HACI BEKTÂŞ-I VELİ
01 Ocak 1970
(ö. 669/1271 [?]) Bektaşîlik tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Türkmen şeyhî.
Asıl adı Bektaş olup muhtemelen ölü¬münden sonra Hacı Bektâş-ı Velî diye şöh¬ret bulmuştur. XIII. yüzyıl Selçuklu Ana-dolusu'nda Babaî hareketinin lideri Baba İlyâs-ı Horasânî'nin çevresine. XIV. yüz¬yılda Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşuna, XVI. yüzyılda kendi adını alacak olan Bektaşî¬lik tarikatının teşekkülüne adı karışan Hacı Bektâş-ı Velînin, devrinin kaynakla-rında hemen hiçbir iz bırakmadığına ba¬kılırsa yaşadığı dönemde yaygın bir şöh¬rete sahip olmadığı söylenebilir. Öte yan¬dan Yeniçeri Ocağı'nın ve Bektaşîliğin pîri kabul edilmesi ve Alevî-Bektaşî kesimin¬de bir iman esası olan güçlü konumu onu çözümlenmesi gereken tarihî bir prob¬lem haline dönüştürmektedir. Bu durum, hakkındaki yetersiz tarihî bilgilerle men-kıbelerin yarattığı çift yönlü (tarihî-men-kıbevî) şahsiyetinin birbiriyle uyuşmazlı¬ğından kaynaklanmaktadır.
Menkıbevî Hacı Bektaş Rum abdalları¬nın pîridir; Diyâr-ı Rûm'un (Anadolu) bü¬yük evliyasından dır. Tarihî şahsiyetini menkıbevîleştiren anlaşılması ve tahlili güç bu dönüşüm süreci, onu daha XIV. yüzyıldan İtibaren zamanımızda da bü¬tün gücüyle varlığını koruyan çok önem¬li bir kültün. Anadolu'daki heterodoks Müslümanlığın merkez şahsiyeti yap¬mıştır. Mesele, Baba İlyas'ın sayısı ol¬dukça fazla halifelerinin arasından yalnızca bu mütevazı Türkmen babasına na¬sip olması noktasında odaklanmakta¬dır. Ne Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ne Yû¬nus Emre ne de Anadolu'da yaşamış baş¬ka hiçbir sûfî onun kadar güçlü bir kutsal-laştırmanın konusu olmuştur. Bu bağlam¬da, bugünkü Hacı Bektâş-ı Velînin tarihî Hacı Bektâş-ı Velî'nin ölümüyle doğdu¬ğunu söylemek tarihî bir gerçeği ifade etmek olacaktır. Dolayısıyla Hacı Bektâş-ı VetTyi bu iki paralel {yaşarken ve öldükten sonraki) kimliğiyle ele almak zarureti var¬dır. Ancak yaşadığı dönem ve çevreden hiçbir yazılı kaynak veya belge bugüne intikal etmediğinden onun tarihî hüviye¬tini belirleyebilmek mitolojik şahsiyetini tahlil etmekten çok daha zordur. Döne¬min resmî kronikleri, hatta sûfî kaynak¬ları bile ondan bahsetmez. Bu bilgi kıtlığı. Hacı Bektâş-ı VelTyi Türkiye'de zaman zaman siyasî-ideolojik spekülasyonların itibarlı malzemesi haline getirmiştir. Bun¬dan dolayı Hacı Bektâş-ı Velî problemini iyi anlayabilmek için hakkında bilgi veren kaynakların mahiyetinden söz etmek ge¬rekir.
Hacı Bektâş-ı Velî'yi ancak kendi zama¬nından epeyce sonra yazılmış ikinci dere¬ceden kaynaklardan incelemek müm¬kündür. Bu kaynakların en eskisi, XIV. yüzyılın ünlü sûfîlerinden Âşık Paşa'nın oğlu Elvan Çelebi'nin Menâkıbü'1-kud-siyye adlı menkıbevî aile tarihidir. Hacı Bektâş-ı Velî'nin şeyhi olup 1239 veya 1240 yılında Selçuklu yönetimine karşı Babaî İsyanı diye bilinen büyük sosyal ha¬reketi gerçekleştiren Vefâî şeyhi Baba İl¬yâs-ı Horasânî'nin torunu olan bu sûfî şair, eserinde Hacı Bektâş-ı Velîden kısa¬ca bahsetmesine rağmen çok önemli ipuçları verir.
Hacı Bektâş-ı Velî hakkında ikinci kay¬nak, vefatından yaklaşık yüz yıl sonra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin torunu Ulu Arif Çelebi'nin emriyle Ahmed Eflâkî tarafından kaleme alınan Menâkıbü'l-'âriiîn adlı Farsça eserdir. Dönemin Ana¬dolu'su ve Mevlevîliğin tarihi bakımından çok önemli olan bu eserde Hacı Bektâş-ı Velî hakkında kısa bir pasaj vardır. Bu pa¬saj, hem onun sûfî kimliği hem de öteki kaynakları kontrol etme bakımından bü¬yük değer taşır.
XIV. yüzyıla ait bu iki kaynaktan sonra kronolojik olarak sırayı, Hacı Bektâş-ı Velî adına düzenlenmiş olup XV. yüzyılın son çeyreği içinde kaleme alındığı kesin gibi görünen Menökıb-ı Hünkâr Hacı Bek¬tâş-ı Veli alır. Eser XV. yüzyılın son çey¬reği içinde yazıya geçirilmiş olmakla be¬raber ihtiva ettiği bilgiler şüphesiz. Hacı Bektâş-ı Velî'nin yaşadığı dönemden iti¬baren mensuplarının arasında ağızdan ağıza dolaşarak XV. yüzyıla intikal etmiş-tir. Ayrıca bu eserin Menâkıb-ı Hâce Ahmed-i Yesevî, Menökıb-ı Lokmân-ı Perende, Menökıb-ı Ahi Evranve Menâkıb-i Seyyid Mahmûd-ı Hayranı gi¬bi XIII. yüzyıldan kalma yazılı kaynaklan da vardır. Daha çok Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş veya sadece Vilâyetnâme diye tanınan bu eserin ehemmiyeti, Hacı Bek-tâş-ı Velî'nin tarihî şahsiyetini tesbite ya¬rayacak çok önemli veriler ihtiva etmesi¬nin yanı sıra Bektaşîlik ve Alevîlik'te bu¬gün de mevcut olan inançların çoğunun kaynağını oluşturmasından ileri gelir. Do¬layısıyla bu çevrelerde yarı kutsal niteliği olan bir kitaptır. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Ve¬lî'yi Ahmed Yesevî geleneğine bağlayan önemli metinleri içinde bulunduran eser, Hacı Bektâş-ı Velî'nin şahsiyeti ve Bekta¬şîliğin tarihçesi bakımından tarihî ger¬çeklerle menkıbelerin birbirine karıştığı değerli bir kaynaktır.[434]
Aynı yüzyılda yaşayan Lârniî Çelebi'nin Neiehât Tercümesinde üç dört cüm¬leyi geçmeyen ifadeleri Hacı Bektâş-ı Ve-lî'nin mistik şahsiyeti hakkında dikkate değer kayıtlar ihtiva eder. XV. yüzyılın sonlarına ait bir başka önemli kaynak ise yine Baba İlyâs-ı Horasânî'nin soyuna mensup bir sûfî tarihçi olan Âşıkpaşazâ-de'nin Tevârîh-i Âl-i Osman adlı eseri¬dir. Burada müellifin büyük dedesinin halifesi olan Hacı Bektâş-ı Velîye dair aile içinden gelen şifahî bilgiler kaydedilmiş¬tir. Bunlar, büyük bir ihtimalle tarihî Hacı Bektâş-ı Velî'yi anlatan gerçeğe en yakın bilgilerdir.
Son olarak XVI. yüzyıldan Taşköprizâ-de'nin eş-Şekâ'iku'n-nu^mâniyye adlı eserini de kaydetmek gerekir. Hacı Bek¬tâş-ı Velî bu kitapta diğer kaynakların aksine tam anlamıyla Sünnî bir velî olarak tanıtılır. Sonraki yüzyıllara ait bazı eser¬lerde de Hacı Bektâş-ı Velî'ye dair bilgile¬re rastlanır. Ancak bunlar esas olarak adı geçen eserlere ve özellikle Vilâyetnâme ve eş-Şekâ%u'n-nucmâniyye'ye daya¬nır.
Tarihî Hacı Bektâş-ı Velî. Hacı Bektâş-l Velî'nin tarihî şahsiyeti ve Anadolu'ya gel¬meden önceki hayatı hakkında Vilâyet-nâme'de yer alan menkıbevî bilgiler dı¬şında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak onun "Horasan erenleri" diye bilinen Kalenderiyye akımına men¬sup sûfîlerden biri. dolayısıyla Horasan Melâmetiyye mektebinden olduğuna mu¬hakkak nazarıyla bakılabilir. Bu sebeple XIII. yüzyılda Cengiz istilâsı sebebiyle Ana¬dolu'ya vuku bulan derviş göçleri arasın¬da, aynı mektebe mensup Yesevî veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî der¬vişlerinden biri olarak Anadolu'ya gelmiş olmalıdır. Burada bugüne kadar gözden kaçan önemli bir nokta, benzeri bütün Türkmen şeyhleri gibi muhtemelen Hacı Bektâş-ı Velînin de kendine bağlı bir Türk¬men aşiretiyle birlikte Anadolu'ya gelmiş olduğudur. Çünkü genellikle bu aşiretler (Dede Garkın'a bağlı Garkın aşireti örne¬ğinde olduğu gibi) başlarındaki şeyhin adıyla anılıyordu. Nitekim Osmanlı tahrir defterlerine dayalı yeni bir araştırma. Ha¬cı Bektâş-ı Velî'ye bağlı geniş bir Bektaşlı oymağının mevcut olduğunu ortaya koy¬muştur.[435]
Hacı Bektâş-ı Velî muhtemelen aşire¬tiyle birlikte Anadolu'da yeni bir sûfî çev¬reye intisap etmiş olmalıdır. Bu çevre, onun içinden geldiği Yesevîlik ve Hayda-riliğe çok benzeyen ve XIII. yüzyılda Ana¬dolu'da önce ünlü Türkmen şeyhi Dede Garkın, sonra da onun halifesi Baba İl-yâs-ı Horasânî tarafından temsil edilen Vefâîlik tarikatı çevresidir. Nitekim Âşık-paşazâde'nin kaydından. Hacı Bektâş-ı Velî ve kardeşi Menteş'in Baba İlyâs-ı Ho-rasânî'ye intisap ettikleri. Elvan Çelebi ve Eflâkî'nin ifadelerinden de Hacı Bektaş'-ın halifelik makamına kadar yükseldiği anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş'ın kardeşi Menteş'in 1Z39'da başlayan Babaî İsya-nı'na iştirak ettiği ve Sivas'ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan muharebede öldü¬rüldüğü. Hacı Bektâş-ı Velî'nin ise ya tas¬vip etmediğinden veya başka bir sebeple bu isyana katılmadığı hem Elvan Çelebi'-den hem de Âşıkpaşazâde'den Öğrenil¬mektedir. Fiilen katılmamış olsa bile is¬yan liderinin bir halifesi olduğundan is¬yanı takiben başlatılan takibattan kur¬tulabilmek için bir süre İzini kaybettir¬miş olmalıdır. Âşıkpaşazâde'ye göre Hacı Bektaş daha sonra Karayol'da (o zaman Sulucakarahöyük, bugün Hacıbektaş) or¬taya çıkmıştır. Bu ortaya çıkışın Anado¬lu'nun Moğol hâkimiyeti altına girmesin¬den, yani yaklaşık 1250'lerden sonra ol¬duğu tahmin edilebilir.
Hacı Bektâş-ı Velî, ViJâyefndme'den anlaşıldığı kadarıyla o zamanlar yan gö¬çebe Çepni oymağına mensup bir kolun (muhtemelen kendine bağlı Bektaşlı ko¬lunun) yaşadığı bir yer olduğu için bu kü¬çük Türkmen köyünü tercih etmiş olma¬lıdır. Muhtemel bir diğer sebep de Babaî İsyanı'ndan sonra Selçuklu merkezî yöne¬timinin gayri Sünnî (heterodoks) Türkmen-ler'e karşı takip ettiği politika sonucu ola¬bildiğince gözden uzak bir yerde bulun¬ma arzusudur. Ayrıca büyük şehirlerdeki Sünnî meslektaşlarının eleştirilerinden uzak kalmayı istemiş olması da düşünü¬lebilir. Nitekim Mevlânâ'nın bile gıyaben tanıdığı bu Türkmen şeyhine hiç de iyi gözle bakmadığı bilinmektedir.
Bu dar çevre içinde cereyan eden ha¬yat tarzı yüzünden Hacı Bektâş-ı Velî. Sel¬çuklu başşehrinin veya önemli kültür mer¬kezlerinin ilgisini çekecek ve dolayısıyla bu büyük şehirlerdeki tekkelerde yaşa¬yan meslektaşları gibi zamanın belgele¬rinde iz bırakacak kadar şöhret yapma¬mıştır.
Vilâyetnâme'ye göre Sulucakarahö-yük'te tıpkı şeyhi Baba İlyas'ınkine benzer bir hayat tarzı süren, zaman zaman bugün bir ziyaret yeri olan yakındaki bir mağarada inzivaya çekilen, zaman za¬man da köyün hayvanlarını otlatmak gibi oymağının günlük işleriyle uğraşan Hacı Bektâş-ı Velî'nin asıl tarihî rolü de bura¬da başlamaktadır. Onun buradaki hayatı artık sadece Vilâyetnârne'den takip edi¬lebilir. Vilâyetnâmeonu. Baba Resul diye meşhur Baba İlyâs-ı Horasânrye değil Ah-med Yesevî'ye bağlar ve doğrudan onun halifesi olarak takdim eder. Halbuki Hacı Bektaş'ın Ahmed Yesevî'nin ölümünden en az bir yarım asır sonra dünyaya geldi¬ği muhakkaktır. Bununla birlikte Vilayet-nâme'de Hacı Bektaş'ın halifelerinden bahseden kısımda Baba Resul'ün (veya Resul Baba) adına rastlanması. Hacı Bek-taş'la Baba Resul arasındaki halifelik iliş¬kisinin büsbütün unutulmadığını göster¬mektedir. Ancak Hacı Bektaş Baba Re¬sul'ün halifesi iken Vitâyetnâmebu ilişki¬yi tersine çevirmektedir. Bu durumu, 1240'ta öldürülen Baba Resulden sonra Anadolu'da Hacı Bektaş'ın manevî nüfu¬zunun giderek üstünlük kazanmaya baş¬lamasına paralel olarak ötekinin nüfuzu¬nun giderek zayıflamasıyla açıklamak mümkündür. Vilâyetnâme böylece. XV. yüzyılda Anadolu'daki gayri Sünnî sûfî çevrelerde artık bir tek ismin, Hacı Bek¬tâş-ı Velî'nin hâkim olduğunu da göster¬miş olmaktadır.
Hacı Bektâş-ı Velî, yine Vı/âyeinâme'ye göre Sulucakarahöyük'te bir Türkmen şeyhi olarak bir yandan kendi cemaati içinde mürşidlik görevini sürdürürken bir yandan da bugünkü Ürgüp yöresin¬deki hıristiyanlarla sıkı ilişkiler geliştirip onların ihtidasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca şamanist Moğollar'ın da Müslü¬manlığı kabul etmeleri için yoğun faaliyet göstermiş, halifelerini bu amaçla Ana¬dolu'nun dört bir köşesine yollamıştır.
Hacı Bektâş-ı Velî'nin bu faaliyeti, ge¬rek kendisinin yaşadığı dönemin sosyal şartlarının gerek kaynakların verdiği bil¬gilerin tahlilinin, gerekse Bektaşîlik ve Aleviliğin klasik tarihi ve aktüel çizgisinin tabii bir gereği olarak İslâm fıkhının sıkı kurallarıyla sınırlandırılan Sünnî bir an¬layışı değil, Horasan Melâmetiyyesi'nin kuru zühd karşıtı cezbeci karakteriyle karışık gayri Sünnî bir yorumunu yansıt¬maktaydı. Bu yorum, muhtemelen, Türk¬menler arasında hâlâ kuvvetle yaşa-makta olan eski İslâm öncesi dinî-mistik inançlarla karışık yarı hurafevî bir İslâm anlayışının telkin ve tâlimini de ihtiva edi¬yordu. Bu anlayış, tasavvufun yapısından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayan¬makla beraber, aynı zamanda mühtedi-leri birden bire kendi kültür çevrelerinden koparıp ürkmelerine sebebiyet verme¬den eski inançlarını da kendi içerisinde değerlendiren bağdaştırmacı (syncretique) bir İslâm anlayışıydı. Onun bu yönteminin Anadolu'nun müslüman ve gayri müslim toplumları arasında önemli bir yakınlaş¬ma ortamının doğmasına yol açtığı söy¬lenebilir. Nitekim bölge hıristiyanlannın da ona büyük bir yakınlık duyduğu ve kendisini Aziz Charalambos adıyla takdis ettikleri bilinmektedir. Öyle görünüyor ki Hacı Bektâş-ı Velî, zaman zaman bazı Mo¬ğol idari otoritelerine karşı çıkmak duru¬munda kalmış olsa da Sulucakarahöyük'-teki mütevazi zaviyesinde bu şekilde ömrünü tamamlamıştır. 691 (1292) tarihli bir vakfiye kaydında kendisinden "mer¬hum" diye bahsedildiğine göre[436] bu tarihten önce muhtemelen 669'-da (1271) vefat etmiştir.
Hacı Bektâş-ı Velî'nin nasıl bir sûff kim¬liği temsil ettiği, hangi tarikat çevresine dahil olduğu, kendi adını verdiği yeni bir tarikat kurup kurmadığı, Bektaşîliğin onunla ilgisi gibi sorulara gelince, önce eş-Şekâ'iku'n-nıfmâmyye hariç yuka¬rıda sayılan kaynakların hiçbirinin onu klasik anlamda Sünnî bir sûfî olarak gör¬mediği özellikle vurgulanmalıdır. Kendini Hacı Bektâş-ı Velî'ye bağlayan Bektaşîli¬ğin ve Alevîliğin gayri Sünnî yapısı da bu¬nun en kuvvetli delilidir. Bektaşîliğin ön¬celeri Sünnî bir tarikat olduğunu, fakat Balım Sultan tarafından bugün bilinen hüviyetine sokulduğunu ileri süren tezin ilmî ve tarihî hiçbir temeli yoktur. Hacı Bektâş-ı Velî'nin Sünnî bir mutasavvıf ol¬duğunu ileri sürenler onun nasıl bir sos¬yal tabanın mensubu bulunduğunu, bu tabanın sosyokültürel ve dinî yapısının karakteristiklerini hiç hesaba katmadan genellikle ona izafe edilen Makölât adlı esere dayanırlar. Bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından birkaç defa yayımlanmış olup tasavvufa yeni intisap eden müridler İçin basit seviyede bir el kitabı niteliğini taşıyan bu eserin muhte¬va kritiği yapılmamıştır. Makâlât üzerin¬de en kapsamlı çalışmayı gerçekleştiren Esat Coşan bir tasavvuf edebiyatçısı gö¬züyle eserin yalnız muhteva tasvirini yap¬mış, tarihî tenkidine girişmemiştir. Hal¬buki klasik tasavvuf edebiyatında Ma¬kölât ve Varidat adlarını taşıyan benze¬ri eserlerin hemen hepsi daha sonraları anonim derleyiciler tarafından kitap ha¬line getirilmiştir. Nitekim Makâlât'ta da. bu tür bir eser olduğunu açıkça gösteren ibareler vardır (s 14, 35}. Dolayısıyla bu eserlerin asıllarından uzaklaşmaları ihti¬mali çok yüksektir. Hacı Bektâş-ı Velî'ye izafe edilen diğer eserler gibi Makâlât'm da onun kaleminden çıkmış olduğu tarihen İspat edilmemiştir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî Konumundaki konar göçer bir Türkmen sûfîsinin bu tarz eserler ya¬zıp yazamayacağı tartışılabilir. Öte yandan bu çevrelerdeki tasavvuf geleneği¬nin yazılı eserlerden çok sözlü geleneğe dayandığı bilinmektedir.
Hacı Bektaş'ın tasavvuf! şahsiyetine gelince, başta Âşıkpaşazâde olmak üze¬re daha sonraki birtakım kaynaklar da onu meczup bir derviş olarak tanıtırlar.
Âşıkpaşazâde, Hacı Bektaş'ın bir şeyh ola¬cak ve bir tarikat kuracak durumda olma¬yıp kendini bilemeyecek kadar cezbe sa¬hibi bulunduğunu kaydederken XV. yüz¬yıl müelliflerinden Emînüddin b. Dâvûd Fakih onun hakkında "meczûb-ı mutlak" tabirini kullanır. XVI. yüzyılda ise Vahidî, hiçbir şeyin farkına varamayacak dere¬cede meczup olan Hacı Bektaş'ın "bu hal ile âhirete irtihal ettiğini" yazar. Bu kay¬nakların Hacı Bektaş hakkındaki mütala¬aları gibi. Vi/âyernâme'ye dayanan M. Fuad Köprülü'nün Hacı Bektaş'ın Jslâmî ilimlerde otorite olacak derecede âlim bir mutasavvıf olduğunu ileri sürmesi de kolay kabul edilecek bir fikir değildir. Eğer Hacı Bektaş gerçekten kendini bileme¬yecek kadar meczup olsaydı Vilâyet-nâme'de anlatılanlarla bir İlgisi buluna¬mazdı. Öte yandan, onun gibi göçebe bir Türkmen şeyhinin ne böyle bir ortamda İslâmî ilimlerde otorite olacak bir ilmî seviyeye yükselme imkânını bulması, ne de böyle bir imkân bulduktan sonra bu çevrelere geri dönmesi pek kolay kabul edilecek bir şeydir. Ayrıca bir Türkmen şeyhinin âlim olması da gerekli değildir. Vilâyetnâme'nin bu yoldaki ifadelerinin Hacı Bektâş-ı Velî"yi yüceltmeye yönelik bir tutumun eseri olduğu söylenebilir.
Vi7âyetaâme'nin ortaya koyduğu bir başka problem de Hacı Bektaş'ın İmâ-miyye mezhebine mensup olup olmadığı meselesidir. Vilâyetnome, Hacı Bektâş-ı Velfyi İmam Mûsâ el-Kâzım soyuna nis-bet etmek suretiyle hem onu bir seyyid yapar hem de böylece Şiî bir mutasavvıf olarak takdim eder. Ancak Hacı Bektâş-ı Velî'nin yaşadığı XIII. yüzyıl Anadolusun-da İmâmiyye veya İsmâiliyye mezhebinin mevcudiyetine dair herhangi bir ipucuna bugüne kadar rastlanmadığı göz önüne alınarak bu telakki, XV. yüzyıl sonlarında Vilâyetnâme'nin kaleme alındığı yıllarda bu çevrelere artık nüfuz etmiş bulunan İmâmiyye inançlarının bir etkisi olarak de¬ğerlendirilmelidir. Bektaşîlik XVI. yüzyıl¬da bu etkileri almış olarak kurulduğun¬dan bugün Hacı Bektâş-ı Velî'nin böyle bir kimliğe nisbeti Alevî-Bektaşî çevre¬lerce tereddütsüz kabul görmektedir.
Vilâyetnâme'nin dikkatli bir tahlili, Hacı Bektâş-ı Velî'nin, hem Ahmed Yese-vî hem de Yesevîlik etkilerini geniş ölçü¬de taşıyan Kutbüddin Haydar gelenekle¬rini sıkı sıkıya koruyan bir Haydarî şeyhi olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yan¬dan Elvan Çelebi, Ahmed Eflâkî ve Âşık-paşazâde'nin eserleri de onun Vefâî şey¬hi olan Baba İlyâs-ı Horasânî'nin halifesi bulunduğunu açıkça göstermektedir. Kaynaklardaki bu kayıtlara güvenmek gerekirse. Hacı Bektâş-ı Velînin büyük bir ihtimalle Yesevîlik ile Kalenderîliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatı¬nın bir mensubu olarak Anadolu'ya gel¬diği, daha sonra Baba İlyâs-ı Horasânî çevresine girerek Vefâîlik tarikatına inti¬sap ettiği ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşadığı söylenebilir. Bu durumda adını taşımasına rağmen Bektaşîliği ken¬disinin kurmadığı muhakkaktır.
Hacı Bektâş-ı Velî'ye başta Makülüt olmak üzere[437] birtakım eserler izafe edilir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1- Kitâbü'l-Fevâid.[438]
2- Nesâyih-i Hacı Bektâş-ı Velî.[439]
3- Risale (Staatsbiblio-thek, Marburg, MS, Or, Oct, nr. 3049). Bunların dışında Hacı Bektâş-ı Velî'ye Tef-sîr-i Fatiha, Şathiyye, Şerh-i Besmele gibi birkaç eser daha mal edilirse de bunların onun tarafından yazıldığına da¬ir hiçbir ilmî deül ortaya konulamamış¬tır.
Menkıbevî Hacı Bektâş-ı Velî. Bektaşî-lik'ten başka hiçbir tarikatın pîri bu de¬rece muazzam bir kültün, güçlü bir ima¬nın ve kutsallığın konusu olmamıştır. He¬men hiçbir tarikatın pîri Hacı Bektâş-ı Velî'nin Bektaşîlikteki yeriyle karşılaştırı¬lamaz. Tarihî Hacı Bektâş-ı Velî'nin men-kıbevî, hatta menkıbevîlikten de öte mito¬lojik Hacı Bektâş-ı Velî'ye dönüşerek böy¬le bir kutsallık kazanması ve bir iman ko¬nusu olması hadisesinin nasıl meydana geldiği ve hangi sürecin ürünü olduğu ve bu sürecin nasıl gerçekleştiği gibi Önemli soruların cevabı, Antalya-Elmalı yakının¬daki Tekkeköy'de bulunan türbesinde medfun Abdal Musa'da düğümlenmek-tedir. M. Fuad Köprülü, XIV. yüzyılda Ha¬cı Bektâş-ı Velî'nin Sulucakarahöyük'teki tekkesinden yetişen bu mühim şahsiye¬tin Hacı Bektâş-ı Velî kültünün yayılma¬sında nasıl büyük bir rol oynadığını orta¬ya koymuştur. Köprülü'nün incelemele¬rinden ve daha sonraki araştırmalardan çıkan sonuca göre yaşadığı dönemde pek tanınmayan bu mütevazi Türkmen şey¬hini, gerek hayatta iken gerekse ölümün¬den kendi zamanına kadar geçen süre içinde üretilen menkıbeler aracılığıyla yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği başta olmak üzere bütün Orta ve Batı Anado¬lu'da tanıtarak âdeta tekrar hayata ka¬vuşturan Abdal Mûsâ olmuştur. XIV. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Hacı Bektâş-ı Velî Tekkesi'nin şeyhi olan Abdal Mûsâ, beraberindeki bir kısım Haydan dervişle-riyle birlikte yeni kurulmakta olan Osman¬lı Beyliği topraklarına gitmiş, orada Or¬han Gazi'nin hizmetine girerek fetihlere katılmış ve başarılı olmuştur. Fakat onun gerçekleştirdiği asıl büyük iş, birlikte sa¬vaştığı Osmanlı gazilerine Hacı Bektâş-ı Velî'nin menkıbelerini anlatarak onu ta¬nıtması olmuştur. Abdal Mûsâ bunu ön¬ce Bursa havalisinde yapmış, daha sonra buradan Bergama ve yakınlarına geçmiş, oradan da Antalya'ya giderek yerleştiği bugün Tekkeköy adını taşıyan yerdeki za¬viyesinde sürdürmüştür.
Bu süreç içinde menkıbeleşen tarihî ve efsanevî geleneklerin XV. yüzyılın son yıllarında yazıya geçirilmiş şeklinden iba¬ret olan Vilâyetnâme çoğunluğu itiba¬riyle bu mitolojik Hacı Bektâş-ı Velî'yi yansıtır. Ancak bu husus eserin tarihî hiçbir temeli bulunmadığı anlamına gel¬mez. Vilâyet nâme'de Hacı Bektâş-ı Ve¬lî'nin tarihî şahsiyetini aydınlatmaya ya¬rayacak oldukça değerli ipuçları da var¬dır. Alevî-Bektaşî toplulukları bugün Hacı Bektâş-ı VelTyi VHâyefndme'nin takdim ettiği mitolojik çerçevede tanırlar.
Vilâyetnâme'deki Hacı Bektâş-ı Velî'¬nin en belirgin niteliği on iki imam soyu¬na nisbet edilmesi, yani Peygamber so¬yuna mensup bir seyyid olmasıdır. Baba¬sı İbrâhîm-i Sânî, İmam Mûsâ el-Kâzım neslindendir ve Horasan hükümdarıdır; dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Velî bir şehzade¬dir. Küçükken önce ünlü sûfî Lokmân-ı Perende'nin, ardından onun tavsiyesiyle Ahmed Yesevî'nin yanında eğitilir. Daha o zamanlar birçok keramet göstererek herkesi hayretler içinde bırakır. Ahmed Yesevînin "nefes evlâdı" olan Kutbüddin Haydar'ı eSir düştüğü Bedahşan ilindeki kâfirlerin elinden kurtarır. Daha sonra onun artık olgunlaştığını gören Ahmed Yesevî, kendisine halifelik sembolleri olan cihâz-ı fakrı (taç. şamdan, seccade, sofra ve alem) teslim eder, beline tahta kılıcını ku¬şatır ve Diyârırûm'u irşad etmekle gö-revlendirir. Önce Mekke'ye giderek hac görevini İfa eden Bektaş "hacı" unvanını alır. Dönüşte Necefi ve Kerbelâ'yı ziyaret edip Anadolu'ya geçer. Buradaki Rum erenleri onun gelişinden haberdar olur¬larsa da buna pek sevinmezler. Hacı Bek¬tâş-ı Velî, Çepni oymağına mensup konar göçer birkaç evin kışlığı durumundaki Su-lucakarahöyük'e gelir ve Kadıncık Ana'-nın evine misafir olur. Bu arada kerâmetleriyle dikkat çeker. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir müddet sonra bugünkü dergâhın yerinde ilk inzi¬va mahalli olan Kızılca Halvefi yapar. Ha¬cı Bektâş-ı Velî artık kendini kabul ettir¬miş ve mürid edinmeye başlamıştır. Ünü çabuk yayılır. Çevredeki velîler onu kıska¬nır ve çeşitli sınavlardan geçirirlerse de hepsini utandırır. Avucundaki yeşil beni göstererek Hz. Ali'nin mazharı olduğu¬nu, yani onun kendi bedeninde zuhur et¬tiğini İspat eder. Böylece Rum'un en bü¬yük evliyası olduğu anlaşılır.
Hacı Bektâş-ı Velî buradaki ikameti esnasında Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî, Ahî Evran gibi büyük Rum velîleriyle yakınlık kurar; çevredeki gayri müslimlerle yakın ilişkiler içine girer. Tanıştığı Moğol otori¬telerinden bir kısmının müslüman olma¬sını sağlar. Birçok halife yetiştirir; ölü¬münden az önce her birine icazetname¬sini vererek Anadolu'nun bir yöresine yol¬lar ve kendisi de kerametine yakışır bir şekilde vefat eder.
Buraya kadar anlatılanlardan çıkan so¬nuca göre Hacı Bektâş-ı Velî'nin asıl şöh¬reti ve etrafında teşekkül eden muazzam kült onun vefatından sonra oluşmuştur. Bu kültün esas kaynağı da o zamanlar çok muhtemel olarak bir Haydarî zaviye¬si olan Sulucakarahöyük'teki dergâhıdır.
Bu tarihî hadise Hacı Bektâş-ı Velî kül¬tünün önce, hayatta iken bizzat Hacı Bek-taş'ın da mensubu bulunduğu Haydarî ta¬rikatı dervişleri arasında ortaya çıkıp ge¬liştiğini ve onlar vasıtasıyla her tarafa ya¬yıldığını gösterir. Osmanlı gazileri aracılı¬ğıyla Hacı Bektâş-ı Velî'yi tanıyan Osman¬lı sultanları Yeniçeri Ocağı'nı kurarken gaziler arasında yaygın olan güçlü kült sebebiyle ocağı ona bağlamışlar, böylece Hacı Bektâş-ı Velî'nin hâtırası Osmanlı topraklarında giderek gelişmek suretiyle büyüyüp Önlenmiştir. XVI. yüzyılın başla¬rına gelindiğinde ise Balım Sultan, Hay-darîlik'ten ayrılıp Osmanlı hükümet mer¬kezinin desteğini de alarak Bektaşîlik ta¬rikatını Hacı Bektâş-ı Velî'nin adına bu¬gün bilinen şekliyle kurmuştur. Böylece Anadolu Türk gayri Sünnîliği, merkezine Hacı Bektâş-ı Velî'yi yerleştirerek teşek¬kül sürecini fiilen tamamlamıştır.