« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Eyl

2011

Kitap Tahlili: Teşkilat'ın İki Silahşörü Biri Meşrutiyet'in Silahşörü Dede Yakub Cemil Diğeri Cumhuriyet'in Silahşörü Torun

Dr. Şenol KANTARCI 01 Ocak 1970

Gazeteci Soner Yalçın tarafından kaleme alınan “Teşkilat’ın İki Silahşoru”, Edebiyat’ta “Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı”[1] diye nitelendirilen bir tarz’da ele alınmıştır. Hadiseler, bizzat olayı yaşayan ve kitaba konu olan şahsiyetlerin ağzından aktarılmaktadır. Eserde kullanılan tekniklerden birisi de atlamalı olarak iki dönemin birbiri ardınca verilmiş olmasıdır. Yani kitapta bir başlık altında İttihat ve Terakki Dönemi ve Dede Yakub Cemil anlatılırken hemen peşi sıra gelen başlık altında yakın dönem ve Torun Yakub Cemil anlatılmaktadır. Buradan tekrar bir başka başlık altında İttihat ve Terakki Dönemine ve sonra yakın döneme geçilmiştir. Yani, sürekli birbirini takip eder bir şekilde iki dönem karşılaştırmalı bir mantıkla eserde kurgulandırılmaya çalışılmış ve doğrusunu söylemek gerekirse yazar tarafından bu durum ustalıkla yapılmıştır.
Eserin konusunu, aynı mirası paylaşan iki ayrı dönemin, iki ayrı gizli örgütünün, akraba olduğu iddia edilen iki elemanının, Türk siyasal yaşamında başlarından geçen olayların akıcı bir üslupla hikaye edilmesi oluşturmaktadır.
Eser, yazarın bu çalışmayı nasıl kaleme aldığını anlatan yedi sayfalık “Giriş” bölümüyle başlamaktadır. Bu bölümden sonra İttihat-Terakki’yi, Teşkilatı Mahsusa’yı ve Makedonya Dağlarını anlatan “Makedonya’da dede Yakub Cemil”in kendi hayat hikayesiyle başladığı başlık devam etmekte, bunu da 1984 yılıyla (yazarın kurgusuyla) MİT’in ASALA operasyonlarını anlatan “Atina’da torun “Yakub Cemil”” izlemekte ve sırasıyla: “İran’da dede Yakub Cemil”, “Beyrut’ta torun “Yakub Cemil””, “Trablusgarp’ta dede Yakub Cemil”, “Avrupa’da torun “Yakub Cemil””, “Babıâli’de dede Yakub Cemil”, “Paris’te torun “Yakub Cemil”” , “Batı Trakya’da dede Yakub Cemil” , “Ankara’da torun “Yakub Cemil””, “Kafkasya’da dede Yakub Cemil”, “İzmir’de torun “Yakub Cemil””, “Kâğıthane sırtlarında dede Yakub Cemil”, “Torun “Yakub Cemil’in son sözü”, “Yazarın son sözü yerine”, “Kim Kimdir?”, “Kaynakça” ve “Dizin” bölümleriyle eser son bulmaktadır.
Soner Yalçın tarafından kaleme alınan eserde, her ne kadar açıklayıcı birkaç dipnota yer verilmiş ve 100’e yakın kaynak kullanılmışsa da çalışmanın akademik bir kimliğe sahip olmadığı söylenebilir. Gözden kaçmaması gereken bir diğer husus ise Yalçın’ın, bir gazeteci olmasına rağmen yetersiz de olsa İttihat ve Terakki dönemini incelemesi ve hatta bu dönemin bir siması üzerinde “nokta araştırma” yapması, detaya inmesi, bunu akıcı bir üslupla vermesinin yanında çalışmanın arkasına “Dizin” koyması çalışmanın titizliğini anlatması ve bir çok tarihçiye örnek olması bakımından oldukça önemlidir. Zaten yazarın kendisi de eserde: “Bu kitap ne bir öykü, ne de bir roman. Bir akademisyenin çalışması hiç değil. Bu bir gazeteci kitabıdır...”[2] demektedir.
Bir kaç kelimeyle ifade etmek gerekirse Dede Yakub Cemil ile İttihat-Terakki ve Teşkilat-ı Mahsusa, Torun Yakub Cemil’le ise Milli İstihbarat Teşkilatı ve yazarın iddialarıyla bu teşkilatın Ermeni terörü ve Ermeni terörüyle özdeşleşen ASALA terör örgütüyle mücadelesi anlatılmaktadır.
Soner Yalçın, Dede Yakub Cemil’in hayat hikayesini anlatırken torununun anlatılarından ve dönemle ilgili kitaplardan yararlandığından bahsettikten sonra sözlerine şöyle devam etmektedir: “Dede Yakub Cemil’in anlatımlarında olayların arkasındaki İngiliz, Fransız, Rus ve Alman “parmaklarını” göremeyeceksiniz. Örneğin Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın suikast sonucu öldürülmesinde, İngilizlerin muhaliflere yardım ettiği iddiaları o günlerde ve o günleri yaşayan kişilerin anılarında fazlasıyla yer alır. Bunlara yer vermedim. Çünkü Dede Yakub Cemil’in donanımı bunları anlamaya müsait değildi. Onun ağzından paylaşım kavgalarının iç siyasetteki izdüşümünü anlatmak abartılı olacaktı. Bu konulara hiç girmedim. Sadece bir silahşorun gördüklerini yazmaya çalıştım.”[3]
Yazar Soner Yalçın, Torun Yakub Cemil’de de benzer bir üslup kullandığını, kendisinin dahi katılmadığı ve hatta kendisini zaman zaman rahatsız eden bölümlerin ve olayların olduğunu, ancak yine de bunları değiştirmeden kaleme aldığını ve takdiri okuyucuya bıraktığını belirtmiştir.[4]
Gazeteci Soner Yalçın’ın eserine konu ettiği Dede Yakub Cemil, Hüseyin Cahit Yalçın’ın anılarında şöyle tasvir edilmiştir:
“İstanbul dışındaki konferanslarda Cemiyet yanıma Yakup Cemil’i[5] de vermişti. Bir gün akşam üzeri Tanin’de Babanzâde İsmail Hakkı ile kalemlerimizi bırakmış dinleniyor ve tek tük kelimelerle kısa kısa konuşuyorduk. Kapı açıldı. Genç, yakışıklı ve sevimli bir subay içeri girdi. İttihat ve Terakki’nin genç subayları Tanin’i bir aile ocağı gibi bilirler, severler ve teklifsizce kapısından içeri girerlerdi. Yakup Cemil olduğunu işitince kendisini daha çok hoşnutlukla karşıladık. Adını bilmiyorduk. Cemiyet’in en özverili, katıksız ve yürekli taraflılarından olduğunu duymuştuk. Enver’le Bingazi’de İtalyanlara karşı savaşa gitmişti. Şimdi oradan dönüyor ve bize taze savaş haberleri de getiriyordu.
Yakup Cemil, Trablusgarp savaşı üzerine çok iyimser davranıyor; İtalyanların hiçbir iş yapmadıklarını, kıyıya bin zorlukla yapışıp kaldıklarını anlatıyordu. Birkaç Türk subayının kesin bir yoksunluk içinde orada yarattıkları savunma harikasını anlattıkça yüreklerimizi hayret, övünç ve sevinçle dolduruyordu.
Yakup Cemil, İtalyanların durumundan, bir şeyi başaramadıklarından söz ederken Türk karargâhındaki savaş hayatıyla ilgili fıkralar da iletiyordu. Bir akşam yanlarına bir subay gelmişti. İstanbul’dan ve illerden, kolayını bulan subaylar gizlice Trablusgarb ve Bingazi karargâhlarına gidiyorlar ve bir fedai sıfatıyla yurda karşı görevlerini yapıyorlardı. Onun için, günün birinde yanlarına yeni bir subayın gelmesi doğal görünebilirdi. Ama her nedense, bu gelen adamdan şüphelendiğini Yakup Cemil bize inançla anlatıyordu. Bunun İtalyanlar tarafından gönderilmiş bir casus olabileceğini düşündü ve hemen kararını verdi. Yemek yiyorlardı. Çadırın içinde bağdaş kurup yere oturmuşlardı. Yakup Cemiltabancasını çıkardı. Havlunun altından gizli tutarak ilerledi ve birdenbire elini çekti, ateş etti ve casus olmasından şüphelendiği silah arkadaşı cansız bir halde yere serildi[6].
Hikayenin bu noktasında Babanzâde İsmail Hakkı ile bakışlarımız karşılaştı. Bir şimşek kadar kısa bir süre içinde, yüzlerimizin çizgileri hiç kıpırdamadan, birbirimize pek çok şey söyledik ve buz gibi donduk kaldık.
Yakup cemil çıkıp gittikten sonra Hakkı ile gene bakıştık ve sonra dillerimiz söküldü. Ölen bir tahtakurusu olsa bu kadar soğuk, ilgisiz ve doğal bir biçimde anlatılmazdı. OysaYakup Cemil, belki de yurt aşkıyla yüreği dolu bir halde, bin türlü zahmete ve tehlikeye katlanarak düşmana karşı savaşa gelmiş bir silah arkadaşını, salt bir kuruntu ve şüphe üzerine, duraksamadan öldürmüştü.[7]
Bab-ı âli Baskını sırasında dışarıya çıkan Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Enver Bey ve adamlarını görüp azarlayan bir eda ile: “ yoksa sadareti basmaya mı geldiniz, haddinizi biliniz!” derken Enver Bey durumu nezaketle Paşa’ya anlattığı bir sırada Yakup Cemilsilahını doğrultmuş ve Nazım Paşa’yı oracıkta öldürmüştür. Duruma Enver Bey ve Talat Paşa çok sert tepki göstermişlerse de Yakup Cemil istifini bozmadan “ Bu adamlar başka türlüsünü anlamazlar” diyerek cevap vermiştir.[8] İşte böylesi bir halet-i ruhiye’ye sahip olan Dede Yakub Cemil’in Makedonya dağlarındaki mücadeleleri, Trablusgarp hatıraları, İran’da devrim hareketlerine karışması, Bab-ı âli Baskını’ndaki rolü, İttihat ve Terakki kavgaları, Birinci Dünya Savaşı ve Ermenilere karşı verdiği savaş... ve nihayet Kâğıthane sırtlarında kurşuna dizilmesiyle son bulan hayatı anlatılmıştır...
“ Bir vasiyetimin olup olmadığını sordular. ‘Param malım yok ki sana söyleyecek lafım olsun. Çoluk çocuğuma Cemiyet ve arkadaşlarım bakar. İttihat ve Terakki benim ailemi ne aç bırakır, ne çıplak!’ Benim bir tek ailem vardı: İttihat ve Terakki!
Müftü’de dini telkine başlamıştı ki ona da izin vermedim:’Zahmet etme Hocam, ben Allah’a karşı görevimi yaptım, sana lüzum yok!’
Cebimdeki altın saatle parmağımdaki yüzüğü çıkardım ve eşime vermelerini istedim. İttihat ve Terakki’ye dua ettim.
‘Askerleri benim yüzümden bekletmek, işgal etme doğru değildir’ diyerek kazığa doğru ilerledim. Arkamı dayadım. Yüzümü müfrezeye çevirdim.
Ellerimi ve gözlerimi bağlatmak istemiyordum.
‘Söz veriyorum, bulunduğum noktadan kımıldamam, ölüme gözlerim açık olarak gitmek isterim!’ dedim.
Kabul etmediler.
Ellerimi ve gözlerimi bağlamak üzereyken, kurşuna dizecek müfrezenin subayına, ‘Subay Efendi, görevini iyi yap ve yaptır! Hükümetin emrini unutma! Kalbime nişan alın. Yoksa bu kalp kolay kolay durmaz. Başka söyleyecek bir şey kalmadı’ dedim.
‘Yaşasın İttihat ve Terakki’ diye bağırdım.
Sonra keskin bir düdük sesi ve hemen ardından patlayan on dört tüfek....
Zor nefes alıyordum... Yanıbaşımda bir sürü fısıldaşma...
Sonra, sonrası karanlık...”[9]
Evet, Dede Yakub Cemil’in son sözü ‘Yaşasın İttihat ve Terakki’ olmuştu, sonrası karanlık diye biterken bu karanlık, Soner Yalçın’ın çalışmasıyla aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Soner Yalçın’ın “Teşkilat’ın İki Silahşoru” isimli çalışması yayınlanır yayınlanmaz kamuoyunda çok farklı tepkilere yol açmıştır. Bu tepkiler özellikle torun Yakub Cemil’e yönelik olmuştur.
Emin Çölaşan ve Yalçın Bayer’in kitabın reklamına yönelik övgüleri dikkat çekmiştir. Emin Çölaşan: “Yakub Cemil, Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı yıllarının çok önemli subaylarından biri. Örgütlediği özel ekiplerle Makedonya, İran, Libya, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da görev yapıyor, Çarpışıyor. İstanbul’da, Babıâli baskınında Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürüyor. Korkusuz, atak, çeteci, savaşçı ve attığını vuran bir suikastçi. Sonunda Kâğıthane sırtlarında kurşuna diziliyor. Acı bir serüven.
Torun Yakub Cemil ise MİT görevlisi. Soner Yalçın onu “Cumhuriyet’in silahşoru” olarak tanımlıyor. Çok sayıda yurtdışı eylemde görev alıyor, Türkiye’ye zarar veren terör örgütleri mensuplarını temizleyen ekiplerde, ‘Abi’ dediği Hiram Abas’la birlikte iş bitiriyor.
Türkiye, vatan için kelle koltukta oradan oraya koşturan isimsiz kahramanlarını hiç tanımıyor.
Çok ilginç, çok öğretici bir kitap. Bir solukta okuyacaksınız “ derken, “Bir Gizli Servisin Tarihi” adlı kitabında ASALA’ya karşı Abdullah Çatlı ve ekibinin nasıl kullanıldığını (Bunlar da Özkan’ın iddiaları) ayrıntılarıyla anlatan Tuncay Özkan[10], Soner Yalçın’ın bu kitabına belki de en ağır eleştirilerden birisini getirmiştir. Özkan: “Yakub Cemil’in silahşor olduğu gerçek. Kitapta bir tek orası doğru. Onu da zaten tarih kitaplarından aktarmış. Soner Yalçın’ın konuştum dediği kişinin Yakub Cemil’in torunu olmadığı ortada. Ben bizzat araştırdım ama çıkan yayınlardan olmadığı açık ve net. Soner Yalçın arkadaşımız bunların ne olduğunu bilecek çapta bir insan. Ama arkadaşımız popülizmin tuzağına düşmüş. Bu malzemeyle bir roman yazsaydı keşke. Yani bir araştırma, bir inceleme olarak değil de bir roman olarak sunsaydı piyasaya. O zaman tabii belirli ölçüde tarihin deformasyonu konusunda anlayış gösterebilirdik. Ancak anı ve inceleme olarak yayımlanınca kabul edemeyiz.”[11] diyor ve ekliyor: “ Soner Yalçın’ın daha önce kendi kitabına koyduğu İsviçre savcılığının dökümanları, son anlattıklarıyla çelişiyor. ‘Bay Pipo’da, ‘Reis’te anlattıklarıyla, son kitabındaki bilgiler çelişiyor. Yani son kitapta anlatılan kişilerin bir hayal kahramanı olduğu, bu yayının bir dezenformasyon kaynağı olduğu kendi kitaplarından da çıkıyor..”[12]
Sonuç itibariyle Soner Yalçın’ın kaleme aldığı bu eser bir döneme damgasını vurmuş, tarih sayfalarında gizli kalmış bir İttihatçıyı ön plana çıkartırken, kitabın işlenen diğer konusunda ise bir çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Gerek Soner Yalçın’ın bu eseri ve konuya yakın diğer eserleri gerekse Tuncay Özkan’ın eseri, bunun yanında benzeri eserler veren konuyla bağlantılı diğer eserler, daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse MİT’le ilgili ve bu teşkilata yönelik söylemlerin bulunduğu eserler dün tartışılıyordu ve bugün de tartışılacak. Acaba hangisi doğru söylüyor? Uyuşturucu kaçakçılığı ve diğer başka çıkar çatışmalarıyla birbirlerine yönelik saldırılar düzenleyen Ermeni terör örgütlerinin yine aynı şekilde terörvari bir yöntemle yok edildiklerini anlatma çabaları üstelik bir belge-bilgi göstermeden ortaya koymak elbette ki bilimsellikten uzak olacaktır. Ancak polisiye kurgu sevenler için bu tür çalışmalar meraklılarını bir ölçüde tatmin edecektir.
________________________________________
[1] “Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı” ile ilgili olarak bkz. Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara, 1991, s.100-102.
[2] Soner Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, İstanbul, 2001, s. 17.
[3] Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, s.16.
[4] Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, s.16-17.
[5] Yakub Cemil, Hüseyin Cahit’in anılarında “Yakup Cemil” olarak yazılmıştır.
[6] Bu olaydan sonra Enver Paşa, birçok kişinin önünde suçlayıcı bir konuşma yaparak Yakub Cemil’e kızmıştır. Bu konuşmanın çok ağrına gittiğini belirten Yakub Cemil İstanbul’a dönmüştür.( Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, s. 107.)
[7] Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Haz. Rauf Mutluay, İstanbul, 2000, s.232-234.Hüseyin Cahit devamla şunları yazmıştır. İşte yanımda dolaşan Yakup Cemil bu kişiydi. Gittiğimiz yerlerde, benden sonra, Trablusgarp savaşı üzerine konuşmalar yapıyordu. Bu hikâyelerinde, şüphelenerek öldürdüğü subay işine hiç değinmedi. O tutsak edilen sürü sürü İtalyan askerini anlatıyordu. Bunların hepsini Trablusgarp’ta sünnet ederek İslâm dinine sokuyorlardı. Yakup Cemil, hikâyesinin bu noktasına gelince, her tarafta alkış tufanları başlıyordu. Bu alkışların ta yürekten koptuğu, gözlerindeki hayranlık ve esrime ifadelerinden anlaşılıyordu....” (Yalçın, Siyasal Anılar, s. 234.)Yakup Cemil’in yaşamına ait bazı kesitler ve fotoğrafları Fethi Tevetoğlu’nun “Ömer Naci” adlı kitabında yer almaktadır. Ayrıca Hüsamettin Ertürk ile Galip Vardar’dan anılar derleyen Samih Nafız Tansu’nun kitaplarında Yakup Cemil’in serüvenleri anlatılmıştır. Çeşitli kaynaklarda adı ve yaptıkları anlatılan Yakup Cemil ile ilgili ilave olarak Tahir Alangu’nun Ömer Seyfettin (1968) kitabına da bakılabilir.( Yalçın, Siyasal Anılar, s. 411.)
[8] Celal Bayar, Ben de Yazdım, C.4., İstanbul, 1972, s.29. Ayrıca bkz. Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, s. 128-146.
[9] Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, s. 266-267.
[10] Tuncay Özkan, Radikal Gazetesi yazarı & Kanal D Haber Müdürü.
[11] www.atin.org
[12] www.atin.org Konuyla ilgili daha geniş tartışmalar için bkz. www.atin.org.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 17322

ulkucudunya@ulkucudunya.com