada ve İstanbul'da bulunan Rum¬lar'la Batı Trakya'daki Türkler o dönem¬de her iki devletin izlediği siyasete uygun olarak mübadele dışı bırakılmıştı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi barışa ka¬vuşmayı ve genel olarak antlaşmayı olum¬lu karşıladı. Ancak bazı üyeler, Musul so¬rununun geriye bırakılması ve Oniki Ada ile savaş tazminatı açısından eleştirilerde bulundu. Antlaşma ve ekleri 2 Ağustos 1923'te 14'e karşı 213 oyla onaylandı.
Lozan Antlaşması bağımsız yeni bir Türk devleti kurulduğunun, başta I. Dün¬ya Savaşı1 nın galipleri olmak üzere başlıca dünya devletlerince onaylandığını göste¬ren uluslararası bir belgedir. Aynı zaman¬da Kurtuluş Savaşı'nın siyasî hedeflerini gösteren Mîsâk-ı Millî hükümlerinin gü¬nün şartları içinde büyük oranda gerçek¬leştirildiğini de kanıtlamaktadır. "Türk-ler'i Avrupa'dan çıkarmak" şeklinde özet¬lenebilecek olan yüzyıllık Avrupa siyaseti Lozan'da sona ermiş oluyordu; ayrıca bazı çevrelerin öne sürdüğü gibi bu antlaşma bir hezimet antlaşması değildi. I. Dünya Savaşı sonunda dayatılmış bir antlaşmayı (Sevr) yeniden müzakereye açarak bun¬dan başarıyla çıkılmasını sağlayan ve ba¬ğımsız bir devletin doğuşuna zemin ha¬zırlayan çok büyük bir kazanımdı.