Nevzat KÖSOĞLU
Türk milliyetçiliği ayrıştırmaz, birleştirir 25 Temmuz 2007
Türk milliyetçiliği üzerine yaptığı sayısız çalışmayla sık sık adından söz ettiren yazar Nevzat Kösoğlu’na göre, milliyetçiliğin iki fonksiyonu var. Biri birleştirir diğeri ayrıştırır. Kösoğlu, ulusalcılığı ikinci kategoride sayıyor.
‘Ziya Gökalp, bir mikrop var ki, yıllardır Osmanlı’yı parçalıyor; adı milliyetçilik. Şimdi o mikrobu alıp İslam’ın lehine kullanma sırası bize geldi, diyordu bir asır önce. Milliyetçiliğin iki fonksiyonu var, biri birleştirir, biri ayrıştırır. Osmanlı parçalanmadan önce çıkan hastalık ayrıştırıcılıktı. Ancak devletin son dönemindeki milliyetçilik; ki adı Türk milliyetçiliğidir, Anadolu’dan başlayarak etrafındakileri birleştiren bir beton vazifesi gördü. Bugün siyasi argümanların içinde boğulmuş bir milliyetçilik tanımıyla Anadolu halkının ayrıştırılması için sanki yeniden aynı oyun sahneleniyor. Kimileri milliyetçilik dese de bu yeni taktiğin adı ulusalcılık. Müspet milliyetçilik gitmiş, yerini adeta kuşkulara, komplolara, düşmanlıktan türeyen korkulara teslim olmuş bir garip milliyetçiliğe bırakmış. Adında ‘milliyetçilik’ olan siyasi yapılarda bile bir garip ayrılık havası esiyor.’
MHP-CHP YAKINLAŞMASI TEHLİKELİ
Başkentte, Ötüken Ankara Yayın Temsilciliğinde bu ve benzer değerlendirmeleri işitiyoruz yazar Nevzat Kösoğlu’ndan. Yıllarını Türk milliyetçiliği çalışmalarına adamış; merhum Alparslan Türkeş döneminde MHP Genel Sekreter yardımcılığı yapmış; yaşantısıyla, kalemiyle Türk milliyetçiliğinin fikir babalığını yürüten isimlerden biri o. MHP Erzurum eski Milletvekili. Güncel siyasetle, meydanlardaki milliyetçilik tartışmalarıyla ilgilenmiyorum dese de yaptığı tahlillerle yaşadıklarımızı bir çırpıda özetleyiveriyor. MHP-CHP yakınlaşmasını tehlikeli buluyor. Sandıkta CHP-MHP’nin iktidar oluşturacak güce ulaşacağına inanmıyor. Siyasetteki kuralsızlıktan, ölçüsüzlükten ve günübirlik havasından da rahatsız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP eleştirilerinde haklı olsa bile, kırıcı olmamasını istiyor. MHP-AKP çekişmesinin millete de her iki partiye de yaramayacağına inanıyor. Ulusalcıların sorununu, milli-manevi değerlerden mahrumiyet olarak nitelendiriyor. Milliyetçiliğin, Türk-İslam ülküsünden, vatan millet, din, İslam ve iman anlayışından ayrı düşünülemeyeceğini ileri sürüyor.
-Sağ sol, iktidar muhalefet her siyasi partide bir milliyetçilik söylemi var. Türkiye’de milliyetçilik hangi zeminde yükseliyor?
Eğer bu boyutlarda bir milliyetçilik gelişmesi varsa, bu, cemiyetimizin sağlığına kavuştuğunun güzel bir işareti olarak değerlendirilmeli. Doğal olan, bu devletin vatandaşı olan, Türk toplumu içinde yaşayan herkesin milliyetçi olması. Çünkü milliyetçilik, bir toplum mensubiyeti duygusu ve şuurudur. İbn Haldun’un ifadesiyle, bir mensubiyet asabiyesidir. Bu ülkede yaşayan insanlar, bu kültür ve çevre içinde sosyalleşip, eğitimlerini alıp, kişilik ve kimlik kazandıklarına göre, bu toplum ve kültüre mensubiyet duygusu taşımaları doğal olandır. Milliyetçiliğin insanî, doğal ve zorunlu olan boyutu budur; içinde yetiştiğim ve yaşadığım toplumu, başka toplumlardan daha çok severim, onun için fedakârlık yaparım, onun fertleriyle dayanışma içinde olurum. Müslüman’ım, anamın dilini severim, türkülerimi söylerim, ayran içer, çiğ köfte yerim, kilimlerimize hayranım, Selimiye’yi dünyaya değişmem. Ve, bu değerleri daha da yüceltmek için elimden geleni yaparım. Görüldüğü gibi, ben hızlı bir milliyetçiyim.
-Peki, nedir Türk milliyetçiliği?
Milliyetçilik bir duruştur, milletinden yana olmak, milleti için milletine göre düşünmek ve eylemek. Doğal olanı budur. Batılı toplumlarda genel çizgileriyle bu anlayış egemendir ve tartışılmayan bir millî tavır, devlet hayatında da sivil toplumda da bireylerin hayatında da hâkim renktir. Batılı toplumlarda özellikle günümüz Avrupa’sında milliyetçilik kelimesinin yüksek sesle söylenmesinden hoşlanmazlar; çünkü milliyetçiliğin iki hastalıklı tezahürü olan Nazizm ve faşizmi kendi kültürleri üretmiş, bunun bedelini pek ağır bir şekilde ödemişlerdir. Bir daha da anmak istemezler. Son yıllarda Avrupa toplumlarında milliyetçi söylemlerin siyasi gelişmeleri etkileyecek boyutlarda yeniden açığa çıkması, özel olarak yaşadıkları ‘yabancılar’ sorununa farklı bakış ve çözüm üretme isteklerinden doğdu.
-Avrupa’da yaşananlar gibi, Türkiye’de de milliyetçilikten bir sapma mı oldu öyleyse?
Evet, doğal olan milliyetçilikten sapmalar olmuştur. Bunun temeli Batılılaşma konusundaki tutum farklılıklarına dayanır. Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar da uzanır. O günlerde duygusal çerçevede hemen herkes milliyetçi idi; ama Avrupalılaşma konusunda farklı anlayışlara sahiptiler. Ziya Gökalp ve Mehmet Akif çizgisini izleyenler, en kısa ifadesiyle kültürde millî, medeniyette Avrupalı olmayı savunuyorlardı; yani Avrupa’nın ilim ve tekniğini almakla yetinmemiz gerektiğini düşünüyorlardı. Bir başka kesim ise, bütünüyle Avrupa kültürünü kabullenmemiz gerektiğini düşünüyordu. Cumhuriyete ikinci düşünce egemen oldu; müzikten mimariye, manevi hayattan değerlerimize kadar bütün hayat tarzımızla bizi Avrupalılaştırmaya zorladı. Esasen halk ile okumuşlarımız arasında beliren çizgi, giderek bir yarılma yahut kopmaya dönüştü. Yine en kısa ifadesiyle, milliyetçiler Türk kültürünün, halka dönük, özgün üslup ve değerleri üzerinde geliştirilmesini savunurken, devrimciler Avrupa kültür ve hayat tarzını taklide yöneldi. Bu ayrışma siyasi hayatımıza da yansıdı ve milliyetçilik, siyasi bir söylem olarak etkinlik kazandı. Soğuk Savaş dönemi, bu ayrışmaya bir de Rus emperyalizmine karşı mücadeleyi ekleyince yarılma sıcak çatışmalara kadar geldi.
MEYDANLARDAKİ SİYASİ ÜSLUP ÇOK SIĞ
-Türk milliyetçiliği şimdi hangi safhada?
Şimdi, çözümlemesine girmeyeceğimiz bir sürecin ardından, toplum normalleşiyor. Bu bayrağın altında yaşayan herkes, millî bir duruşu doğal bir tavır olarak algılıyor. Siyasi partiler, milliyetçiliğin hiçbir kesimin inhisarında olmadığını doğrudan yahut dolaylı biçimde seslendiriyor. Eğer, millî meseleler hakkındaki çözüm farklılıklarını mübalağa etmezsek ve millî meseleleri iç politikanın ucuz malzemeleri olarak harcamazsak, milletimiz olması gerekene hızla ulaşacak. Buna inanıyorum.
-Meydanlardaki Türk milliyetçiliği söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçim meydanlarındaki söylemleri kastediyorsanız; değerlendirecek kadar ilgilenmediğimi söylemek zorundayım. Ancak, siyasî üslupların son derece sığ oluşundan ürküyorum. Milletimizin bu düzeyde bir siyasî mücadeleyi hak etmediğini biliyorum, siyasetçi arkadaşlarımızın daha dikkatli ve hazırlıklı olmalarını diliyorum. Ancak son yıllarda, özellikle uluslararası ilişkilerde fakat onunla sınırlı kalmayan bir şekilde komplo teorileri üretiliyor ve bunlara dayalı düşmanlıklar geliştiriliyor. Bütün bu süreçler de milliyetçilik duygusuna dayandırılarak düşmanlıklar milliyetçilik olarak sunuluyor.
Bu komplo teorilerinin, manevi bünyesi sarsılmış toplumları tahrik etmek ve yönlendirmek için çeşitli istihbarat örgütleri tarafından üretilip yayıldığı ortada. Çünkü, kendi millî değerleri, ölçüleri, bakış açıları sarsılmış, tek kelimeyle kıblesi şaşmış, imanı zaafa uğramış toplumları ajite etmek de, yönlendirmek de kolaydır. Dünyayı kendi gözüyle gören, kendi ölçüleriyle değerlendiren, kendine güveni olan toplumlar kolay kolay etki altına alınamazlar.
-Düşmanlıkları milliyetçilik olarak kullanan komplolar ne tür zararlara yol açıyor?
Burada iki nokta önemli. Komplo teorilerinin yaygınlaşmasından önceki dönemlerde propaganda vardı ve beyazından karasına kadar çeşitleri vardı. Muhtemelen şimdi de böyledir. Ancak asıl ilgilendiğimiz nokta şurası: Bu teoriler genellikle milletimizi/devletimizi, musalla taşındaki meyyit gibi büyük ve karanlık güç merkezlerinin elinde bırakıyor; her şeyi onlar düzenliyor, onlar olduruyor. Biz bir kukla bile değiliz... Allah korusun, bunlara inanan bir millette, bırakın yaratıcı hamleleri, yaşama gücü kalır mı? Ört ki ölem, demez mi? Ümidini ve kendine güvenini kaybeden bir insandan/toplumdan ne bekleyebilirsiniz?
Özellikle Türk milliyetçileri, millî şuuru tehlikeler karşısında uyanık tutmakla, milleti manen öldürmek arasındaki farkı nasıl görmezler? Bu uyarıyı, tüm yurt sathında yankılanacak ölçüde siyasî partilerimize yapmak isterdim: Siyasî eleştiri milletin imanını ve ümidini öldürmek değildir! Hem biz, "Ayağın taşa takıldıysa, önce içine bak." diyen bir kültürün mirasçılarıyız. Yıkılışımız da, yükselişimiz de bizden başlar; bunu nasıl unuturuz! Halbuki komplo teorileri dikkatlerimizi sürekli, dışarıdaki, çoğu zaman da belirsiz bir düşmana çekerek kendimizle hiçbir hesaplaşma fırsatı tanımıyor. Kurtuluşumuz da, batışımız da dış güçlerin elindedir; bize ne bir sorumluluk, ne de bir yükümlülük düşmektedir... Böyle bir şey olur mu?
-Milliyetçiliğimiz bir düşmanlık üstüne kurgulanıyor diyorsunuz yani…
Önemli bir nokta. Türk milliyetçiliği, moda tabirle, ötekine düşmanlık üzerinde gelişmemiştir; imparatorluk sonrası yalnızlığında, kendi kimliğini idrak ve kendi kültürüne bağlanma şeklinde doğmuştur. Millî kimliklerin ötekine düşmanlıkla kavrandığı milliyetçilikler Avrupalıdır. Alman milliyetçiliğinin Fransız düşmanlığı ile beslendiğini görmek için Alman millî romantik edebiyatına göz atmak yeterli. Bizim tarihî düşmanımız Rusya’dır; ona düşmanlık içeren bir iki şiirden başka bir şey bulamazsınız. Biz Rum’a, Bulgar’a, Sırp’a, Ermeni’ye düşmanlık etmedik; çünkü onlar bizim imparatorluğumuzun reayası idi. Ve dünya görüşümüz, hukuk sistemimiz herhangi bir düşmanlığa izin vermiyordu. Onlar kimliklerini Türk düşmanlığı üzerine kurdularsa bile, biz düşmanlık edemedik, çünkü devletin sahib-i aslîsi bizdik, devleti ayakta tutmanın sorumluluğunu taşıyorduk. Gökalp’i, Yahya Kemal’i, Dündar Taşer’i yahut Erol Güngör’ü okuyanlar bunu pekâlâ bilir. Öyleyse, her türlü düşmanlık telkinini çok ihtiyatla karşılamak zorundayız ve milliyetçiliğimizi sevgi, dostluk, güven, dayanışma gibi olumlu duygular üzerinde geliştirmeliyiz.
-Son dönemlerde ulusalcılık ile milliyetçilik yan yana anılır oldu; nedir farkları? Bu yakınlaşma bir tehlike mi?
Ellerinde kızıl bayraklar ve dillerinde Marksist amentülerle 1980 öncesinin acı zamanlarını yaşatanların, hiç değilse bir kesiminin şimdi Türk bayrakları ve milliyetçi sloganlarla sokaklarda olması sevinilecek bir gelişme (gülümsüyor). Demek ki, Sovyetlerin dağılmasından sonra Rus propagandasının kalkmasıyla, bu insanlarımızdaki çıplak milliyetçilik duygusu ortaya çıkmış. Ancak bu duygunun var oluş hedeflerine yönelmesi yahut yeni bir propaganda gücü tarafından kendi hedeflerine uygun kullanılması gibi bir sorunu var.
ULUSALCILAR DİN KONUSUNDA ÇOK BOŞ GİBİLER
-Nedir bu sorun?
Ulusalcıların, milliyetçiliğin kültürel muhtevasıyla yeterince ilgili olduklarını söylemek zor; hele din konusunda tamamen boş gibidirler. Bu onların geçmiş birikim farklılığı ve noksanlığından doğuyor. Yine, muhtemelen geçmiş birikim ve ruhî alışkanlıklarının bir sonucu olarak, bütün söylemlerinin siyaset üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Bu siyasetin de, ABD ve AB düşmanlığı temeline oturması, üzerinde durulması gereken bir özellik. Bu tutum, yani ABD ve AB düşmanlığı ve iç politika tercihleri -AKP karşıtlığı- bir kısım milliyetçilerle bu kesimi bazı ortak tavırlarda birleştiriyor. Bunlar yüzeysel birliktelikler ve hemen hepsi iç politika çıkarlarına dönük.
Sonuçta, milliyetçiliğin kültürel muhtevası ile yeterince tanışamamış yahut bağdaşamamış ulusalcıların, ulusalcılıklarının bir ‘alet’e dönüşmemesi için almaları gereken çok mesafe var. İç politikamız, sergilenen çirkin üsluplardan kurtuldukça ve milliyetçiliğin politik bir "vasıta" değil, bütün politik söylemlerin emrinde olması gereken bir tutum olduğu anlaşıldıkça, bunun da kolaylaşacağını umuyorum.
-Milliyetçiliği bu yanlışlıktan kurtarmanın yolu ne peki?
Önce kolay çözüm olmadığını, formül çözümlerin tamamının aldatıcı olduğunu söylemeliyiz. Siyasî hayatımızdaki sıkıntıların çözümü, demokratik ahlâkın sindirilmesi, egemen kılınması ile mümkündür. Her toplumsal kurumun, onu başarıya götüren bir zihniyet ve ahlâkı vardır. Despot bir zihniyetin demokrasi denemesi, Ortadoğu’daki görüntülere yol açar. Bu açıdan Türk demokrasisine baktığımız zaman, ne yazık ki övünç duyamıyorum; demokratik ahlâk oturmuş değil. Önce ordu, iki yüz yıllık alışkanlığından sıyrılarak kışlasına, görev alanına çekilmelidir. Hiçbir subay, benden daha vatanperver olduğunu, memleketimin meselelerini benden daha iyi bildiğini söyleyemez. Söylerse, iyi bir asker değil demektir. Ordu mensupları sloganları aşıp, biraz tarihle ilgilenmelidirler, o zaman yüz yıl önceki Meşrutiyet senaryolarını, -hem de her şeyiyle aynen- yeniden oynamaya çalıştıklarını görerek, belki yeniden düşünme gereği duyabileceklerdir. Yine o zaman, halkıyla yeniden bütünleşmenin imkânlarını arayabilirler.
SİYASETTE SÖZ ÖLÇÜLÜ KULLANILMALI
-En başa dönersek siyasette milliyetçiliğin yaygın söylem haline gelmesi ne anlama geliyor o zaman?
Sivil siyasetçiler için, milliyetçiliğin yaygın bir söylem haline gelmesi, bir çözüme gidişin işareti sayılabilir. Milliyetçiliğin gerçek ve doğal bir şuur haline gelmesi büyük bir aşama olur. Böylece, particiliğin üstünde millet ve devlet gibi değerlerin olduğu, hak kavramının lekelenmemesi gerektiği gibi hususlar siyasî öncelikler arasına girebilir. Ayrıca, ihanet, satılmışlık gibi çirkin sözler ortadan kalkabilir. Siyasette, söz yeniden ölçülü kullanılan bir değer haline getirilmelidir. Ağzı olan, ağzından çıktığı gibi konuşmamalı, söylediklerinin bir bağlayıcılığı olduğunu düşünmelidir. Buna önce günümüz liderleri sadık kalmalıdır. Böylece, Demirel’den kalma kim ne verirse beş fazlasını veririm üslubundan çıkılabilir. Siyaset de böylece itibar ve güven kazanabilir.