YENİ BİR HAÇLI İTTİFAKI VE NİĞBOLU ZAFERİ
01 Ocak 1970
Osmanlı sınırlarının Macaristan'a kadar dayanması, Macar Kralı Sigismond'u korkutmaktaydı. Zira Sigismond, ufuktan azametle yuvarlanıp gelmekte olan Osmanlı dalgasının, er geç kendi ülkesini de basacağını görmekteydi. Tek başına altından kalkamayacağını bildiği bir tehlikeye karşı gece rüyalarını, gündüz hülyalarını tutan ümid, her şeye rağmen yine de bir Haçlı ordusunun yardımında görüyordu. Fakat imdadına çağırabileceği devletlerden Venedik, bu Katolik dindasına müzaheret eder görünmekle beraber, Sigismond'un zaferinin Balkanlarda bir Macar hegemonyasına yol açacağından da endiseleniyordu. Cenevizliler ise siyasî ve iktisadî hayatlarının sağlıklı birşekildeki devamını Osmanlıların teveccühünü kazanmakta gördüklerini gizlemiyorlardı.
Sigismond, Osmanlı tehlikesini bertaraf etmek ve hatta Kudüs'e kadar gidebilmek için Avrupa'nın muhtelif memleketlerine elçiler göndererek yeni bir Haçlı ittifakının kurulmasını istiyordu. Bu ittifakın kurulması için Papalık makamı da, yoğun bir faaliyete girişerek kiliselerde Müslüman Türkler aleyhinde vaazlar verdirmeye başladı. Bu tesebbüsler, hedef Türkler olduğu için kısa bir süre içinde olumlu bir sonuç verdi. Böylece Sigismond ile işbirliği yapan Avrupa, heyecan ve ümid içinde idi. Yalnız Fransızlar değil, İngiltere, İskoçya, Lehistan, Avusturya, İtalya, İsviçre ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden gelen kuvvetler, Bulgaristan'da Sigismond 'un komutası altında toplanmaya başladı. Avrupa'nın her köşesinden süzülüp gelen cengaver, cesur ve tecrübeli şovalyeler, Osmanlı ordusunu aramaya başladı.
Birleşik Avrupa kuvvetlerinden meydana gelen bu birlikler, Sigismond'un kendilerine bildirdiği gibi, karşı tarafta bir tecavüz hareketi göremeyince, araştırmaya başladılar. Papanın desteği ile tertiplenen bu Haçlı seferine batılı bütün şovalye ve asilzâdelerin katıldıkları görülmektedir.Maiyetinde 1000 Fransız şovalyesi ile 7000 civarında yardımcı ve ücretli asker bulunan Burgonya dukası Jean de Nevers başta olmak üzere birçok asilzâdenin maiyetindeki Alman, İngiliz, İtalyan, İspanyol ve Polonyalı şovalyeler olduğu gibi, 1394 seferinin intikamini almak isteyen Eflâk Voyvodası Mirçe ve bir kısım Erdel kuvvetlerinin istirakı ile mevcudu 100.000'i (Sükrüllah, Behçetu't-Tevârih 130.000 kişi) bulan ve Türkleri Avrupa'dan sürmek gayesini güden bu Haçlı ordusu, Tuna boyunca ilerleyerek Vidin ve Rahova'yı aldıktan sonra 12 Eylül 1396'da Niğbolu önüne gelmişti. Venedik ve Rodos gemilerinden mütesekkil bir donanmanın da yardımı ile kaleyi muhasaraya başladılar. Niğbolu kalesini kuşatma altına alan Haçlı ordusuna karşı kale muhafızı Doğan Bey, şiddetli bir müdafaada bulunur. 15 gün devam eden bu kuşatma esnasında İstanbul önlerinde bulunan Sultan Bâyezid, Haçlıların hareketini duyar duymaz, muhasara mancınıklarını yakıp, Sucaeddin Evrenos Bey'i ileri göndermişti.
Kendisi de İslâm âlemine müracaat edip durumu bildirdikten sonra yanında bulunan 10.000 askerle yola çıkar. Anadolu ve Rumeli kuvvetlerinin Kara Timurtaş ile şehzadelerin komutasında sür'atle toplanıp Edirne'de kendisine ulaşmaları üzerine 60.000 kişiden meydana gelen Osmanlı ordusunun başına geçen Sultan Bâyezid, sür'atle Sipka geçidini aşmış ve Timova'da Stephan Lazaroviç ile birleştikten sonra Osma vadisinde Niğbolu ovasına hakim bir tepede ordugâhını kurar. Kaynakların verdiği bilgilere göre kalenin erzak ve mühimmat durumunu bizzat tesbit eden Bâyezid, 25 Eylül 1396 pazartesi günü (Osmanlı kaynaklarında Cuma) Niğbolu önünde meydana gelen savaşta mahirâne bir manevra ile iki kısma ayırdığı ordusunun yaya askerini yani yeniçerileri merkeze koyup onların etrafinda kapıkulu süvarilerini tesbit ile sağ ve sol kollara tımarlı sipahileri koymuştu. Arkada da ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. İki ordu, Niğbolu kalesi yakınında karşılaştılar. Galibiyet şerefini kazanmak isteyen Fransız süvarileri, başlangıçta Bâyezid'in merkezde yeniçerilerin önündeki ilk kademede bulunan ve Azep denilen hafif yaya kuvvetleri üzerine yüklenip onları mağlub ve imhaya başladılar.
Fransızlar, teslim olanları bile öldürdüler. Bundan sonra da Azeplerin gerisindeki Yeniçeri kuvvetleri üzerine yüklendiler. Fakat Yeniçerilerin ok yağmuruna tutularak epey telefat verdiler. Aynı zamanda da sol kanatta Anadolu askerine komuta eden Şehzade Mustafa kuvvetlerinin yandan taarruzuna uğradılar. Fakat, bunları da bertaraf ederek ilerlediler. Plân gereğince Osmanlı merkez kuvveti bir miktar geri alındı. Bu çekilmeden cesaret alan Fransızlar, daha da ileri giderek kıskacın içine girdiler. Onlar, Osmanlı plânını bilen Sigismond tarafindan ileri gitmemeleri ve kıskacın içine girmeyip beklemeleri hakkında verilen emri dinlemediler. Bu defa plân gereği Osmanlıların üçüncü hattı da ikiye ayrıldı. Böylece Fransızlar tepeyi işgal etmiş ve muharebenin Türklerin mağlubiyeti ile neticelendiğini zannettikleri sırada bizzat pusudan çıkan Bâyezid'in komutasındaki kuvvetlerle karşılaşınca şaşırdılar. Fakat fazla zayiat vermemek için daha önce atlardan inmiş ve yaya olarak harb eden Fransızlar, geri dönüp atlarına binmek istedilerse de kaçacakları kapının kapanmış olduğunu görerek şaşırdılar. Bunları kurtarmak için Sigismond'un gönderdiği kuvvetler ilerleyemeyerek geri çekilmek zorunda kaldılar. Tuzağa düşmüş olan kuvvetler kısmen imha ve kısmen esir edildiler.
Osmanlı ordusunun merkezine hücum eden Fransız kuvvetleri ile olan muharebe, üç saat kadar sürmüstür. Eflâk Voyvodası Mirçe, muharebenin gidiş şeklini görünce neticeyi kestirerek hemen memleketine dönmüştü. Muharebenin en tehlikeli olan ilk safhası bittikten sonra Türk kuvvetleri, derhal ve şiddetle Sigismond'un kuvvetlerine hücum etmişlerdi. İhtiyat kuvvetlerini bile muharebeye sokmuş olan Macar Kralı, hiçbir başarı elde edemedi. Sonunda kesin sonucun alınma zamanının geldiğini gören Yıdırım Bâyezid, kendi ihtiyat kuvvetlerini taarruza geçirmek suretiyle Haçlıları müthiş bir paniğe uğrattı. Sigismond, maiyetindeki bazı adamların yardımı ile Tuna nehrine gelip kendini bir balıkçı kayığına zor attı. Nehirdeki Venedik amirali Mocenigo'nun kadırgalarından birine yanaşarak Karadeniz yolu ile İstanbul'a gelebildi. Oradan da Marmara ve Çanakkale Boğazından geçip Modon limanına uğradıktan sonra Dalmaçya'ya çıkarak memleketine gidebildi.
Niğbolu muharebesinde Haçlı ordusuyla gelen prens ve asilzâdelerden bir kısmı öldürülmüş bir kısmı da esir alınmıştı. Harbe istirak etmeden kaçmış olan Eflâk kuvvetleri ile Hırvat askerlerinden başka, diğer bütün düşman kuvveti ya imha edilmiş veya kaçarken nehirde boğulmuştu.
Niğbolu'da esir düşenlerden bir kısmı önce Edirne'ye oradan da Gelibolu'ya götürülüp Haçlı donanması ile boğazdan geçmekte olan Sigismond ve maiyetindekilere teşhir edildikten sonra Bursa ve Mihaliç'e nakledilmişlerdi. Bunlardan bir kısmı da Memlûk sultanı el-Meliku'z-Zahir Ebu Said
Berkuk'a gönderilmişti. Niğbolu'da esir düşen asilzâdeler, sonradan Macaristan, Fransa ve Kıbrıs krallarının teşebbüsü ve Midilli prensinin kefaleti ile 200.000 altın florin fidye karşılığı serbest bırakılmışlardır.
Niğbolu'da elde edilen parlak zaferden sonra daha önce düsmanın eline geçmiş olan kaleler geri alındığı gibi Osmanlı himayesinde bulunan Vidin Bulgar krallığına da son verilmişti. Bundan sonra Macaristan'a büyük bir akın yapılarak külliyetli miktarda esir alınmıştı. Bu savaştan sonra Garp dünyası bir anda en seçkin asilzâdelerini kayb etmiş, süngüden kurtulan veya Tuna'da boğulmayan kılıç artıkları ise başsız, idaresiz ve perişan kafileler halinde geldikleri yerlere doğru dağlara düşmüşlerdi.
Öte yandan Niğbolu muzafferiyetinden elde edilen ganimet ve fidyelerden alınan hisseler ile Anadolu ve Rumeli'de birçok hayrat yaptıran Bâyezid'in Niğbolu'da ismine izafe edilen camii de bu sırada yaptırmış olması muhtemeldir.
Savaşı müteakip, akıncı ve sekbanlar yerleştirilmek suretiyle uç beylerinin faaliyet merkezi haline getirilen Niğbolu, serhad livası olarak Osmanlı idaresinde mühim bir rol oynamıştır. Genellikle Tuna geçitlerine hakim bir noktada, Eflâk'ı tehdid eden bir üs özelliğini taşıyan Niğbolu, Osmanlı hükümdarlarının zaman zaman Eflâk ve Macaristan seferlerine çıktıkları bir yer olarak Eflâk ve Macar krallarının taarruzlarına hedef olmuştu.
Niğbolu Savaşı: Yıldırım Bayezid’in Yükselişi
I. Kosova Savaşı’ndan sonra, Avrupa’da Türklerden en çok korkan devlet, sıranın kendilerine geldiğine inanan Macaristan’dı. Macar Kralı Sigismund, Niğbolu’da yeniçerilerden yediği darbenin etkisiyle, Osmanlı ordusuyla tek başına mücadelenin mümkün olmadığına inanmıştı. Son günlerini yaşayan Bizans bütün Avrupa’dan imdat istiyor, özellikle Kral Sigismund’dan yardım dileniyordu. Bizans ortadan kalkarsa, Hıristiyanlığın Avrupa’nın doğusundaki en son kalesinin yıkılacağına inanılıyor, bütün Avrupa devletleri Türklerin bu korkunç gidişini durdurmak üzere telaş içerisinde yan yana geliyordu.
Kral Sigismund’un ısrarcı girişimleri sonucunda başta Macaristan olmak üzere, Lehistan (Polonya), İngiltere, Almanya, Fransa, Venedik, Kastilya, Aragon Krallığı, Rodos Şövalyeleri, Papalık, Eflak Prensliği, Töton Şövalyeleri, Norveç Krallığı, İskoçya ve küçük İtalyan devletleri ile Bizans dahil olmak üzere, güçleriyle orantılı olarak hazırladıkları ordularla aynı amaç uğruna bir kez daha birleştiler. Bu haçlı seferine katılmayan bir Avrupa devleti hemen hemen yok gibiydi. Seferin uygulanması için gerekli para Batı Avrupa devletlerinden toplandı. Sadece Burgonya Dükü 700.000 Frank, diğer asilzadelerden Guy de la Tremoille 24.000 Frank sağlamıştı. Bu sefer için toplam 2.6 milyon Kron toplandı.
1396 ilkbaharında Dijon’da toplanan Haçlı orduları, buradan iki kolla hareket ettiler. Birinci kol Venedik ve Doğu Alpler üzerinden, ordunun esas kısmını oluşturan ikinci kol da Alsas-Strasbourg-Bavyera istikametinden yürüyerek Viyana’da buluştular. Geçtikleri yerlerde bulunan Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden ahaliyi katlettiler. Evlerini ve yurtlarını kana boğdular. Daha şimdiden barbar duyguları kabarmıştı. Karadan yürüyüşe geçen ordunun yanında, Cenova’da Rodos Şövalyeleri gemilerinin de dahil olduğu gösterişli bir donanma, bu harekatın deniz desteğini sağlamak üzere hazır bekliyordu. En sonunda Macar kuvvetlerinin de katılmasıyla Haçlı ordusu Budapeşte’de toplandı.
Haçlılar yaz aylarında, Macaristan Kralı Sigismund’un ve Korkusuz Jan’ın komutasında iki ayrı kol halinde harekete geçti. Birinci kol, Transilvanya ve Eflak’ın dağlık kısmından yürüdü. İkinci kol, Orsova şehri yakınındaki Demirkapı’dan Tuna Nehri’ni geçti. Fransızlar Eflak’ta halka o tarihe kadar örneği görülmemiş zulümler yaparak Tuna’nın güneyine ilerlediler. Artık Türk topraklarına girmişlerdi. Haçlıların Tuna Nehri üzerinde ve Orsova’nın karşısında yer alan Adakale’den geçişleri günlerce sürdü. Haçlı ordusunun komutanları, İstanbul’u kuşatmaya devam eden Yıldırım Bayezid’in bu kuşatmadan vazgeçemeyeceğini umuyorlar, vazgeçse bile Osmanlı ordusunun böyle bir harekattan çözülüp kendilerine müdahalesinin mümkün olamayacağını zannediyorlardı. Böylece hızlı bir yürüyüşle Osmanlıları Trakya’da yakalayacaklar, hatta kuşatmayla meşgul olan Türklerin askeri gücünün tamamını arkadan vuracak fırsatı elde edeceklerdi. Yıldırım Bayezid ise düşmanının bağrına sokulmuş olan casusları sayesinde durum hakkında sürekli bilgi alıyor ve olayları yakından takip ediyordu.
Haçlılar, Orsava’yı ele geçirdikten sonra Vidin’e saldırarak Vidin Kalesi’ni kuşattılar. Vidin’deki Bulgar halkının evlerini bastılar, kadın veya çocuk gözetmeksizin herkesi katlettiler. Vidin’de yaklaşık 250 kişiden oluşan Osmanlı garnizonunu işkencelerle öldürdüler. Bu kahramanlıkları üzerine 300 kadar Fransız askeri “Şövalyelik” rütbesiyle ödüllendirildi. Buradan Rahova ve Brehape kalelerine taarruz ettiler. Bunlardan Brehape Kalesi Osmanlılar tarafından kahramanca savunulduğundan bu kaleyi düşüremeden yollarına devam ettiler. Yaz sonunda Haçlı ordusu Niğbolu Kalesi’ne ulaştı. Niğbolu Kalesi’nin komutanı, iyi bir asker olan Doğan Bey idi. Haçlıların ilerlediğini ve kaleye taarruz edeceğini bildiğinden, daha onlar gelmeden önce bu stratejik kilit noktasını savunabilmek için bütün tedbirleri almıştı. Kale surları önüne büyük lağımlar açtırmış, savunma mevkilerini berkitmişti. Doğan Bey, Niğbolu’daki bütün halkı, Müslüman veya Hıristiyan olarak ayırmadan kale içine almış, onların hayatını Haçlıların vahşetinden kurtarmıştı. Kalede erzak ve silah boldu. Disiplin üst seviyedeydi. Doğan Bey, Haçlıları kaleye bağlayıp onlara zaman kaybettirmeyi, elinden geldiğince düşmanı yormayı, kazandıracağı zaman içinde Osmanlı ordusunun yetişmesini sağlayacak şartları oluşturmayı planlıyordu.
Bu sırada Yıldırım Bayezid’in Niğbolu’ya yaklaşmakta olduğu haberi geldi. Bu derece sayı ve silah bakımından üstün bir ordunun üzerine Osmanlıların yürümeye cesaret etmesi gibi bir düşünce, Haçlı komutanları arasında alaylı gülüşmelere sebep oldu. Haçlı ordusunun disiplinsiz ve başıbozuk hareketlerinin tam aksine Osmanlı ordusu, büyük bir sessizlik ve düzen içinde Edirne’de hazırlıklarını tamamlayarak Eylül 1398’de hareket etmişti. Gece gündüz yapılan aralıksız bir yürüyüşle, Filibe-Şipka Geçidi-Tırnova yolunu izleyerek dört günde Niğbolu’ya ulaştılar.
120.000 kişilik Haçlı ordusunun 70.000’i Macar, 10.000’i Fransız, 6.000’i Alman, 10.000’i Ulah, 3.000’i İngiliz ve 21.000’i de geri kalan devletlerden oluşuyordu. Haçlı ordusu, askerlerini öncü, taarruz ve ihtiyat kuvvetleri olarak üç kademeye ayırmıştı. Öncü kademesinde, Fransız, İngiliz ve Alman şövalyeleri bulunuyordu. Asıl kuvvetler olan taarruz kademesinde, Macar, Bohemya, Boşnak, Hırvat, Ulah ve Lehler bulunuyor, ihtiyatta ise İtalyanlar yer alıyordu.
Osmanlılar ise 90.000 kişilik bir orduya sahipti. Bu kuvvetlerin 45.000’ini süvariler, 35.000’ini azaplar, 5.000’ini de yeniçerilerden oluşuyordu. Ayrıca antlaşmalar gereği Lazovic komutasındaki 5.000 kişilik bir Sırp kuvveti de Osmanlı ordusunda bulunuyordu. Orduda küçük bir topçu birliği de bulunmaktaydı. Osmanlılar beş farklı kademede tertiplenmişti. Birinci kademe olan emniyet kuvvetlerinde Evrenos Bey’in komutasındaki akıncılar bulunuyordu. İkinci kademeye Saruca Paşa komutasındaki azaplar yerleştirilmişti. Üçüncü kademe, klasik savaş düzenine göre 5.000 süvari ile 10.000 piyadeden oluşuyor ve bunların sol tarafında Anadolu ordusu, sağ kanadındaysa Rumeli ordusu bulunuyordu. Dördüncü kademede bir kısmı yeniçeri olan 20.000 kişinin başında Yıldırım Bayezid vardı. Beşinci kademedeyse genel ihtiyat kuvvetleri bırakılmıştı.
Yıldırım Bayezid’in planına göre, en ilerideki hafif süvari birlikleri ve onların arkasındaki azaplar, bir süre düşman ordusuyla dövüştükten sonra geri çekileceklerdi. Çekilme safhasından sonra düşmanı kuşatacak süvarilerini ordusunun iki kanadında, ovayı çevreleyen sırtlar ile ormanlık bölge içinde pusuya yatırmıştı. Asıl darbeyi vuracak olan yeniçeriler ise Osmanlı ordusunun arkasında yer alan tepelerin ardında bekliyorlardı.
Tarihe “Niğbolu Meydan Muharebesi” olarak geçecek büyük savaş, 28 Eylül 1398 sabahı başladı. Fransızlar sayıca çokluklarına, gösterişli atlarına, parlak kılıç ve mızraklarına güvenerek ilk önce Osmanlıların taarruzunu beklemeyi yüksek gururlarına yediremediler. Fransız kuvvetlerinin komutanı Jean de Vienne, Meryem Ana sancağını kaldırarak askerlerini heyecana getirdi ve Osmanlıların ön cephesine doğru ilk saldırıyı başlatmış oldu. Askerler, kendi ordularının zenginliği yanında pek gösterişsiz olan Türk hafif süvarisine, cesaretle ve naralar atarak taarruz ettiler. Macar Kralı’nın yerinde uyarılarına rağmen savaşın şeref ve onurunu kaptırmamak için dikkate değer bir kahramanlıkla savaşıyorlar ancak Türk taktiklerini ve savaş sanatının inceliklerini bilmediklerinden gittikçe Yıldırım Bayezid’in hazırladığı ölüm tuzağına doğru yaklaşıyorlardı.
Savunmanın öncü aşaması olan emniyet kademesinde, Türk askerlerine karşı sağladıkları üstünlük, onların sağduyudan uzaklaşmasına ve çılgınca davranışlara sebep oldu. Şehit olan Osmanlıların yerlerde yatan vücutlarının arasından zafer naraları atarak savunmanın ilk hattına doğru ilerlemeyi sürdürdüler. Bu arada esir aldıkları 3.000’e yakın Türk askerini, gözleri dönmüş bir barbarlıkla katlettiler. Tecrübesine dayanan Couoy Siri, Fransız şövalyelerine bu günlük zafer ile yetinmeleri için boşuna yalvarıyordu. Gözlerini cüret ve kan bürümüş olan bu gençlere her nasihat korkaklık gibi geliyordu. Daha önceki çarpışmada güçleri tükenen atların bile dinlenmesine fırsat vermeden tekrar taarruza geçtiler.
Türk hafif süvarisi olan akıncılar, görevlerini büyük bir metanetle yerine getirdi. Ağır kayıplar vermelerine rağmen bu öncü muharebesinde düşmanı yormayı başardılar. Süvariler bu aldatmaca direnişinin sonunda iki kanada doğru çekilerek, düşmanın asıl kuvvetlerini azaplarla karşı karşıya bıraktılar. Fransızlar ise asıl muharebeyi kazandıklarını sanarak alabildiğine Osmanlı saflarının derinliklerine dalıyorlardı. Aslında bunlar, diğer Haçlı kuvvetleriyle birlikte Avrupa’nın seçkin ve cesur savaşçılarıydılar. Fakat daha önceki savaşlarda beş-on bin kişilik ordularla karşı karşıya gelerek vuruşmaya alışmışlardı. Büyük çapta bir meydan savaşı nedir, nasıl yönetilir, nasıl sonuç alınır bilmiyorlardı. Ayrıca Osmanlı ordusu itaatkâr ve disiplinliydi. Padişah’ın verdiği her emir, bir dakika bile gecikmeden ve harfiyen yerine getiriliyordu. Haçlı Başkomutanı Sigismund ise şu ana kadar değil bütün orduya, kendi Macar tümenlerine bile hakim olamamıştı.
Osmanlı savunmasının ilk hattında, Haçlı süvarileriyle yaya olan azaplar arasında şiddetli bir çarpışma başladı. Azapların ok yağmuruna tutulan Haçlı süvarileri ağır kayıplar verdiler. Fransız saldırıları bir cephe taarruzu şeklinde, dalga dalga savunma cephesine çarpıyor, azaplar onları kıra kıra, daha geriye yeniçerilerin bulunduğu asıl savunma hattına doğru çekiyorlardı. Fransızlar, azapların çekilmesiyle büyük bir hızla, Osmanlı asıl savunma hattının merkezi doğrultusunda cepheyi yarmak için kuvvet yoğunlaştırdılar. Azaplar, daha önce berkitilmiş mevzilerin, hendeklerin ve sivri kazıklardan oluşturulmuş engel hatlarının arasından yeniçerilerin üzerine doğru çekilirken, yeniçeriler ve Anadolu sipahileri taarruz eden Fransızlar üzerine yoğun bir ok atışı yapmaya başladılar. Türk topçusu da bu aşamada, Haçlı süvarilerinin üzerine yağdırdığı gülleleriyle düşman atlarını korkutmaya başladı. Fransızlar, sivri kazıklarla karınları yarılan ve hendeklere düşüp ayakları kırılan atlarının yanında, oklarla yaralanan ve ağır kayıplara uğrayan askerlerinin feryatlarına aldırmadan atlarından indiler ve savaşa yaya olarak devam etmeye başladılar. Çatışmalar her iki taraf için de çok şiddetli ve kanlı geçmeye başladı.
Osmanlı ordusunun merkez kuvvetleri savunma görevini yapmıştı. Ağır zırh ve donatımlarıyla, bunaltıcı bir sıcak ve güneşin altında yaya olarak yaptıkları savaşta iyice yorulan ve güçleri tükenmeye başlayan Fransızlar, kazandıklarını sandıkları zaferin son meyvelerini toplamak için, başlangıçta bilinçli bir çekilmeyle yanlara doğru açılan Osmanlı birliklerinin açtıkları boşluktan önlerindeki sırtlara doğru umutla tırmanmaya başladılar. Haçlı ordusunun kanatlarında ve gerisinde herhangi bir emniyet tedbiri veya Türk karşı taarruzunu durduracak ihtiyatları yoktu. Batan güneşin son ışıklarında, tepelerin üstünde binlerce yeniçerinin mızrağı parıldadı. Bu mızrak ve kılıç ormanı içinde yer alan Yıldırım Bayezid düşmana düşünmek fırsatı bile vermedi. Fransız askerlerini merkezden karşılayan yeniçerilerle birlikte ordusunun iki kanadını açarak tekrar birleştirince Haçlıların asıl kuvvetlerini oluşturan Fransız birliği demir bir çember içine alınmış oldu. Fransızlara seslenen Padişah, silahlarını bırakırlarsa hayatlarının bağışlanacağını ifade etti. Böylece ihtiyat kuvvetleri tarafından esir alınarak, ordu ağırlıklarının bulunduğu tepelerin ardına götürüldüler.
Haçlı ordusunun büyük kısmı yok olmaya yüz tuttuğunda, Macar Kralı Sigismund onlara yardım etmeye karar verdi. Ancak gönderdiği süvari birlikleri, cepheden geriye doğru kaçan atların etkisiyle paniğe kapılarak dağılmış, aynı zamanda Haçlıların genel ihtiyatı görevinde bulunan kuvvetler de büyük bir kargaşa içinde kurtulma derdine düşmüşlerdi. Macar ordusuyla beraber olan Lazkovic gibi komutanlar da aynı akıbete uğramamak için kuvvetlerini alıp savaş alanını terk ettiler. Kral Sigismund 30.000 kişilik bir kuvvetle yalnız kalmıştı. Macar Kralı, çaresiz bir durumda elinde kalan son kuvvetlerle, Osmanlıların üzerine yürüdü ve akıllıca bir davranışla, çoğu yaralı veya yorgun olan azapların bulunduğu kısma saldırarak başlangıçta bir üstünlük sağladı. Macarlar bu kesimde zinde ve sayıca üstün olduklarından süratle ilerleyerek 12.000 kadar Türk askerini şehit ettiler.
Macarların durumu kendi lehlerine çevirmeye başladığını gören Yıldırım Bayezid, bu kısma süratle el atarak kuvvetleri bizzat yönetmeye başladı. Bu arada atının öldürülmesine ve kendisi de yaralanmış olmasına rağmen başka bir ata atlayarak en ileri saflarda göğüs göğse savaşa devam etmeye başladı. Onun bu liderliğini ve cesaretini gören askerler yeniden canlanarak büyük bir azim ve şevkle düşmana saldırınca Macar ordusu çökmeye başladı. Macarların gerisinde bir ihtiyat kuvveti bulunmadığını anlayan Padişah, sarsılan düşmana en son darbeyi vurmak üzere sağ ve sol kanatlarda, ormanlık alanın içine önceden gizlemiş olduğu sipahileri, Macar ordusunun yanlarına ve gerilerine doğru taarruza geçirdi. Osmanlıların Haçlı ordusuna indirdiği bu son yumruk Kral’ın sancağını devirdi ve Macarlar bozguna uğrayarak panik içerisinde kaçmaya başladılar. Sigismund, ordusunun bu acı yenilgisini görünce artık hiçbir umut kalmadığını anlamıştı. Çevresindeki komutanların da baskısıyla küçük bir kayığa binerek kendisini Tuna Nehri’nin akıntısına bıraktı. Bir Venedik kadırgası onu Tuna ağzında kurtararak İstanbul’a kaçırdı. Böylece büyük gayretlerle bir araya getirilen Haçlı ordusu imha edilmiş oluyordu. Osmanlıların kayıpları ise 30.000 civarındaydı.
Savaşın ardından Yıldırım Bayezid, bu bölgedeki yerel halkı Anadolu’ya gönderiyor, Anadolu’daki Türkleri de buralara yerleştirerek Balkanlardan Adriyatik kıyılarına kadar olan bölgeyi İslamlaştırıyordu. Osmanlılar bu büyük zaferin haberini zafernameler ile Asya hükümdarlarına gönderdi. Ayrıca hediye olarak, esir alınan şövalyelerden 60’ı zırhlarını kuşanmış olarak bu ülkelere gönderildi. Avrupa’dan Osmanlılara tutsak olanların kurtarılabilmesi için Yıldırım Bayezid’e yakarıcı mektuplar yazıldı, büyük miktarda hediyeler verildi, fidyeler takdim edildi. Bu fidyelerle ve savaştan sonra ele geçirilen ganimetlerle, Anadolu ve Rumeli’de birçok cami, vakıf ve faydalı kurumlar inşa edilmiştir. Yıldırım Bayezid’e karşı bir daha silah kullanmayacağına yemin eden ve Bursa’da tutsaklıktan affedilerek ülkesine dönmek üzere veda için huzuruna çıkan Korkusuz Jean’a, Padişah şöyle dedi: “Bana karşı bir daha silah kullanmayacağına dair ettiğin yemini, sana bağışlıyorum. Ülkene döndüğün zaman benimle yine savaşmak istersen, bana karşı Hıristiyanlığın bütün kuvvetlerini toplayıp yeniden gel. Ne kadar büyük bir ordu toplayabilirsen, bana şan ve şeref kazanmak için o kadar fırsat vermiş olursun.”