ZEKİ VELİDİ TOGAN ve EDEBİYAT
01 Ocak 1970
Zeki Velidi Togan 100 yılda bir dünyaya gelen önemli şahsiyetlerden birisi olup, Türk Dünyası’na verilen bir armağandır. Togan’ı Tataristan’da yaşarken hiç tanımamışım, okul yıllarımda onun adından söz edildiğini pek hatırlamıyorum, üniversite yıllarında ise Z.V. Togan’ın adı satır aralarında çok az da olsa anılıyordu. Ancak 1995 yılında Türkiye’ye geldikten sonra Togan’ı tanıma fırsatını buldum. Önce çevremde onun hakkında söylenen olumlu fikirler dikkatimi çekti. Daha sonra Zeki Velidi’nin 1999 yılında Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları tarafından yayımlanan “HÂTIRALAR” kitabını okudum. Kitabı okudukça Z.V. Togan ‘a olan hayranlığım ve saygım daha arttı. “Hatıralar” kitabını okuduktan sonra şu sonuca vardım: Zeki Velidi Togan – meraklı ve girişken, cesur, gözü pek, ama aynı zamanda çok duygusal, yüksek sezgileri sayesinde ne olacağını kestirebilen, hızlı karar alma yeteneğine sahip olan ve en önemlisi ulusunu karşılıksız seven bir kişiliktir. “Hâtıralar”, sadece bir dönemin tarihini yansıtan tarihi eser değil, kitapta aynı zamanda Türk Dünyası coğrafyası, halkın kültürü, gelenekleri, Türk boyları hakkında da geniş bilgiler bulunmaktadır. Zaten Zeki Velidi Togan hem tarih yapan, hem de tarih yazan nadir kişilerden birisidir. Togan’ın “Hâtıralar” kitabı eşi benzeri bulunmayan bir başyapıttır.
“Hâtıralar” kitabını okuduktan sonra Z.V.Togan’ın yalnız büyük tarihçi ve önemli devlet adamı olmanın yanı sıra edebiyat ile de yakından ilgisi olduğu kanaatine vardım. Zeki Velidi eğitimli ve kültürlü bir ailenin çocuğu olduğundan, babası Ahmetşah’tan Arap, annesi Ümmülhayat Hanım’dan Fars dilini öğrenmiştir. Edebiyatı çok seven annesi, küçük Zeki’ye Fars ve Türk edebiyatından hikaye ve şiirler okumuştur. Zeki Velidi annesi Ümmülhayat Hanım’dan “melek” diye bahsederek annesi hakkında şunları yazmıştır: “1918’de Orenburg’da Sovyetler ve 1944’de Türkiye’de İsmet Paşa tarafından hapse atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri ve Yesevi’nin “Şeb-i Yeldâ” unvanlı münacatını okurken üzerimde annemin ne kadar mühim olduğunu gördüm. 1944 hadiseleri zamanında babamın hatıraları çoktan unutulmuştu, fakat annemin hayali “hafıza ferişte”si denilen melek gibi yanımda bulunuyordu. Ben bazen, memlekette yaptığım gibi, kendi annemi kokluyormuşum gibi hissederdim. Onun cazibesi, şiirlerle dolu olan ahlak telkinlerinde idi. Ben annemin, hayatında hiçbir vakit en küçük bir günah işlemediği ve bana karşı sonsuz samimi olduğu kanaatindeyim. Onun bana öğrettiği Farsça ve Türkçe şiirler yalnız ahlakî parçalardan ibaret değildi; bunların arasında edebî estetik şiirler de vardı… Bana Orta ve Yakın Şark’ın hayatını çok yakından öğrenmek, o diyarda çok samimi dostlar kazanmak imkânı vermiş olan Fars dilini severek öğrettiği için anneme daima minnettar kaldım. Annemin siyasetten katiyen haberi yoktu. Çok dindardı… Şiirden haz alan annemin konuşması çok fasihti. Hemen her cümlesini atalar sözü ile teyit ederek veya araya bir vecize sokarak konuşurdu.” Arap Edebiyatını ise Togan dayısı Habib Neccâr Satlıoğlu’dan öğrenmiştir. Habib Neccâr zamanının ileri görüşlü insanlarından birisi olup, Zeki Velidi’nin hem eğitimine hem de siyasete adım atmasına vesile olmuştur. Dayısı hakkında Togan şöyle demiştir: “Ben Ütek medresesinde Arap dili ve edebiyatını öğrendim. Arapça iyi bildiği halde babamın Arap edebiyatından haberi yoktu. Dayım bu dersleri bana bizzat öğretirdi, çünkü çoğu onun evinde kalırdım. Kendisinin o zaman hiç çocuğu olmadığından beni kendi çocuğu gibi itina ile okuttu… 1904 yılında Rus-Japon muharebesi başlayınca Rusya’nın yenilmesine sevinen dayım her gün İsterlitamak’a bir atlı gönderip getirttiği telgraf bültenlerini bana okuturdu. Bu benim Rusçamın ilerlemesine ve siyasî meselelerle ilgilenmeme vesile oldu.” Zeki Velidi’nin halk edebiyatına olan ilgisinde amcası Veli Molla’nın da payı vardır. Amcası sayesinde o milli destanlarla tanışma ve okuma fırsatını bulmuştur. Togan, Veli Molla hakkında şu satırları yazmıştır: “ Veli Molla’nın Arapça ve Farsça yazdığı eserler vardı; daha genç olduğumdan ondan ancak Edige, Cirence, İsaoğlu Emet gibi Türkçe milli tarihi destanlarımızı öğrendim.”
Böylece Zeki Velidi Togan, çocukluk yıllarından itibaren Çağatay şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevaî (1441–1501), Fars şairi ve mutasavvıf Ferideddin Attâr (1119–1193), şair ve düşünür Mevlâna Celâleddin Rumî (1207–1273), şair ve mutasavvıf Ahmet Yesevi ( 1093–1166), XVII-XVIII. yüzyıl Orta Asya Türk şairi Sufi Allahyar (ölümü 1713), Suriye’de yaşayan Arap şair ve düşünür Abûl Ala al-Ma’arrî (973–1057) ve başkalarının eserlerini yakından öğrenmiş ve büyük ilgi duymuştur. Her çocuğun gelişmesinde ailesinin ve çevresinin önemi büyüktür ki, annesi Ümmülhayat Hanım, dayısı Habib Neccar ve destan sevdalısı amcası Veli Molla - küçük Zeki’nin kalbine edebiyat sevgisi aşılamayı başarmıştır. Aldığı milli ruhla örtüşen bu eğitim ona tüm hayatı boyunca eşlik etmiş ve bu sayede karşısına birçok fırsatlar çıkmasına neden olmuştur. Zeki Velidi Togan gittiği her yerde ilk işi tarihi yerleri gezmek-görmek, kütüphanelerde araştırma yapmak ve destanları toplamaktır. Togan çatışmalar sırasında bile bu alışkanlığından vazgeçmemiştir. Bir tesadüf müdür bilinmez, çok sevdiği Çağatay şairi Ali Şir Nevaî’nin Herat’taki mezarını da Z.V.Togan bulmuştur. Ali Şir Nevaî’nin mezarının tespiti hakkında Togan “ Herat’ta Temürlü Devri Âsarı” başlığı altında şunları yazmıştır: “ Burada Temürlü devri eserlerinin çok ihmal edilmiş olduğunu belirtmek için tek şu noktaya işaret etmek kâfi gelir ki 15.asır son yarısının kültür hayatının başında gelen ve bu şehrin imarında büyük rol oynamış olan büyük Türk şairi Ali Şir Nevaî’nin mezarının yerini bilen kimse yoktu. Yalnız bu Ali Şir kendisinin “Vaqfiye” ismindeki eserinde bugün dahi yerleri belli olan medrese ve camileri ile imarethanesinin birbirinden kaç zira (arşın) mesafede bulundukları açıkça kaydolunmuş ve diğer kaynaklarda Ali Şir’in bu binalar arasında yapılan türbede gömüldüğü de tasrih edilmiş olduğundan bunun yerini tespit etmek benim için kolay oldu. Metre ile her tarafı ölçüp bulduğum noktada bir mezar taşı vardı. Fakat buradaki bağlara nezaret eden zatın anlattığına göre bu taş sonradan başka yerden getirilmiş ve burası Heratlılar tarafından “ Şah-ı Gariban” tesmiye olunmakta imiş. Eskiden burada mum yakma âdeti de var imiş, sonra taşlarını götürmüşler. Bu şekilde Ali Şir Nevaî’nin Heratlılar nazarında “Gariplerin Padişahı” olarak tanındığını öğrenmiş ve mezarı tespit etmiş oldum.”
Başkurt halkının karakterinde olan cesaret ve kararlılık Z.V.Togan’ı da es geçmemiştir; o daha 18 yaşındayken 29 Haziran 1908 yılında tahsil için evinden ayrılarak o zamanların medeniyet merkezi olan Kazan’ın yolunu tutmuştur. Orenburg şehrine geldiğinde, Z.V.Togan Tatar Edebiyatı’nın filozof şairi Derdmend’i (1859–1921) evinde ziyaret etmiştir. Gerçek adı Zakir Remiyev olan bu şair Tatar Edebiyatında derin iz bırakmasının yanı sıra Çarlık Rusya’sının “altın kralıdır”. Ünlü şairin zenginlik ve şairliğini kıyaslayan Tatar şairi Sibgat Hekim (1911–1986) şöyle demiştir: “Terazinin bir kefesinde – Derdmend’in şiirleri. Diğer kefesinde – Derdmend’in altınları… Hangisi ağır basar? Şiirleri ağır basar…” Gerçekten de Tatar Edebiyatında çok zengin olan, aynı zamanda yüksek yetenekli olan bir başka şair veya yazara rastlamak mümkün değildir. Derdmend sahip olduğu parasını da Tatar halkının aydınlanması, bilgi sahibi olması için harcamıştır. Bu konuyla ilgili Fatih Kerimi (1870–1937) şöyle demiştir: “ O (Derdmend) altınları için yaşamadı, o altınlarının belirlediği yüksek amacına ulaşmak için bir araç olduğunu biliyordu ve bunun için altına ihtiyacı vardı.” Derdmend, Tatarlar için okullar, medreseler yaptırmış, matbaa açmış ve zamanının hemen hemen tüm Tatar yazarlarının eserlerini yayınlamış, Vakit gazetesi ve Şura dergisini çıkarmıştır. Tatar halkının geleceğinden endişe duyan Derdmend, Tatarlar ancak aydın bir ulus olurlarsa tüm tehlikelerle baş edebileceğini bilmiştir. Sapına kadar Tatar olan Derdmend, tüm varlığını, benliğini ve hatta hayatını Tatar ulusuna adamıştır. Zeki Velidi, Derdmend ile olan görüşme hakkında şunları yazmıştır: “ Ben ona Kazan’a gideceğimi ve Rusça muallim mektebine girmek niyetinde olduğumu söyledim, o da bunu makul buldu. Fakat maddi vaziyetimden bahsetmedim. Mamafih o, “Vakit” gazetesi idarehanesinde Yarullah Veliyev ismindeki muharriri görmemi tavsiye etti. Bu da ertesi gün bana Zakir Bay namına 50 lira para verdi. Zakir Bay’ın konuşmaları çok samimi idi. Şiirleri çok güzeldi, Çağatay edebiyatına vakıftı… “Gurbette insan sevinemez, el ve âlemin şefkatinden de hayır göremez, eğer altın kafes içinde kızıl gül yetişecek olsa (dahi), bülbül için bir diken kadar yuva işini göremez” mealindeki şiiri çok hoşuma gitti. O, bu şiirin benim halimi beyan ettiğini her halde biliyordu.” Zeki Velidi Togan’ın Derdmend ile ikinci ve son kez görüşmesi 1920 yılında gerçekleşmiştir. 1918 yılında Derdmend’in tüm mal mülkü müsadere edilmiş, gazete ve dergisi kapatılmıştır. Hiçbir zaman mal mülk hırsı olamayan Derdmend bunlara üzülmemiş, fakat onu derinden etkileyen tek şey el konulan özel kütüphanesi olmuştur. Derdmend kütüphanesindeki kitapların büyük bir çoğunluğu ateşe verilmiş, geriye kalan kısmının da nerde olduğu belli değildir. Aynı zamanda Derdmend’in el yazılarını da aynı kader beklemiştir. Ne acıdır ki, böylece şairin çok değerli eserleri de gelecek nesle ulaşamamıştır. Derdemend’in Orenburg’taki evine el konduktan sonra, o Orsk şehrine taşınmak zorunda kalmıştır. Zeki Velidi bu ziyareti hakkında: “ Mütevazi bir evde yaşayan eski milyoner şair Zakir Remiyev’i de bu sefer bu yazın Orenburg’a ikinci defa geldiğimde gördüm. Bu zat Çağatay şairi Alişir Nevaî’nin meftunu idi. Kendisine 12 sene önce Nevaî’den naklettiğim şiirlere nazire yazmış olduğunu şifahen anlattı. Fakat hasta ve divanda başını dayadığı yastık ona yakışmaz bir halde idi. Servetini kaybetmekten fazla müteessir olmadığını, fakat milletimizin mukadderatı hususunda büyük endişe duyduğunu söyledi. Orsk şehrinde yaşıyormuş. Veda edip kapısından çıkarken Alişir Nevaî’nin şu mealdeki parçasını hatırladım:
Ölümden daha ağır olan hayatımı mı diyeceksin,
Yanma ve iç çekmelerin uğursuzluğu yüzünden gözlerimden (akan) yaşımı mı diyeceksin?
Yoksa taş üstüne koyduğun garip başımı mı diyeceksin,
Yahut da gam ve gussa ile dolu başımın altındaki taşımı mı diyeceksin?
Zaten dayanağı eski yastığı da bir taş gibiydi. Riza Kadı’ya bir miktar kağıt ve altın para bıraktım ve icap ederse kendine yardımda bulunacağımı söyledim.”demiştir. Bu Zeki Velidi Togan’ın Derdmend’i son görüşü olmuş; aradan çok zaman geçmeden yoksulluk ve açlık içinde yaşayan Derdmend aniden hastalanmış ve 9 Ekim 1921’de Orsk şehrinde hayata gözlerini kapatmıştır. Günümüzde Tatar edebiyatının bu değerli şairinin mezarı bile yoktur.
Z.V. Togan, Orenburg’dan Astrahan şehrine oradan vapurla Kazan’a gitmiştir. Togan, yolculuk sırasında da araştırmalarına devam etmiş ve Kazan’a gelir gelmez dayısı Habib Neccâr’ın üstadı olması dolayısıyla Şihabeddin Mercanî’nin (1818–1889) medresesini ve oğlu Burhan Molla’yı ziyaret etmiştir. Burada Mercanî’nin daha basılmamış olan 8 ciltlik Arapça tarih kitabı “Vafiyât al-Aslâf”ı okumuş ve kitabın bir ciltlik Türkçe hulâsasını yapmıştır. Kazan’ın medeniyet hayatına hızlı uyum sağlayan Zeki Velidi, gazetelere makaleler de yazmaya başlamıştır. Medreselerdeki ıslahatlarla ilgili fikirlerini içeren yazısı “Beyan al-Haq” adlı Tatar gazetesinde basıldıktan sonra şair Abdullah Tukay (1886–1913) ve yazar Fatih Emirhan (1886–1926) Velidi’nin fikrine karşı yazılar yayınlamışlardır. Togan bu konuyla ilgili şunları yazmıştır: “ Kazan Tatarları arasında bu sıralarda milli sahada geniş ıslahat yapılmasını isteyen bir zümre “al-Islah” diye bir gazete çıkarıyorlardı. Ben bu zevatla görüştüm. Fakat kendilerini plansız, mütereddit, fikirlerinin birçoğunu da temelsiz buldum. Bunlar okumakta oldukları Tatar medreselerini hem gimnazyuma, mühendis mektebine, hem de üniversiteye çevirmek isterlerdi. Bence hakikaten eskimiş olan bu medreselerden ancak iki tip orta mektep kurulabilirdi. Bir kısmı Hristiyanlarda olduğu gibi “teoloji seminerleri”, diğer kısmı ise “muallim mektepleri” şekline sokulabilirdi. Bu hususta “Beyân al-Haq” ismindeki Tatar gazetesine bir makale yazmıştım. Bu fikir, münevverlerden öteki tip “Islahatçı”ların hoşuna gitmedi. Şair Abdullah Tokay bu makale münasebetiyle bir şiir, Fatih Emirhan nam muharrir bir iki makale neşrettiler.” Makale yayınlandıktan sonra Z.V.Togan ünlü Tatar şairi Abdullah Tukay ile tanışmış, aralarındaki anlaşmazlığı gidermiş ve arkadaşlık kurmuş, onu sık sık ikamet ettiği Bulgar otelinde ziyaret etmiştir.
Zeki Velidi’nin Kazan’daki yılları çok verimli geçmiştir. O, 1909–1910 yıllarında Kasımiye Medresesi’nde Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı Tarihi öğretmenliği yapmanın yanı sıra Rus Dili dersleri almaya devam etmiş ve lise sınavlarına hazırlanmıştır. Togan’ın Türk Tarihine olan ilgisi onun Türk Tarihi adlı eserini yazmasına vesile olmuştur, böylece büyük tarihçi olmanın ilk adımlarını Kazan’da atmıştır. İlk ilmi makalelerini de bu yıllarda yazmıştır Zeki Velidi. Yoğun çalışma ve araştırmalar sunucunda “Türk Kavimlerinde Dört Mısralı Halk Şarkıları” adlı ilmi eserini vücuda getirmiş ve bu eser “Şura” mecmuasında yayımlanmıştır. Bu eseri hakkında Togan: “Prof. Katanov benim bu mesaimden çok çok memnun kalmıştı”, diye yazmıştır. Bu yıllarda Velidi tarih ve edebiyat tarihi ile ilgili birçok eser okuyarak ufkunu daha da genişletmiştir. Artık yazdığı bilimsel makaleleri ile de kendinden yavaş yavaş söz ettirmeye başlamış, bu sahada çalışan bilginlerle de tanışma fırsatı bulmuştur. Zeki Velidi Togan’ın “Türk Tarihi” adı altında yazdığı eserini 1911 yılında tamamlanmış ve baskıya verilmiştir. Fakat kitabının adını “Türk ve Tatar Tarihi” olarak değiştirmiştir, bu değişimin sebepçisi de ünlü eleştirmen, edebiyat bilgini, dilci, siyaset yazarı ve gazeteci, tarihçi, eğitimci, devlet adamı ve Tatar edebiyatının gelmiş geçmiş en ünlü roman yazarı Alimcan İbrahimov (1887–1938) olmuştur. Z.V.Togan, A.İbrahimov’la ilk kez 1911 yılında İsterlitamak’ta görüşmüştür. Bu görüşme hakkında Togan şöyle demiştir: “ İsterlitaman şehrine geldiğimde burada “Kalem Kitabevi” sahibi, Tatar yazarlarından Abdullah Battal ile Alimcan İbrahim’in buraya geleceklerini söyledi. Ben Tatar muharrirleri takdir ettiğim için bu iki yazarı da köyümüze getirip misafir etmek için babamın müsaadesiyle iyi atlarımızı koşup İsterlitamak’a gittim. Fakat o zaman hiç şöhretim olmadığından, çoktan şöhret sahibi olan bu iki muharrire samimi davetimi kabul ettiremedim, Battal Bey, Tahirov adlı Tatar’ın çıngıraklı resmî posta arabasına binerek şehirden ayrıldı. Hala İstanbul’da eski dostum sıfatıyla her zaman buluştuğumuz Abdullah Battal ( şimdiki soyadı Taymas) ve muhterem refikası Azize Hanımı otomobilime alıp gezdirdiğim vakit “Hani o zaman Başkurt arabasına binmem” diye yamcı Tahirov’un posta arabasıyla gitmiştin, şimdi niye bu arabaya bindin? diye lâtife edip eski davetimi hatırlattığımda “Sen o zaman köyden gelen ve köylü kıyafetli bir Başkurt muallimi idin; senin bir gün böyle tanınmış bir şahsiyet olacağını nereden bilirdim” diye izhar etti.
Abdullah Battal gittikten sonra Alimcan İbrahimov ile orada epeyi konuşmuş ve ona basılmakta olan tarih kitabımdan bahsetmiştim. O çok zeki bir zattı. Bu eserin adı “Türk Tarihi” idi, fakat Alimcan, kitabın adının “Tatar Tarihi” olması gerektiğinin üzerinde durdu. Kitabı Kazan’ın İdrisov ismindeki kitapçısı bastırıyordu. Bu zat da “Türk Tarihi” ismini beğenmiyordu ve bu sene ( 1911) sonlarında eserin basımı bittiğinde kendi bildiği gibi ona “Türk-Tatar Tarihi” ismini vermiş, ben de “Türk-Tatar” şeklinde bir isim olamaz, hiç olmazsa “Türk ve Tatar Tarihi” diyelim diye, yaptıkları emrivakiye uydum, o da böyle yaptı. Yalnız sonunda Kazan Hanlığına ait kısmı biraz genişletmemi istedi. Alimcan kitabın basılmış formalarını İdrisov’dan almış, okumuş ve beğenmişti. O da “Yulduz” gazetesinde 1911 senesinde milli kültürümüze ait yapılan en mühim eser diye tavzif ederek kitabımdan medh-ü sena ile bahsetti. Bu da beni teşvik eden bir jest olmuştu.” Zeki Velidi Togan’ın “Türk ve Tatar Tarihi” adlı kitabı yalnız Türk Dünyasında değil tüm dünyada büyük yankı bulmuştur. Kitap Togan’ın kendinden önce her yere dağıldığı için artık Zeki Velidi dünyanın dört bir yanında tanınmıştır. Türkiye’de Yusuf Akçura (1876–1935) “Türk Yurdu” dergisinde, İsmail Gaspralı (1851–1914) “Tercüman” gazetesinde, Kazan’da Prof. Katanov ve şarkiyatçı Yemelyanov Rus bilimsel dergilerinde Togan’ın “Türk ve Tatar Tarihi” adlı kitabını takdir ettiklerini yazmışlardır. Ayrıca Almanya’dan şarkiyatçı Martin Hartman, Macaristan’dan Prof. Vambery, Orenburg’da neşredilen “Vakit” gazetesi idaresi Zeki Velidi’ye teşvik eden mektup göndermişlerdir. Genç yaşında böyle bir başarıyı elde eden insanlar azdır ki, Zeki Velidi 21 yaşında böyle bir başarıyı elde etmiş ve Türk tarihçileri arasında kendi yerini almıştır. Bu kitap yayımlanıp birkaç ay geçtikten sonra Togan Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti’nin aslî azası olmuş ve iş teklifleri de arka arkaya gelmeye başlamıştır.
Ünlü Tatar bilgini ve yazar Rizaeddin Fahreddinov (1859–1936), Togan’ın babası Ahmetşah’ın yakın arkadaşı olduğu için Zeki Velidi her zaman onun fikirlerine başvurma gereksinimi duymuştur. Togan, 1908 yılında Orenburg’da Rizaeddin Fahreddin ile görüşmüştür. O yıllarda Rizaeddin Fahreddin, zengin Zakir ve Şakir Remiyevlerin 1908–1918 yılları arasında neşrettiği “Şura” dergisinde yönetici ve başyazar olarak çalışmıştır. Zeki Velidi, Fehreddin ile olan görüşmesi hakkında şunları yazmıştır: “ Babamın çok iyi dostu olan Rizaeddin Hazreti ziyaret ettim. O beni yaşlı bir adammışım gibi kabul etti. Onunla tarihe ve edebiyata, bilhassa al-Ma’arrî’ye ait çok şeyler konuştuk. Tahsil derdimi anlattım. Rus mekteplerine gitmek veya Suriye’ye gitmek gibi iki dilemma arasımda bulunduğumu söyledim. O, bana memlekette kalmamı tavsiye etti.” Togan, Rizaeddin Fahreddin’in tavsiyesine uymuş ve memlekette tahsil görmüştür. Daha sonra 1926 yılında Zeki Velidi, Fahreddin’i İstanbul’da evinde misafir ettiği sırada 1908 yılındaki görüşmeyi hatırlamışlardır: “Bu zat (Rizaeddin Fahreddin R.K.) 1926’da hacca giderken bir müddet İstanbul’da bulundu ve Samatya’daki ikametgâhımda misafir oldu. 1908’de Orenburg’da görüştüğümüzü ve beni Rusça tahsiline tergip ettiğini hatırladı ve “Rusya’da kalmanız çok yerinde bir işti, çünkü Suriye’ye gitmiş olsaydınız, doğu Türkleri arasında bu inkılâp senelerinde yaptığınız tarihî işleri yapmamış olurdunuz. Türkiye’ye gelen münevverlerimizden Yusuf Akçura ile Ahmet Ağaoğlu’dan başka şahsiyetini muhafaza ile bu muhitte bir iz bırakan kimse görülmüyor,” dedi.” Görünen o ki, Zeki Velidi Togan’ın büyük devlet adamı olmasında Rizaeddin Fahreddin’in de rolü olmuştur. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da Başkurdistan muhtariyeti için mücadele yıllarında Tatarlar ve Başkurtlar arasında anlaşmazlık çıktığında Togan, Fahreddin ile birkaç kez görüşmüş ve yardımcı olmasını istemiştir. Görüşme ile ilgili Zeki Velidi şunları yazmıştır: “ Tatarlar üzerinde müessir olmasını ümit ederek Rizaeddin Fahreddin’i bir iki defa ziyaret ettim. O davamızı mukaddes addettiğini, fakat artık ihtiyar olduğundan elinden çok iş gelmeyeceğini, Abdurrahman ve Abdürreşit ismindeki oğullarına Başkurdistan muhtariyeti hareketine yardım etmelerini vasiyet ettiğini söyledi. Bu benim için iyi bir kazançtı.” Daha sonraki yıllarda Rizaeddin Fahreddin’in oğulları Zeki Velidi’ye matbaa ve gazete işlerinde yardımcı olmuşlardır. Fahreddin’in büyük oğlu Abdurrahman “Başkurdistan” gazetesinde başmuharrir sıfatıyla görev yapmıştır.
1917 Şubat ve Ekim Devrimlerini herkes gibi Zeki Velidi Togan da büyük bir heyecanla karşılamıştır. Başkurt ulusunu canından çok seven Zeki Velidi kendini siyasetin içinde bulmuştur. İnişli çıkışlı siyasi hayatında Togan’ı destekleyenler de engel olanlar da olmuştur. Bunlar arasında siyaset yazarı, edip ve gazeteci, Stalin Devri kurbanı Fatih Kerimi (1870–1937) de bulunmaktadır. 1917’li yıllarda Kerimi muhtariyet karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Zeki Velidi konuyla ilgili şunları yazmıştır: “ Vaqıt gazetesi başyazarı Fatih Kerimi, muhtariyetin çok zehirli düşmanı idi. Bu zat Türkistan’la Edil (İdil- R.K) havzası yollarının bir birinden tamamıyla ayrı olduğuna, benim bir gün Taşkent’te diğer bir gün Orenburg’da bir gün Özbek ve Kazak, diğer bir gün Başkurt ve Tatarlarla konuşup bir büyük siyasî hareket yaratmak istememi iki ayağı ile iki kayığı idare etmek isteyen insanın hareketine benzeterek bir makale neşretmişti.” Zeki Velidi Türkistan Birliği olmadan Başkurt, Tatar, Özbek, Kazak gibi Türk milletlerinin Ruslar tarafından yok edileceğini önceden hissetmiştir. Böyle sert muhalefet yapan, Başkurdistan muhtariyeti hareketini baltalamak için çok uğraşan Fatih Kerimi de daha sonraki yıllarda Togan’a hak vermiş ve onunla aynı sırada yerini almış, Togan’a destek vermiştir. Fatih Kerimi’nin fikrinin değişmesi hakkında Zeki Velidi : “Evvelce bize cidden muhalif olan Tatar muharriri Fatih Kerimi Muallim Mekteplerinde vazife aldı”demiştir.
Zeki Veilidi Togan, Tatar-Başkurt ulusunun meşhur şair ve yazarı Mecit Gafuri’yi (1880–1934) da yakından tanımıştır. Togan, Mecit Gafuri ile komşu Makar köyünden bir imamın oğlu olan Aziz aracılığıyla tanışmıştır. Aziz de Gafuri gibi şiirler yazmış, bu da onları yakın dost olmasını sağlamıştır. Mecit Gafuri ile ilk görüşmesi hakkında Zeki Velidi şunları yazmıştır: “ Bazı eserler de yazmış olan Aziz Troytsk’daki şeyhin medresesinde ve aynı zamanda Rus mektebinde tahsil etmekte olan çok zeki ve şair bir gençti. Sonradan meşhur şair olan Mecit Gafuri ile birlikte Troytsk şeyhinin medresesinde tahsil ediyorlardı. Her ikisi birlikte Kazaklara giderek yazın muallimlik ederler ve sonbaharda her ikisi köylerine dönerken Azizlere uğrarlardı. Aziz şairlik bakımından Mecid’e nispeten daha büyük istidada malik idiyse de, basılmış eseri belki yoktu. Mecid’in ise bir iki küçük şiir mecmuası çıkmıştı. Ben bu topal şairle (ihtimal 1907’de) ilk defa görüştüm, sonra Aziz’le birkaç defa bize geldiler. Her ikisi şiirlerini okurlardı, babam ve annem bundan çok hoşlanırlardı. Mecid o matbu eserlerinde “ Başkurtlar Edil ve Dim nehri boylarında kendi başlarına hür camialardı, yabancılar geldi onları esir etti” mealindeki şiirlerini o zaman söylemişti.” Yoksulluk içinde büyüyen bu şairin şiirleri milli ruhla yazıldığı içindir ki, Zeki Velidi’yi de derinden etkilemiştir. Başkurdistan’ın Yilim Karan köyünde doğmuş olan Mecit Gafuri’yi Zeki Velidi evinde de ziyaret etmiştir. Mecit Gafuri ile olan bu görüşmesini Togan şöyle kaleme almıştır: “Memleketimizin şairi Mecid Gafuri bu Yılım Karan köyündendi. Onun evinde misafir kaldım. O benden biraz büyüktü. Dayım Habib Neccar ve üstadı Zeynullah İşan’ın talebesi idi. Evinde o akşam birçok şiirlerini okudu. Sabahleyin biz onunla birlikte Mirzakay’a gittik. Benim de geldiğim duyulunca oraya başka köyden birkaç zevat geldi. Bu ziyafetler çok samimi ve tatlı oldu. Bundan şairimiz Mecid Gafuri de mülhem oldu. Şiirlerini okudu. Bugün bu şairin eserlerini yüz binlerce nüsha bastıran Sovyetler onu güya kendilerininmiş gibi gösterirler, halbuki o, ancak bir milliyetperverdi. Fakir bir aileden yetişmişti.” Mecit Gafuri’nin 1907 yılında yazdığı “Söyembike Minaresi” adlı şiiri onun nasıl biri olduğunun açık kanıtıdır.
Ber zamanlar sinde namaz ukgannar han ide,
Kavme Tatar hem Törekneñ meskene Kazan ide,
Ul vakıtnı tasvir itsek, ni güzel zaman ide!
Kalbeme meñ pare kıldı şul güzel Han mescede.
Zeki Velidi Togan’ın “Hatıralar” kitabında Tatar-Başkurt ulusunun siyasetçi, aydın, yazar ve şairlerinin acıklı kaderleri de yer almaktadır. Bağımsızlık uğruna verilen mücadelede bu insanların birçoğu kendini halkı uğruna gözünü kırpmadan feda etmiştir. Başkurt milli bağımsızlık hareketini gönülden destekleyenler arasında Tatar-Başkurt şairi Şeyhzade Babiç (1895–1919) da bulunmaktadır. Babiç hakkında Zeki Velidi şunları yazmıştır: “Şeyhzade çok sevilen milli şairdi. Tatarca ve Başkurtça çok güzel şiirleri ve matbu eserleri vardı. Hepsi yok oldu gitti. Başkurdistan milli hareketi, bu şairin kalemiyle şiir mecmualarında canlandırılmıştı. Fakat bunların çoğu basılmamıştır. Hepsi Sovyetler tarafından imha edildi gitti.” Sovyetler için millilerin hiçbir önemi yoktur, onun içindir ki onların adlarından ve eserlerinden korkarlar ve yok etmek için de ellerinden geleni yapmışlardır. Şeyhzade Babiç tarihi olayları bizzat yaşamış biri olarak şiirlerinde de bu tarihi olayları yansıtmış, kendi duygularını da belirtmiştir. 16 Kasım 1917 yılında Başkurdistan Muhtariyeti resmen ilan edilip, milli hükümet kurulduktan sonra Başkurdistan halkını büyük bir heyecan sarmış, yazar ve şairler de bu heyecanını eserlerinde yansıtmışlardır. Zeki Velidi: “Bizde büyük heyecan doğuran bu muhtariyet ilanı milli şairlerimizden Seyitkerey Magaz’ın, Şeyhzade Babiç’in birçok şiirlerinin mevzuu olmuştur.”demiştir. O yıllarda yalnız sevinçler değil, büyük acılar, büyük kayıplar da yaşanmıştır. Babiç, Kızıllar ile çatışma sırasında vefat eden Emir Qaramış’ın ölümü hakkında bir şiir yazmıştır. Konuyla ilgili Zeki Velidi şunları yazmıştır: “ Kızılları doğu Ural’dan koğup çıkarmakta en faal rol oynayan İkinci Süvari Alay kumandanı Emir Qaramış bu sefer esnasında vefat etti. Bu ordumuz için büyük bir kayıptı. Bu kayıp dolayısıyla Başkurdistan’daki şairlerimiz birçok mersiyeler yazdılar. Bunlar arasında Şeyhzade Babiç’in:
Bugün bize ne oldu, duygularımız neye perişan oldu?
Perişan olmanın manası, bir dev er ölmüştür.
Kaybedip üzüldüğüm er kim idi.
Emir isimli er idi.
mısraları ile başlıyan mersiyesinin son zamanlarda dahi halk arasında söylenmekte olduğunu 1943’de Almanlara esir olan Başkurt askerlerinden öğrendim. Emir benden birkaç yaş küçüktü, fakat onu çok küçüklüğünden tanıdım, çünkü babası babamın dostu idi.” Milli mücadele yıllarında güvenilir insanlara olan ihtiyaç daha da artar. Şeyihzade Babiç, Zeki Velidi Togan’ın güvenini kazanmıştır. Onun Orenburg şehirdeki teşkilat işleri hakkında Togan şöyle demiştir: “Orenburg’a gelir gelmez sivil teşkilat işleriyle meşgul olduk… Milli şairlerimizden Seyitkerey Magaz, Şeyhzade Babiç, Özbek şairi Abdülhamit Süleyman (Çolpan), Kazaklardan genç muharrir Berimcan ve bir münevver Kazak kızı bu yerlerde gizli şubeler kurarak Orenburg’daki merkezimize çok kıymetli malûmat gelmesini temin etmişlerdi. Bunların bilhassa Kazak kızının, şair Şeyhzade Babiç’in bu yoldaki faaliyetleri romana mevzu teşkil edecek derecede enteresandır.”Tüm bu yazılanlar Babiç’in ne derece milli bağımsızlık hareketine bağlı olduğunu göstermektedir. 1919 yılının 18 Şubat tarihinde Zeki Velidi Togan’ın kurmuş olduğu Başkurt Ordusu Sovyetler cephesine geçmek zorunda kalmıştır. Bu olay hem ordu için hem de Başkurt milleti için çok ağır olmuştur. Göz yaşartıcı bu hadiseyi Zeki Velidi şöyle anlatmıştır: “Kıt’aları geçerken kendimi ağlamaktan güç zapt ederek onları selamladım. Askerler ağlıyordu. Onlar geçince yanımda emirberim Ahmetcan’ın göğsüne başımı koyup hüngür hüngür ağladım. Bunda hep inandığım demokrasi ve hürriyet fikrine veda edip şahsî, millî ve maşerî irademizi meçhul maksatlar uğruna kullanmak üzere Tabolin ve Kolesovların emrine feda etmek, bu kadar döğüştüğümüz düşmanın ayağına gitmek, milletimizin istikbalinin karanlığı, sevdiğim askerlerimizin başına gelmesi muhtemel felâket gözümün önüne geliyordu.” Milli şair Şeyzade Babiç de bu olaylardan derinden etkilenmiş ve kendi yorumunu da ekleyerek şiir yazmıştır. Togan, Babiç hakkında şu satırları yazmıştır: “Milli şairimiz Şeyhzade Babiç de bu teknik kıt’alarla birlikte cepheyi geçmiş, askerin karanlık istikbal korkusuyla titrediğini ve bu hadisenin Başkurtların tarihî hayatının en feci hadisesi olduğunu, bu münasebetle yazdığı şiirinde tasvir etmişti. Onun fikrince eğer bu cephe değiştirme hâdisesinin başında Zeki Velidi kendisi bulunmasa idi, bütün ordu tek bir insan gibi intihar etmiş olurdu, demişti.” Şeyhzade Babiç’in yazdığı şiirden de göründüğü gibi Başkurt ulusu Zeki Velidi Togan adı altında tek vücut olmuştur. Başkurt Ordusu Sovyetler tarafına geçtikten sonra Ruslar Başkurt köylerini yağmalamaya ve Başkurt-Tatar aydınlarını katletmeye başlamıştır. Sovyetlerden Babiç de nasibini almış Kızıllar tarafından vahşice öldürülmüştür. Şeyhzade Babiç’in Sovyetler tarafından öldürüldüğü Sovyet döneminde basılan hiçbir edebiyat kitabında bulunmamaktadır. Bu acı gerçeği Zeki Velidi şöyle kaleme almıştır: “Başkurtların silahtan tecridi, Kızıl Ruslara, Başkurt köylerini yağma etmeye yol açtı. Bunlar birçok Başkurt ve Tatar münevverini yakalayıp öldürdüler. Bunların başında milli şairimiz Şeyhzade Babiç ile muharririmizden Abdülhay Erkebay gelmektedir. Times’teki hükümet, Kolçak ordusunun taarruzundan sakınarak İsterlitamak’a çekiliyordu. Şeyhzade ve arkadaşları o zaman çok mükemmel bir müessese olan zengin matbaamızı ve hükümet arşivini naklediyorlardı. Bunları Kızıllar Calayır demir fabrikasında basıp yakalayıp vahşice öldürdüler.” Tatar-Başkurt şairi Şeyhzade Babiç’in daha 24 yaşındayken vahşice öldürülmesi hem edebiyat dünyası hem siyaset için büyük bir kayıp olmuş, çok sevdiği milletinde ise kaygı hem Ruslara karşı nefret uyandırmıştır. Şeyhzade Babiç öldürüleceğini önceden hissetmiş olmalı ki, Zeki Veli Togan’a bir veda mektubu bırakmıştır.
Yukarıda kısa olarak “Hatıralar” kitabının Tatar Edebiyatına özgü olan kısmına değindim. Eserde, Tatar yazar, şair ve tarihçilerinin dışında Özbek ve Kazak yazarları, aydınları, ayrıca Türk halkının ortak destanları da yer almaktadır. Tüm bunların ayrı ayrı araştırılması gerekmektedir. Zeki Velidi Togan birleştirici gerçek bir liderdir ki, siyaset sahnesinde Türkistan Birliğini kurduğu gibi Türk Dünyası Edebiyatını da birleştirmeyi, bir araya getirmeyi başarmıştır.
Tatar aydınları ile olan ilişkilerinde göründüğü üzere Zeki Velidi Togan çevresinde çok sevilen bir insan olmuş ve kurduğu arkadaşlıklar bir ömür boyu sürmüştür. Bu arkadaşlık hikayelerini okurken insan ister istemez imreniyor ve kendi kedine şu soruyu yöneltiyor: “Acaba günümüzde de böyle bir dostluklar var mıdır?”
Nerdeyse tüm Türk topraklarını enine boyuna gezen Zeki Velidi Togan, tarihi eserleri yerinde ilk kaynağından öğrendiği için eserleri de bilimsel ve gerçekçidir. Eğer Türk Dünyası’nı yakından tanımak istiyorsanız mutlaka Zeki Velidi Togan’ın “Hatıralar” kitabını okuyun. Bu eser sizi tarihin, edebiyatın ve hayatın derinliklerine götürerek hem bilgilendirecek, hem düşündürecektir.
Zeki Velidi Togan birçok alanda çalışma yapan çok yönlü bir şahsiyet olmakla beraber, “ne olursa olsun, hangi fırtına eserse essin” ilkeli olmaktan vazgeçmemiştir. Tüm ömrü boyunca doğup büyüdüğü toprağına, ulusuna ve milli değerlerine sadık kalan vefalı ve cesur yürekli yiğidini Başkurt ulusu asla unutmayacak ve Zeki Velidi Togan nesilden nesle bir kahraman olarak anılacaktır. Aynı zamanda Zeki Velidi Togan batmayan bir güneş gibi fikirleri ve kitaplarıyla Türk Dünyası’nı aydınlatmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA
1.Kurban, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı, Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti, AD Kitapçılık,
İstanbul 1998.
2.Mende, Gerhard von, Der Nationale Kampf der Russlandtürken. Ein Beitraz zur
Nationalen Frage in der Sovetunion (Rusya’daki Türklerin Milli Mücadelesi), Berlin 1936.
3.Togan, Zeki Velidi, Hatıralar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1999.
Togan Z. V., Hatıralar, Ankara 1999, s. 19–20.
Togan Z. V., a.g.e., s. 22–23.
Togan Z.V., a.g.e., s. 7
Togan Z.V., a.g.e., s. 415.
Mende, Gerhard von, Der Nationale Kampf der Russlandtürken. Ein Beitraz zur Nationalen Frage in der Sovetunion (Rusya’daki Türklerin Milli Mücadelesi), Berlin 1936, s.69.
Togan Z.V., a.g.e., s.49.
Togan Z.V., a.g.e., s.235.
Togan Z.V., a.g.e.,s.52.
Togan Z.V. a.g.e., s.66.
Togan Z.V. a.g.e., s.88-89.
Togan Z.V. a.g.e., s.48.
Togan Z.V. a.g.e., s.48.
Togan Z.V. a.g.e., s.133.
Togan Z.V. a.g.e., s.133.
Togan Z.V. a.g.e., s.192.
Togan Z.V. a.g.e., s.29.
Togan Z.V. a.g.e., s.150.
Kurban İ. Yaşlı Tarihin Yankısı(Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti), İstanbul 1998, s.163.
Togan Z.V. a.g.e., s.218.
Togan Z.V. a.g.e., s.157.
Togan Z.V. a.g.e., s.185.
Togan Z.V. a.g.e., s.186.
Togan Z.V. a.g.e., s.212.
Togan Z.V. a.g.e., s.213.
Togan Z.V. a.g.e., s.217-218.