Ömer Lütfi Barkan; Türk tarih algılayışını değiştiren adam...
Mustafa Yahya Coşkun 01 Ocak 1970
ÖMER Lütfi Barkan, hakiki manasıyla Türk tarihçiliğinin dönüm noktalarından birini oluşturmuştur. Titizlikle yaptığı çalışmalar kendinden evvel pek fazla ele alınmamış, orijinal ve ufuk açıcı konulardan oluşmuştur.
Gerek birbirinden farklı gibi görünen birçok makalesi ve kitaplaştırılan eserleri ile iktisat tarihimizin temelini atışı, gerekse klasik tarih ve tarihçilik anlayışımızı değiştirecek konuları büyük bir titizlik ve cesaretle ele alışıyla Türk tarihçiliğine büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Her biri kitap hacmindeki makaleleri ile Türk tarihçiliğinin elinin uzanamadığı iktisat tarihine uzanması; çalışmalarında birincil kaynakları ve belgeleri özenle kullanması ona ‘hikâyeci tarihçiliği’ yıkan bilim adamı unvanın verilmesini gerektirecek kadar önemlidir.
Büyük bir aşkla incelediği tahrir defterleri ve küçük ayrıntılardan genele uzanan çalışmaları, Osmanlı tarihimizi insan odaklı bir tarihçiliğe doğru götürmüştür. Barkan, Türkiye’de Osmanlı tarihini insan merkezli gören ve onun tarihini yazan bir bilim adamı olarak değerlendirilmelidir.
Modern tarihçiliğin kapısını açan Barkan, hem tarih formasyonu görenler hem de klişelerin dışındaki tarihi öğrenmek isteyenler için en mükemmel başlangıç olacaktır. Onun dünyasına girmek bilmediğimiz bir dünyaya adım atmak, tabularımızı yıkmak ve tarihimizde insana dair olanlara dokunabilmek demektir.
Ömer Lütfi Barkan’ın değeri, yalnızca eserleri ve kendinden sonra gelen tarihçileri etkilemesi ile ölçülemez. Bunların yanında yetiştirdiği veya yetişmesine katkıda bulunduğu çok kıymetli öğrencileri vardır. Bu öğrenciler Barkan’dan sonra bayrağı devralmış ve Türk tarihçiliği adına çok önemli çalışmalara imza atmıştır. Cengiz Orhonlu, Enver Meriçli, Mehmet Genç, Halil Sahillioğlu, Süreyya Faruki, Ahmet Bican Ercilasun, Yavuz Cezar ve Ahmet Tabakoğlu öğrencilerinden yalnızca birkaçıdır.
Tarihte insana dokunmak kolay olmadı
Her ne kadar tarih için yapılan birçok tanımda “Geçmişte yaşayan insan topluluklarının yaşadıklarını yer, zaman, neden-sonuç belirterek incelemek” ya da buna benzer cümleler kullanılsa da sıradan insan birçok zaman tarih sayfalarında yer bulamamıştır. Hanedanlar tarihi içinde, savaş kronolojileri arasında kaybolan insanın tarihini yazmak ve/veya bu çabaya girmek kolay olmamıştır.
Türkiye’de tarihi farklı bir bakış açısıyla ele alan, Osmanlı Devleti’nin ekonomik faaliyetlerini irdeleyen, incelediği tahrir defterleriyle şehirlerin, kasabaların içindeki hayatı görüp devletin sosyal ve kültürel hayatına bakan Ömer Lütfi Barkan bu özellikleri ile tarihçiliğimizde yeni bir algılayışın ilk temsilcisi olmuştur.
Çalışmalarını yoğunlaştırdığı toprak meselesi ise, hem hakiki manasıyla iktisat tarihimizin başlangıcını oluşturmuş hem de önemle üzerinde durduğumuz yeni tarihçilik algılayışının işaret fişeğini ateşlemiştir. Ayrıca Türkiye’nin geç kaldığı toprak reformuna bir nebze de olsa katkıda bulunmak adına 1935–1936 yılları arasında “Harp Sonu Tarımsal Reform” başlığı altında Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Romanya, Polonya ve Rusya’da yapılan reformları inceleyerek bilim adamı sorumluluğu ile tarihi bilgiyi yaşadığı ana aktarmaya çalışmıştır.
Barkan objektif bir şekilde çalışarak hakikatin izini sürmüş, dönemin modalarına uymamış, tarihe, inandığı şeylere delil bulmak için değil gerçeği ortaya çıkarmak için bakmıştır.
Yaptığı birçok çalışmadan; Osmanlı toprak sistemi, Osmanlı iskân politikası, vakıflar ve özellikleri ile nüfus ve fiyat hareketliliklerini sıraladığımızda genel çerçeveyi kaba hatları ile çizmiş sayılabiliriz.
Annales Okulu’nun Türkiye’deki temsilcisi olarak kabul edilen Barkan, hayatı, tarihçilik anlayışı ve eserleri ile araştırılmayı bekleyen büyük bir kaynak olarak önümüzde durmaktadır.
Hayatı
Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden bir olan Ömer Lütfi Barkan, Edirne’nin Kıyık (Buçuktepe) Mahallesi’nde doğdu. Doğum tarihi ile ilgili olarak değişik kaynaklarda farklı bilgiler mevcut. Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde Ömer Lütfi Barkan maddesini yazan değerli hocamız Mübahat Kütükoğlu ve ölümünden sonra Belleten’e “Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan” adlı makaleyi yazan kıymetli hocamız Mahmut Şakiroğlu’na göre Barkan’ın doğum tarihi 1902. “Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler–1” adlı kitapta Barkan’ın makalelerini toplayan Gözlem Yayınevi’nin bastığı kitapta ise doğum tarihi 1905.
Ömer Lütfi Barkan’ın babası Eskizağralı namıyla maruf İsmail Efendi, annesi Gülsüm Hanım’dır. İlk tahsilini Edirne Numune Mektebi’nde, orta tahsilini Edirne Muallim Mektebi’nde ve İstanbul Orta Öğrenim Mektebi’nde yapmıştır. Mezun olduktan sonra 1922’de Edirne Gazi Paşa Mektebi dördüncü muallimliğine atanmış ve 1339’da da ikinci muallimliğe yükselmişti. Ancak aradan bir ay geçtikten sonra İstanbul Darülfünunu’na kaydolmuş olduğundan görevinden ayrılmıştır. 1927 yılında bu fakültenin felsefe bölümünden mezun olduktan sonra Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne gönderilmiştir.
Strasbourg Üniversitesi dönüm noktası
Strasbourg Üniversitesi Barkan için dönüm noktası olmuştur. Çünkü Barkan burada hayatının bundan sonraki bölümünü etkileyecek ve fikirlerinin şekillenmesine vesile olacak bakış açısını kazanacaktır. Strasbourg Üniversitesi’ndeki tahsil hayatı esnasında Annales Ekolü’nün önemli temsilcilerinden Marc Bloch, Maurice Halbwachs, Henri Baulig gibi hocalardan ders almıştır. Bu dersler Barkan’ın –girişte de ifade ettiğimiz gibi- sosyo-ekonomik tarihe ilgisini artırmış ve gelecekteki çalışmalarının güzergâhını belirlemiştir. Burada genel felsefe, sosyoloji ve psikoloji sertifikaları ile Hukuk Fakültesi’nden “İktisadi İlimler Yüksek Etüd Diploması” almıştır.
Doktora ve doçentlik tezi hazırlamadan doçent oldu
1931 yılında Türkiye’ye dönen Barkan, Eskişehir Lisesi Felsefe ve Yurt Bilgisi öğretmenliğine atanmıştır. Buradaki macerası çok uzun sürmeyen Barkan, 1933’teki üniversite reformu esnasında doktora ve doçentlik tezi hazırlamadan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk İnkılâp Tarihi Kürsüsü Doçentliği’ne getirilmiştir.
Ömer Lütfi Barkan, 1934-1935’te vatani görevini ifa etmiştir. Askerliğini yaptıktan sonra çalışmalarına kaldığı yerden devam etmiş ve özellikle 1936-1937 senelerinde Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ülkü Mecmuası’nda yazdığı seri makalelerle dikkatleri üzerine çekmiştir. Kurucusu ve dekanı bulunduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne Barkan’ı kazandırmak isteyen Celal Sarç’ın bu isteğini ifade ettiği yazı şöyledir:
“Tarih bilgisinin gerek memleketimiz için gerekse genel ekonomik terbiye bakımından haiz bulunduğu önem dolayısıyla fakültemiz programına İktisat Tarihi ve Türkiye Maliye Tarihi dersleri konmuş, Türkiye ekonomisi hakkında tarihi araştırmalar yapmak ve İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü’nün esaslı bir vazifesi olarak kabul edilmiştir. Prof. Rüstow ile beraber çalışacak bir tarih doçenti bulunmamaktadır. Bu yüzden derslerde memleketimiz ahvaline temas edilmemesi, enstitüde tarihi araştırmalar yapılması mahzuru hâsıl olmaktadır. Kadromuzda bu boşluğu doldurabilmek için Edebiyat Fakültesi doçentlerinden Ömer Lütfi Barkan’ın fakültemize verilmesi uygun mütalaa edilmektedir. Ömer Lütfi Barkan, felsefe ve iktisat tahsil etmiş ve bilahare iktisat tarihine büyük bir alaka göstererek kısmen arşivlerde yeni vesaiki işlemek suretiyle Türkiye İktisat Tarihi’ne ait enteresan tetkikler neşretmiştir.”
İnkılâp Tarihi Doçentliği unvanı da kendinde kalarak İktisat Tarihi Doçenti oldu
Bu başvuru uygun görülmüş ve Barkan Türk İnkılâp Tarihi Doçentliği unvanı da kendinde kalarak İktisat Tarihi Doçenti olmuştur. Fakat Barkan yine de sınavlara girmiştir. 1938’de doçentlik sınavlarına jürisinde Ali Fuat Başgil’in de bulunduğu dil sınavı ile başlamış “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kuruluş Devrinde Toprak Meselesi” adlı tezi ile bitirmiştir. Bu tezin jürisinde de Fuat Köprülü, Rüstow ve Ebulüla Mardin vardı.
Barkan bundan sonra da çalışmalarını daha sonra tetkik etmeye çalışacağımız üzere sürdürdü ve 1941 yılına gelindiğinde Fakülte Profesörler Kurulunca doçentlik mesaisinin olumlu sonuçları göz önünde bulundurularak profesörlüğe yükseltildi. 16 Kasım 1950’de İktisat Tarihi ve İktisadi Coğrafya Kürsüsü Başkanı oldu. 1950–1952 yılları arasında fakültenin dekanlığını yaptı.
1951 yılında Süreyya (Meriç) Barkan’la evlendi. Bu evlilikten üç çocuğu oldu. Ziya Budak, İsmail Özdal ve Ömer Erçin.
Ordinaryüslüğe yükseltildi
22 Kasım 1955’te Strasbourg Üniversitesi’nce dört yabancı profesöre verilen “Doctor Honoris Causa” unvanını aldı. 12 Temmuz 1955’te Resmi Gazete’de yönetmeliği yayımlanan Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. 1957 yılında Şükrü Baban’ın önerisi ile 8 Nisan 1957’de yapılan 114. Profesörler Kurulu toplantısında ordinaryüslüğe yükseltildi.
Barkan’ın çalışma alanı, fakültesi ile sınırlı değildi. İktisat Fakültesi’nde verdiği “Genel İktisat Tarihi”, “Türkiye İktisat Tarihi” ve “Türkiye Tarım Ekonomisi Tarihi” dersleriyle beraber Edebiyat ve Fen Fakültelerinde de “İktisat Tarihi” dersleri veriyordu. Ayrıca 1939 senesinde Hayriye Lisesi’nde felsefe hocalığı, 1940’da Muallim Mektebi’nde müzakerecilik yapmıştı. Ocak 1940’tan itibaren İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersini ve bir dönem Ebulula Mardin ile birlikte Toprak Hukuku dersini vermiştir. 1963’ten itibaren de İstanbul Özel İktisat ve Ticari İlimler Okulu’nda ek görev olarak Genel İktisat Tarihi dersi vermiştir.
Türk Tarih Kurumu, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Sırbistan İlimler Akademisi, İslam Araştırmaları Enstitüsü ve Türk Sosyoloji Cemiyeti üyesi olan Barkan, aynı zamanda Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nün kurucusu ve müdürüdür. UNESCO Türkiye Millî Komisyonu 5. Dönem (1957–1958) ve 7. Dönem (1961–1962) Genel Kurul İçtimaiyat ve Manevi İlimler Seksiyon üyesidir. 6 yıl Milletlerarası Oryantalistler Birliği’ne bağlı Osmanlı ve Osmanlı Öncesi Tarih Konseyi Başkanlığı da yapan Barkan, 1939’da yayın hayatına başlayan İktisat Fakültesi Mecmuası’na büyük emekler vermiş ve yazı heyeti üyeliğinde bulunmuştur. 1951’de Yazı İşleri Kurulu Başkanlığı’na getirilmiş ve bir müddet bu göreve de devam etmiştir. 1978 yılında Hüdavendigar Livası Tahrir Defteri Mukaddimesi ile Hürriyet Gazetesi’nin Sedat Simavi Büyük Ödülü’ne de layık görülmüştür.
Barkan 1973 yılında emekliye ayrılmıştır: “1973’te Fakülte Dekanı Esat Çam Sayın Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan” diye başlayan emeklilik duyurusunda (şöyle diyordu): “Yeni kabul edilen 1750 sayılı üniversiteler kanununun ilgili maddesi gereğince fakültedeki görevinizden emekliye ayrılmış bulunuyor iseniz de 26. 07. 1973 tarihinde toplanan yönetim kurulumuz sizin kıymetli irşad ve direktiflerinize her zaman ihtiyacımız bulunduğuna ve bu bakımdan eskiden olduğu gibi fakültedeki büronuzda araştırma, inceleme ve çalışma olanağının devam etmesine ve enstitü imkânlarından yararlanmanız hususunun size duyurulması için tavassutumu kararlaştırmıştır…”
Emekliliğinden sonra da çalışmalarına devam eden, ardında her biri birbirinden kıymetli kitap ve makaleler bırakan Büyük Türk Tarihçisi Ömer Lütfi Barkan, 23 Ağustos 1979’da vefat etmiştir.
Vefatından sonra onunla ilgili yazılan yazıların başlıkları durumu özetlemeye yetecektir: “Yeri Doldurulamayacak Büyük İlim Adamı Ord. Prof. Lütfi Barkan’ın Ardından”, “Barkan ile Aydınlanan Tarih”, “Bir Büyük Hocayı Yitirdik”…
Ömer Lütfi Barkan tarihçiliği
Ömer Lütfi Barkan’ın tarih anlayışına değinebilmek için yazılan yazıların çoğu Barkan’ın tarih formasyonu görmemiş olması ile başlar. Barkan felsefe okumuştur ve gönderildiği Strasbourg Üniversitesi’ne de felsefe ile sosyoloji tahsil etmek için gitmiştir. Fakat orada daha sonra geleneksel tarih anlayışına karşı savunulacak yeni tarih algılayışının mimarlarından dersler almış ve onlardan etkilenmiştir.
Daha sonra kısaca “Annales Okulu” olarak tavsif edilecek olan görüşün savunucuları, fikirlerini rahatça paylaşabilmek için bir dergi çıkartmışlardır: “Annales d’Histore Economique et Sociale”
Annales Okulu’nun görüşleri -elbette- farklı tezlerin konusu fakat kısaca özetlemek gerekirse…
Kronolojilerden ve siyasi anlatımlardan oluşan geleneksel tarih anlatıcılığı yerine, sorun odaklı tarih anlayışının savunulması… Yine gelenekselden ziyade insan merkezli ve toplumun faaliyetlerini öne çıkaran ve irdeleyen tarih anlayışının savunulması… Coğrafya, linguistik, ekonomi, demografi, siyaset bilimi, klimatoloji, psikoloji ve benzeri bilim dalları ile işbirliği yaparak tarihi kuvvetlendirmek…
Halil İnalcık Hoca da Ömer Lütfi Barkan ve Annales ekolü ile ilgili olarak görüşlerini ifade ederken şöyle diyordu: “1930’larda, özellikle 1940’lı yıllarda kitle hareketlerinin önem kazanmasıyla birlikte dünya tarihçiliğinde sosyo-ekonomik toplum tarih konuları ön planda ele alınmaya başladı. Bu görüşü benimseyen Fransız Annales Ekolü, E. Durkheim’in toplumu organik bir sistem olarak gören yapısal sosyolojisinden etkileniyordu.”
Barkan yurda döndükten sonra da bu okulun temsilcilerini dikkatle izlemiştir. Konumuzla alakalı en güzel makalelerden birini mükemmel bir şekilde yazan Coşkun Çakır Barkan’ın yurda döndükten sonraki dönemde bu ekolün temsilcileri ile olan münasebetini şöyle özetler:
“Türkiye’ye döndükten sonra da onları izlemiş Febvre ve Braudel ile iyi dost olmuştu. Dolayısıyla yazdıklarına bu ekolün görüşlerinin yansıdığı açıkça görülmektedir. Hele geçen zaman içinde Braudel’in eserlerinin bir bir yayımlanmasıyla, özellikle ünlü eseri Akdeniz ve Akdeniz Dünyası’nın yayımlanmasıyla etkilendiğini açıkça göstermiş, bununla ilgili görüşlerini ayrıca kaleme almıştır.”
Braudel’in eseri birçok tarihçiyi etkilemiştir
Braudel’in eseri yalnızca Barkan’ı değil, birçok tarihçiyi etkilemiştir. Eser, İnalcık’ın ifadesi ile “Türk tarihçiliğinde büyük ilgi ile karşılanmıştır.” Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Braudel’in eseri için tanıtma yazısı yazan Barkan, eseri, “büyük bir ilmî hadise” olarak nitelemiş ve şöyle demiştir:
“Eser, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en büyük bir devrinin, en mühim meselesini bütün Akdeniz memleketlerine şamil geniş bir plan içinde zengin malzeme ve yeni bir ilmi metotla vaz ve mütalaa etmiş olmak gibi, bizim için büyük bir kıymet ve ehemmiyet taşımaktadır.”
Braudel bu mühim çalışmayı umumiyetle Akdeniz ülkelerinin arşivlerinden yararlanarak yapmıştır. Lakin kendi deyimiyle Akdeniz’in doğusunu yeterince inceleyememişti. Bunun olabilmesi için Osmanlı arşivlerinin de tetkik edilmesi gerekiyordu. İnalcık’ın da söylediği gibi Braudel çalışmalarını daha çok Dubrovnik arşivleri üzerinden yürütmüş ve Akdeniz’in Osmanlı egemenliği altındaki doğu kesiminin tarih için henüz keşfedilmemiş bir dünya olduğunu belirtmiştir. Barkan da aslında bu eksik kalan yanı tamamlamıştır. Fakat şu nokta da kesinlikle atlanmamalıdır:
“Barkan, Braudel’den önce Osmanlı İmparatorluğu tarihinde sosyal ve ekonomik konuları, özellikle tarımsal ekonomi ve demografik meseleleri başlıca araştırma konusu yapmıştı.”
Braudel eserini Akdeniz ve etrafındaki ülkelerin aynı dönemde aynı şartlar altında yaşadıkları düşüncesinden yola çıkmış ve Akdeniz tarihini bir bütün olarak ele alarak arşiv malzemelerini kullanmak suretiyle yeni tarih anlayışı ile şekillendirmiştir.
Barkan aynı görüşte
Barkan, bu yaklaşımın Osmanlı tarihi incelenirken de izlenmesi gerektiği üzerinde durmuş ve şöyle demiştir:
“İktisadi ve içtimai meselelere ehemmiyet veren bir tarihçilik için, küçük veya büyük siyasi teşekküllerin hudutlarından taşarak, coğrafi veya iktisadi az çok vahdet arz eden geniş sahaları bir arada ve bir bütün olarak tetkik etmek zarureti vardır.”
Aynı ekolün temsilcileri olarak Barkan, Braudel’le tarih anlayışlarının aynı çizgide olduğunu belirtmiş, hanedanlar ve siyasi olaylar yerine halk yığınlarının her günkü hayatları ve neticeleri üzerinde durmanın öneminden bahsetmiştir: “Osmanlı tarihi diğer bütün tarihler gibi bir hanedanın destanını yapmak isteyen tarihçilerin kaydettikleri şekilde münferit ve müstakil bir seri vekayiden ibaret değildir. Her hadise kendisini hazırlayan bir sürü sosyal, ekonomik ve dini şartlarla işlenmiş ve harici tesirlerle dünya yüzünün değişmesi nevinden bir oluşla yavaş yavaş tabii olarak hazırlanmıştır. Bu bakımdan siyasi şahsiyetler ve vekayi arkasında onları hazırlayan içtimai sebepler aramak lazımdır.”
İnsanın tarihini yazan Ömer Lütfi Barkan
İnsanın tarihini yazan Ömer Lütfi Barkan, bu yeni tarih anlayışının temsilcisi olarak –tezimizin başında da zikrettiğimiz gibi- Türk tarihçiliğinin dönüm noktalarından birini oluşturmuştur.
Dördüncü Tarih kongresinde sunduğu bildiride, Türk tarihine yapılan çalışmaların dünya tarihçiliğinin seviyesine çıkabilmesi için o ana dek kullanılan konu ve yöntemlerin değiştirilmesi gerektiğini ifade eden Barkan, hikâyeci hanedan tarihinden vazgeçilerek belgelere dayanan yeni tarihçilik anlayışı ile kurumsal ve yapısal çalışmaların yapılması lazım geldiğini ifade etmiştir.
Barkan’ın tarih anlayışı daha sonraki nesiller üzerinde de etkili olmuş, gerek talebeleri gerekse eserlerini okuyup yollarını ona göre çizenler Türk tarihçiliğine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bu hususta Halil İnalcık şöyle diyor:
“Türk tarihçiliğini Batı tarihçiliği düzeyine çıkaranların başında Ömer Lütfi Barkan gelir. Aslında Barkan, tarihçiliğimize bir devrim getirmiştir.”
Ömer Lütfi Barkan’ın tarihçilik anlayışının nasıl şekillendiğinden kısaca bahsettik. İnsanın tarihini yazma gayretinden söz ettik. Barkan’ın tarih anlayışı hakkında yazan ya da konuşan herkesin söyleyeceği en önemli cümlelerden biri de şudur: “Barkan çok titiz çalışır, makalelerini defalarca kontrol ederdi.”
Fakat başka bir cümle daha var duyurulması gereken. Barkan, bir makalesinde konuyu açıklarken şöyle diyor ve aslında kendi ağzından tarihçiliğini anlatıyor: “…Fakat biz burada zamanın ekonomik ve politik zaruretlerini hesaba katmak, bazı sosyalist telakkilere uyarak her yerde bir sınıf kavgası ve sınıfların istismarı şekli aramaktan çekinerek o nizamı objektif bir şekilde anlamaya çalışan bir gayret sarf etmeliyiz.”
Barkan objektifti
Barkan objektif olmaya çalışıyordu. Çünkü o klasik algılayış temsilcilerinden biri değildi. Şu ya da bu hizbin, grubun adamı değildi. Tarihe; inandıklarına delil aramak için değil, yalın hakikati bulmak için bakıyordu. Değişimlerin farkındaydı. Kalıpların arasından konuşmuyordu. Nitekim aynı makalede şöyle diyordu:
“Altı yüz senelik ömrü olan bir imparatorluğu, şu veya bu etiket altında bir defa damgaladıktan sonra, onun bu müddet zarfında hiç değişmemiş olduğunu farz etmek bu nevi tetkiklerin asıl enteresan olan kısmını sosyal alemi anlamaya yegane kabiliyetli olan dinamik görüşü canlı bir mevcuddaki istihalelere benzer metamorfoz ve gelişmeleri ihmal ve inkar etmek demek olur.”
Coşkun Çakır’ın deyimiyle “fikirleri İmparatorluk ile Cumhuriyet arasında şekillenmiş bir kuşağın” temsilcilerinden olan Barkan, bilimsel faaliyeti her şeyin üstünde tutmuştur. Onun tarihçiliğine bakarken çok çalışkan olmasını muhakkak ifade etmek gerekir. Çünkü onun çalışkanlığı birçok kişinin çalışkanlığından daha ziyadedir. Barkan “Günü birlik hadiselere, cereyanlara takılıp kalmamış, hatta itibar da etmemiştir. Çalışmalarını tamamlamış, eserlerini yayımlamıştır. Çalışmalarında sıkı bir disiplin içinde olmuştur. Misafirlerini bile belli saatlerde kabul etmiş, zamansız misafirlerden duyduğu memnuniyetsizliği çoğu kere açığa vurmaktan geri kalmamıştır.”
Osmanlı sosyal tarihinin öğretilmesini istedi
Türkiye’de tarih araştırmalarının arzu edilen yere gelmesi ve dünya tarihçiliğinde yer edinebilmesi için çalışan ve bunu sağlayabilmek için eski anlayıştan kurtulmak gerektiğini ifade eden Barkan, Osmanlı sosyal tarihinin öğrenilmesi hususunda çok büyük görevler üstlenmiştir. Tahrir defterlerini sistematik bir şekilde inceleyen Barkan, verilere ulaşabilmek ve onları tahlil edebilmek için arşivlerde yoğun çalışmalara girişmiş ve bunu mukaddes bir iş gibi yapmıştır.
Barkan, akademik dünyadaki tarih algılayışını değiştirmeye çalışmakla kalmamış, alt mertebelerde okutulan tarih dersleri üzerine de kafa yormuştur. Tarih eğitimimizdeki eksiklikleri ortaya koymuş, ders kitaplarında medeniyet tarihi ile ekonomik ve sosyal tarihe yer verilmemesini eleştirmiştir. Tarih derslerinde sanat, düşünce ve kültür tarihlerinin okutulması gerektiğini belirtmiş ve geleceğin tarihçilerinin yolunu da çizebilmek için çabalamıştır. Bu öğrencileri yetiştirecek öğretmenler için de şöyle demiştir:
“Öğretmenlerin yetiştirilmesi meselesi de çok önemlidir. Bilhassa bizim yukarıda bahsettiğimiz şekilde bir tarih dersi okutacak öğretmenlerin fakültelerimizde tarih âlimlerine mahsus olan tedrisattan ayrı, hususi ve derli toplu bir rejime tabi tutularak yetiştirilmeleri lazımdır. Bu gibilerin sanat tarihi, arkeoloji, içtimai ve iktisadi tarih, sosyoloji, felsefe ve edebiyat tarihi gibi dersleri muhakkak görmüş olmaları icabeder.”
Barkan tarihçiliğinde fevkalade önemi olan şeylerden biri de tarihî demografidir. Barkan, Osmanlı tarihi demografi araştırmalarında da diğer birçok konuda olduğu gibi başı çekmiş, öncülük yapmıştır. Barkan’a göre bir medeniyetin sacayaklarını öğrenebilmek için demografik durumun da bilinmesi gerekmektedir. Büyük hayranlık duyduğu Osmanlı arşivlerinin demografi verileri için de gerekli malzemeye sahip olduğunu kendisi vurgular.
Yeni bir dönemin başlangıcı
Barkan, yukarıdan beri ifade ettiğimiz gibi yeni bir dönemin başlangıcını oluşturduğu için, hakkında çok fazla şeyin söylenmesi normaldir. Bizim için insanın tarihini yazan ve yeni bir algılayışın temsilcisi olan Barkan, başkaları için devletin paralı tarihçisi olabilir. Bu iddialar değerlendirilmelidir. Henüz Barkan’ın doğru dürüst bir biyografisi yazılamamış eserleri hakiki manasıyla irdelenememişken bu eleştiriler az bile… Önemli olan, bu tarih anlayışının ve ardından gelenleri ne kadar etkilediğinin incelenmesidir.
ÖMER Lütfi Barkan’ın özellikle 16. ve 17. yüzyılda temerküz etmiş, iktisadî ve sosyal tarih çalışmaları binlerce sayfayı bulmuştur. Yeni tarih algılayışı çerçevesinde ve belgelere dayanan makaleler yazmıştır.
Barkan’ın çalışmaları, gerek Coşkun Çakır’ın makalesinde, gerekse diğer bazı çalışmalarda altı ana başlık altında incelenmiştir. Bu tasnif -değişiklikler gösterebilirse de- büyük ölçüde doğru bir tasniftir.
Barkan’ın bütün çalışmalarını en ince detayları ile irdelemeye kalkmak, bu çalışmanın çok üstünde bir gayret gerektirecektir. Biz sadece bir fikir edindirmeye yetecek kadar göz atmakla iktifa edeceğiz.
Tahrirler
Tahrirlerden başlamanın doğru olmadığı düşünülebilir, fakat Barkan’ın tahrirlere âşık olunası çalışmalar gibi bakmasından yola çıkarak tahrirlerle başlıyoruz.
Tahrir; lügatte yazmak, kaydetmek manasında olup, ıstılahi anlamda ise nüfus ile vergi kaynaklarını tespit etmek ve tevzi’ini belirlemek için yapılan çalışma demektir. Tarih sahnesinde yerini alan bütün devletler, gerek iptidai olarak, gerekse mütekâmil halde tahrirler yapmıştır.
Barkan bu konuda şöyle der:
“Mısır’da daha ilk sülaleler devrinden itibaren muntazam arazi tahrirlerinin yapılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Mısır’da sık sık yapılması adet olan bu tahrirlerde adilane bir vergi tarh edebilmek için herkesin elindeki toprak miktarı ölçülür, kıymet derecesi ile hudutları tayin ve tespit edilirdi. Bu tahrirlerin neticelerini tesbit eden vesikalar, mabetlerde muhafaza edilen hususi bir arşiv dairesi teşkil ederler ve zamanla vukua gelen tebeddüller oraya kaydedilirdi. Mısır halkı için ehemmiyetleri çok büyük olduğundan bu tahrirler çok defa seneleri saymak ve zamanı tayin etmek için; ‘bilmem kaçıncı tahrirden evvel veya sonra’ gibi ifade tarzlarıyla birer tarih mebdei olarak kullanılmakta idi. (…) Osmanlılardan evvelki Türk-İslam devletlerinde de büyük nüfus ve arazi tahrirleri yapılmıştır. Araplar; Mısır’da ve İspanya’da Selçukiler, İran’da İlhanlılar, Hint’te nüfus ve arazi tahririleri yaptırmışlardır. Selçuki ülkesinde defterden dışarı kalmış yani yazılmamış bir çiftlik yer yoktu. (…) Yalnız Selçuk Türkleri defterlerini Farisi olarak tertip ettikleri halde Osmanlılar Türkçe kullanmışlardır. Fikrimizce bilhassa ilk zamanlarda bazı Osmanlı defterlerinde de Farisi formüllerin ve divani denilen rakam sisteminin kullanılmış olmasını, bu defterlerin Selçuk ananesiyle münasebetine atfetmek mümkündür.” (Ö. L. Barkan; “Türkiye’de İmparatorluk Devirlerinin Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri”, İktisat Fakültesi Mecmuası, c. 2, Sayı 1, 27- 28.)
Barkanbütün devletlerin bir şekilde tahrir yaptıklarını ifade etikten sonra Osmanlı tahrirlerinin çağdaşlarından ne kadar güzel olduğunu anlatır:
“… Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfus ve vergi sayımlarının sonuçlarının kayıtlı bulunduğu tahrir defterleri, o çağlarda en fazla gelişmiş Avrupa memleketlerinde bile, çok defa, henüz ancak bazı vergi yükümlülükleri veya askerî hizmetleri olan kişilerin basit listeleri halinde ve ülke içinde dağınık ve parçalı olarak yapılmakta olan sayımlardan çok daha farklı şekilde gelişmiş bir sayım sistemine ait bulunmaktadırlar. Bu sebeple bahis konusu Türkiye tahrirleri oldukça ayrıntılı bir nüfus sayımı olduğu kadar, toprakların tasarruf sistemleri ile kullanılış tarzlarına ve tarımsal ürünlerin nevi ve miktarlarına ait bir zirai sayım da sayılabilir. Aynı şekilde İmparatorluğun vergi kaynakları, mali örgütlenmeleri, askeri güç ve imkânları hakkında çok yönlü birer anket özelliğini taşımaları ve bu halleri ile sosyal grupların oluşum ve dağılım tarzlarına, kadrolarına ait çeşitli bilgiler ve zengin istatistik malzemesi temin etmiş bulunmaları, onların tarihi değerini ziyadesiyle arttırmaktadır.” (Ömer Lütfi Barkan, Enver Meriçli; Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri 1, TTK, Ankara, 1988, s. 3.)
Barkan aynı makalesinde “Tahrire Niçin İhtiyaç Duyulur?” sorusunun da cevabını verir:
“Devlet, bir çiftlik gibi kullandığı mülkünü iyi tanıyıp en rasyonel şekilde işletmek mecburiyetinde olmak sebebi ile topraksız köylülerin nerede bulunduklarını ve miktarlarını tespit etmeye nüfus ve toprakların inbat kabiliyeti göz önünde bulundurularak memleketin neresine iskân yapmak mümkün olduğunu tayine yarayacak istatistik malumatı temin etmeğe mecburdu.”
(Ö. L. Barkan; “Türkiye’de İmparatorluk Devirlerinin Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri”, s. 22.)
Barkan tahrir mevzuunu inceden inceye inceler. Çünkü tahrirler, devletin ve milletin hafızasıdır. Tahrirler Barkan’ın önemsediği halkın gündelik yaşamlarının bulunduğu belgelerdir. Barkan tahrirleri ilk defa sistematik olarak inceleyen bilim adamıdır ve kendisinden sonraki tahrir defterleri furyasının başlamasında büyük rolü olmuştur.
“Türkiye’deki Osmanlı tarihi araştırmalarında özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından 1990’ların ortalarına kadar bir tahrir defterleri rüzgârı esti. Şüphesiz ki tahrir defterleri üzerindeki çalışmalar çok daha önce başladı ve Türkiye dışında, gerek Avrupa ve Amerika’da gerekse Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu gibi bir zamanlar Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşamış bulunan bölgelerde yoğun bir ilgiye mazhar oldu. (…) Bu alanda çalışan herkesin bildiği gibi tahrir, nüfus sayımı değildir ve çeşitli sebeplerden nüfusun büyük bir bölümü (kadınlar, çocuklar, askerîler) kayıt dışı tutulmuştur. Bu bakımdan tahrir defterlerine dayanarak genel nüfus tahmini yapmak için çeşitli teklifler geliştirilmişse de zamanında Barkan’ın önerdiği formül (hane x 5 + yazılmayan askerîler için % 10) dışında hiçbirisi yaygınlık kazanmamıştır.” (Mehmet Öz; “Tahrir Defterlerindeki Sayısal Veriler”, Osmanlılarda Bilgi ve İstatistik, ed. H. İnalcık- Ş. Pamuk, DİE Yayını, Ankara 2000, s 17-32.)
Barkan ekonomik ve sosyal olayların hakiki manasıyla izah edilebilmesi için onların sayılarla ölçülmesi ve istatistiklerinin yapılmasının gerekliliğinden dem vurmuştur. Bu metotların uygulanabilmesi için Türkiye tarihi önemli kaynaklara sahiptir. Bu kaynakların başında da işte bu tahrirler gelmektedir.
Bu defterler sayesinde biz köy ve kasabalardaki yetişkin erkek nüfusuna, ellerindeki topraklara, tabi oldukları vergilere, bu kişilerin isimlerine ulaşabiliyoruz. Köylerin kimin tımarı, mülkü veya vakfı olduğunu da öğrenebiliyoruz.
Kanunlar
Barkan’ın hazırladığı “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Cilt 1: Kanunlar” isimli kitabı, ona hak ettiği değeri kazandıran çalışmaların başında gelmektedir.
Bu çalışmanın meydana gelmesinde tahrirler önem taşımaktadır. Bu kanunlar iktisat tarihimiz için emsalsiz birer kaynak olmuştur. Tahrir defterlerinin baş taraflarında bulunan kanunların incelenmesi sonucu ortaya çıkan bu kitabın başındaki mukaddimede Osmanlı Devleti’nin hukuki ve dini yapısı irdelenmiş, laiklik mevzuunda önemli konulara değinilmiştir. (Ömer Lütfi Barkan; XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Zirai ve Mali Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Cilt 1, Kanunlar, İstanbul 1943, 6-10.)
Osmanlı Devleti’nin teokratik bir devlet olup olmadığı, şeriatı uygulayıp uygulamadığı her zaman için tartışılan bir mevzu olmuştur. Bazılarına göre Osmanlı kesinlikle şer’i yasaları uygulayan bir devlet olmuş, bazılarına göre ise laiklik diye tanımlayabileceğimiz bir uygulamaya gitmiştir. Bu hususta da kanunlar çok önemlidir. Barkan’ın kanunlarında, İslam Ansiklopedisi için yazdığı Kanun-name maddesinde ve “Osmanlı İmparatorluğu’nda Teşkilat ve Müesseselerin Şer’iliği Meselesi” gibi makalelerde bu sorulara cevaplar bulunabilir.
Barkan, Türk-İslam Devletleri etkisinin Anadolu Beylikleri vasıtası ile Osmanlı Teşkilat düzenine sirayet ettiğini de ifade eder. Akkoyunlu Devleti’nin teşkilat ve kanunlarıyla Osmanlı Devleti’nin teşkilat ve kanunları arasındaki ilişkiyi incelemek için Hasan Bey zamanına ait kanunlardan sekizini yayımlamıştır. Barkan Osmanlı’nın Anadolu Beyliklerindeki örf ve adetleri uzun müddet uyguladığını ve zamanla değişiklikler yaparak uyarladığını ifade etmiştir. (Ömer Lütfi Barkan; “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e Ait Kanunlar”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler1, Gözlem Yayınları, İstanbul 1980, s, 545-548.)
Bütün tarih şeridi boyunca ve tüm İslam memleketlerinde zaman zaman farklı uygulamalar olmuştur. Barkan İslam devletlerinin oluşturduğu hukuk sistemlerindeki her şeyi Kur’an’da bulmaya çalışan mantalitenin hukuk tarihinin en büyük düşmanı olduğunu söyler.
Osmanlı’da şer’i ve örfi olarak iki hukukun olduğu muayyendir. Barkan da Müslüman memleketlerde İslam hukuku dışında başka bir hukukun olmadığı görüşüne karşı çıkar.
Toprak meselesi
Toprak meselesi, Barkan’ın en çok üzerinde durduğu, çalışma yaptığı ve önem verdiği konulardan biri olmuştur. Hatta çok zaman Barkan deyince akla önce Toprak Meselesi gelmiştir.
Ömer Lütfi Barkan birçok çalışmasında klasik dönem dışına çıkmazken toprak meselesinde Osmanlı öncesinden klasik döneme, Tanzimat ve hatta Cumhuriyet dönemine kadar açılan bir yelpazede çalışmıştır.
Ömer Lütfi Barkan yayın hayatına “Harp Sonu Tarımsal Reform Hareketleri” adlı makalesi ile başlamıştır. Bu seride Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Polonya ve Rusya gibi memleketlerde harp sonunda yapılan reformları incelemiştir.
Toprak meselesi birçok ülkede bizden çok önceleri ele alınmışken, bizde çok geç bir zamanda ele alınmaya başlanmış, Barkan da Osmanlı İmparatorluğu ile ortak hafızası olan Balkan memleketlerinde yapılan zirai reformları incelemenin faydalı olacağını düşünerek bu çalışmayı yapmıştır. Çözülmek zorunda kalınan sorunların benzerlik göstereceğinden hareket edilerek çıkılan bu yol, ülkemiz için doğru olanı bulmada faydalı olacaktı.
Barkan, devletlerin yıkılış ve dağılmalarında zirai meselelerin önemli bir yer tuttuğunu vurgulamıştır. Ona göre toprak meselelerine gereken önemi vermeyen devletler baştan kaybetmişlerdir. (Ömer Lütfi Barkan; “Harp Sonu Tarımsal Reform Hareketleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler 1, Gözlem Yayınları, İstanbul 1980, s. 23-105.)
Barkan kuruluş devri toprak meselelerini de çok teferruatlı bir biçimde incelemiştir. Kuruluş devri toprak meselesi üzerinde ise asil sınıfa karşı verilen mücadele ile kuruluş devrinde büyük miktarda nüfusun yer değiştirmesine özel ilgi göstermiştir. Osmanlının kendisine rakip olarak gördüğü toprak asaletine karşı çıkması ve devletin sistematik olarak Anadolu’dan Rumeli’ye sürgünler yapmasını dikkat çekici bulmuştur. Sistematik şekilde yapılan bu kolonizasyonla köylünün devlet otoritesine bağlanmasında ve Rumeli’nin Türkleştirilmesinde büyük kazançlar elde edilmiştir.
Barkan, “Malikâne-Divani” sistemini de incelemiş ve bunun eski İslam-Türk devletlerinden tevarüs edilen bir sistem olduğuna değinmiştir. Devlet büyük toprak sahiplerinin kendisine rakip olmasını engellemeye çalışırken, Malikâne-Divani sisteminde görülen müteaddit mülk ve vakıfların yerli bir asalet sınıfının devletin karşısına bir rakip olarak ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Barkan’a göre malikâne hisselerinin sahipleri, Osmanlı işgalinden önceki döneme ait yerli asalet sınıfına mensup kimselerdi. (Ömer Lütfi Barkan; “Türk-İslam Toprak Hukuk Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller: Malikane-Divani Sistemi”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, C. 2, 1939, 119-184.)
Ömer Lütfi Barkan “Türkiye’de servaj var mıydı?” sorusuna da cevap aramıştır. Bu konu ile ilgili olarak da makalesinin girişinde şöyle demiştir:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun içtimai nizamında çiftçi sınıflarının işgal ettiği mevki meselesi tetkik edilirken, bu sınıfları Batı Avrupa memleketlerinin Orta Çağ’ında ‘serf’ namı altında tanınan köylü zümreleriyle mukayese etmek ve meseleyi ‘Türkiye’de servaj var mıydı?’ şeklinde vaz ve mütalaa etmek adet olmuştur.” Bu konuda yapılan kıyasların birbirine taban tabana zıt iki görüşte yoğunlaştığını ifade eden Barkan, birinci tarzın “vakıaları ayrı ayrı vesikalar üzerinde tetkik etmiş olmayı lüzumlu görmeyen formalist ve dogmatik bir hukuk anlayışıyla yaptığı izah tarzının tarihi metotla uyuşmasına imkân bulunmadığını”, ikinci tarzın ise “Osmanlı hâkimiyetini Balkan milletleri için mutlaka koyu bir esaret devri gibi göstermek isteyen garip bir milliyetçilik gayretinin veya Marksist bir tarih görüşünün tesirlerini bulmak mümkündür. Böyle bir neticeye varmak için birer delil gibi kullanılmakta olan bazı vergi isimlerinin tefsir şekli de bu sahadaki tarihi tetkiklerin kifayetsizliğinin sebep olduğu anlaşmazlık telakki edilebilir.” der. (Ömer Lütfi Barkan; “Türkiye’de Servaj Var mıydı”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler 1, Gözlem Yayınları, İstanbul 1980, 717.)
Barkan serflerle ortakçı-kullar arasındaki benzerlikleri sıralamıştır: Sadece kendi aralarında evlenebilirler, mirasları varislerine intikal etmez, mesleklerini seçemezler, hediye vermek zorundadırlar. Reayadan ayrı olan ortakçı-kulların serflere bu kadar benzediğini ifade eder. Fakat ortakçı-kulları “hakiki köylülerle, hür köylüler” arasında bir statüye koyar.
Barkan “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 Tarihli Arazi Kanunnamesi” ismi ile kaleme aldığı makalede kanunu incelemiştir.
Tımar sistemine de fırsat buldukça değinen Barkan, tahrirler gibi tımar sistemine de özel ilgi göstermiş ve birçok makalede tımarlara yer vermiştir. Tımarın Bizans’tan alındığını iddia edenleri eleştirmiş ve Osmanlının bu sistemi kendinden önceki Türk-İslam devletlerinden alıp geliştirdiğini vurgulamıştır.
Vakıflar
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu her zaman için konuşulan, tetkik edilmek istenen fakat belgelerin yetersizliğinden dolayı tam manasıyla halledilemeyen bir konu olmuştur. Hala devletin kaç yılında kurulmuş olduğu yönündeki tartışmalar bile bitmemiştir. Bitmeyecektir de…
Kuruluş, bazı Türk tarihçilerince efsaneleştirilmiş, bazılarınca ise anlaşılması için sarf edilen çabalarla aydınlatılmaya çalışılmıştır. Ne Osman Gazi’nin rüyasıyla ne de yabancı tarihçilerin ifadeleri ile akademik olarak tamamlanmamış olan kuruluş meselesinde Barkan, Fuat Köprülü’nün çalışmalarından etkilenmiş ve takipçisi olmuştur.
Fuat Köprülü’nün görüşlerinden başlayarak adım attığı fikirleri arşiv malzemesi ile de desteklemiş ve görüşlerini “Kolonizatör Türk Dervişleri” adlı makalesi ile belirtmiştir. Barkan kuruluş devrinde Anadolu’nun sosyal-siyasi ve ekonomik durumunun tam manasıyla incelenmediğini söyler. Kuruluşun tek bir sebeple açıklanamayacağını ifade eder. Moğol istilası sırasındaki karmaşada birçok Türkmen, Batı Anadolu’ya doğru göçmüş ve Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” diye tavsif ettiği dervişler, şeyhler, baba ve erenler de sınırlara doğru gelmiştir.
Osmanlı bu dönemde Türk ve İslam dünyasından birçok âlim, din adamı ve savaşçıyı bünyesine kabul etmiş onlarla zenginleşmiştir. Alperenlerden Horasan Erlerine, abdallardan babalara birçok derviş İslam dünyasının muhtelif yerlerindeki tarikatlardan gelmiş ve bağlantılar da sağlamışlardır. Yine kuruluşta çok önem verilen ve büyük destekler alınan Ahiler de aynı derecede önemliydi.
İşte Barkan 16. asra ait nüfus ve arazi kayıtlarından birçoğunu inceleyerek dervişlerin ve kurdukları zaviyelerin kolonizatörlük özelliklerini irdelemiştir.
Zaviyelerin çoğu uzaktan gelmiş ve yer yurt arayanlarca kuruluyordu. Boş, ıssız topraklar böylece insana kavuşuyor, emniyetin olmadığı birçok yer zaviyelerin kurulması ile imar ve iskan edilip emniyete kavuşuyordu. Dervişler buraları mamur ediyor, bulundukları yerleri kültür ve din merkezi olarak kurgulayıp faaliyet gösteriyorlardı.
Zaviyelerin çoğu evlatlık vakıflar olarak kurulmuştur. İdare ve işleyişleri de vakıflarınki gibi olmuştur. Barkan makalesinde özetle şöyle demiştir:
“Dervişler ve zaviyelerle alakamız, onların Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş meselesinin anlaşılması için üzerinde ısrarla durduğumuz bu garbe doğru akın işinde bize birer mümessil ve öncü gibi gözükmelerinden ileri gelmektedir. Birçok köylere ismini veren, elinin emeği ve alnının teriyle dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren dervişler ve daima harbe doğru Türk akını ile beraber ilerleyen benzerlerini doğuran zaviyeler ve bu zaviyelerin harbe giden siyasi nüfuzlarını padişahların hizmetinde kullanan şeyhler bizim alakamızı celb etmek için birçok vasıfları haizdirler.” (Ömer Lütfi Barkan; “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu olarak Vakıflar ve Tamlikler 1: İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, 285.)
Ömer Lütfi Barkan daha sonraları bu çalışmadan yola çıkarak Anadolu ve Balkanlardaki iskân politikasını anlatacak makaleler yayımına girmiştir. İskân ve Kolonizasyon metodu olarak sürgünleri incelemiştir. İskân siyasetindeki iki sebep şöyledir: Birincisi, devletin gelirini artırmaktır. İkincisi ise, kadim devlet geleneğinin devamı olarak fethedilen yerlerin şenlendirilmesi için sürgünler yapmaktır.
Osmanlı, Rumeli’deki fetihlere başlamasından itibaren Anadolu’dan insanları getirip o bölgeye yerleştirmiştir. Bunu yaparken izlediği iki yöntem olmuştur. Bunlardan biri sürgün, diğeri ise vakıf ve temliklerdi. Ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir ayrıntı da, bu iskânların karşısında Rumeli’den de Hıristiyanların Anadolu’ya getirilerek ters yönde iskâna da girişilmiş olmasıdır.
Barkan, Osmanlı Devleti’nin siyasi amaçlarla yaptığı sürgünlere de değinir. Zamanla güçlenip devletin bütünlüğünü bozacak göçebe aşiretlerin sürgünlerine de yer verir.
Barkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda şehirlerin kuruluş ve gelişmesinde vakıf yoluyla kurulan imaretlerin etkilerinden de bahseder. Cami etrafına kurulan külliyeler ve bugünkü tabiriyle oluşturulan sosyal donatı alanlarının şehirlerin tekâmülünde oynadığı rollerden bahseder. Özellikle başkentlik yapmış şehirlerde kurulan imaretlerin şehri nasıl güçlendirdiği, bu konuda en güzel örneklerdir. Vakıflar yalnızca şehirlerin gelişmesinde değil, sosyal hayatta da fevkalade önemlidir. Barkan’ın bu konudaki “Şehirlerin Teşekkülü ve İnkişafı Tarihi Bakımından: Osmanlı İmparatorluğu’nda İmaret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar” makalesi çok önemlidir.
Barkan, vakıfların yalnızca hayır işleri ile ilgili durumu açıklamadığını ifade edip vakıflarla ilgili kayıtları dönemin ekonomik ve sosyal durumunu açıklayan belgeler olduğuna dikkat çekmiştir. Barkan, evlatlık vakıflarla amme hizmeti için kurulan vakıflar arasındaki farklılıklardan da bahsetmiştir.
Bütçeler ve fiyat hareketleri
Osmanlı Devleti mali tarihi içinde en az incelenen konulardan birinin de bütçeler olduğu bilinmektedir. Bir devletin ekonomik durumunu algılayabilmek için, devletin bütçelerini incelemek kadar doğal bir şey olamaz.
Ömer Lütfi Barkan, birçok konuda olduğu gibi bu hususta da ilki gerçekleştirmiş ve çok sayıda bütçeyi aynen yayımlayarak Maliye tarihi araştırmacıları için birçok veriyi kullanıma sunmuştur. “Yayımlanan ilk bütçeler kuşkusuz modern bütçelerin ihtiva ettiği malzemeleri içermektedir. Bunlar daha çok merkezi devletin bazı masraf ve gelirlerini gösteren gelir-gider hesaplarıdır.” (Ömer Lütfi Barkan: “Şehirlerin Teşekkülü ve İnkişafı Tarihi Bakımından: Osmanlı İmparatorluğunda İmaret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar”, İ.Ü. İ.F.M, XXIII/ 1-2 (Ekim 1962-Şubat 1963), 239-296.)
Barkan’ın yayımladığı ilk bütçe, 1527–1528 mali yılına ait bütçedir. (Ömer Lütfi Barkan; “H. 933–934 (M. 1527–1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği”, İ. Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, C.XV, Sayı1–4, İstanbul 1953–1954, 251–329.)
Ardından 1547–1548, 1567–1568, 1660–1661 ve 1669–1670 yıllarına ait bütçeleri yayımlamıştır. Barkan bu konuyla alakalı olarak şöyle diyordu:
“Bir devletin vergi sistemini, maliye idare ve teşkilatını, bütçesini, memur ve maaş rejimini, para politikasını, maruz kaldığı mali buhranların mahiyet ve nevini bilmeden o devletin tipini, siyasi ve içtimai bünyesini, iktisadi varlığını, askeri gücünü öğrenmek ve tarihin belli başlı hadiselerini izah etmek kabil olmaz.”
Barkan, daha evvel de ifade ettiğimiz gibi Osmanlı tarihini bir bütün olarak ele almayı amaçlar ve dünyadan tecrit edilmiş bir yer olarak görülmemesi gerektiğini savunurken çalışmalarını da bu minval üzere götürmüştür. Bütçeler gibi Osmanlı fiyat hareketlerini de incelemiş ve bu incelemeyi yaparken dünyadaki fiyat hareketlerinin de durumuna bakmış ve dünyadaki hareketliliğin Osmanlı’yı etkileyip etkilemediğini merak etmiştir.
Coşkun Çakır, Barkan’ın öğrencilerinden de dinlediği bu mevzuda şöyle diyordu: “Bir çalışma vardır ki, Barkan’ın iktisat tarihi çalışmalarının zirvesi mesabesindedir. Bu çalışma ‘XVI. Asrın Başlarında Türkiye’de Fiyat Hareketleri’ başlıklı makalesidir. Hocamız bu makaleyi yazmadan önce VII. Türk Tarih Kongresi’nde tebliğ olarak sunmuş, sonra da geliştirerek makaleyi tahvil etmiştir. Bir sohbetimizde öğrencilerinden Yavuz Cezar bu makale için haklı olarak Barkan’ın çalışmalarının şahikası yakıştırmasında bulunmuş, hocanın bu makaleyi kaleme aldıktan sonra dünya çapında bir iktisat tarihçisi olmak noktasında rüştünü ispat ettiğini, hatta yıllardır yaptığı çalışmaların sanki böyle bir çalışmanın alt yapısını oluşturduğunu ifade etmiştir.”
Barkan yukarıda sorduğumuz sorunun cevabını arıyordu ve farklı farklı konularmış gibi gözüken makalelerinde bunu irdeliyordu. Büyük şehirlerle ilgili eşya ve yiyecek fiyatları üzerinde yaptığı çalışmalar ve tereke defterleri hep bu makale ve bu soruya verilecek cevap için işleniyordu.
Barkan’ın Edirne’deki askeri sınıfla ilgili miras meselelerine bakan mahkemenin tereke defterlerini yayımlaması (1545–1615) önemlidir. Bu defterlerde insanların medeni hallerinin yanı sıra mobilya, mutfak malzemesi, bağ, bahçe, tahıl ve hayvan diye sıralayabileceğimiz birçok şeyin fiyatları da bulunmaktaydı.
Barkan, Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri’nden sonra “İstanbul Saraylarına Ait Muhasebe Defterleri” ve “Saray Mutfağının 1489–1490 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançosu” adlı makalelerini yayımlamıştır.
Yine Fatih Camii İmareti ve tesislerinin yıllık muhasebe bilançolarını yayımlayıp fetihten sonra şehrin nasıl geliştiğini değerlendirmeye çalışmıştır.
Barkan’ın “Süleymaniye Camii İmareti ve İnşaatı” adlı çalışması ise herkes tarafından takdirle karşılanan ve emsalsiz olarak nitelenen bir kaynaktır. Eserin ilk bölümü, kaynakların tanıtılmasına ayrılmış, sonraki bölümünde inşaatın başlangıç ve bitiş tarihleri hakkında malumatlar verilmiş, üçüncü bölümde işçilerin hukuki durumu ve işçi grupları hakkında bilgiler verilmiştir. Dördüncü bölüm serbest işçilerin memleket, sanat ve din tasnifini, beşinci bölüm ise devam cetvellerini gözler önüne sermiştir. Altıncı bölümde işçilerin devam cetvelleri hakkında, yedinci bölümde de taşların temini hususunda malumat vermiştir. Sekizinci bölüm demir ve kurşunun temini, dokuzuncu bölüm, tuğla, kiremit ve kireç temini, onuncu bölüm ise kereste tedarikine ayrılmıştır. (Ömer Lütfi Barkan; Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550–1557) I. Cilt, TTK, C. II, Ankara 1972.)
Barkan, çok uzun bir zaman aralığında yukarıdan beri ifade ettiğimiz soruların cevabını aramış ve tarihimizin göz atılmamış yönlerine bakmıştır.
Düzen
Ömer Lütfi Barkan her ne kadar mütekâmil bir iktisat tarihinin parçalarını oluşturmaya çalışıyorsa da başka konulara da değinmiştir. Gerçi bu konuların içinde iktisat, iktisadın içinde de bu konulardan parçalar yok değildi.
Fakat Barkan, bir taraftan insanın tarihini yazdığı için bütün bu parçalar etrafında toplanıyordu. Osmanlı tarihine bir bütün olarak bakmayı öğretebilmek adına sorulan her sorunun önüne atlıyor ve cevaplamaya çalışıyordu. Osmanlı Devleti’nde laiklik ve şer’ilik konusu, Osmanlı feodalitesi konusu, Tanzimat ve düzen gibi hassas ve tartışmalı konularda da söz söylemiştir.
Bu konular Türkiye’de kamplaşmalara sebep olurken Barkan’ın akl-ı selimle bu konularda çalışma yapması da ayrıca dikkate değerdir.
Birçok ilim adamı ve aydının kendini bu sorulara verilecek cevaplardan birinin yanında konumlandırmasına rağmen Barkan sorunu anlamaya ve belgelere dayanarak cevaplar vermeye çalışmıştır.
Bu çalışmaları yaparken Osmanlı düzeni ile de ilgili yeni bir sayfa açmış oluyordu.
Sonuç
Ömer Lütfi Barkan, Türk tarihçiliğinin Batı tarihçiliğini yakalamasında ve dünya tarihçiliğinin Türkiye’de algılanmasında büyük bir rol üstlenmiş, geleneksel hikâyeci ve hanedan odaklı tarih anlayışının yerine insanı merkez alan ve insanın gündelik hayatını irdeleyen yeni bir tarih algılayışının ikame edilmesini sağlayan bir bilim adamı olarak karşımızda durmaktadır.
Bunlarla beraber “Türk İktisat Tarihi”nin kurucusu ve birçok ilke de imza atma şansına sahip olmuş çok farklı bir kişiliktir.
Arşivlerdeki birçok belgeyi ortaya çıkarması, “Belgesiz tarih olmaz” anlayışını yaymak için çalışması ve Osmanlı tarihini bir bütün olarak ve dünyadan tecrit etmeden incelenmesi gerektiğini duyurması bakımından tarihçiliğimizin dönüm noktalarından birini tutmuştur.
Ülkemizde modern anlamdaki tarihçiliğin babası sayılabilecek Barkan, iki sayıdır incelediğimiz çalışmalarının yanında gelecek nesillere tarihi öğretebilme azminde olmuş, bunun için alt derecelerdeki okulların tarih müfredatı ile ilgili de görüşlerini ortaya koymuştur.
Barkan nasıl tarih yazılacağını öğretmiştir. Nasıl çalışılacağını göstermiştir. Bıraktığı binlerce sayfalık makale ve kitap vardır ve hala hepsi hak ettiği kadar tetkik edilmemiştir.
Şüphesiz Barkan’ın da eksik bıraktığı, tamamlayamadığı yerler olmuştur. Bunu kabullenmek zor bir şey değildir. Fakat önemli olan Barkan’a Türk tarihçiliğinin duyduğu şükranı ifade edebilmektir.
--------------------------------------------------------------------------------
KAYNAKLAR
Mübahat Kütükoğlu: “Ömer Lütfi Barkan” DİA, 5. Cilt, s. 74-76, İstanbul, 1990; Mahmut Hasan Şakiroğlu: “Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan 1902-1974”,TTK Belleten, C. CXLIV/ 173, Ankara (1980) s. 153-177.
Ömer Lütfi Barkan: Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler 1, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1980, s.9.
Halil Sahillioğlu: “Ömer Lütfi Barkan”, İ.Ü, İktisat Fakültesi Mecmuası, C.41, Sayı1-4, 1985, s.4.
Halil Sahillioğlu: “Ömer Lütfi Barkan”, s.6
Mübahat Kütükoğlu: “Ömer Lütfi Barkan”,19
Halil Sahillioğlu: “Ömer Lütfi Barkan”, 12-13
Bkz: Ali Boratav (Derleyen); Tarih ve Tarihçi-Annales Okulu İzinde, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1985.
Halil İnalcık; Doğu-Batı Makaleler 2, Doğu-Batı Yayınları, Ankara 2008, s. 298
Coşkun Çakır; “Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine Yeni bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan”, Doğu-Batı, Sayı 12, İstanbul 2000, s. 42
Halil İnalcık; Doğu-Batı Makaleler 2, s.300
Ömer Lütfi Barkan; “Filip 2 Devrinde Akdeniz ve Akdeniz Memleketleri”, İ.Ü. İFM, C. 12, No: 3-4, İstanbul 1951, s. 173-174
Halil İnalcık; Doğu-Batı Makaleler 2, 318
Ömer Lütfi Barkan; “Filip 2 Devrinde Akdeniz ve Akdeniz Memleketleri”,175
Coşkun Çakır; “Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine Yeni bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan”, 41
Halil İnalcık; Doğu-Batı Makaleler 2, 300
Ömer Lütfi Barkan; “Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, 728
Ömer Lütfi Barkan; “Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, 728
Coşkun Çakır; “Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine Yeni bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan”, 40
Coşkun Çakır; “Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine Yeni bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan”, s. 44
Ömer Lütfi Brakan; “Tarihi Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuası, C. X, İstanbul 1955, s. 1-3