Hangisi doğru?
31 Temmuz 2007
Önceki gün Milliyet’te sevgili meslektaşım Devrim Sevimay’ın emekli General Kamil Erdal Sipahi ile önemli bir söyleşisi vardı. Her zaman ilginç konuk ve konu bulma becerisini bildiğim Devrim’in hiçbir söyleşisini kaçırmam.
“Kuzey Irak’a girecekti, Meclis’e girdi” başlığı ile yayınlanan söyleşide MHP’den TBMM’ye giren Sayın Sipahi bakın ne diyor:
‘’İlk bakışta 1 Mart Tezkeresi’nin geçmesi daha iyi olurdu demek mümkün. Ama bir şartla; o tezkereyle ABD’nin planını değil, kendi planımızı uygulayacak idiysek. Fakat bence tezkere geçse bile Türkiye’nin Irak’a girmesine izin verilmeyecekti. Bunu hiçbir ülke istemiyordu.Türk askerine izin verilmemesi noktasında ise daha büyük sorunlar yaşanırdı. O yüzden geçmemesi daha hayırlı oldu.’’
1 Mart Tezkeresi Meclis’ten geçseydi Kuzey Irak’a gidecek Türk birliklerine komuta edecek olan Sipahi Paşa’nın söyledikleri bunlar. Peki MHP listelerinden TBMM’ye giren emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı bundan bir ay önce acaba ne demişti:
“Tezkerenin reddiyle tarihi fırsatlar kaçtı ve bugünkü belalarla karşılaştık. Tezkere geçseydi bugün PKK’nın konuşlandığı yerlerin tamamı Türk birliklerinin kontrolünde olacaktı.Türk birlikleri PKK ile mücadelede serbest olacaktı.’’
Biri emekli general, diğeri emekli büyükelçi... Üstelik Sayın Bölükbaşı tezkere ile görüşmelerde Amerikalıların karşısında oturan kişiydi. Şimdi her ikisi MHP’de.
Bakalım bundan böyle MHP Kuzey Irak’a yönelik olası operasyonlarda daha çok kimi dinleyecek? Sipahi Paşa’yı mı yoksa bir zamanlar ‘ABD ile çok iyi pazarlık’ yapmakla ünlenen Sayın Bölükbaşı’yı mı!
Bunu çok önemsiyorum çünkü TBMM’de MHP’lilerle DTP’liler yan yana oturacak.
Ve önümüzdeki günlerde ve haftalarda PKK ve Kuzey Irak konusu hep gündemde olacak.
Baksanıza Adalet Bakanlığı DTP’li vekillerin Öcalan’ı serbestçe ziyaret etmesini önlemek için bir dakikada ve sessizce tüzük değişikliği gerçekleştirdi. Anlaşılan devlet ‘yabancı dilleri Türkçe’ olan DTP’li vekillere güvenmiyor.
Peki ya önümüzdeki dönemde örneğin PKK konusunda gizli oturum yapılırsa ne olacak?
Oysa DTP lideri Ahmet Türk ‘barış’ mesajları veriyor ve ne MHP ne de başkaları ile karşı karşıya gelmeyeceklerini söylüyordu.
Sırrı Sakık ise PKK’ye af konusunu bile gündeme getirmeyeceklerini belirterek ‘TBMM çatısı altında demokratik bir mücadele içinde olacaklarını’ söylüyordu.
Daha önce de yazmıştım.
DTP’liler içten ve dıştan rahat bırakılırsa Kürt sorununun çözümünde önemli gelişmeler yaşanabilir. Böyle bir çözüm 1 Mart Tezkeresi’ne ‘hayır’ diyen Türkiye için büyük bir şans.
Tam da Iraklı iki Kürt liderin de AKP’nin zaferinden sonra Ankara’ya olumlu mesajlar gönderdiği bir sırada. Egemen Bağış’ın Sunday Telegraph’taki “ABD’ye kafa tutan” söylemlerine rağmen Ankara’nın Kuzey Irak konusunda askeri bir eylemde bulunacağını sanmıyorum. Seçim öncesinde bile böyle bir adım atmayarak Kürt seçmenlerin oyunu kazanan AKP hükümeti cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’yi Ankara’ya davet ederek bu alanda önemli bir adım atacaktır. Talabani’nin Ankara ziyareti bence PKK konusunda çok önemli gelişmeleri beraberinde getirebilir. Çünkü Talabani, Türkiye’nin önemini biliyor ve İran ile Suriye yerine bu ülke ile daha yakın ilişki içinde olmak istiyor.
Umarım Talabani; dün CIA’in Arapça televizyonu El-Hurra’ya konuşan ve yine Kerkük ve Türkiye konusunda kışkırtıcı söylemlerde bulunan Barzani’yi de bu konuda ikna edebilir.
Bir daha söylüyorum..
Önemli olan, Barzani, Talabani ve DTP’liler’in dış güçlerin değil kendi ve birlikte yaşayacakları halkların çıkarını düşünmeleridir.
Bunu başardıkları ölçüde Türkiye, Kürt sorununun çözümünde çok daha kolay adım atabilir. Böyle bir kolaylık Suriye ve İran için de söz konusu. Suriye lideri Beşşar Esad, kendi ülkesinde Kürt sorununun çözümü için önemli anayasal düzenlemeler gerçekleştireceklerini söyledi. İran da aynı eğilim içinde.
Bu coğrafyada yaşayan herkese düşen görev artık sorunları korku, tehdit ve silahla değil diyalog, karşılıklı anlayış ve dostlukla çözmek için katkıda bulunmaktır. Herkes işe yaramadığı kanıtlanan eski alışkanlıklarından vazgeçmeli ve karşı tarafın hak-hukukuna saygı göstermeli, tanımalı ve onunla birlikte yaşamayı kabullenmeli.
Ne olur tarihin bir kez daha tekerrür etmesine izin vermeyelim ve ortak coğrafyamızı kurtarmaya hep beraber çalışalım.
Bunun da bir tek ve çok kolay formülü var:
‘Başkaları adına değil kendi adına karşılıklı konuşmak, samimi olmak ve karşı tarafa güvenmek.’
Bunu bile başaramazsak o zaman her şeyi hak ediyoruz demektir.