« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Ağu

2011

HZ. EBÛ BEKİR

01 Ocak 1970

Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymî (ö. 13/634) İlk müslümanlardan, Hulefâ-yi Râşidîn'in birincisi.

Fil Vak'ası'ndan üç yıl kadar sonra Mek¬ke'de doğdu. Annesi Ümmü'l-Hayr Selmâ bint Sahr, Mekke döneminde Hz. Pey¬gamber'in Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evin¬de bulunduğu sırada İslâmiyet'i kabul etti. Babası Ebû Kuhâfe, Mekke fethin¬den (8/630) hemen sonra oğlu Ebû Be-kir'in aracılığıyla müslüman oldu. Anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesi¬nin soyu Mürre b. Kâ'b'da Hz. Peygam¬ber'in nesebiyle birleşir. Resûl-i Ekrem'¬den iki veya üç yaş küçük olan Ebü Be¬kir kaynaklarda adından çok Atîk laka¬bıyla anılmıştır. "Güzel, soylu, eski, azat edilmiş" gibi mânalara gelen bu lakabın ona annesi tarafından verildiği veya çok eskiden beri hayır yaptığı, yüzü ve ahlâ¬kı güzel olduğu, yahut da soyunda ayıp¬lanacak bir husus bulunmadığı İçin Atîk diye anıldığı rivayet edilmekle birlikte Hz. Peygamber'in. "Sen Allah'ın cehen¬nemden azat ettiği kimsesin"[122] şeklindeki iltifatna maz-har olduktan sonra bu lakapla anılma¬ya başlandığı bilinmektedir. Câhiliye dö¬neminde Abdü'l-Kâ'be olan adının müs¬lüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından Abdullah olarak değiştirildi¬ği rivayet edilir. Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için "Zü'l-hilâl", çok şefkatli ve merha-metli olduğu için "Eyvah" lakaplanyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk'tir. "Çok samimi, çok sa¬dık" anlamına gelen bu lakap kendisi¬ne, mi'rac olayı başta olmak üzere gayb-la İlgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafın¬dan verilmiş ve İslâm literatüründe bu¬nunla şöhret bulmuştur. Hz. Peygam¬berin vefatından sonra onun devlet yö¬netimi görevini üstlendiği için de "Ha-lîfetü Resûlillâh" unvanıyla anılmıştır. Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde ken¬disine Ebû Bekir künyesinin niçin veril¬diği konusunda kaynaklarda yeterli bil¬gi yoktur.

Ebû Bekir'in çocukluğu, gençliği ve müslüman olmadan Önceki hayatı hak¬kında kaynaklarda fazla bilgi bulunma¬maktadır. Yalnız elbise ve kumaş tica¬retiyle meşgul olduğu. İslâmiyet'i kabul ettiği sırada 40.000 dirhem kadar ser¬mayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen'e seyahat ettiği bilin¬mektedir. Hz. Peygamber'in yirmi beş yaşlarında iken katıldığı Suriye ticaret kervanında onun da bulunduğu rivayet edilir.

Ebû Bekir'in nasıl müslüman olduğu hususunda da kaynaklarda pek az bilgi bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muham-med'in peygamber olduğunu haber alın¬ca yanına gittiği ve kendisiyle görüştük¬ten sonra İslâmiyet'i kabul ettiğine ina¬nılır. Buna karşılık hemen bütün kaynak¬larda Ebû Bekir'in İslâmiyet'i ilk kabul eden kişi olup olmadığı konusundaki çe¬şitli rivayetlere yer verilmiştir[123]. Hz. Peygamber'in onun üstünlü¬ğünden söz ederken kendisini herkesin yalanladığı bir sırada Ebû Bekir'in inan¬dığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini söylemesi[124] onun ilk müslümanlar-dan olduğunu göstermektedir. Kaynak¬larda, Suriye'ye yaptığı seyahatlerde ra¬hip Bahîrâ, rahip Nestûrâ ve Yemen'de-ki Ezdli bilginle görüştüğüne ve yine Suriye'de gördüğü bir rüya üzerine Hz. Peygamber'in risâletine hemen iman et¬meye hazır hale geldiğine dair menkıbe-vî rivayetler bulunmaktadır.[125]

Mekke döneminde İslâmiyet'in yayıl¬masında Hz. Ebû Bekir'in Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olmasının büyük tesi¬ri vardır. Hz. Peygamber'in Mekkeliler'i İslâmiyet'e gizlice davet ettiği sıralarda Kureyş'in ileri gelenlerinden birçok kim¬se onun vasıtasıyla müslüman olmuş¬tur. Bunlar arasında, başta aşere-i mü-beşşereden Hz. Osman, Talha b. Ubeydul-lah, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Zübeyr b. Av-vâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebû Ubeyde b. Cerrah olmak üzere Osman b. Maz'ûn, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Seleme el-Manzûmî, Hâlid b. Saîd b. Âs, Ubeyde b. Ha¬ris, Habbâb b. Eret, Erkam b. Ebü'l-Er-kam, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî gibi önemli kişiler bulunmaktadır, Hz. Ebû Bekir, Mekke döneminde Kureyşli müş¬riklerin ağır işkencelerine mâruz kalan müslüman kölelerle yabancılardan er¬kek, kadın, zayıf ve güçsüz pek çok kim¬seyi efendilerine büyük paralar ödeye¬rek satın alıp azat etmiştir. Kurtardığı bu sahâbîler arasında Bilâl-İ Habeşî, an¬nesi Hamâme, Âmir b. Füheyre, Ubeys, Ümmü Ubeys, Ebû Fükeyhe. Zinnîre, Neh-diye ve Lübeyne sayılabilir. Onun serve¬tini bu şekilde harcamasından rahatsız olan babası Ebû Kuhâfe. güçsüz ve za¬yıf köleler yerine güçlü kuvvetli kimse¬leri satın almasını tavsiye ettiği zaman babasına satın aldığı kölelerden fayda¬lanmayı düşünmediğini, bu hareketiyle Allah'ın rızâsını kazanmayı umduğunu söylemiştir. Taberî. onun Allah yolunda¬ki bu fedakârlığı üzerine Leyi sûresinin 5-7. âyetlerinin nazil olduğunu rivayet eder[126]. Hz. Pey¬gamber'in Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evin¬de bulunduğu bir sırada Ebû Bekir'in ısrarı üzerine Mescid-i Harâm'a gidildi, o esnada üzerine saldıran Utbe b. Rebîa tarafından öldüresiye dövüldü. Kendine gelince annesinden Hz. Peygamber'in bulunduğu Erkam'ın evine götürülme¬sini istedi. Resûlullah'ı sağ salim görün¬ce ağlayarak ona sarılıp öptü; sonra da kendisine yardım eden annesinin hidayete ulaşması için Resûl-i Ekrem'in du¬asını niyaz etti. Hz. Peygamber onun bu samimi arzusu üzerine dua edince an¬nesi müslüman oldu.

Resül-i Ekrem Mekke'ye gelen insan¬ları İslâmiyet'e davet ederken ensâb il¬mini iyi bilen Ebü Bekir onun yanında bulunarak çeşitli kabile mensuplarıy¬la kolayca dostluk kurmasında kendisi¬ne yardımcı olurdu. Hz. Peygamber'in risâletinin beşinci yılında (615-616) Ku-reyşliler'in müslümanlara işkenceyi art¬tırması ve Özellikle kendisinin yüksek sesle Kur'an okumasına engel olmaları üzerine dayısının oğlu Haris b. Hâlid ile Habeşistan'a gitmek üzere Mekke'den ayrıldı. Yolda karşılaştığı dostu İbnü'd-Düğunne Kureyşliler'le konuşarak dini¬ni kimseye açıklamaması şartıyla onun Mekke'de kalmasını sağladı. Ancak Ebû Bekir gizlice ibadet etmeye ve Kur'an'ı sessiz okumaya uzun süre dayanamayıp Kureyşliler'le yaptığı anlaşmayı bozdu. Bunun üzerine İbnü'd-Düğunne artık kendisini himaye etmeyeceğini bildirince Hz. Ebû Bekir sadece Allah'ın hima¬yesine sığındığını söyleyerek Mekke'de oturmaya devam etti.

Müslümanlar Medine'ye hicret etme¬ye başlayınca Ebü Bekir de hicret için Hz. Peygamber'den izin istedi. Resûlul-lah ona acele etmemesini, Allah'ın ken¬disine bir arkadaş bulacağını söyleyince Hz. Peygamber ile birlikte hicret etme şerefine nail olacağını anlayarak hazırlık yapmaya başladı. Bu konuşmadan dört ay sonra Resûl-i Ekrem Kureyşliler ken¬disini öldürmeye karar verince Ebû Be¬kir'in evine gelerek Medine'ye hicret edeceklerini söyledi. O gece müşrikler tara¬fından evi kuşatılan Hz. Peygamber ya¬tağına Hz. Ali'yi yatırarak Ebû Bekir'le birlikte Sevr mağarasına doğru hareket ettiler. Resûl-i Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin mağaranın ağzına ka¬dar gelmesi üzerine korkuya kapılan Hz. Ebû Bekir'i teselli ederek onların kendi¬lerine zarar veremeyeceğini söyledi[127]. Daha sonra nazil olan ve Ebû Bekir'in bu üzüntüsü¬nü dile getiren âyet-i kerîmede Resül-i Ekrem'in onu, "Üzülme, Allah bizimledir"[128] diye teselli ettiği belir¬tilmektedir. Hz. Ebû Bekir bu öze! du¬rumu sebebiyle Türk ve İran edebiyat¬larında "yâr-ı gâr (mağara dostu, can yol¬daşı) ifadesiyle anılmıştır. Mekke döne¬minde Hz. Peygamber onunla Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu[129]. Medine'de ise evinde misafir olduğu Hârice b. Zeyd ile arasında kardeşlik bağı kuruldu. Hârice b. Zeyd'in, servetini kendisiyle paylaşma teklifini kabul etmeyip hicret ederken yanına aldığı paradan artakalan 5000 dirhemle Medine'de ticarete baş¬ladı. Fakat şehrin havası sağlığına iyi gel¬medi ve sıtmaya tutuldu, oğlu Abdullah'a mektup yazarak Mekke'de kalan ailesi¬ni Medine'ye getirmesini istedi. Abdul¬lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe ile annesi Ümmü Rûmân, Hz. Peygamber'in hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Üm¬mü Külsüm ile birlikte Medine'ye hicret etti.

Hz. Ebû Bekir hicretten sonra Resûl-i Ekrem'in mescid yapılmasını uygun gör¬düğü arsayı satın alarak Medine'deki fa¬aliyetlerine başladı. Mekke döneminde olduğu gibi, Medine döneminde katıldı¬ğı seriyyeler ve 9. yılda (631) emîr-i hac tayin edildiği günler dışında Hz. Peygam¬ber'in yanından hiç ayrılmadı. Kuman¬danlığını Resûlullah'ın yaptığı bütün sa¬vaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umre-tü'1-kazâ ve Veda haccında bulundu. Resûl-i Ekrem Bedir Gazvesi'ne karar ver¬meden önce onunla istişare etti; Ebû Bekir, Resûlullah için kurulan kumandan¬lık karargâhında onun yanında yerini al¬dı. Bu gazvede müşriklerin safında bu¬lunan oğlu Abdurrahman ile savaşması¬na Hz. Peygamber izin vermedi. Bedir¬de alınan esirlere nasıl davranılması ge¬rektiği konusunda Hz. Peygamber onun görüşüne uydu. Hz. Ebü Bekir. Uhud'da savaş müslümanlar aleyhine gelişme gösterdiği andan itibaren vücudunu Re-sûlullah'a siper eden ve yanından hiç ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir.

Hicretin 6. yılında (627) müslüman¬lar Hudeybiye'de Kureyşli süvarilerle karşılaştıkları zaman da Hz. Peygamber yine onunla istişare etti. Barış görüş¬meleri esnasında, Kureyş elçisi Urve b. Mes'ûd'un müslümanları hedef alan ve onların Resûl-i Ekrem'i bırakıp kaçacak¬larını iddia eden hakaret dolu sözlerine sert tepki gösterdi. Hudeybiye Antlaş¬ması üzerine nazil olan Feth süresini en iyi anlayanlardan biri olarak umre yapıl¬madan Medine'ye dönme kararını bir türlü kabul edemeyen Hz. Ömer'i ikna etti. Hz. Peygamber 7. yılın Şaban ayın¬da[130] Necid bölgesine gönder¬diği seriyyeye Ebû Bekir'i kumandan ta¬yin etti; o da Benî Kilâb ve Benî Fezâre kabilelerini yola getirerek Medine'ye dön¬dü[131]. Mekke'nin fet¬hinde İslâm ordusu şehre girdiği zaman doğruca babasının yanına gitti, onu Hz. Peygamber'in huzuruna getirerek müs-lüman olmasını sağladı. Böylece sağlı¬ğında annesi, babası ve bütün çocukları müslüman olan yegâne sahâbî oldu[132]. Hz. Ebû Bekir Huneyn Gaz¬vesi ve Tâif Muhasarası'na da katıldı. Tebük Gazvesi'nde Resûlullah'ın kendi¬sine verdiği en büyük sancağı taşıdı. Or¬dunun bu gazveye hazırlanması için bütün servetini Resûl-i Ekrem'in emrine tahsis etti. Hicretin 9. yılında (631) biz¬zat hacca gitmeyen Hz. Peygamber onu 300 sahâbî ile emîr-i hac tayin etti. Bir yıl sonra da Hz. Peygamber ile birlikte Veda haccına katıldı.

Hicretin 11. yılı Safer ayının son hafta¬sında (Mayıs 632) rahatsızlanan Hz. Pey¬gamber ashabına yaptığı konuşmada, Al¬lah Teâlâ'nın bir kulunu dünya ile kendi yanında olandan birini tercih etmekte serbest bıraktığını, o kulun da Allah'ın yanında olanı tercih ettiğini söylemesi üzerine Hz. Ebû Bekir kastedilen kişi¬nin Resûl-i Ekrem olduğunu anladı ve ağlamaya başladı. Resûlullah onun sus¬masını istedi ve Ebû Bekir'in kapısı dı¬şında mescidin avlusuna açılan bütün kapıların kapatılmasını emretti. Bunun sebebini açıklarken de İslâmiyet'e on¬dan daha faydalı kimseyi tanımadığı¬nı, insanlar arasında bir dost edinecek olsa onu tercih edeceğini söyledi. Na-maza çıkamayacak kadar hastalanınca namazı Ebû Bekir'in kıldırmasını istedi.[133]

Resûl-i Ekrem pazartesi günü kendi¬ni iyi hissederek sabah namazı için mes¬cide gitti ve namaz kıldırmakta olan Ebû Bekir'in yanında namaza durdu. Hz. Pey¬gamber'in iyileşmesine bütün sahâbîler gibi çok sevinen Hz. Ebû Bekir namaz¬dan sonra kendisini ziyaret ederek bir süreden beri uğramadığı evine gitmek üzere izin aldı. Birkaç saat sonra Resû-lullah'ın vefat ettiğini öğrendi. Onun hüc-re-i saadetine girerek yüzünü açtı, alnı¬nı öptü ve daha sonra mescide geçti. Başta Hz. Ömer olmak üzere şaşkınlık içinde bulunan ve Hz. Peygamber'in ve¬fatına inanmak istemeyen sahâbîleri ik¬na eden meşhur konuşmasını yaptı.

Ensarın Sakîfetü Benî Sâide'de topla¬narak halife seçimi konusunu görüştü¬ğünü öğrenince Hz. Ömer'le birlikte ora¬ya giden Hz. Ebû Bekir, ensar ve muha¬cirlerden birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu görüşün doğru olmadığı¬nı, İslâm birliğini sağlamak için tek lider etrafında toplanmak gerektiğini söyle¬di. Aday olarak da Hz. Ömer'le Ebû Ubey-de b. Cerrâh'ı gösterdi. Fakat sahâbîler onun halife olmasını uygun görerek Mes-cid-i Nebevî'de kendisine biat ettiler. Hz. Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin ge¬nel esaslarını ortaya koyan meşhur hut-besinde müslümanların en iyisi olmadı¬ğı halde onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru hareket ederse kendisi¬ne yardım etmelerini, yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah'a ve Resulü'ne ita¬at ettiği müddetçe müslümanların ken¬disine itaat etmelerini istedi.

Hz. Ebû Bekir'in halife olduktan son¬raki ilk icraatı, Üsâme b. Zeyd'in kuman¬dasında sefere hazırlanan orduyu gön¬dermek olmuştur. Hz. Peygamber'in ve¬fat etmeden önce Mûte Savaşı'nda şe-hid olanların intikamını almak üzere ha¬zırladığı ve Suriye'ye doğru göndermeyi kararlaştırdığı ordu onun rahatsızlığı ve vefatı dolayısıyla yola çıkamamıştı. Din¬den dönme olaylarından[134] çe¬kinen bazı sahâbîler mürtedterin Medi¬ne'ye saldırabileceklerinden endişe et¬tiklerini Ebû Bekir'e bildirerek Üsâme kumandasındaki orduyu göndermeme¬sini rica ettiler. Diğer bazı sahâbîler de Üsâme'nin çok genç ve tecrübesiz, ayrı¬ca azatlı bir kölenin oğlu olduğunu ileri sürerek onu değiştirmesini teklif etti¬ler. Hz. Ebû Bekir bütün bu teklif ve iti-razları reddedip 1 Rebîülâhir 11[135] tarihinde Üsâme ordusuna hareket emrini verdi. Üsâme atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten son¬ra askerlere bir hitabede bulundu. On¬lara Allah yolunda kâfirlerle savaşmayı, hainlik etmemeyi, sözünde durmayı, ga¬nimet malına zarar vermemeyi, korkup çekinmemeyi, fesad çıkarmamayı, emir¬lere karşı gelmemeyi, çocukları, kadın¬ları ve yaşlı insanları öldürmemeyi, mey¬ve veren ağaçlan kesmemeyi, yemek ih¬tiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlama mayı, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmamayı, kendilerine ik¬ram edilen yemekleri Allah'ın ismini ana¬rak yemeyi tavsiye etti. Düşmanla sa¬vaş yapmayan bu ordu bazı âsi kabile¬leri yola getirerek Medine'ye döndü.

Resûl-i Ekrem'in peygamberlik göre¬vini tamamladıktan sonra hastalanma¬sı, peygamber olduğunu ileri süren bazı yalancılara cesaret vermişti. Onun vefa¬tıyla birlikte bu hareketler isyana dö¬nüştü. Kabilelerin bir kısmı da Resûlul-lah'ın vefatı üzerine namaz kılmakla be¬raber devlete artık zekât vermeyecekle¬rini ilân ettiler. Bu arada Arabistan'ın muhtelif yerlerinde yaşayan yeni müs-lüman olmuş bazı kabileler Medine ile irtibatlarını kestiler. Bunların bir kısmı yalancı peygamberlere tâbi olurken ba¬zıları zekât vermeyeceklerini bildirdiler. Peygamber olduğunu iddia edenlerle sa¬vaşma konusunda bir ihtilâf bulunma¬makla birlikte zekât vermek İstemeyen¬lerle mücadele hususunda müslüman-lar arasında farklı görüşler ortaya çıktı. Hz. Ömer, "Lâ ilahe illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını söyler¬ken bazıları o yıl zekât toplanmasından vazgeçilmesini teklif ettiler. Hangi se¬beple olursa olsun İrtidad edenlerle mücadelede kararlı olan Hz. Ebû Bekir ön¬ce Medine'deki sahâbîlerin tereddütle¬rini giderdi. Namaz ile zekâtı birbirinden ayrı düşünmenin doğru olmayacağını, bunları ayrı birer ibadetmiş gibi görmek İsteyenlerle savaşmanın şart olduğunu belirtti. Dinin tamamlandığını, onun ba¬zı esaslarının terkedilmesine izin ver¬meyeceğini söyleyerek Hz. Ömer'den yar¬dım İstedi. Bu kararlı tavrıyla bütün te¬reddütleri gideren Hz. Ebû Bekir 11 yılı Cemâziyelevvel (veya Cemâziyelâhir) ayın¬da[136]. 100 kişilik bir sü¬vari birliğinin başına geçerek Fezâre ka¬bilesinin zekâtına el koyan ve Medine'ye saldırmak isteyen Hârice b. Hısn el-Fe-zârî'nin üzerine yürüdü. Kısa bir çarpış¬madan sonra âsileri dağıttı. Birkaç gün bekledikten sonra Medine ve çevresin-deki kabilelerden gelen yardımcı güç¬lerle birleşerek peygamberlik iddiasın¬da bulunan Tuleyha b. Huveylid üzerine yürümeyi kararlaştırdı. Ancak Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin ısrarları üzerine ordunun başına Hâlid b. Velîdi getirerek Medi¬ne'ye döndü. Hâlid b. Velîd, irtidad ha-reketlerinin bastırılmasında ve bilhassa Tuleyha, Secah ve Müseylimetülkezzâb'ın ortadan kaldırılmasında büyük basan kazandı. Böylece Arap yarımadası büyük bir fitneden kurtulmuş oldu. Yemen ve Hadramut'taki isyanlar Muhacir b. Ebû Ümeyye kumandasındaki ordu ile ma-hallî valilerin gayretleri sonucunda bas¬tırıldı. Bahreyn ve Uman'daki isyanlar da aynı şekilde sona erdi.

Hz. Ebû Bekir, İslâm dinini tebliğ et¬me konusunda Hz. Peygamberin baş¬lattığı stratejiyi devam ettirerek Sâsânîler'in elinde bulunan Fırat'ın aşağı ta¬raflarındaki bölgelere ordu gönderme¬ye karar verdi. Bekir b. Vâil kabilesinin önemli bir kolu olan Şeybânîler'in reisi Müsennâ b. Hârise'nin Medine'ye gele¬rek İranlılar'Ia savaşmak üzere kabilesi¬ne kumandan tayin edilmesini istemesi üzerine Hâlid b. Velîd'i Sâsânîler'le yapı¬lacak savaşa başkumandan tayin etti ve Müsennâ'ya destek vermesini istedi. Hâ¬lid Basra körfezindeki önemli yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti.

Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile askerî mücadelesi Hz. Peygamber za¬manında yapılan Mûte Savaşı'yla başla¬mış, Tebük seferiyle devam etmişti. Bi¬zanslılar'la yapılan bu savaşların hede¬fi bölgenin güvenliğini sağlamak, orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksız¬lığa son vermekti. Hz. Ebü Bekir de bu amaçla 633 yılı sonbaharında her biri 3000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suri¬ye'nin güney ve güneydoğu sınırlanna göndermeyi kararlaştırdı. Yezîd b. Ebû Süfyân ile Şürahbil b. Hasene'yi Tebük-Maan istikametinde. Amr b. Âs'ı Eyle üzerinden sahil istikametinde yola çıkar¬dı. Kısa bir müddet sonra orduların mev¬cudu 7500'e ulaştı. Başkumandanlığa önce Amr b. Âs, daha sonra da Ebû Ubeyde b. Cerrah getirildi, Vâdilarabe, Filistin'deki Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd Dımaşk şehri yakınlarına ulaşıp Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini mağlûp etti[137] Daha sonra Dımaşk'ın güne¬yine doğru ilerleyerek diğer kumandan¬larla birleşti ve Busrâ şehrini fethetti. Bi¬zans'a karşı Suriye'de yapılan Ecnâdeyn Savaşı[138] sonunda Filistin'in kapılan müslü-manlara açılmış oldu. Hz. Ebû Bekir, baş¬kumandanlığını Hâlid b. Velîdin yaptı¬ğı Ecnâdeyn Savaşı'nın neticesini Öğren¬dikten sonra 22 Cemâziyelâhir 13[139] tarihinde altmış üc yaşın¬da vefat etti.

Hz. Ebû Bekir 13 yılı Cemâziyelâhir ayı¬nın başında[140] hastalanınca sahâbîlerle hilâfet meselesini istişare et¬ti ve Hz. Ömer'i veliaht bırakmayı karar¬laştırarak Hz. Osman'a bir ahidnâme yaz¬dırdı. Kızı Âişe'ye. vefat edince maaşı¬nın geri kalan kısmını beytülmâle iade etmesini ve Hz. Peygamber'in kabrinin yanına defnedilmesini vasiyet etti. Ce¬nazesinin eski elbiseleriyle kefenlenme-sini, kansı Esma bint Umeys tarafından yıkanmasını ve oğlu Abdurrahman'ın ona yardım etmesini istedi. Cenaze namazı¬nı Hz. Ömer kıldırdı. Hz. Ömer, Hz. Os¬man, Talha b. Ubeydullah ve oğlu Ab-durrahman tarafından kabre konuldu.

Şahsiyeti ve ilmi. Hz. Ebû Bekir kay¬naklarda orta boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı, keskin bakışlı, gür saçlı, sanya çalan beyazlıkta güzel ve ince yüzlü ola¬rak tasvir edilir.

İlk evliliğini Kuteyle bint Abdüluzzâ adlı bir hanımla yaptı. Bu evlilikten oğ¬lu Abdullah ile kızı Esma doğdu. Kutey¬le İslâmiyet'i kabul etmeyince onu bo-şayıp Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân'dan Abdurrahman ile Âişe dün¬yaya geldi. Ümmü Rûmân vefat edince Esma bint Umeys ile evlendi ve bu ha¬nımından Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer hanımı Habîbe bint Hârice'den Ümmü Külsûm adlı kızı dünyaya geldi.

Hz. Ebû Bekir Resul-i Ekrem'e en ya¬kın sahâbf idi. Kızı Âişe ile Hz. Peygam¬berin evlenmesine dair hicretten önce verilen karar onların dostluğunu daha da pekiştirdi. Mekke döneminde mey¬dana gelen iki olay onun Kur'ân-ı Ke-rîm'e ve Resûl-i Ekrem'in peygamberli¬ğine olan kuvvetli imanını ortaya koy¬maktadır. Bunlardan ilki Rûm süresiyle ilgilidir. Bizans ve Sâsânî devletleri ara¬sında 611 yılında başlayıp 619 yılına ka¬dar devam eden savaşlarda Sâsânîler üs-tünlük sağlayarak Suriye ve Filistin'i iş¬gal etmişlerdi. Bizans'ın mağlûbiyeti üze¬rine Mekkeli müşrikler ateşperest İran-lılar'ın tarafını tutmuşlar, onlar Ehl-i ki¬tap olan Bizans'a üstün geldikleri gibi kendilerinin de müslümanlara üstün ge¬leceklerini söylemeye başlamışlardı. Bu-nun üzerine Rûm sûresi nazil olmuş ve Rumların bu yenilgiden sonra üç ile do¬kuz yıl içinde galip gelecekleri haber ve¬rilmişti[141]. Kur'an'ın gele¬cekle ilgili haberine inanan Hz. Ebû Be¬kir, Bizans'ın Sâsânîlere on yıl içerisin¬de galip geleceğine dair Übey b. Halef İle 100 deve karşılığında iddiaya girmiş¬ti. Kur'ân-ı Kerîm'in bu mucizesi Aralık 627 tarihinde meydana gelen Ninevâ Sa-vaşı'nda gerçekleşti. Hz. Ebû Bekir de o sırada hayatta olmayan Übeyy'İn mi-rasçılarından aldığı 100 deveyi Hz. Pey-gamber'in emri üzerine fakirlere dağıt¬tı. Onun güçlü imanını gösteren diğer olay ise İsrâ mûcizesidir. Hz. Peygam¬ber mi'racdan bahsedince bazı müşrik¬ler Ebû Bekir'e gelerek arkadaşının ge¬celeyin Mescid-i Aksâ'ya gittiğinden, ora¬da namaz kılıp Mekke'ye geri döndü¬ğünden bahsettiğini söylediler. Mantık dışı buldukları bu olayı Hz. Ebû Bekir'in kabul etmeyeceğini beklerken ondan. "Eğer bunu Muhammed söylüyorsa şüp¬hesiz doğrudur" karşılığını aldılar. Hz. Ebû Bekir'in miraç olayını bu şekilde kabul etmesi üzerine Resûl-i Ekrem ken¬disine Sıddîk lakabını vermiştir.

Resûl-i Ekrem bütün işlerinde Ebû Bekir'e danıştığı için bazı kaynaklarda kendisinden "Peygamber'in veziri" diye söz edilmektedir[142]. Re¬sûl-i Ekrem'in vahiy kâtiplerinden olan Hz. Ebû Bekir onun sırrını saklamayı çok iyi bilir, yanında pek edepli davranırdı. Medine'ye elçiler geldiğinde onlara Hz. Peygamber'i nasıl selâmlayacaklarını öğ¬retir, huzurunda sükûnetle oturmalarını tenbih ederdi[143], Gördüğü rüyaları Resûl-i Ekrem'e anlatır, bazan Hz. Peygamberin veya diğer sahâbîlerin rüyalarını onun huzurunda yorumlar, olay¬lar ve verilecek kararlar üzerinde değer¬lendirmeler yapardı[144]. Resûl-İ Ekrem'e en çok kimi sevdiği sorulunca önce Hz. Âişe'nin, sonra da Hz. Ebû Be¬kir'in adını zikreder, insanların genellik¬le kendilerine yapılan iyiliğe karşılık ver¬diklerini, Hz. Ebû Bekir'in yaptığı iyilik¬lerin karşılığını kıyamet gününde Allah Teâlâ'ntn vereceğini söylerdi. Câhiliye dö¬neminde Kureyş'in kan davalan İle diyet-lerdeki ihtilâflarına bakmakla görevli olan Ebû Bekir beşerî münasebetleri düzenle¬meyi iyi bilirdi. Güzel ahlâkı, doğruluğu ve dürüstlüğü ile tanındığı, kabilesi ara¬sında sevilip sayılan ve güvenilen bir kişi olduğu için herkes bilgisinden faydalanır, önemli işlerde kendisine danışılırdı. Câhi¬liye devrinde putlara tapmamış, o döne¬min her türlü kötülüğünden, şeref ve haysiyet kırıcı hallerinden uzak bir hayat yaşamıştı. İçki içmediği gibi içki İçenin namusunu ve mürüvvetini kaybedeceğini söylerdi. Başta Kureyş olmak üzere Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilirdi ve en iyi ensâb âlimlerinden sayılırdı. Ahlâk ve mizaç itibariyle kendisine benzediği Hz. Peygamber ile İslâmiyet'ten önce çok yakın bir arkadaşlık ve dostluk kurmuş¬tu. Onunla birlikte olduğu zamanlarda huzur duyar, Mekke'den ayrıldığında onu özler, döndüğünde ilk önce onu ziyaret ederdi. Kus b. Sâide'nin Ukâz'da yaptığı meşhur konuşmasını Hz. Peygamberle birlikte dinlemiş, tek Allah'a inanmayı tavsiye edip bir peygamberin geleceğini haber veren bu konuşmadan sonra âde¬ta yeni peygamberin gelmesini hasretle beklemeye başlamıştı.

Hz. Ebû Bekir Kur'ân-ı Kerîm'i, Resûl-i Ekrem'in söz ve hareketlerini en iyi ve en süratli şekilde anlama kabiliyetine sahipti. Kur'an'ı ezbere bilir ve çok duy¬gulu bir şekilde okurdu[145]. Nitekim imamlık yapacak kimsele¬rin Kur'an'ı en iyi bilen ve en güzel oku-yanlardan seçilmesini tavsiye eden Hz. Peygamber, yerine namaz kıldırmakla sa¬dece onu görevlendirmişti. Hilâfeti es¬nasında Kur'ân-ı Kerîm'i mushaf haline getirmek suretiyle İslâmiyet'e en büyük hizmeti yapmıştır.

Mütevazi. yumuşak huylu, hassas, uy¬sal ve hoşsohbet bir insan olan Hz. Ebû Bekir halifeliği sırasında daha da müte¬vazi olmaya çalıştı. Kendini beğenenle¬re çok kızardı. Fakirlere, zor durumda olanlara yardım eder. misafirlere ikram¬da bulunurdu. Hiddeti, cesareti ve atıl¬ganlığı hemen farkedilmezdi. Biat me¬rasiminden sonraki hutbelerinden birin¬de öfkelendiği zaman kendisinden uzak durulmasını tavsiye etmişti. Her zaman vakarlı ve ağır başlıydı. Az konuşur, ku¬mandan ve valilerine de az konuşma¬larını tavsiye ederdi. Onun dürüstlüğü çok meşhurdu. Başkalarının hakkına ti¬tizlikle riayet ederdi.

Hz. Ebû Bekir hadislerin rivayetine önem verir, Resûl-i Ekrem'den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahâbîlerden bunu Resülullah'ın söylediği¬ne dair şahit getirmesini istediği olurdu[146]. Onun Hz. Peygamberin hadislerinden 500 kadarını bir kitapta toplattığı, fakat hadisleri top¬layanın bazı yanlışlıklar yapmış olabile¬ceği düşüncesiyle bunları imha ettiğine dair rivayeti Zehebî doğru bulmamakta¬dır[147]. Zehebî'nin, "Allah bilir ya bu haber sahih değildir" ifadesi Muham¬med Hamîdullah tarafından Hz. Ebü Be¬kir'in sözü olarak nakledilmiş ve onun hadis rivayet etmeyi doğru bulmadığı şeklinde yanlış anlaşılmıştır[148]. Bu sözün Ebû Bekir'e ait olmadığı Kenzü'l-'ummâl'de açıkça görülmektedir[149]. Hz. Ebû Bekir'in Resûl-i Ekrem'den 142 hadis rivayet etmesi, onun hadislerin ri¬vayetine ve toplanmasına karşı olduğu İddiasını çürütmeye yeterlidir. Bu hadislerin altısı hem Buhârî hem Müslim'de, ayrıca on biri sadece Buhâri'de, biri de Müslim'de yer almaktadır. Hz. Ebü Be¬kir'in rivayet ettiği 142 hadis, Ebû Be¬kir Ahmed b. Ali el-Mervezî tarafından Müsnedü Ebî Bekri's-Sıddîk adıyla bir araya getirilmiştir[150]. Hz. Ebû Bekir'den ha¬dis rivayet eden meşhur sahâbîler ara¬sında oğulları Abdurrahman ve Muham¬med. kızları Âişe ve Esma ile Hz. Ömer, Osman, Ali, Abdullah b. Ömer. Abdullah b. Abbas, Zeyd b. Sabit. Ebû Hüreyre.

Abdullah b. Amr zikredilebilir. Hz. Ebû Bekir'in az hadis rivayet etmesini, onun hadis nakletme ihtiyacının fazlaca his-sedilmediği, herkesin Hz. Peygamberi çok canlı bir şekilde hatırladığı bir devir¬de yaşaması ve halifelik döneminin çok kısa olmasıyla izah etmek mümkündür.

Hz. Ebü Bekir ile Ömer "şeyhayn" di¬ye anılmış. Kur'an ve Sünneti çok İyi bil¬diği için Ebû Bekir'e "şeyhülislâm" un¬vanının verildiğini söyleyenler de olmuş¬tur[151]. Bazı fakih sa-hâbiler. Hz. Ebû Bekir ile Ömer'in ittifak ettikleri hususları diğer sahâbîlerin gö¬rüşlerine tercih etmişlerdir. İkisi arasın¬da ihtilâf bulunduğu zaman Ebû Bekir'in görüşünün tercih edildiğini belirten İbn Kayyim el-Cevziyye onun nassa muha¬lif, kaynağı zayıf hiçbir fetva ve hükmü¬nün bulunmadığını, ayrıca hilâfetinin Hz. Peygamberin yönetimine tamamen uy¬gun olduğunu söyler[152]. Hz. Ebû Bekir'in İs¬lâm hukukunun çeşitli konularına dair görüşleri Muhammed Revvâs Kal'acî ta¬rafından Mevsûcafü hkhi Ebî Bekri'ş-Şıddîk adıyla müstakil bir eserde top-lanmıştır.[153]

Halife seçildikten altı ay kadar sonra evinde veya evinin yanında ilk defa bey-tülmâli kuran Hz. Ebû Bekir, buraya mu¬hafız tayin edilmesini teklif edenlere de kilitli olduğu için korkuya gerek bulun¬madığını söyledi. Esasen kendisi, gani¬met ve fey gelirlerini sahâbîler arasında eşit olarak hemen dağıttığı için beytül-mâlin korunmasına fazla ihtiyaç yoktu. Nitekim vefat ettiği zaman Hz. Ömer bazı sahâbîlerle beytülmâle girdiğinde burada bir dirhemden başka bir şey bu¬lamamıştır. İşlerinin çokluğu sebebiyle evini Medine'nin merkezine taşıdığında beytülmâle Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı, ka¬za işlerine Hz. Ömer'i, kâtipliğine Zeyd b. Sabit ile Hz. Osman'ı, hâcibliğine azatlısı Şedîd'i. Medine'nin geçe bekçiliğine de Abdullah b. Mes'ûd'u tayin etti. Hilâ¬feti döneminde devlet idaresinde bü¬yük gelişmeler olmadığı için yeni mües¬seselere ihtiyaç duyulmamıştır.

Hz. Ebû Bekir'in kumandanlarına ve valilerine verdiği emirler İslâm'ın ve Kur-an'ın evrensel esaslarına dayanmakta¬dır. Bu emirlerin savaş hukuku ve gay¬ri müslimlerin statüsüyle ilgili olanları dikkat çekicidir. Bu arada irtidad eden¬lerin üzerine gönderdiği başkumandan Hâlid b. Velîd'e. düşmana onların kullan¬dıkları silâhlarla mukabele etmesini em¬retmesi, değişen savaş teknolojisine rağ¬men İslâmiyet'in insan hayatını her şe¬yin üstünde tuttuğunu göstermesi ba-kımından çok önemli bir husustur. Hz. Ömer'in teklifi üzerine müellefe-i ku-lûb'a zekât gelirlerinden pay vermeme¬si, ganimetin beşte birinin taksiminde Peygamber yakınlarına eskiden olduğu gibi hisse ödememesi onun döneminin diğer önemli gelişmeleridir. Halife olduk¬tan sonra eski mesleği olan ticaretle uğ¬raşmasını uygun görmeyen Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah kendisine ma¬aş bağlanmasına ön ayak olmuşlardır. Hz. Ebû Bekir devlet işlerinde Resûl-i Ekrem'den intikal eden mührü, şahsî iş¬lerinde ise "Ni'me'l-kâdiru Allah"[154] veya "Abdün zelil li-rabbin ce-lîl"[155] ibaresini taşıyan mührünü kullanırdı.

İslâm tarihinde "halife" tabiri ilk defa Hz. Ebû Bekir hakkında kullanılmıştır. Resül-i Ekrem'in halefi olması sebebiy¬le ashap tarafından kendisine verilen bu unvana itiraz, etmemiş, fakat "ha-lîfetullah" unvanını uygun görmemiştir. Sünnî ulemâsı onun müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uy¬gun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir. Buna karşılık Şiîler, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ali'nin halife olmasıyla ilgili ilâhî emir bulunduğunu, Ebû Bekir'in bu emre uymadığını ve Resûlul-lah'ın cenazesi daha ortada iken hilâfe¬ti Hz. Ali'den gasbettiğini ileri sürmüş¬lerdir. Sünnî kaynakların ittifakla belirt¬tiğine göre Hz. Ebû Bekir Resûl-i Ek¬rem'in cenazesiyle meşgul olurken en-sarın emîr seçmek üzere toplandığını Öğrenip oraya gitmiş, tek bir halife et¬rafında birleşmek gerektiğini belirterek Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı aday göstermiş, fakat sahâbîler onun Resû-lullah'a olan yakınlığını dikkate alarak kendisini halife seçip biat etmişlerdir. Hz. Ali'yi halifeliğe daha uygun gören Hâ-şimoğullarfndan bir grup sadece bir gün gecikmeyle biat etmişlerdir. Hz. Ali'nin ise Fedek arazisi sebebiyle Hz. Ebû Be¬kir'e dargın olan hanımı Hz. Fâtıma'yı üzmemek için onun vefatına kadar biat etmeyi ertelediği ve hilâfet meselesinin çözümünün kendisi dışında cereyan et¬tiği için kırgınlık duyduğu ileri sürülmüş¬tür. Gerçekten de Hz. Ali, Ebû Bekir'e halife olduktan altı ay sonra Hz. Fâtıma vefat edince biat etmiştir. Bununla be¬raber hiçbir zaman kendisinin halife ol¬masıyla ilgili bir nastan söz etmediği gibi Ebû Bekir'e biat ettikleri için saha-beye gücendiğini ima bile etmemiştir. Esasen Hz. Ali'nin hilâfetine dair bir nas bulunsaydı başta kendisi olmak üzere diğer sahâbîler de bu konuda kesinlikle sessiz kalmazlardı. Öte yandan Şiîler'in, Hz. Ali'nin nassa rağmen Hz. Ebû Be¬kir'e biat etmesindeki çelişkiyi ortadan kaldırmak için onun takıyye yaptığını veya İslâmiyet'in gelişmesine engel ol¬mamak için biat etmek zorunda kaldı¬ğını söylemeleri de inandırıcı görünme¬mektedir. Sünnîler, Hz. Osman halife ol¬duğunda İslâmiyet'in bir yandan Buhâ-râ'ya, öte yandan Kuzey Afrika'ya kadar ulaştığını, Hz. Ali'nin böyle bir düşünce¬ye sahip olduğu takdirde özellikle Hz. Osman'a biat etmemesi gerektiğini söy¬lemişlerdir. Hz. Ali'nin Hz. Ömer ve Os¬man'a biat etmesi ve çocuklarına onla¬rın adlarını vermesi de hilâfet konusun¬da hakkının yenildiği düşüncesine sahip olmadığına delil gösterilmiştir.

Diğer taraftan Şiîler Hz. Ebû Bekir'i, Fedek arazisi konusunda Hz. Fâtıma'yı üzdüğü, dinî konuları yeterince bilmedi¬ği, Hz. Ömer'i kendi yerine halife tayin ettiği gibi iddialarla tenkit etmişlerdir[156]. Halbuki Ebû Bekir Fâtıma'yı şahsî kanaati se¬bebiyle üzmemiş, peygamberlerin miras bırakmayacağını ifade eden hadise göre[157] hareket etmiştir. Onun di¬nî konulan yeterince bilmediği iddiası bazı uydurma rivayetlere ve zoraki yo¬rumlara dayanmaktadır. Hz. Ebû Bekir, yıllarca Resûlullah ile birlikte bulunmuş bir kişi olarak ortaya çıkan meselelere ya şahsî bilgi ve ferâsetiyle veya İleri ge¬len sahâbîlerle istişare etmek suretiyle çözümler getirmiştir. Kendi yerine Hz. Ömer'i halife tayin etmesi de bu istişare¬lerin bir sonucudur. Esasen Hz. Ömer'in başarılı yönetimi bu tayinin ne kadar isa¬betli olduğunu göstermektedir.

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali sahâbîler ara¬sında en güzel konuşan iki hatip olarak tanınır. Ebû Bekir'in çok tesirli konuş¬maları fesahat ve belagat bakımından olduğu kadar muhtevalarının güzelliğiyle de ünlüdür. Onun bazı özlü sözleri şöy¬ledir: "Sana yol göstermek isteyenden durumunu gizleme, aksi takdirde ken¬dini aldatırsın"; "Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, ulaşınca da onu geç"; "Sabır imanın yansı, yakın ise tamamı¬dır"; "Ölüme karşı haris ol, sana hayat verilir". Hz. Ebû Bekir'in bir kitap haline getirilen vecize niteliğindeki sözleri ba¬zı müellifler tarafından şerhedilmiştir. Bunlara örnek olarak Reşîdüddin Muhammed b. Muhammed Vatvâfın Tuh-fetü'ş-şadîk ile'ş-şadîk min kelâmı Ebî Bekri'ş-Şıddîk[158], Kastamonulu Mustafa b. Muham-med'in Şerh-i Şad Kelime-i Ebû Bekr"[159] ve Ce-mâleddin el-Halveti'nin aynı adlı eseri[160] zikredilebilir.

Hz. Ebû Bekir'in, tanınmış edip ve ha¬tiplerin sözlerini gençliğinden beri dik¬katle dinlediği, okuduğu, birçoğunu ez¬berlediği, bunları sık sık tekrarladığı ve ezberindeki şiirleri çok güzel okuduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber şairi Has¬san b. Sâbife. Kureyş'in ensâbı konu¬sunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Ebû Be¬kir'den öğrenmesini tavsiye ederdi. Hz, Ebû Bekir'in şair olduğunu ileri süren¬ler de vardır. Hatta onun soyundan ge¬len Halvetî şeyhlerinden Mustafa el-Bek-rî es-Sıddîkî'nin ceddinin sözlerinden bir divan derlediği de bilinmektedir[161]. Abdülhay es-Sâlimî'nin Eşcâ-ru Ebî Bekri'ş-Şıddîk adlı eseri Süley¬maniye Kütüphanesİ'nde bulunmaktadır[162]. Kaşîde-i Bürde'nin baş tarafında, "Kasîde-i Ebû Bekri's-Sıddîk radıyallâhü anh" başlığıy¬la yer alan bir sayfalık kaside[163] Osmanlı medreselerinde talebele¬re okutulurdu. Ancak güvenilir kaynak¬lar Hz. Ebû Bekir'in şair olmadığını ve şiir söylemediğini belirtirler.

Hz. Ebû Bekir'in soyundan gelenler Bekrî ve Sıddîkî nisbeleriyle anılır. Mu¬hammed Tevfik b. Ali el-Bekri, bu aile mensuplarının seçere ve hat tercümele¬ri hakkında Kitâbü beyti'ş-Şıddîk[164], İbrahim b. Emîr el-Ubeydîde 'Umdetü't-tahkik iî beşa'iri âli Şıd¬dîk[165] adlı eserleri kaleme al¬mışlardır.

Tasavvufta "sıddîkıyyet" makamı Hz. Ebû Bekir'e nisbet edilir. Sülük usulü olarak zikr-i hafîyi benimseyen Nakşi-bendiyye tarikatı mensupları, Hz. Pey¬gamberin hicret esnasında Sevr mağa-rasında bulundukları sırada Hz. Ebû Bekir'e bu zikir tarzını öğrettiğine ina¬nırlar. Hz. Ebû Bekir'e nisbet edilen ve Bekriyye veya Sıddîkıyye adıyla anılan tarikat bugünkü anlaşılan mânada bir tarikat olmayıp hafî zikir tarzını ifade eder. Bu zikir tarzı Bâyezîd-i Bistâmf-den sonra Hâcegâniyye-Nakşibendiyye silsilesinde devam etmiştir. Nakşiben-diyye'nin Hz. Ebû Bekir'e ulaşan bu sil¬silesine Bekrî veya Sıddîki silsile adı ve¬rilir. Bu tarikatın Hz. Ali'ye ulaşan iki ayrı Alevî silsilesi daha vardır.

Hz. Ebü Bekir'in ashabın en faziletlisi olduğunu, hatta nasla halife tayin edil¬diğini ileri süren bir gruba Bekriyye de¬nildiği bazı kaynaklarda yer almakla bir¬likte bu kullanılış yaygınlık kazanma¬mıştır.

İslâmî Türk edebiyatının daha çok di-nî-tasavvufî mahsullerinde Hz. Ebû Be¬kir'in şahsiyetiyle ilgili bazı motif ve imaj¬lara rastlanmaktadır. Ayrıca az sayıda müstakil mensur eserde onun hayatı ve faziletleri konu edilmiştir. Hz. Ebü Be¬kir'in şahsiyeti etrafında meydana geti¬rilen manzum eserlerin birinci grubunu hakkında yazılmış methiyeler, na'tler, hilyeler, ilâhi ve kasideler teşkil eder. İs¬lâmî Türk edebiyatında Hz. Peygamber'in hayatından bahseden manzum ve men¬sur eserlerde de Resûl-i Ekrem'e olan yakınlığı sebebiyle ona genişçe yer ve-rilmiştir. Bunların yanı sıra Hz. Peygam¬ber'in mi'racını işleyen mi'râciyyelerle hicretini anlatan hicretnâmelerde de Hz. Ebû Bekir'e Özellikle yer verilmiştir.

Literatür. Hz. Ebû Bekir'in hayatı bazı tabakat kitaplarıyla Hulefâ-yi Râşidîn ve aşere-i mübeşşere hakkında yazılan eserlerin baş tarafında yer almakla be¬raber ona dair pek çok müstakil eser kaleme alınmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: Hayseme b. Süleyman (ö. 343/ 954-55), Feza'Huş-Şıddîk Ebî Bekr[166]; Muhammed b. Ali el-Uşârî, Fezâ'ilü Ebî Bekri'ş-Şıddîk[167]; Ahmed b. İsmail et-Tâl-kânî, el-Burhânü'1-enver tî menâkı-bi'ş-şıddîkı'1-ekber[168], İbn Belbân, Tuhîetü's - siddîk iî feiâ'ili Ebî Bek¬ri'ş-Şıddîk[169]; Süyûtî. er-Ravzü'1-enîk iî faili'ş-Şıddîk[170]; Ömer Ebü'n-Nasr, Ebû Bekri'ş-Şıddîk[171]; Muham¬med Hüseyin Heykel, eş-Şıddîk Ebû BeuMKahire 1979, 8. bs.; Yûnus İbrahim es-Sâmerrâî, Ebû Bekri'ş-Şıddîk bi-kaîemi cAlî b. Ebî Tâlib[172]; Abbas Mahmüd el-Akkâd. "Abkariyye-tü'ş-Şıddîk[173]; Mahmüd Hakkı, Ebû Bekrİ's-Sıddîk Radıycıllahu anh'm Hayatı (Ibaskı yeri yok| 1337); Muhammed Mecdûb, Meşâhid min hayâti'ş-Şıddîk[174]; Hüseyin Abdullah Bâselâme, Hilafetü Ebî Bekri'ş-Şıddîk[175]; Muhammed Rızâ, Ebû Bekri'ş-Şıddîk evvelü'i-Hulefâ 'i'r-Râ-şidîn[176] Seyyid Ahrned İbrahim Hammûr. Ebû Bekri'ş-Şıddîk ve hayâtü'd-devieti'l-'Arabiyyeti'l-İs-lâmiyye fî-zılâli hilâfetih[177] ve Kaz'ıyyetü men ci'z-zekât bi-menâ-tıkı'l-Medîne ve mukâvemetü'ş-Şıd-dîk mâni'îhâ fî fecri hilâfetih[178]; Cemâl Abdülhâdî Muhammed Mes'ûd — Vefa Muhammed Rif'at Cuma, Ahtâ3 yecibü en - tüşahhaha fi't-tâ¬rih: isühlâfü Ebî Bekri'ş-Şıddîk[179]; Ali Tantâvî, Ebû Bekri'ş-Şıddîk[180]; Muhammed Habîburrahman Khan Shervvani, Hazrat Abu Bakr[181]; Abdurrahman eş-Şerkâvi eş-Şıddîk evvelü'l-hulefâ'[182]; Abduh Gâlib Ah-med îsâ. Sîretü'ş-şahâbî seyyidinâ Ebî Bekri'ş-Şıddîk[183]; Hâlid Bay¬tar, Ebû Bekri'ş-Şıddîk[184]; Muhammed Hiimi Mahmûd, Ebû Bekri'ş-Şıddîk ve't-tecemmu'ü'I-'Ato-bî[185]; Kutub İbrahim Muham¬med, eS'Siyâsetü'l-mâliyye li-Ebî Bek-ri'ş-Şıddîk[186], Ahmed Kemâl Şa't, es-Şıddîk beyne's-sünne ve'ş-Şfca[187]. Ebû Bekir'in hilâfetini de¬lillerle ispat etmek üzere yazılan risale¬ler arasından Muhammed el-Ardahânî-nin Risale fî işbâti hilâfeti Ebî Bekri'ş-Şıddîk bi'n-nüşûş'u[188], adı bilinmeyen bir müellifin Me-sâ'ilü'r-ruhban ve'1-kışşîsîn fî hilâ¬feti Ebî Bekri'ş-Şıddîk'ı[189] sayılabilir. Salim Ahmed Sellâme, el-Âyât ve'1-ehâdîşü'l-vari¬de fî şe^ni Ebî Bekri'ş-Şıddîk radıyal-lâhu canh adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmıştır.[190]

Bunlardan başka çeşitli kaynaklarda Vâkıdî'nin Sîretü Ebî Bekr ve vefâtühû adlı eseri. İbn Cerîr et-Taberî ve Ebü'l-Kasım İbn Asâkir'in Fezd'iJü Ebî Bekr adlı eserleri, Zehebî'nin Tevkîfu ehli't-tevfîk eaiâ menâkıbi'ş-Şıddîk'\ kayde¬dilmektedir.

Hz. Ebû Bekir'in, ortak bazı halleri se¬bebiyle Hulefâ-yi Râşidîn ile beraber ele alındığı bazı çalışmalar da vardır: İbn Teymiyye, Risale iî tafdîli Ebî Bekr ve Ömer[191]; Süyütî, îlkamü'I-hacer li-men zekkâ söbbe Ebî Bekr ve cÖmer[192]; Hâmid b. Alîel-İmâdîed-Dımaş-ki, ed-Dürrü'1-müstetâb fî muvafakati 'Ömer b. el-Hattâb ve Ebî Bekr ve 'Alî Ebî Türâb[193]: Ah-med b. İsmail et-Tâlkânî. Muhtâru ehâ-dîşi'ş-şâdıkı'ş-şadûk fî feza ili'ş-Şıd-dîk ve'1-Fârûk.[194]

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 20111

ulkucudunya@ulkucudunya.com