Kim daha Fransız?
Ömer Lütfi METE 01 Kasım 2006
BİRKAÇ yıl önce Mustafa Denizli Milli Takım Teknik Direktörü iken çok önemli bir maç öncesinde kendisine yönelik ağır eleştirilerden bayağı bunalınca, karşılık olarak 'içimizdeki İrlandalılar' suçlamasında bulunmuş, büyük de tepki almıştı.
Görünürde ona benzeyecek ama bendeniz de ülkemize, Paris'tekilerden çok daha ağır zarar veren 'içimizdeki Fransızlar' meselesine dikkat çekmeye çalışıyorum. Tabii Denizli'den çok farklı bir yerde olduğumu biliyorum. Bir kere şahsıma yönelik eleştirilere karşılık suçlamada bulunuyor değilim. Derdim cevap yetiştirmek, kendimi savunmak değil; en büyük milli yarayı teşhis... Burada kökten Batıcılığın doğrudan yerli tetikçilerini, dolaylı veya dolaysız işbirlikçilerini de kastediyor değilim.
Bütün kalbimle inanarak iddia ediyorum ki; İçimizdeki Fransızlar, bize türlü vesilelerle Batı Avrupa'daki Fransızlar'dan daha büyük kötülük eden bir kısım yetkililerimizdir. Özellikle de iki konuda, terör ve irtica bahsinde, devlet bilinci ile bağdaşması mümkün bulunmayan söylem ve eylem sahipleridir.
İçimizdeki Fransız'ın birinci türü, Türkiye'nin başındaki terör belasını 'bölücülük' adıyla tanımlayandır. Bu, devlet adına akıl almaz bir dalalet, bilinçli ise ihanettir. Dünyanın en toy devleti dahi içindeki unsurlardan oluşmuş bir 'düşman cephe' tanımı yapmaz.
Bir hareketi 'bölücü hareket' olarak tanımlarsanız, onu 'geleceğin muhtemel küçük bir devletinin çekirdeği' yerine koyarsınız. Onun önderi de bu tavrınız yüzünden kendini, gelecekte oluşacak ayrı devletin başı gibi görür. Terör maşalarının samimi parçalama arzusu olsun veya olmasın, kendi resmi ağızlarınızla ona 'bölücü' payesi verirseniz, birkaç bin militanı devletinizin rakibi düzeyine çıkarırsınız. Böylece teröristi 'siyasi düşman' edinir, onu adi suçlu olmaktan çıkarırsınız. Kendi diliniz ve elinizle kendi yaptığınız bu kötülüğü dışarıdan hiçbir Fransız istese de yapamaz. Terör örgütünü 'suç çetesi' değil de, 'ülkeyi bölmeyi aklından geçirebilecek, buna yeltenecek düşman' diye tanımlarsan, kötülüğün kaynağısın. İstersen devletin başı ol, içimizdeki en zararlı Fransız sensin.
İçimizdeki Fransız'ın ikinci en tehlikeli türü, Türkiye'deki en büyük tehdidin irtica olduğunu söyleyendir. Zira bunu söyleyen, açıkça kimseyi suçlayamadığı için milyonlarca dindar vatandaşı zan altında bırakarak devletinden koparır.
Şimdi; bu mu daha ağır Fransızlık, yoksa Paris'te fasa-fiso bir oylama ile 'sözde Ermeni soykırım' çomağını havaya kaldırıp vurmaya kalkışan mı?
İlki daha fena bir Fransız'dır. Zira soykırım nifakını kurcalayan Fransız, Türkiye'deki insanların kenetlenmesine yol açmakta, hatta Ermeniler'i bile Türkiye yanlısı tutum almaya sürüklemektedir. Nitekim Ermeni yazar Hrant Dink de, herhangi bir Türk vatandaşı gibi Paris'in bu sersemliğine cevap olarak oraya gideceğini ve 'soykırım vardır' diye inanmasına rağmen 'yoktur' diyeceğini ilan etmiş bulunmaktadır.
Hesabı doğru yapalım.
Bir tarafta Paris'in Fransız'ı bize acı vermek istiyor ama iş dönüyor, aralarında en derin husumet sancısı bulunması gereken Ermeni ile herhangi bir Türk'ü birbirine yaklaştırıcı etki yapıyor.
Ötür tarafta Ankara'nın Fransız'ı, en üst düzey resmi ağızlardan ikide bir 'irtica tehdidi' üstüne yuvarlak söylemlerde bulunarak milyonlarca vatandaştan oluşan dev bir dindar kitle ile geri kalan vatandaşlarımızın arasına husumet sokuyor.
Allah için, yahut her neye tapıyorsanız onun için elinizi vicdanınıza koyup ölçün: Hangi Fransız daha zararlı?
Paris'teki mi, Ankara'daki mi?