« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Ağu

2011

Destan Şairi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Asya’dan Anadolu’ya Göçen

01 Ocak 1970

(I. Uluslararası Ahilik Kültürü ve Kırşehir Sempozyumu 15-17 Ekim 2008, Kırşehir)

Özet: Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında destansı söyleyişleri ile dikkati çeken Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk’ün tarihe doğduğu günden başlayarak, değişmeyen ruh birlikteliklerini şiirinin malzemesi yapar. Şair, İslamiyet öncesi ve sonrası Türk’ün dünyayı algılayış biçimlerini, kültür coğrafyasının sınırlarını ve Anadolu’da var oluş mücadelesini kimi zaman lirik, kimi zaman destansı bir üslupla okurlarına aktarma endişesi
taşır. Geçmiş, hâl ve gelecek onun şiirlerinde bir potada eritilmiş, Dede Korkut’la Ahi Evren; Anadolu’yu müjdeleyen Alpaslan’la Anadolu’da yok edilmeme mücadelesi veren Mustafa Kemal aynı düşün dünyasının farklı tarihlerdeki yansıması olarak görülmüştür. Asya’dan Anadolu’ya yapılan göç, Malazgirt Destanı isimli eserinde işlenirken, Anadolu’yu bir Türk yurdu yapan Ahi Evren gibi ruh orduları özenle tahlil edilmiştir. Türk tarihini sosyolojik bir değerlendirmeye tabii tutarcasına şiirlerinde işleyen Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu üzerine hazırladığımız bu bildiride şairin, tarih, kültür, vatan… gibi olgulara bakışını ele alıp, Asya’danAnadolu’ya göçen ruhu ve Ahî Evren’i nasıl değerlendirdiğini inceleyeceğiz.

N. Y. Gençosmanoğlu, önce eski Türk tarihi kahramanlarına yönelir ve bunların kültürel
özelliklerini, kahramanlıklarını anlatmak için destan türünden yararlanır. Tarihe kronolojik
bakışla yaklaşmasının bir sonucu olsa gerek Gençosmanoğlu’nun şiirlerinde daima bir
hareketlilik gözlenir. Bu hareketlik şiirlerin sessel örüntüsüne yansıdığı gibi anlamsal
olarak da kültürel geçişleri çağrıştırır. İlk eserlerinde İslamiyet öncesi Türk yaşantısının
izlerine yer veren şair, sonraki eserlerinde Türklerin İslamiyet’i kabulü ve Anadolu’ya
gelişi ile bu coğrafyada var olma mücadelesine yer verir. Anadolu coğrafyasının vatan
olma süreci Gençosmanoğlu’nun şiirlerinde temel izlek olarak ele alınır. Coğrafyayı
vatan yapan en önemli unsur olarak da insanı görür. Dolayısıyla ilk eserlerindeki Alp
insan tipi, zamanla Eren tipi ile birleştirilerek verilir. Alp tipinin dünyayı algılayış biçimi
Eren tipinde de değişmeden devam eder .

Niyazi Yıldırım, Eren tipini, birincisi Devlet Adamı, ikincisi Gönül Adamı olmak
üzere iki kategori üzerinden yürütür. Bu sınıflandırmada devlet adamları, gönül adamı
değildir veya gönül adamından çok farklı bir özellik gösterir gibi bir fikir içinde olmayan
şair, Eren tipinin devlet adamı olarak, idarî ve askerî işlerde, nasıl bir bakış sergilediğini ve
gönül adamı olarak da, dinî işlerde, nasıl bir davranış rolü benimsediğini göstermek ister.
İslamiyet öncesi Türk yaşam üslubunu konu edindiği ilk eserlerindeki Alp tipi,
destanî kahraman olarak karşımıza çıkar. Destanî kahramanlar, Tanrı Dağı çevresinde ve
Ötüken bozkırlarında Çinlilerle savaşım içindedir. Eren tipinde ise destanî olmaktan daha çok
tarihî kahramanlar kendini gösterir. Şair, tarihî kahramanların destansı yaşamlarını şiirlerine
konu edinerek ulusal kimliğin izini sürmek arzusundadır. Çünkü Gençosmanoğlu’na göre şair,
ulusal bilincin yaratılmasına olanak hazırlayarak, bireysel kimliği sosyal kimliğe dönüştüren
en önemi güçtür.

Geniş anlamda sanatkâr, dar anlamda şair, dil aracılığı ile zamana ve
mekâna sinmiş yaşanmışlıkları estetik düzeyde işleyerek bir yandan belleği çalkalar, diğer
yandan çalkalanan bu bellekle oluşmuş bir bilincin yaratılmasına olanak hazırlar.
Genelde insanın, özelde bireyin davranışlarını kendisi değil, önceden verilmiş kodlar
anlamlandırır. Bireyin davranışlarını olduğu gibi, sözcüklerin anlam dünyasını da belirleyen
bu önceden verilmiş kodlardır. Birey, içinde yaşadığı toplumun kullandığı dilin içine doğduğu
gibi, anlamın da içine doğar. Dil ile anlamı birlikte bulur. Bireyin toplum içi iletişimi de bu
anlam ile gerçekleşir. Yaşadığı toplum içinde varlığı olmayan nesnenin, kavramın, olgunun...

Mitat Durmuş, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Şiirlerinin Tematik Bakımdan
İncelenmesi, Fırat Ünv. Fen-Edb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Yayımlanmamış Lisans Tezi), Elazığ
1994, s.13dilde de karşılığı yoktur. Yani o, hazırlanmış bir düşün evreninden aldığı anlamlara göre
dünyaya bakar. Niyazi Yıldırım da bu bakış açısından kalkarak, “Ne kan değişti, ne ruh. Us
verenler değişti”

diyerek bireysel kimliğimizin sosyogenetik temellere dayandığını
şiirlerinde yoğun bir anlatımla verir. Bu söyleyişlerle ulusal bilinç kazanımını sağlayan
tarihsel gerçeklik, edebî metinle kendisine dönülen estetik bir alan haline gelir. Edebî
anlayışını geçmişi öğretmek değil, geçmişteki yaşanmışlığın felsefesini hâle taşımak üzerine
kuran, Gençosmaoğlu eserlerinde tarihsel olanı hâle taşıyarak sosyogenetik kimliğin
dayanaklarını açıklamak, aktarmak ister. Onun eserlerinde temel izlek, sosyogenetik kimlik ve
bu kimliğe karşı duyarsızlaşmaların doğurduğu sorunlardır.
***
Tarihi kahramanlar içinde değerlendirilen Satuk Buğra Han, başta da ifade ettiğimiz
gibi aynı zamanda bir gönül adamıdır. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk devletinin hükümdarı
olan Satuk Buğra, Müslüman olduktan sonra buyruğundakilere şöyle seslenir;
“Ülkenin dört yanına
Yeni din yayılmalı!
Müslüman olduğumuz
Acunda duyulmalı!
(…)
Yol sorun uzaklara...
Denizden, yerden, gökten...
İnsanlar insanlığı
Öğrenmelidir Türk’ten!
Yürüyün Günbatıya
Ayrılmayınız kökten!”

Gençosmanoğlu’nun eserlerinde bu buyruk üzere, Ötüken esas alınarak bir ağacın
dalları misali göç hareketleri başlar. Şiirlerindeki ritmik hareketliliği sağlayan bu göç
olgusu özellikle Malazgirt Destanı isimli eserinden sonra kendini yoğun bir şekilde
gösterir. Türklerin Anadolu’ya gelişi kutlu bir varış olarak değerlendirilir. Destanî
kahramanlardaki kut

anlayışı varlığını burada da devam ettirir. Acuna kut kuşağı bağlamak
esastır. Ata, evdeş ve oğul bütün zorluklara rağmen, bu yolda kutlu bir doğuşa giderler.
“Begler, Kamlar, Ozanlar

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Ruhu, (yayın yeri yok), İstanbul 1952, s.56

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, s.16

“Kut” kavramı hakkında geniş bilgi için bk.: Sait Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Kültür Bakanlığı
Yay., Ank. 1990Okuyanlar, yazanlar,
Al benizli kızanlar
Evdeş, ana yoldadır.
Saçlılar, sakallılar…
Eteği bindallılar,
Topuğu hal hallılar…
Dede, nine yoldadır!...
(…)
Yel eser, yağmur yağar…
Buz keser, tipi boğar…
Güneş batar ay doğar…
Onlar yine yoldadır!”

Ayrıca bu yürüyüşte, bütün kahramanlar aynı ülkü etrafında birleştirilir;
“Peygamber hak, Tanrı tek
Söyler dokuz bin yürek;
Doğudan batıya dek
Kös vurur, mehter yürür!
Ozanım vur tellere…
Od düşsün gönüllere
Gönüllerden dillere
Allahuekber yürür!...”

N. Yıldırım Gençosmanoğlu, “ozanım” derken kendini bu topluluk içinde bir
kahraman gibi görür ve bu topluluk içinde hissettiklerinin destanını yazar. Bu durum şairdeki
Türklük şuurunun bir göstergesidir. Şair, yolda yürüyenlerle beraberdir ve bir bakıma yolda
gördüklerini anlatır;
“Ulaklar at çatlatıp dolaştılar Turan’ı
Millet, Türk töresine uygun buldu KUR’AN’I!!!!”

Karahanlılar döneminde yaşamış ilk Türk mutasavvıflarından Hoca Ahmet Yesevî
ve onun gönül erleri, Erenler, Ahiler..vb. şairin Malazgirt Destanı’ndan sonraki şiirlerinde
ana izlek olur. Ötüken’de başlayan göç, Türkistan’da şekil ve güç bularak Anadolu
kapılarına dayanır;

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, s.25-26

Gençosmanoğlu, age., s.59

Gençosmanoğlu, age., s.18“Yol açın hey!... Yol açın…
Yollara güller saçın.
Bir şanlı düğün için
Yarın Malazgirt’teyiz!”

Kahramanın bundan sonraki mekânı, Anadolu ile başlar ve genişleyerek devam
eder. Anadolu’ya gelen insan, yeni bir tip olarak filizlenir. Bu filizlenmeye tabiat dahi şahit
olur, gökyüzü yeni bir şevk ile gürler.

Filizlenen insan tipine şahsiyet kazandıran gönül adamları, onları yönlendiren ise
devlet adamlarıdır. Kutalmışoğlu Süleyman Bey, Afşin Bey, Alp-Aslan, Artuk Bey ve bunun
gibi kahramanlar devlet adamları sıfatında olup tarihi yapan ve yönlendiren insanlardır. Bu
kahramanlardan sonra, Niyazi Yıldırım’ın eserlerinde, İslam tarihi Türk tarihi halinde devam
etmiş yahut Türk’ün tarihi İslam’ın tarihi olarak tasavvur edilmiştir.

Devlet adamları olarak değerlendirdiğimiz kahramanların en önemli özellikleri,
yönetimde adaletin gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu adalet anlayışı, kaynağını Türk töresi ve
İslam dininden aldığı için, kahramanın vazifesi Türk töresini yaşatmak ve İslam dinini
yaymaktır. Âleme nizam verme ülküsü, bütün kahramanların benliğini sarmıştır;
“Gazi Alp Erenler! İşe koyulun,
Gayri söze vakit az verilmeli
Bidevi atlara rüzgârca soluk
Ve yıldırımlarca hız verilmesi…”

Şair, tarihsel gerçekliği bildirmek ya da öğretmek amacından daha çok, okurunu
tarihsel “ruh”la yüzleştirmek arzusuyla eserini şekillendirir. Böylece sürekli devam eden bir
ruh hâlinin, yaşanılan zamanda da var olduğuna / olması gerekliliğine işaret etmek
arzusundadır.

Kişilerin seçimi ve adlandırılması

, mekânın kişiler ve okur üzerindeki etkisi,
şiire konu edinilen tarihsel zamanın, sözcüklerin seçiminde ne denli etkin olduğu, şairin

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, s.27

“Yeni bir şevk ile gürledi gökler… / Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!..” Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,
age., s.93

Erol Güngör, Tarihte Türkleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 1989, s,82

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlar Burcu, Kamer Yayınları, İstanbul (tarihsiz 1988?), s.13

Bu konuda Mircae Eliade’nin şu tepsini anımsatmakta yarar vardır: “büyük zaman akışı içinde, her varoluş
geçici, uçucu ve yanılsamadır.” Mircae Eliade, İmgeler, Simgeler, (çev.: Mehmet Ali Kılıçbay), Gece
Yayınları, 1992, s.57

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun eserlerinde kişi adlarının, adbilim ve anlambilim açısından incelenmesi
son derece dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Böylesi bir çalışmayla, Türk kültüründeki ad verme
geleneği, ad ile fizikî ve ruhî yapı arasındaki ilişki, kurgusal bir metinde ne denli işler kılınmıştır bu çok daha
açık görülebilecektir. Şairin biliş düzeyi ve söz serveti stilistik incelemede önemli ip uçları ortaya çıkaracaktır.başarısını göstermesi açısından son derece önemli unsurlardır. Çünkü tarihsel ruh, söze
dönüşmüş biçimiyle karşımıza çıkarılmıştır.
“Çevirelim gözleri ondört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman, bugünkü!
Bizi üzen, ağlatan yahut güldüren nedir?
Düşmana tutsak edip sonra öldüren nedir?
Hangi sırla parlayıp büyüyüp açılmışız?
Hangi duyguyla sönüp dağılıp küçülmüşüz?
Bu düğümleri bir bir çözeceksin burada;
Bir gerçek sezeceksin, kanayan her yarada!
Sonra, okuyup ulu atalar erdemini,
Duyacaksın o büyük günlerin özlemini!
Göreceksin ki, eşsiz yiğitlerin nicesi
Ölmüş ... Yaşasın diye, büyük Türk düşüncesi!
Bileceksin, bu yolda nasıl akmış kanımız ...
Ayaydın bir, gecede başlıyor destanımız :”

Gençosmanoğlu’nun poetikasını kurduğu şiirsel söz, tarih ve kültür odaklarını
yaşanmış zamandan yaşanılan zamana doğru taşır ve geçmişin mitosu ile yaşanılan zamanın
ve geleceğin ütopyası arasında doğrudan bir bağ kurma işlevi üstlenir.
“Çevirelim gözleri ondört asır önceye; / Sonra bugüne dönüp dalalım
düşünceye ...” diyen şair, on dört asır önceki soy tarihimizin haritasını, şiir dili içinde
ifade etmek ister. Gençosmanoğlu şiirlerini kurarken “düşün ve unutma”

söylemini
daima belleğinde tutar. Şairin belleğinde dolaşıma giren bu iki sözcük, milli romantik
duyuş tarzının iki söz grubu içindeki anlatımı olur.
Milli romantik duyuş tarzı ise, bireysel duyarlılıkla, sosyogenetik tecrübenin
kökensel kaynaklarını birleştirmektir. Yalnız birleşme kendiliğinden (spontone) tek yönlü ve
rastlantısal değildir. Geçmişe bilişsel ve duyuşsal bakışla yönelen milli romantik algılayış,
“yaşanmış”ın, “olmuş”un veya “tarih”in üstündeki teferruatı atarak, bireyi tarihsel kimliği ile
yüzleştirir.
Milli romantik bir kişi, en uzak ve en yakın süreleri kapsayan geçmiş ve geleceği
‘an’da birleştiren ve bu önemli işlevin “farkında” olan kişidir. Böyle insanlar için Korzbiski

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976

Gençosmanoğlu, fikir dünyasının şekillenmesinde önemle rol oynayan Atsız’ın makalelerinde dile getirdiği bu
ifadeleri kendi sanat anlayışı olarak belirlemiştir. Refet Körüklü-Cengiz Yavan, Türkçülerin Kaleminden
Atsız, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.68“time binders” (zaman bağlayıcıları) ifadesini kullanır.

Kendi yaşamını anlam
araştırmasına adayan bu insanlarla yalıtık ve sökük zamanlar birbirine eklenir. İnsan, zaman
boyutlu bir varlık haline gelir.
Milli romantik duyuşla metnini kuran Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, tarihsel
olaylardaki iç içeliği, zamana süreklilik sağlayarak, okuyucusunda da geçmişin bir devamı
olduğu duygusu uyandırır. Böylece şiir metnin okuyucusu, anılarla (geçmişteki bir olayın
zihindeki tekrarı ile) değil, bu verilmek istenen süreklilik içinde kendisini de okuma olanağı
elde etmiş olur. Ve kimi durumlarda metnin öznesi olma vasfı kazanır. Okuyucu, metindeki
bu zamansal düşünü, imgeleminde öylesine kurar ki, metnin de öznesi gibi, sanatkârla ve
sanatkâra yaratma ilhamını veren tarihsel ruhla birlikte metne katılır. Tarihsel ruhla yüzleşen /
hesaplaşan Gençosmanoğlu, geleceğin bireyini hazırlar ve ona kimliğini göstermek ister.
“Vatan eylediler can verip yurdu
Kan verip bayrağın alı oldular”

Rum Gazileri, Rum Ahileri, Rum Abdalları, Söğüt Bacıları... başlıkları altında
yazılan şiirlerde hep bu duyuş tarzının özellikleri görülür. N.Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk
kültür yaşamında abide olan şahsiyetleri şiirlerinin kahramanı yaparak gelecek kuşakların
model insan tipini belirlemek arzusunu taşır:
“Milletin şehitler, gaziler kolu
Şan yıldızlarıdır söne bilmezler.
Kutlu analardan doğarlar, lâkin
Vatandan özgeyi ana bilmezler.
Ve mübarek vatan bağrından özge
Başka baş koyup yatacak sine bilmezler.”

diyen şair, şiirine esas aldığı kahramanlarla gurur duyar ve kalemini onlara hizmeti için
kullanır. Bu şahsiyetlerin destanını yazmasının sebebi yine onların kendi özelliklerinden
kaynaklanır ki;
“Dün aslanlar gibi kükremişlerdi
Bugün destanların malı oldular.”

der.
N. Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirlerindeki kahramanlar, Orta Asya’dan

Ramazan Korkmaz, “Milli Romantik Duyuş Tarzı ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu”, Dünü ve Bugünüyle
Harput II, Türkiye Diyanet Vakfı Elazığ Şubesi Yayınları, Elazığ 1999,s.250; Gaston Bachelard, Yok Felsefesi,
(Çev.: Alp Tümertekin, İstanbul 1997, s.24

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alp-Erenler Destanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.43

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, Cönk Yayınları, İstanbul 1984, s.85

Gençosmanoğlu, age., s.85Anadolu’ya göç dalgalarıyla ulaşırlar. Asya’dan gelen bu nesil bir tufanı andırır. Ötüken
bozkırlarından, Tibet çöllerinden, Karakurum yaylalarından, Sibirya steplerinden dalga dalga
Anadolu’ya gelen bu insanlar, bir iman çağının müjdecisi olma arzusundadırlar;
“Bir tufan koptu Asya’dan
Urum, sele gark olacak.
Yeni bir iman çağının
Müjdecisi Şark olacak.”

“Urum illerini sele gark etmek, yeni bir iman çağının müjdesini Şark’tan
doğurmak” kahramanın yüklendiği görevdir. Gerek devlet adamları, gerekse gönül adamları,
hep bu görev çerçevesinde değerlendirilir. Çünkü;
“Bir millet… Gürül gürül rahmet bulutlarınca
Ve tekbir sesleriyle şimşekler çakıp gelen ...”

Dizelerinde anlamını bulan, ulusun her bir ferdi rahmet bulutlarından çorak
topraklara boşalan yağmur taneleridir. Asya’dan Anadolu’ya göç dalgalarıyla geliş, yağmurla
gelen rahmet şeklinde telakki edilmiştir. Çünkü Anadolu toprakları Bizans tekfurları elinde
ve her bir ferdi, “Bizans kavuğu görmektense, Türk sarığı görmeyi” daha yeğ tutmaktadır.
Ahmet Yesevî’nin Anadolu’nun fethi için Türkistan’dan gönderdiği Erenler
Anadolu’da Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Rum Ahileri, Söğüt Bacıları... olarak
filizlenirler. Buradaki erler maveradan yürüyen Ahmet Yesevi’nin cismi değilse de ruhudur:
“Diledi Ulu Yaradan,
Dağlar çekildi aradan.
Ve yürüdü Mavera’dan,
Nice Ahmet Yesevî …”

Yine şair, Yesevî’nin örsünde dövülen Alpler, Erenler, Gaziler silsilesi olarak
değerlendirdiği, “Rum Gazileri”ni, “Anadolu Abdalları”nı, “Rum Ahileri”ni, “Soğut
Bacıları”nı Anadolu topraklarının vatan olmasını sağlayan, gaziler ve şehitler kolu olarak
görür:
“Onlar ki at üzre ömürler boyu
Türk’ün Rum’a giden yolu oldular.
(…)
Vatan eylediler can verip yurdu

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, s.22

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, Cönk Yayınları, İstanbul 1984, s.119

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alp-Erenler Destanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.36Kan verip bayrağın alı oldular.”

Ulus yaşamında, ekonomik dağılımın ve iktisadi düzenin devamlılığını sağlayan
zanaat kuruluşları, bu kuruluşların işleyiş sistemi ve onu işleten tüm bireyler, Orta Asya’dan
Anadolu’ya gelmiş, diğer kahramanların sıfatlarıyla birleşmiş ve toplumun zanaat ve sanat
noktasında dünya kültürüne sunulacak örnekleri olmuşlardır;
“Çarşıda pazarda erkân ve usul
Türk’ün hayatında bir büyük fasıl...
Kılavuz bilinip hazreti Resul
Horasandan Rum’a yürüyen nesil…
Zanaat ve sanat dâhileriniz.”

Türk devletinin devamlılığında iktisadi dengeyi sağlayan Ahi teşkilatı, orta çağlarda
Anadolu’nun yaşantısının düzenlenmesinde büyük rol oynamıştır. Türk gençlerini boş
kalmaktan, türlü kötü akımların etkisinden kurtarmak, aynı zamanda, devletin askeri gücüne
katkıda bulunmak için organize edilmiş olan Ahi kuruluşu, çok yönlü sosyal yapıya sahiptir.
Bu teşkilatın kurucuları toplumun saygınlığını kazanmış gönül adamlarıdır. Bu gönül erleri
bütün güçlerini ve çabalarını, ülkenin türlü sanat erbabını bir örgüt etrafında toplayıp onları
zaviyelere intisap ettirerek manevi ve ahlakî yönden yüceltmiş gönül adamlarıdır.

N. Yıldırım Gençosmanoğlu, Ahi kültürü içinde yetişen insanları;
“Bir yayız her bilek geremez bizi,
Bir gülüz, her bağban deremez bizi
Ham ervah baksa da göremez bizi
Gözleri kamaşır ışığımızdan.”

diyerek tanımlar. Ancak, kimliksizleşen ve kişiliksizleşen nesle “düşün ve unutma” söz
grubu ile ifade ettiği kendine dönüş olgusunu daima anımsatır.
“Ne çabuk söndü ateş? Kül mü oldu gönüller.
Nerde Yurt burcuna dikilecek güller?
Hakikat şiarınız, haksızlık “şikârınız”
Değil miydi? Ne çabuk kırıldı vakarınız?”

diyerek, yetiştiği dönem içindeki nesil ile tarihî nesli arasındaki farklılaşmaya da büyük bir
önemle dikkati çeker. Farklılaşma daima devamında ötekileşmeyi getireceğinden şair,
nesillerin ötekileşmesine engel olmak için kimi zaman şiirin öznesi konumuna

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlar Burcu, Kamer Yayınları, İstanbul (tarihsiz 1988?), s.142

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, Cönk Yayınları, İstanbul 1984, s.96

Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s.92

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, Cönk Yayınları, İstanbul 1984, s.97

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Ruhu, (yayın yeri yok), İstanbul 1952, s.37kendisini, kimi zamansa tarihî bir kahramanı koyarak metnini oluşturur.
“Ve ey benden bin yıl sonraki neslim!..
Nedir seni sende yitiren bu hâl!
Titre kendine dön, öz cevherini,
Şehitler, gaziler tarihinden al!!!!”

“Kanınız karışan bu aziz topraklardan,
Nefesimiz dolaşan bu yeşil yapraklardan...
Kuvvet emdik hız aldık… Eksilmedi o iyman.
Damarda aynı ateş... Tüten yine o duman...”

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, s.66
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Ruhu, (yayın yeri yok), İstanbul 1952, s.4Kaynakça
BAŞER Sait, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Kültür Bakanlığı Yay., Ank. 1990
ÇAĞATAY Neşet, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989
DURMUŞ Mitat, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Hayatı, Eserleri ve Şiirlerinin Tematik Bakımdan
İncelenmesi, Fırat Ünv. Fen-Edb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Yayımlanmamış
Lisans Tezi), Elazığ 1994
ELİADE Mircae, İmgeler, Simgeler, (çev.: Mehmet Ali Kılıçbay), Gece Yayınları, 1992
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Alp-Erenler Destanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.43
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Destanlarda Uyanmak, Cönk Yayınları, İstanbul
1984
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Bozkurtların Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Bozkurtların Ruhu, (yayın yeri yok), İstanbul 1952
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Destanlar Burcu, Kamer Yayınları, İstanbul (tarihsiz 1988?)
GENÇOSMANOĞLU Niyazi Yıldırım, Malazgirt Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973
GÜNGÖR Erol, Tarihte Türkleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 1989
KORKMAZ Ramazan, “Milli Romantik Duyuş Tarzı ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu”, Dünü ve Bugünüyle
Harput II, Türkiye Diyanet Vakfı Elazığ Şubesi Yayınları, Elazığ 1999,s.250; Gaston
Bachelard, Yok Felsefesi, (Çev.: Alp Tümertekin, İstanbul 1997
KÖRÜKLÜ Refet - YAVAN Cengiz, Türkçülerin Kaleminden Atsız, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 2000

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 17195

ulkucudunya@ulkucudunya.com