« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Tem

2011

ÜNLÜ DÜŞÜNÜR HERBERT MARCUSE'le DEVRİM HAKKINDA BİR GÖRÜŞME

Günther BUSCH 01 Ocak 1970

BİRİNCİ SORU : Deniliyor ki endüs t ri toplumunun yeni olgu¬
ları karşısında Marx'ın devrim anlayışı ayakta dur ama z; çağdışı
bir anlayış olmuş tur bu; a r t ık destekleyen bir çevrede kalmamış¬
t ı r. Marx'ın düşüncesine göre gelecekteki b ü t ün toplumcu ayaklan¬
ma l a r ın tarihsel sahibi olan işçi sınıfı, sınıfsal niteliğini kendisi
bozmuş tur. Yüksek düzeyde farklı bir toplum düzeni k u rma iste¬
ğinin belirmesi, daha uygun çalışma koşullarına, daha geniş boş
zamana ve daha çok maddî nesnelere ihtiyaç duyulmasına yol aç¬
mı ş t ı r. Bu koşulların etkisi a l t ında, işçi sınıfının ekonomik yoksul¬
luğunu dile getiren ve ezilen kimselere seslerini yükseltmeyi öğre¬
ten, eski devrim teorisi, güçsüz ve gerçek dışı bir biçim a lmı ş t ı r.
Devrimci teori gerçeklere sırt çevirmiştir. Bugünlerde devrimden
söz ederi bir kimse hiç kuşku yok ki, ka rma ş ık, anlaşılması güç bir
kavrama (mystification) ka tkıda bulunuyor. Öyle değil mi? Siz ne
dersiniz?

MARCUSE : Gerçekte devrim fikri hiçbir zaman ka rma ş ık, an¬
laşılması güç bir kavram (mystification) olmamı ş t ı r. Genellikle
mevcut koşullar sürekli olarak kötü işlemiştir : Yoksulluğu ve in¬
sanlığa aykırı eylemleri alt etmenin gerçek ol anakl a r ına ka r şı
çıkan bir güç var. Devrimin dayanabileceği bir çevrenin ve ör¬
gütlü bir akımın kalmamış olması, onun gerekliliğini or t adan kal¬
dırmaz. Ama acaba, bugün için devrimin tutunabileceği bir çevre
gerçekten kalmamış mıdı r? Gelişmiş kapitalist düzende insanın ka¬
derini saldırgan ve yayılan sömürü aracının ve bununla iç içe gir- ^~
miş siyasal k a r a r l a r ın tayin ettiği bir gerçektir; bu gerçeği ne
pluralist (çoğulcu) demokrasinin ideolojik ör tüsü ve ne de aşırı
üretimin nesnel ör tüsü değiştiremez. Bu egemen sistemde benimsenip
uygulanan kamu hakl a rı da yeryüzünü bir cehennem yerine çeviren
baskı ya da zorlamaların şiddetini a z a l t amamakt adı r. Şimdilik bu
cehennem Vietnam'ın savaş alanları ile yeni sömürgeciliğin kurbanı
olan öteki ülkeler üzerinde topl anmı ş t ı r. Orada, hiç kuşkusuz in¬
sanlık da bir araya gelmiştir : Bi rdenbi re değil, çeşitli yollardan ge¬
çerek, gerilla savaşları ile saldırganın dehşetine dehşetle karşı ko¬
yan ve kapi t a l i st sistemin iç sınırını t anıml ama olanağını bul anl ar
aşırı yoksulluk ve güçsüzlüklerine r ağmen yıllardan beri dünyanın
en varlıklı ve tekniği en ileri yıkıcı makina smı kont rol altında
tutabilmişlerdir. Buna «İç» sınır diyorum, çünkü gelişmiş kapitalizmin
küresel sistemini a r t ık dıştan sınırlamaya imkân yoktur; nite¬
kim ür e t im ilişkilerindeki t üm çelişmelere rağmen, sosyalist ülke¬
lerin ka lkınma l a rı bile, dünyadaki r ekabet ba skı s ına ve bi r l ikte
yaşama zorunluluğuna bir karşılık olmakt adı r. Ama romant ik bir
kur tuluş cephesi fikri yanlıştır. Böyle bir gerilla savaşı ile sisteme
öldürücü bir da rbe indirilemez : Gerilla savaşı uzun sürede tek¬
nolojik bir «Kesin Çözüm»'şekline ka r şı tutunama z. Kapitalist sis¬
tem «zaferin» ne zaman herşeyi yaka r ak ve zehirleyerek gerçekleş¬
tirileceğini tayin etme hakkını saklı t u tma k t a d ı r. Vietnam'da
«Kesin Çözüm» şekli sermaye gücünün kesin ol a r ak birleşmesiyle
meydana gelecek ve bu sermaye gücü askerî dikt a tör lükl e r in ve
servetin yardımıyla ç ıka r l a r ını daha da geliştirerek sosyalist güç¬
leri giderek zayıflayan bir savunmaya (ya da etkisiz bir tarafsızlı¬
ğa) itecektir.

Bu eğilimin önlenebilmesi için yeni sömürgecilik kurbanları¬
nın direnme eylemlerinin «bolluk toplumunun» kendi içinde, geliş¬
miş kapitalizmin me t ropolünde ve bağımsızlığı me t ropol tarafın¬
dan t ehdit edilen zayıf kapi t a l i st ülkelerde destek görmesi gerekir.
(Metropol'deki muhalefet sorununa dördüncü soruyu cevaplarken
t e k r ar döneceğim). Avrupa'nın kapi t a l i st ülkelerinde etkili bir mu¬
halefetin işleyebilmesi için gerekli olan ön koşul, işçi sınıfı akımı¬
nı siyasal b a k ımd an ulus l a r a r a sı ölçüde yeniden c anl andı rmakt ı r.

İKİNCİ SORU : Çağımızın en göz alıcı yönlerinden biri de ka¬
pitalizm ile sosyalizmin giderek bi rbi r l e r ine yakl a şma l a r ıdı r. İleri
endüstrileşme her iki sistemin toplums al süreci ile ür e t im yöntem¬
lerini değişikliğe uğr a tmı ş t ı r. Teknoloji, olayların akışını ve insan¬
l a r ın toplums al ilişkilerini belirlediği ölçüde, egemenlik ilişkileri
yine teknolojik terimlerle t anıml anı r. İkt ida r, toplums al çalışma
haya t ını yöneten ve uygulamayı örgütleyen a r a ç ta topl anmı ş t ır :
Yönetim ve işletme biçimine dönüşmüş olan bu egemenliği (üstün-
lüğü) a r t ık siyasal ve ekonomik egemenlik diye t anıml amak güç¬
t ü r. Her birey iyi niyetle eyleme geçer, bu, bireyin genel ba skı l ar
ka r ş ı s ında eylemde bulunma isteğinden ileri gelir. Devrimcilerin ve
devrimlerin esinlendikleri hür r iyet anlayışı, mode rn kapitalist ve
sosyalist devletlerde tedavülden kalkmışa benziyor. Acaba hür r iyet
kavr amı, «güdümlü kütle toplumunda» devrimci niteliğini yitirmiş
mi oluyor?

MARCUSE : «Kapitalizm ile sosyalizmin giderek bi rbi r l e r ine
yaklaştıkları» sözü, «teknolojik toplum» ya da «gelişmiş endüs t ri
toplumu» gibi klişeleşmiş kavr aml a rda anlatımını bulmakt adı r.
Genellikle bu anlayışa yöneltilen sert eleştirinin kendisi ideolojik
bir nitelik t a ş ı r. Artık sosyal sistemler a r a s ındaki farkı belirleyen
şeyin teknik değil, ür e t i ci güçlerin sosyal örgütü olduğunu açıkla¬
mak gerekmez. Fakat ür e t im a r a ç l a r ındaki özel mülkiyeti ka ldı r ıp
bunl a rı kollektif bir denetim altına sokmakla (özellikle bu dene¬
tim, kapitalist sistemin yarattığı ihtiyaçların etkisi a l t ında kalan
işçi sınıfı eliyle yürütüldüğü z aman) sözü geçen farkın sona erme¬
diğini t e k r ar be l i r tmek faydalı olur. Gelişmiş kapitalizmle yanyana,
bir a r ada yaşamak sosyalist topluml a rı - üretici güçlerle toplumsal
ihtiyaçların gelişiminin geniş ç apta pol i t ik- diplomatik ve
askerî gereksinmelere bağlı bulunduğu bir ölüm kalım yarışının
( r ekabe t inin) içine sürükler. Böylece b u r a da da or ada olduğu gibi
teknik, ür e t im sürecine takılmış bir ba skı aracı haline gelir. Bu¬
nun gibi, henüz kur tuluş aracı haline gelememiş olan teknik, kendi
içinde ve bir üs tünlük aracı olarak belli davranış biçimleri ortaya
koyar. Ancak, kur tuluş olanağının ür e t im a r a ç l a r ının topluma mal
edildiği yerlerde bulunduğu sorunu, yine b ir sorun olarak kalmak¬
t adı r. Sosyalist ülkelerdeki siyasal ekonominin saldırıya ve yayıl¬
maya değil, ba r ı şa ihtiyacı va rdı r.
Fakat ür e t im güçlerinin gelişimindeki teknolojik ve siyasal ya¬
r ı şma ( r ekabe t) gelecek için daha yıkıcı gözüken bir ba şka eğilim
meydana getirmektedir. Bugünkü ulus l a r a r a sı kümeleşme, bir yan¬
da eski, «yerleşmiş», ve teknolojik açıdan gelişmiş, endüstrileşmiş
sosyalist ülkelerle öte yanda yeni ve yoksul ülkelerin çıkarları ara¬
sında b ir çatışmaya doğru kaymakt adı r. Birinciler varlıklılar kate¬
gorisine doğru ilerliyorlar; onlara sınırın ötesinde kalan yoksul ül¬
kelerin devrimci komünizmi «aşağıdan gelen yeni bir devrim» ve
dolayısıyla b ir tehlike şeklinde gözükebilir. Elbette bu, yalnız on¬
l ar için var olan b ir tehlike değil. Nitekim, b u n d an «bolluk toplu¬
mu» da bir tehlike d u y m a k t a d ı r: Amerika'nın uzun bir süreden
be ri komünizme karşı giriştiği savaş, en yoksulun komünizmine
ka r şı girişilmiş b ir savaş halini almıştır.

Eğer «devrimcilerin ve devrimlerin esinlendikleri hür r iyet an¬
layışı» gelişmiş endüstrici ülkelerde hayat düzeyinin yükselmesi ile
ba s t ı r ı l ır ya da yok edilirse, o vakit baskıya uğr ayanl a r ın ya da
ezilenlerin sisteme karşı ba şka ldı rma l a rı daha açık ve kesin bir
biçime b ü r ü n ü r, i ş te t am bu nokt ada devrimci hür r iyet anlayışı ile
öz varlığı koruma zorunluluğu bi rbi r ine yaklaşır : Meselâ Vietnam'¬
da ve zengin ülkelerin gecekonduları ile yoksul semtlerinde olduğu
gibi.

ÜÇÜNCÜ SORU : Çağdaş endüs t ri toplumunda ekonomi, a r t ık
siyasal k a r a r l a ra temel olmakt an çıkmış, bizzat bir siyaset fonksi¬
yonu haline gelmiştir. Şimdi ekonomik usuller elli yıl öncekinden
daha açık biçimde siyasal denetim altına gi rmi ş t i r. Böylece eski¬
den bilinmeyen, yeni bir tot a l i t a r i zm biçimi ortaya çıkmıştır. Top¬
lumsal teorinin bu olaylara kendini uydur amadığı görülüyor : Top¬
lumsal teori kendi kategorilerinin tutsağı oluyor ve gerçekleri tek
başına bırakıyor. Fikirlerin, eylemi parçaladığı göze çarpıyor.
Bu durumda, acaba toplumun çağdaş gelişimini hâ lâ «yabancılaş¬
ma», «maddeleştirme», «sömürme», «en az geçim düzeyi» ve «yok¬
sullaşma» gibi kavr aml a r la açıklamak mümk ün mü d ü r?

MARCUSE : «Çağdaş endüs t ri toplumunda ekonominin artık
siyasal k a r a r l a r ın temeli olmakt an çıkarak sırf bir siyaset fonksi¬
yonu d u r umu na geldiğini» söylemek doğru değildir. Dar anl amda,
ekonomi hiçbir zaman siyasal k a r a r l a ra temel olmamı ş t ı r. Günü¬
müzde bile ekonomi «siyasal ekonomidir» : Üretim ve dağıtım sü¬
recini geniş ç apta politika tâyin e tmekt edir ve ekonominin kendisi
büyük oligapolistik ç ıka r l a r ın egemen olduğu politikanın belirle¬
yici bir u n s u r u d ur (zaten bu iki kavram hiçbir zaman sürekli bir
uyum içinde b u l u nma z l a r ). Üretici ve tüketicilerin siyasal düşünce
ve duruml a rı bugün dünden daha çok ekonomik bir etken olmakta¬
dır : Değiş tokuş t a, iş gücünün alım s a t ımında, malların pazarlanma smda bu bir u n s u r d u r. Bir kimsenin iş a l anında, t i c a r thanede
ve fabrikada r ekabe te girişebilmesi için siyasal b a k ımd an «pekiyi»
d u r umda olması gerekir. Siyasal propaganda ile ticarî r ekl âml ar bir
nokt ada birleşirler. Gelişmiş düzeydeki kapitalizmin siyasal ekono¬
misi aynı zamanda «psikolojik» bir ekonomidir : Bu ekonomi kapita¬
list sistemin gerekli kıldığı ihtiyaçları -hatta içgüdüsel nitelikte
olanları bile meydana getirir ve yönetir. İ ş te bu egemenlik fintroj e c t ion) nun giderek a r t an ihtiyaçların ka r ş ı l anma sı olayı ile bir¬
leşmesi yabancılaşma, madde l e ş t i rme ve sömürme gibi kavr aml ar
üzerine şüpheyi çekmektedir. «Bolluk toplumundan» ya r a r l anan
kimse, gerçekte yabancılaşmış varlığında kendini «tatmin» etmiş
olmuyor mu? Gerçekte, o kimse, ona ait olan bir makinanın, ara¬
banın ve televizyon aracının içinde yine kendisini bulmuyor mu?
Ama acaba, yanlış bir öznellik (subjectivity) insanı olayların nes¬
nel (objective) niteliğinden uz akl a ş t ı r ır mı?

DÖRDÜNCÜ SORU : 1965 yılında yazdığınız bir denemede
kapitalizmin çelişmelerini «kontrol edilebilir» biçime sokmayı ba¬
şardığını ileri sürmüş ve kapitalizmin «devrimci gizli gücü» yuttu¬
ğundan söz etmiştiniz. Acaba bu düşüncelerinizle belli koşullar al¬
tında eleştirici teori ile siyasal eylemi bi r l e ş t i rmenin imkânsız ol¬
duğunu mu anl a tmak istediniz? Başka deyişle, devrim düşüncesini
ve buna duyulan gereksinmeyi zora başvurmaksızın or t adan kal¬
dıran bir toplumun yapısı içinde «devrimciliğin» anlamı ne olmak
gerekir?

MARCUSE : Gelişmiş kapitalizmin içindeki çelişmeleri kont rol
altına alabilmesinin kendine özgü b ir dinamiği va rdı r. Kapitaliz¬
min bu patlayıcı gücü bugün Vietnam savaşının t ı rma nma politi¬
ka s ında ve Amerikan sermayesinin Avrupa, Güney Amerika ve As¬
ya'ya yayılmasında etkin b ir rol oynamakt adı r. Ama bu eğilime bakıpta
b u n un kapitalist devletleri birbiriyle silâhlı bir çatışmaya götürecek
tohumlar taşıdığını söylemek saçma bir şey olur : Ortak
çıkarın karşısındaki or t ak düşman, r akipl e ri birleşmeye zorlamak¬
t adı r. Ama bu ülkelerdeki b i r t a k ım bireyci ç ıka r l ar Amerikan ser¬
mayesine ka r şı koymakta ı s r ar ediyorlar; millî bağımsızlık yeniden
ilerici bir etken olmaya başlıyor. Amerikan sermayesinde meydana
gelecek bir gerileme - a r t an automasyonun doğurduğu işsizlikle bir¬
leşerek - ciddî buna l ıml a r a, şoklara yol açabilir. Bu ise, Amerika
Birleşik Devletlerindeki muhalif güçlerin birleşmelerinin değerini
azaltır. İ ş te o zaman neo - faşist akıml ar zafere ulaşır ve örgütlü iş¬
çilerin çoğunluğu da ya bunl a r ın peşinden gider ya da tarafsız ka¬
lır. Bununla bi r l ikt e, muhalefetin de büyüyüp kendini örgütlendir¬
mesi mümk ü n d ü r.

Amerikan gençliğinin direnme eylemleri böyle bir o r t amda si¬
yasal etki ya r a t abi l i r. Direnişin ideolojik bir yanı yoktur; bu di¬
renişte (sosyalist ideoloji de dahil) b ü t ün ideolojilere karşı derin
bir güvensizlik va rdı r. Bu direnme tüm olarak cinsel, ahlâkî, fikrî
ve siyasî bir ba şka ldı rmadı r. Eylem, topt an ve sistemin tümüne
yöneltilmiş bir anlam t a ş ı m a k t a d ı r: «Amerika'daki bolluk toplu¬
muna» ka r şı duyulan bir hoşnut suz luktur bu. Gençlik, yalancı ve
kanlı bir oyunun kurallarını bozmaya hayatî bir ihtiyaç duymakta
ve a r t ık işbirliğine son ve rmekt edi r. Gençlerin bu egemen sistem¬
den ve boyuna a r t an ür e t im ma l l a rı yığınından soğumaları, bunlara
karşı hoşnutsuzluk duyma l a rı nedensiz değildir. Gençler bu
sistemdeki ür e t im uğruna hergün nelerin feda edildiğini ne baskı¬
lar ve buda l a l ıkl ar yapıldığını görüyor ve biliyorlar. Artık gençler
egemen sistemin nimet ve güvenceleri için gerekli olan zorlamalara
ka t ı lmak istemiyorlar. Belkide onl a rda yeni bir bilinçlenme beliri¬
yor, bir ba şka gerçek, hayat ve mut luluk içgüdüsü taşıyan yepye¬
ni bir insan tipi or t aya çıkıyor; onl ar b u n amı ş, eskimiş bir toplum¬
da uygulanan hür r iyet ve isteklerle hiçbir bağlantısı olmayan bir
hür r iyet duygusu taşıyorlar. Kısaca, b u r a da mevcut sisteme karşı
«kararlı bir inkâr» eylemi söz konusudur; ancak bu inkarcı t u t um
etkili bir örgüte sahip değildir ve t ek ba ş ına kesin bir siyasal etki¬
de bulunma yeteneğinden yoksundur. Böyle bir direniş, ancak sis¬
teme karşı direnen öteki güçlerle birleşerek yeni bir öncü durumu¬
na gelebilir; içine kapalı kaldığı sürece aşılanıp mevcut sistemin
koynuna düşme tehlikesi va rdı r.

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 33407

ulkucudunya@ulkucudunya.com