GEÇ KALMIŞ BİR YAZI (I): ABDULLAH ÖCALAN’IN İDAM MESELESİ VE MHP
Ali Güngör 01 Ocak 1970
Cumhuriyet tarihimizin önemli bir kırılma noktası 1980 ihtilali ise bir diğeri de Öcalan’ın yakalanması ve sonrasında başlatılan süreç olarak tarihe geçecektir sanırım.
Nitekim 2007 Genel Seçimlerinin olduğu gibi 2011 Seçimlerinin de ana konularından birisini bu idam konusu oluşturmuştur.
2007 Seçimlerinde, Sayın Bahçeli Erzurum mitinglerinde; Sayın Erdoğan’a hitaben alana ip atarak “Ben asamadım ise şimdi yetki sende, sen as da görelim” derken, 2011 seçimlerinde Sayın Erdoğan “Öcalan’a idam kararı verildiğinde, ben hükümet ortağı olsa idim, idam kararının uygulanması için her şeyi yapardım, yapamadığım zaman ise hükümetten istifa ederdim” demiştir.
MHP’liler ve MHP taraftarı Ülkücüler; ısrarla, İdam cezasının kaldırılmasına MHP Milletvekillerinin sonuna kadar karşı çıktıklarını ve Öcalan’ın idamdan kurtulmasında bir veballerinin olmadığını anlatmaya çalışmaktadırlar.
Öcalan ile ilgili süreç yaşanırken MHP’de Milletvekili olarak görev yapan, her safhada konuyla yakından ilgilenerek Sayın Bahçeli ile görüşmelerde bulunan ve sonunda bu mesele yüzünden partiden ihraç edilmiş birisi olarak, tarihe not düşmek bakımından, o dönemde yaşananları yazmak bir görev olmuştur.
1999 Genel Seçimleri için propaganda çalışmalarının devam ettiği günlerde Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanarak uçakla gözleri bağlı bir şekilde Türkiye’ye getirildi. Bir gün sonra konuyla ilgili konuşan Sayın Ecevit; TV Ana haber arşivlerine bakacakların göreceği gibi, şu açıklamayı yaptı: “18 Nisan Seçimlerinden sonra oluşacak Meclisin ilk görevi Pişmanlık Yasası’nı çıkarmak olacaktır”
Ecevit’in açıklamasının tam bir gün sonrasında Show Ana haber’e konuk olarak katılan Sayın Mesut Yılmaz da bir soruya karşılık olarak “18 Nisan Seçimlerinden sonra oluşacak Meclis’in ilk görevi Pişmanlık Yasası’nı çıkarmak ve Tahkim’le ilgili Anayasa değişikliğini yapmak olacaktır” cevabını verdi.
O tarihe kadar “Pişmanlık Yasası” denilen, güya pişman olduğunu söyleyen PKK’lılara Af getiren yasa 5 defa çıkarılmıştı. Belki Sayın Ecevit ve Sayın Yılmaz bir kere daha çıkarılmasına ihtiyaç duyuyorlardır diye düşünülebilirdi. Ancak Öcalan’ın yakalanıp getirildiği günün hemen ertesinde bu açıklama yapılıyorsa önemli bir sebebi olmalıydı.
Seçim sonrası Hükümet kurma çalışmalarını yürüten Sayın Ecevit; Rahşan hanımın MHP’ye yönelik hakaretamiz sözlerinden sonra, “Eğer randevu talebimi kabul ederlerse MHP’ye koalisyon ortaklığı teklifini götüreceğim” açıklamasını yaptı.
Açıklama üzerine MHP Başkanlık divanı konuyu değerlendirmek üzere toplanma kararı almış. Sayın Bahçeli saat 11 civarında beni telefonla arayarak saat 14’te yapacakları Başkanlık Divanı toplantısı öncesinde görüşmemizin mümkün olup olmadığını sordu. Saat 12’de, Parti Genel Merkezinde, Genel Başkanlık Makamında başlayan görüşmemiz saat 14’15 e kadar sürdü. Sayın Bahçeli; Ecevit’in bu açıklamasına nasıl bir cevap verilmesinin gerektiği hususunda benim görüşlerimi soruyordu.
Kendilerine 4 ana başlık halinde görüşlerimi sıraladım. Bunların en başında Rahşan hanımın açıklamasına karşılık mutlaka bir açıklama da MHP’nin yapması gerektiği yer alırken 2. olarak, Ecevit ve Yılmaz’ın seçimler öncesinde yaptıkları açıklamaların önemini hatırlatarak “Pişmanlık yasası” denilen yasanın yeniden çıkarılmasına MHP’nin kesinlikle onay vermeyeceğinin Ecevit’e en baştan söylenmesi gerektiğini ifade ettim.
Çünkü Ecevit ve Yılmaz’ın bu açıklamayı Öcalan’ın getirilişinin bir gün sonrasında yapmış olmalarının sebebinin Öcalan’ı idamdan kurtarmak olduğuna ve bunun için ilk adım olarak da Pişmanlık Yasasını ortaya süreceklerine inanıyordum. Bu inancımı ve eğer pişmanlık yasasının çıkarılmasına MHP evet derse bunun arkasından idam kararının ertelenmesi ve arkasından İdam cezasının Anayasa’dan çıkarılmasına varan gelişmelerin geleceği yönündeki düşüncelerimi kendilerine anlattım.
Sayın Bahçeli söylediklerimi not alırken durdu ve “Ali Ağa o zaman Hükümet ortaklığı teklifini kabul etmeyip muhalefet görevini tercih etmemiz gerekecek. Çünkü seçimlerden önce toplanan Milli Güvenlik Kurulunun son kararında Hükümete tavsiye kararlarından birisi de bu Pişmanlık Yasasının çıkarılması.
Diğer taraftan Başkanlık Divanındaki arkadaşların çoğunluğu, hiçbir şart ileri sürmeden, Hükümet ortaklığı teklifinin kabul edilmesi görüşündeler, ancak alternatif bir görüş olarak senin söylediğin bu görüşü de Başkanlık divanına götüreceğim” dedi.
Kendilerine şu cevabı verdim: “Memleketi 1980’den bu yana MGK kararları doğrultusunda yönettiler. Terör ve Bölücülük konusunda gelinen yer belli. Bu konuyu bir kere de MHP’nin görüşleri doğrultusunda yönetmekten başka çare kalmamıştır. MHP’nin bu problemi çözeceğini MGK Üyelerine söyleyiniz, iyi hazırlanmış gerekçelerimizi ve önerilerimizi gördüklerinde mutlaka onlar da ikna olacaklardır.”
Görüşmemiz 14:15'te bitti. Sayın Bahçeli’nin daha sonra bana söylediğine göre, benim kendisine söylediklerimi alternatif bir görüş de şöyledir diyerek sunmasına rağmen sadece 1 üye bu görüşe katılırken, Başkanlık Divanından, hiçbir şart ileri sürmeden Ecevit’in teklifinin kabul edilmesi yönünde karar çıkmış.
Sonuçta DSP-MHP-ANAP ortaklığında 57. Hükümet kuruldu. Hükümetin Meclis’e getirdiği ilk kanun tasarısı ve TBMM Üyelerinin kanunlaştırdığı ilk Yasa; Ecevit ve Yılmaz’ın daha seçimlerden önce söyledikleri gibi, “Pişmanlık Yasası” oldu.
Meclis Kürsüsünde yaptığım ilk konuşma da bu vesileyle oldu. Şahsım adına söz alarak “1985'ten bugüne kadar, bu kanun 5 defa çıkarılmış ve her getirilişinde gerekçeler; aynı cümleler, aynı kelimelerle ortaya konulmuş ve bugün de yine aynı cümleler, aynı kelimelerle kurulmuş olarak Meclisimize getirilmiş bulunuyor. Çok değerli milletvekilleri, bu tasarı bir af kanunu tasarısı olarak getirilmemiştir; ancak, getirdiği hükümler itibariyle tamamıyla özel bir af yasa tasarısıdır. Dikkatlice incelendiğinde, maddelerde de görüleceği şekilde, bu, bir özel af tasarısıdır, teröristlere ve canilere yönelik bir af tasarısıdır. Bu haliyle de bu kanun tasarısı, Anayasamızın 87. ve 14. madde hükümlerine aykırıdır. Bu sebeple, bu tasarının Hükümet tarafından, yeniden ele alınarak, terörü ve terörün amacını geldiğimiz noktada ortadan kaldırmayı hedefleyecek şekilde yeniden düzenlenmesini talep ediyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.” yönündeki konuşmayı yaptım. (Konuşmanın tamamını okumak ve dinlemek için tıklayınız…)
Bu konuşmayı yapmış olmam sebebiyle Sayın Bahçeli beni ihraç edilmek üzere Grup Disiplin Kuruluna sevk etti. Grup Disiplin Kurulu; savunmamı aldıktan sonra konu hakkında bağlayıcı grup kararı olmadığı, Yasa tasarısı hakkında şahsi görüşümü Milletvekili olarak kürsüde dile getirmeme engel bir tüzük maddesinin de olmadığı gerekçeleri ile Genel Başkanın ihraç talebinin reddi yönünde karar verdi.
Pişmanlık Yasası denilen bu yasanın çıkarılmasının ardından Tahkim’le ilgili Anayasa değişikliği ve onun ardından da adına basın denilen paçavralarda yazdıkları yazılarla PKK propagandası yapmaktan ceza almış suçlulara Af getiren kanun meclisten geçirildi.
Gün geldi, Mahkeme, Abdullah Öcalan ile ilgili İdam kararını verdi. MHP’li Bakanlar Meclis Kulisinde adeta bayram ediyorlardı. Hakikaten de bir bayram öncesiydi. Bakanlar Bayram tatili münasebetiyle memleketlerine gittiklerinde halk’a yapacakları konuşmayı birbirlerine ve bize anlatıyorlardı. Şimdi hatırlarlar mı bilmiyorum, Sayın Şuayip Üşenmez ve Sayın Enis Öksüz’e dedim ki; sakın gittiğiniz yerlerde böyle bir konuşma yapmayınız, sonra pişman olursunuz. Çünkü öyle bir sürece girildi ki, Öcalan idamdan kurtarılacak.
Her ikisi de, “Hayır öyle şey olmaz. Sayın Bahçeli ile konuştuk. Kesinlikle karar uygulanacak diyor” dediler. Ve gittikleri şehirlerde idam kararının hemen nasıl uygulamaya konulacağını keyifle anlattılar. Nitekim Sayın Bahçeli de, Osmaniye’de halka hitabında, kararın uygulamaya konulacağını açık şekilde söyledi.
Bu konuşmalara rağmen, idam kararının TBMM’ne gönderilmesi gerekirken Başbakanlıkta bekletilmesine karar verildi. Sayın Bahçeli ile ne konuşuldu ve nasıl ikna edildi, tabii ki onu ben bilmiyorum.
2000 yılı Meclis tatile girmeden hemen önce yapılan son Grup Toplantısından sonra her salı günü olduğu gibi Sayın Bahçeli ile Meclisteki odasına beraber çıktık, hem yemek yedik, hem de durum değerlendirmesi yaptık. Her hafta Grup Toplantısından sonra böyle bir değerlendirme yapmayı kendisi istiyordu.
Bu görüşmemizde bütün bir çalışma dönemini değerlendirirken tatil sonrası gündemin ne olabileceği hususunu da değerlendirdik. Kendilerine özellikle altını çizerek şunları söyledim:
1- Meclis açıldığında ilk gündem, Anayasada yapılacak değişik ile idam cezasının Anayasa’dan kaldırılması olacak gibi görünüyor. AB’ye giriş yönünde Hükümetçe hazırladığınız programa Ulusal Program diyerek imza attınız. O programa göre de idamı kaldıracağınızı taahhüt ettiniz. Dolayısıyla ilânihaye MHP bunun karşısında duramaz. Bütün İdam kararlarını Meclis gündemine getirelim, orada karara bağlayarak süreci tamamlatalım, ondan sonrasında da İdam cezasının Anayasa’dan kaldırılması teklifini Meclise MHP olarak biz verelim.
Bu görüşüm üzerine Sayın Bahçeli ile aramızda geçen konuşma diyalogu şöyledir:
Sayın Bahçeli: “Ali Ağa 12 Eylül ihtilalinde bile 58 kişi idam edilmedi. Biz nasıl yaparız.” (bekleyen idam cezaları 58 kişiyi ilgilendiriyordu.)
Ali Güngör: “Cezaların Meclis Gündemine getirilmesi demek bunların hepsinin cezalarının uygulanması için evet denileceği anlamına gelmez. Belki Öcalan’ın cezasının oylamasında bile diğer partiler hayır diyerek evet çıkmasını önlerler. Milletvekillerine talimat verip istediğiniz yönde oy kullandırıyorsunuz. Bu konuda da talimatlarınızı verir ona göre oy kullanmalarını temin etmekte zorlanmazsınız.”
2- Meclis açıldığında ikinci gündem maddesi öyle anlaşılıyor ki AB’nin dayattığı azınlıklar meselesi olacak. AB, bizi bir millet olarak görmüyor. Değişik etnik gruplardan oluşmuş bir topluluk olarak görüyor ve özellikle Kürtler konusunda onların ayrı bir millet olduklarının Anayasal anlamda kabul edilmesini dayatıyorlar.
Bu iki konu da Türkiye açısından hayati öneme sahip konulardır. Yaz boyunca yapılacak Kurultaylarda bu konulara yönelik öyle bir konuşma yapmalısınız ki size teklif getirmeden önce Ecevit’i düşünmeye zorlamalısınız.
Bu konuşmamızın ardından Meclis tatile girdi ve ben de Mersin’e gittim. Eylül ayının bir günü gazeteyi elime aldığımda manşetten üye olduğu günden bu yana Türkiye’nin şerh koyduğu, BM’nin azınlıklarla ilgili sözleşmesinden şerhini kaldırarak, sözleşmeyi imzaladığını okudum. Halk arasında ikiz yasalar olarak bilinen “Azınlıkların ekonomik, kültürel, medeni ve siyasi haklarının iade edilmesi” sözleşmesi Türkiye’nin BM daimi elçisi Volkan Vural Tarafından imzalanmıştı. Gazete bunu manşetten haber olarak veriyordu.
Bu haberden bir gün sonra ise aynı gazete; İnsan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen’in Paris şartı diye bilinen sözleşmede idamla ilgili Türkiye’nin şerhini kaldırdığını haber olarak veriyordu. Bunun anlamı ise uluslar arası sözleşmeler bağlayıcı olduğundan idam cezasının Anayasa’mızdan da kaldırılacağı idi.
Tabi yaz boyunca yapılan Kurultay toplantılarında Sayın Bahçeli’nin konuşmaları içinde her iki konuya yönelik hiçbir değerlendirme konuşması göremedik.
Tatil bitti, Meclis çalışmalara başladı ve MHP ilk Grup Toplantısını yaptı. Yine bu iki konuya yönelik hiçbir değerlendirme yapılmadı. Toplantı sonrası Sayın Bahçeli’nin daveti üzerine odasına çıktık, yemekleri söyledi ve konuşmaya başladık:
Kendilerine hemen şunu sordum:
Hükümet kararı olmadan, bir büyükelçi kendiliğinden uluslar arası anlaşmalarda Türkiye’nin daha önceden koyduğu bir şerh’i kaldırabilir mi?
Sayın Bahçeli; “tabi ki kaldıramaz. Öyle şey olur mu?” diye cevap verdi.
Ben; “Peki, o zaman Volkan Vural’ın imzaladığı bu ikiz yasalar denen sözleşmeyi imzalayacağından haberiniz vardı öyleyse” dedim.
“Meclisten geçmeden yürürlüğe girmez biliyorsun” dedi ve ekledi, “meclisten geçmeden önce yine değerlendiririz.”
Arkasından şu soruyu sordum: “Hükümet kararı olmadan o hükümetin bir bakanı yine kendiliğinden uluslar arası bir sözleşmedeki Türkiye’nin şerh’ini kaldırabilir mi?”
Yine tabi ki hayır diye cevapladı.
O zaman Rüştü Kazım Yücelen’in idamla ilgili şerhi kaldırmasından da haberinin ve onayının olduğunu söyledim.
Sustu.
Son söz olarak dedim ki; eğer bunlara evet dersek millet de, MHP’liler de, Ülkücüler de affetmez.
Sayın Bahçeliden aldığım Cevap: “Ali Ağa unuturlar, merak etme.”
Yemeğimizi yedikten sonra haftalık yaptığımız bu değerlendirme toplantılarının bir fayda getirmediğini, dolayısı ile de bu konuşmanın benim açımdan son konuşma olduğunu ifade ederek ayrıldım. Bundan sonra da bir daha bir araya gelip konuşmadık.
Meclis çalışmalara başladı. İlk işi Anayasa değişikliklerinin yapılması oldu. Anayasamızda idamla ilgili hiçbir hüküm yok iken, nereden akıllarına esti ise(!), Anayasa’nın suç ve cezalarla ilgili 38. Maddesine yeni bir fıkra eklendi. Bu fıkra ile “Savaş, çok yakın savaş ve terör suçları dışında ölüm cezası uygulanamaz.” Hükmü Anayasamıza girmiş oldu.
Böylece zaten meclise gönderilmeyerek Başbakanlıkta bekletilen Öcalan’ın idam cezası Anayasal anlamda uygulanamaz bir ceza haline dönüşmüş oldu. Çünkü Türkiye olarak biz; PKK ile mücadeleyi savaş olarak kabul etmiyor, bunu terör mücadelesi olarak adlandırıyorduk. Yakın savaş hali dışında idam cezası uygulanamayacağını Anayasal güvence altına aldıktan sonra Öcalan’ın idam kararı da terör suçu sebebiyle değil o zamanki TCK 125. Madde’den verildiğinden artık Öcalan’ın idam cezasının uygulanamaz hale getirildiği açıktı.
Anayasa değişiklikleri yapıldıktan sonra ilgili kanunlarda uyum değişikliklerinin yapılması gerekir. Nitekim Dernekler, vakıflar kanunu gibi birçok kanunda Anayasa’nın yeni durumuna göre değişiklikler yapılmaya başlandı.
Zaman geçti erken seçim kararı alındı. Tam o günlerde Anayasanın yeni durumuna göre Türk Ceza Kanununda değişikliklerin yapılması hususu Meclis gündeminde görüşülmekteydi.
MHP bu kanun görüşülürken Ceza Kanunundan idamın çıkarılmasına bir bütün halinde ret oyu vererek karşı çıktı.
Şimdi son sözü söyleyelim.
MHP; İdam cezasının Anayasa’dan çıkarılmasına ve savaş, yakın savaş ve terör suçu hali dışında idamın kaldırılmasına bir bütün halinde evet demiştir. Anayasanın bu hükmüne göre Ceza kanununda yapılması gereken değişikliğe ise bir bütün halinde hayır demiştir.
Anayasa nedir, nasıl değiştirilir, yasa nedir, yasa Anayasaya aykırı olabilir mi, yasa değişikliği kaç oyla, Anayasa değişikli kaç oy ile yapılabilir? Bunları bilenler için Öcalan ve idamla ilgili MHP’nin tutumu budur.
Bütün bu yaşanmış gelişmelerden sonra bir soru da ben sorayım: MHP idamın kaldırılmasına karşı mı çıkmıştır, Öcalan’ı idamdan mı kurtarmıştır?
Şimdi bir kısım MHP’liler ve MHP taraftarı Ülkücüler bana kızacaklar. Ancak kızmadan önce bir dakika düşünmelerini istiyorum. Bana niye kızacaklar.
Yalan yazdığımı düşündükleri için mi? Böyle düşünüyorlar ise, eğer kendileri ulaşabiliyorlarsa Sayın Bahçeli’ye kendileri, yoksa ulaşabilecekleri birisi vasıtasıyla iletsinler. Sayın Bahçeli bir TV kanalında benim burada yazdıklarımın yalan olduğunu söylesin ve MHP’liler, MHP taraftarı bana kızmakta haklı olsunlar.
Yok, MHP Yönetiminin, 57. Hükümetin MHP’li Bakanlarının ve 21.Dönem MHP Milletvekillerinin günahlarını açık ettim diye kızıyorlarsa, bunu kendi içimizde konuşsaydık diye kızıyorlarsa, kol kırılır yen içinde kalmalıdır diyerek kızıyorlarsa bana değil, kendi yöneticilerine kızmalıdırlar.
Bunların hiçbirisi değil de, “MHP tek başına İktidar değildi ki! Ne yapabilirdi?” diyerek, bana kızmak için kızacaklar ve MHP Yönetiminin arkasından gitmeye devam edecekler için ise, bana, “Allah yolunuzu açık etsin” demekten başka bir şey kalmıyor.
Zira MHP’nin “evet” demesinin nelere mal olduğunun, neleri kaybettiğimizin, bitme noktasına getirilmiş olan terör ve bölücülüğün yapılanlar ve yapılmayanlar sebebiyle nasıl yeniden azdığının, o azış sebebiyle nice “Can”ları şehit verdiğimizin, eğer MHP “hayır” demiş olsaydı; yaptıklarını, kimsenin o güne kadar yapmaya cesaret edemediği gibi daha sonra da ceseret edemeyeceğinin farkında olmayanlar için fazla söze gerek yok derler.
Bu noktada benim görevim ve amacım; Cumhuriyet tarihinin önemli kırılma noktası olarak Öcalan’ın idamdan kurtarılmasını yazacak olan tarihçilere o günlerde yaşananları ayniyle aktarmaktan başka bir şey değildir.