LALE DÖNEMİ VE PATRONA HALİL İSYANI ÜZERİNE YENİ DEĞERLENDİRMELER
H. Mustafa ERAVCI - İlker KİREMİT 01 Ocak 1970
Özet
Lale dönemi ve Patrona Halil İsyanı hakkında modern çalışmalarda veri , metot
kullanımı ve olayları tanımlama bağlamında perspektif sıkıntıları mevcuttur. Bu dönem
hadiselerinin ana kaynaklar ışığında modern çalışmalardaki tanımlamalarında ele
alınarak tekrar değerlendirilmeye ihtiyaç vardır. Patrono Halil hareketi üzerinden
dönemin bütününe dair tanımlama yapmak konun aydınlatılması açısında çok daha
faydalı olacaktır.
XVII. Asır başlarından itibaren Osmanlı Devletinde sistemi idame ettiren
kurumlarda yaşanan çözülme ve ardından XVIII. Yüzyıldan itibaren gelişen
olaylar nazarında değişimin bir gerileme, kötüye gidiş olarak algılanmaya
başlandığı görülmektedir. Bunun paralelinde Osmanlı, yükselen Batının
ekonomik, askeri, politik ve teknolojik alanda gerisinde kaldığını da kabul
etmeye başlaması bilhassa meydana gelen askeri yenilgilerin ardından devlet
çözüm arayışına girmiş ve bu hususta Avrupa seviyesine ulaşabilme gayesiyle
yenileşme hareketlerine başlamıştır. Yeni ve kalıcı tedbirler alınmaya başlanıp
devlet kurumlarının ve toplumsal yapının değiştirilme ihtiyacı belirgin bir
şekilde devlet ileri gelenleri tarafından kabul görmeye başlamıştır. Bu sebeple
XVIII. Yüzyıldan itibaren devlet içerisinde yenileşme fikirlerinin önem
kazandığı görülmektedir.
Yenileşme fikirlerinin ortaya çıkması itibariyle deyim yerindeyse artık
üstünlük sağlamakta zorlanılan Batı`da yaşanan gelişmelerin yada baş
edilemeyen bu gücün kullandığı araçlar ve kurumların yapısı üzerinden referans
geliştirmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu açıdan yapılmaya başlanılan
yenileşme hareketlerinin Lale Devrinde başladığı görülmektedir. Bu dönemin
algısı itibariyle gerçekleştirilen çalışmaların aynı zamanda bir model taklidi
olması ve özellikle Batı`nın yarattığı yaşam tarzının sosyo-kültürel boyutunun
da etkisini bu süreç içerisinde göstermesi yapılan çalışmaların niteliği açısından
bir tartışma oluşturmaktadır. Bu tartışmanın sebebi devletin bulmaya çalıştığı
çarelerin niteliğiyle ilgili olmaktadır. Lale devrinden itibaren yaşanan
gelişmeler daha sonra değineceğimiz gibi yenileşme, uyanış ve hatta
modernleşme sürecinin başlangıcı olarak tarif edilmesi konusu da yine üzerinde
düşünülebilecek bir mesele olduğunu söyleyebiliriz. Ele alacağımız konu olan
Patrona Halil İsyanını ortaya çıkaran gelişmelerin dönemi olarak tarif edilen
Lale Devri`nin yarattığı şartlar bağlamında incelemeye çalışacağız.
Bu konuda yaptığımız araştırmalarla isyanın ortaya çıktığı şartlardan
hareketle isyanın gelişmesi ve bu isyanın oluşumunda temel faktörlerin tespitini
yapmaya çalışacağız. Ayrıca bahsi geçen dönem ve ardından oluşan bu isyanla
ilgili olarak yapılmış bazı çalışmalarda oluşturulan perspektif açısından
tartışılabilecek noktalarında olduğunu da göstermeye çalışacağız. Konuya
başlamadan önce isyanın ortaya çıktığı şartları göstermeye çalışacağız.
Lale Devri`ne Bir Bakış
Osmanlının sahip olduğu iktidarın değişen koşullar karşısında zayıflamaya
başlamasının paralelinde yaşadığı gerileme kendini bilhassa askeri alanda alınan
yenilgilerle somut olarak göstermekteydi. Bu durum Osmanlı askeri yapısının
ve silah teçhizatının zamanın mevcut savaş teknolojisinden geride kaldığını da
göstermektedir1. Genel anlamda bu durumdan kurtulmak hususunda çareler
aramaya başlayan devlet, artık Batının sahip olduğu üstünlüğü kabul etmekle
beraber kendisine nazaran Avrupa`nın daha güçlü olmasına sebep olan şartları
kendinde tatbik etmek için girişimlerde bulunmaya başlayacaktır2. III. Ahmet`in
1718-1730 tarihleri arasındaki saltanatı ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa`nın
sadareti zamanında geçen dönem Lale devri olarak anılmaktadır3. Bu
dönemden itibaren Osmanlı`da Batı`yı referans alarak kurumsal açıdan ıslahat
fikrinin tatbik edilmeye başlandığı görülür. Yapılan bu çalışmaların daha çok
Padişahın aynı zamanda damadı olan Sadrazam Damat İbrahim Paşa
insiyatifinde yapıldığı görülmektedir. Böylece bozulmuş ve gelinen zamanın
şartlarının gerisinde kalan askerî, idarî ve ekonomik sistemin düzeltilmesi
hususunda çalışmalar başlatılmıştır4. Devletin Avrupa ile olan ilişkilerindeki
değişim bu dönemden itibaren saldırganlığın yerine savunma mekanizmasının
geliştirilmesi şeklinde gelişmiştir5. Bu dönemden itibaren barış şartlarının
korunmak istenmesinin sadece Batı ile olan münasebetiyle ilgili olduğu,
devletin İran`ın içinde bulunduğu şartlardan istifade etmek hususunda askeri
hareketi tercih etmesinden çıkarabilmekteyiz. Bu dönemde başta Paris`e
gönderilen Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet olmak üzere Avrupa`ya gönderilen
elçiler Batı kültürünü yakından gözlemeye ve bilgi toplamaya gayret
etmişlerdir. Bunun yanında münasebetlerin geliştirilmesi hususunda da Avrupa
ülkelerinin diplomatik temsilcileriyle düzenli ilişkilerin kurulup Avrupa`da ki
gelişmelerden haberdar olunmaya çalışılmıştır6. Bilhassa Fransızlarla kurulan
yakın ilişkinin paralelinde ordunun Avrupa çizgisinde yapılanması hususunda
çalışmalara başlanmıştır7. Tabi İstanbul`a gelen Huguenotların ve bunların
başında bulunan Rochefort`un bu konudaki rolleri önemli olmaktaydı.
Rochefort`un yeni bir ordunun vücuda gelmesi ve askeri mühendishane açılması
1 Alaaddin Yalçınkaya, “XVII. Yüzyıl Islahat, Değişim ve Diplomasi Dönemi (1703-1789)”,
Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002, c. XII s. 65
2 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987, s. 149
3 Ahmet Akgündüz-Sait Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul,1999, s. 216
4 Mustafa Akbulut, İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002,
c.XIV s. 919
5 Alaattin Yalçınkaya,agm., s. 73
6 Niyazi Berkes, Türkiye`de Çağdaşlaşma, İstanbul 2004, s. 57; Mümtaz Turhan, age,, s. 138;
Alaattin Yalçınkaya, agm., s. 485
7 Celal Pekdoğan, Modernleşmeye Giden Yolda Bazı Fikirler, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002,
c. XIV s. 606
hususunda rapor sunması ve bu husustaki çalışmaları teşvik ettiği
görülmektedir. Bununla kalmayan Rochefort ayrıca Osmanlı`nın mali sıkıntının
sebepleri hakkında tespitler yaparak bunun nedenlerini göstermeye ve çareler
aramaya çalışmıştır8. Ancak Rochefort`un askeri alanda önerdiği çalışmaların
uygulamaya girmesi ve yeniçerilerin bu konuda tepki göstermiş olduğuna dair
Ahmet Refik`in bu iddiası yeni tarzda bir askeri oluşumun veya fikri alt
yapısının şekillendiğini göstermektedir.
Bu dönemin önemli yeniliklerinden biriside, her ne kadar Avrupa`dan
yaklaşık iki yüz yıl sonra kullanılmaya başlanılsa da, bu dönemde İstanbul`a
getirilen matbaadır. Fransa`ya elçi olarak giden Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet ve
oğlu burada matbaayı tanımış; ayrıca Macar asıllı İbrahim Müteferrika ve devlet
desteğiyle kültürel alanda önemli bir yeniliği getirdiği kabul edilen matbaayı
kurmuşlardır9. Dini kitapların dışındaki pek çok farklı konuda yazılmış
kaynakların basımına başlanmıştır. Ancak basım maliyetinin yüksek olması ve
okuma yazma sorunu gibi sıkıntılardan dolayı matbaanın bu dönemde etkili bir
fonksiyonu olmamıştır10.
Tüm bu gelişmelerin yanında yine Fransa`dan getirilen saray ve bahçe
planlarına göre önemli bir imar faaliyetine girişildiği görülmektedir. Yapılan bu
çalışmalardan Kağıthane`nin Versay ve Fontainebieau`ya benzetilmek istendiği
anlaşılmaktadır. Burada yapılan inşa faaliyetleri daha ziyade padişah kasırları,
konaklar, medrese, çeşme gibi yapılardan oluşmaktadır. Burada kullanılan
işlemelerdeki lale motifi ve yine döneme ismini veren lale çiçeğine olan ilgi
basit bir anlam ifade etmiyordu. Öyle ki lale çiçeğine olan ilgi abartılı bir
şekilde olmakta ve aslında bu dönemin ileri gelenlerinin oluşturdukları yaşam
tarzının simgesi olmaktaydı. Bununla beraber Sadrazam Damat İbrahim Paşa
eski saraydan uzakta yani Kağıthane`de padişah için Sa`dabad sarayını da inşa
ettirmişti11. Ayrıca bu dönemde sanat alanında önemli gelişmelerin olduğu ve
Nedim gibi ünlü şairlerin, yazarların doğmuş olduğu ve bunların devlet
tarafından desteklendiği görülmüştür12
8 Ayrıntılı olarak bakınız Niyazi Berkes, age.s. 48
9 Mustafa Akbulut, agm., s. 920-921; Mücteba İlgürel; “III.Ahmet”, Doğuştan Günümüze Büyük
İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktörü: Hakkı Dursun, İstanbul 1993,c.XI s. 127; Ahmet
Akgündüz- Said Öztürk, age. s. 213
10 Niyazi Berkes, age.61-64
11 Mücteba İlgürel, agm., s. 127; Münir Aktepe, Patrona Halil, İstanbul, 1958, s. 7-8; Stanford
Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul 1982, c. I, s. 318-19
12 Mustafa Akbulut, agm, s. 919
Kağıthane`de ki inşa çalışmaları beraberinde yeni bir eğlence tarzı
oluşturuyordu. Yazın Çırağan sefaları, kışın helva sohbetleri tertip edilmekte ve
yoğun bir eğlence sarfiyatında bulunulmakta idi13. Ancak bu eğlenceler ve
Avrupa kültürü ile siyasetinin referans alınarak yapılan çalışmalar sadece devlet
erkanı ve beraberinde bunlara yakın olan elit kesim ile yani dar bir alanda
geçerli olmakta halk kitlesini doğrudan kapsamamaktaydı14. Bu durum aslında
tatbik edilen çalışmalar ve yenileşme hareketinin ciddi sıkıntılar yarattığını
görebilmekteyiz. Bundan başka yapılan yenileşme hareketinin daha çok Batı`yı
taklit olarak işlediğine dair eleştirilerin yapıldığı görülmektedir15.
Lale Devri hakkında yapılan çalışmalarda bu dönemin tarifi hususunda
kullanılan “uyanış”, “Türk Rönesansı” ifadeleri dikkat çekmektedir16. Bilhassa
bu dönemin mevcut şartlarının “uyanış” ile tarif edilemeyeceğinden bahseden
Niyazi Berkes`den anlaşıldığı gibi kullanılan bu tariflerin çok iddialı ve özel
şartları karşılayacak terminolojik ifadeler oldukları söylenebilinir17. Kaldı ki
uyanış tarifinin çok daha geniş kitleleri ilgilendirmesi ve beraberinde süreci
olumlu etkileyecek bir gelişme yaratması gerektiğini düşünürsek bu dönemde
bir uyanışın ortaya çıktığını iddia etmek pek muhtemel görünmemektedir.
Çünkü bu dönemde yapılan çalışmalar ne iyileşme yaratıp devletin durumunu
düzeltmiş ne de toplumun yaşam şartlarını iyimserleştirmiştir. Bilakis zaten
ülkenin kötü olan maliyesine karşı önemli bir oranda israfın yapılması ve İran
ile yapılan savaşında kötüye gitmesi işleri daha da kötüleştirmiştir. Bu şekilde
gelişen şartlar ortamında özellikle bazı çıkar kesiminin yada mevcut iktidarın
dışında kalmış ileri gelenlerin yeniçeri kitlelerini harekete geçirmesi sonucunda
bu dönemi sona erdirecek isyanı doğurmuştur.
İsyanın Sebepleri
İsyanın sebepleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. İncelediğimiz
kaynaklarda, konuyla ilgili yapılan değerlendirmeler arasındaki farkın,
Osmanlı`da ki bozulma ve isyanın sebepleri hakkında olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim incelediğimiz bu kaynaklarda isyanın sebepleri hakkında yapılan
13 Ahmet Refik, Lale Devri, İstanbul, 1331, s. 88; Mücteba İlgürel, agm., s. 127
14 Alaattin Yalçındağ, agm, s. 75
15 Ebubekir Sofuoğlu, agm., s. 634
16 Mümtaz Turhan, age. s. 138, Alaattin Yalçınkaya, agm., s. 76; Stanford Shaw, age. s. 326
17 Niyazi Berkes, age. s. 42
değerlendirmelerin yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Bunlardan
birisinde, isyanın çıkışında ahlaki bozukluklar vurgulanırken böylece
isyancıların eylemlerinin meşru gerekçesi gösterilmeye çalışılmıştır18. Ancak bu
iddianın mevcut hareketin nedenlerini karşılamayacağı aşikardır. Şayet öyle
olsaydı isyanı kontrol edenlerin daha sonra mevkiye getirildiklerinde alternatif
bir davranış sergilemeleri beklenirdi. Ama görüldüğü kadarıyla durum hiç öyle
olmamıştır19. İsyanın sebepleri hakkında inceleme yapan Ahmet Refik`in
tespitleri dikkat çekmektedir. O, bu isyanın sebebini; padişah ve onun
çevresinin yaşadığı zevk ü sefadan çok memlekette pek çok medresenin
açılmasıyla birlikte burada eğitim gören bazı kişilerin idrakten yoksun bir
şekilde hoca oldukları ve halk arasında otoriteye karşı kışkırtıcı hareketlerde
bulunduğunu ifade etmekte ve bunlardan birisi olarak Ayasofya Vaizini örnek
göstermektedir20. Bununla da kalmayan Ahmet Refik, yaptığı tespitlerle isyanın
ortaya çıkışı hakkında önemli çıkarımlar yapmaktadır. İsyanın çıkış sebeplerini
doğrudan menfaat ile ilişkilendirmektedir21. Bunu daha özelde belirtmek
gerekirse, Damat İbrahim Paşa`nın yönetimden tasfiye ettiği kişilerin- ki başta
İstanbul kadılığından azil olmuş Zulali Hasan Efendi, Haric Müderrislerinden
Deli İbrahim Efendi ve İspirizade Ahmet efendidir- menfaatlerinin sarsılması ve
otoritelerini kaybetmesi karşısında duydukları öfkenin sonucunda böyle bir
hareketi örgütlemeye başlamışlardır22. Tabi ki kitleleri harekete geçirmek için
şartların, muhalif söylemlere yani hareketin göreceli meşruiyetini sağlama
konusunda uygun olması gerekmektedir. İşte bu nedenle isyanın oluştuğu
koşulları ve o zamanın “halet-i ruhiyyesini” göstermek yerinde olacaktır.
Anadolu ve Rumeli`de tekrar eşkiyalık ve isyan hareketleri çıkmaya
başladığı gibi ülkede enflasyon, kıtlık salgın hastalık ve asayişsizlik dönemine
girilmesine rağmen yönetimin ve özelde sadrazamın bunları önlemek için pek
fazla bir alternatif yaratamadığı görülmektedir23. Bu durum zaten sıkıntı
yaşayan tarım halkını ve şehirdeki esnaf ehlini doğrudan etkilemekteydi.
Bilhassa Anadolu`da eşkiyanın verdiği korku, büyük şehirlere ve özellikle
İstanbul`a göçleri hızlandırmış bu durum mevcut dengenin bozulmasına neden
18 Ebubekir Sofuoğlu, agm., s. 633
19 Abdi Efendi, Abdi Tarihi, Haz. Faik Reşit Unat, Ankara 1999, s. 51-52; Alaattin Yalçınkaya,
agm., s. 80
20 Ahmet Refik, age. s. 87
21 Ahmet Refik, age. s. 91
22 Ahmet Refik, age. s. 92; Münir Aktepe, age. s. 103
23 Münir Aktepe, age. s. 2-3; Alaattin Yalçınkaya, agm. s. 77
olmuştur. Bu sonucunda zirai sahalar işlenemez duruma gelmiş ve şehirde
nüfusun artmasıyla işsizlik ve ayaklanmaların çoğalmasına sebep olmuştur24
Ayrıca göç eden bu reayanın diğer yerli ticaret erbabın ve esnafın işini
zorlaştırdıkları gibi, aslında asıl vazifelerinden oldukça yabancılaşmış olduğunu
söyleyebileceğimiz yeniçerilerinin de ticaret ile meşgul olmaları da bu kesimin
şikayetlerini artırmaktaydı25.Çok önceden başlamış olan kötü gidişata karşın lale
dönemindeki aşırı harcamalar ve hatta çoğunlukla savurganlığın artması
neticesinde yeni vergilerin konulması ülkedeki sosyal ve iktisadi dengeleri daha
da sarsmıştır. Bu konuya değinen Abdi, tüm olumsuzluklara karşın Sadrazamın
ve çevresindekilerin daha önce olmayacak kadar dikkat çeken eğlencelerin
tertibi ve yapılan aşırı harcamalar ciddi sıkıntı yaşayan kitlelerin rahatsız
olmasına sebep olmaktaydı26 kaydını düşer.
Bu sırada İran da karışıklık içerisinde bulunuyordu ki bu nedenle Damat
İbrahim Paşa, israf politikası sonucu olarak tebaanın vergi yükünü
hafifletebilmek için İran`ın içinde bulunduğu bu durumdan yararlanmak üzere
savaş arzu ediyordu. Savaş küçük ama elde edilen kazanç çok olmalıydı27.
Önceleri başarılı olundu fakat Kafkas tarafından Rusların girişimde
bulunmasıyla birlikte Rusya ile bu hususta müşterek olarak hareket etmeye
başlanmış ve İran`ın batı bölgelerinin kendi aralarında mukassemesi yapılmaya
başlanmışdı. Fakat daha sonra İran Şahı II.Tahmasp`ın Afşar reisi Nadir
Han`dan destek görerek yeniden harekete geçilmesiyle Osmanlı`mağlup edilmiş
ve kadim topraklar tekrar geri alındı. Bu durum karşısında Sadrazam karşı
harekete geçmek istediyse de Sultan`ın bu husustaki isteksizliği durumu daha da
kötüleştirdi. Bunun yanında sonuçlanamayan savaşın yarattığı hoşnutsuzluğun
yanında ayrıca Sünni Müslümanların bulunduğu bölgelerin de Rus kontrolüne
geçtiği haberi sadrazam ve devlet otoritesinin aleyhine işleyen olaylar
oldu28.İran savaşının kötü gidişatı karşısında Padişah III. Ahmet`in sefere
gideceği ilan edildi ise de isteksiz olmasından dolayı yerine serasker
göndereceği söylentisi de yayılmaktaydı. O sırada Tebriz`de ki Osmanlı
24 Mücteba İlgürel, agm.s. 132; Songül Çolak, “Patrona Halil Ayaklanmasını Hazırlayan Şartlar ve
İsyanın Pay-ı Tahttaki Etkileri”, Türkler Ansiklopedisi , Ankara 2002,c.XII, s.525; Süleyman
Göksu, Ruznameler, Osmanlı Ansiklopedisi (Tarih, Medeniyet, Kültür), İstanbul 1996, c. 5, s.
35; Münir Aktepe, age. s. 9
25 Ahmet Refik, age. s. 90; Songül Çolak, agm. s.526
26 Abdi Tarihi, s. 26
27 Alaaddin Yalçınkaya, agm. s. 77; Songül Çolak, agm. s.526
28 Mücteba ilgürel, agm. s.130; Süleyman Göksu, agm. s.36
askerinin, sadrazamın emriyle geri çekildiği sözü dolaşmaya başlayınca, zaten
gergin olan bu ortamda yeniçerilerin isyan hareketine başlaması için bir
kıvılcım oldu 29.
İsyanın Başlaması
Esasında çok önceden tertip edilen ve aslında Rebiülevvelin 12’ si Pazartesi
günü Padişahın bulunduğu Üsküdar`da Gülnuş Valide Sultan Cami’inde
Mevlüd-i Şerif`in okunduğu esnada isyan çıkarılmak istense de beklenildiği gibi
olamayınca bu hareket sonraya ertelendi30. Ardından aynı ayın onbeşinde tatil
olan Perşembe günü esnafında destek vermiş olduğu yeniçeri ayaklanması
başlamış oldu31. Kaynaklardan anlaşıldığı üzere daha çok Arnavut’lardan oluşup
isyanı eyleme geçiren 17. bölükten Arnavutlu Patrona Halil, Küçük Muslu,
Kahveci Ali, Derviş Mehmet gibi kişiler olmuştur32. Daha önce bahsettiğimiz
gibi Ayasofya Vaizi İspirzade ile Arnavut Zulali Hasan Efendi gibi ileri
gelenlerde hareketi kışkırtan ve hatta yönlendiren kişiler olduğu
anlaşılmaktadır.33
Asiler bayrak açıp kılıçlarla bedestene doğru yürüyüp “Dava-yı şer`imiz
vardır. Ümmet-i Muhammed`den olan dükkanını kapayıp bayrak altına gelsin”,
diye bağırmaya başlayarak Et Meydanı`na doğru yürümeye başladılar. Bunun
üzerine dükkanlarını kapayanların bazıları evlerine gittiği bazılarının da bu
topluluğun arkasına takıldığı anlaşılmaktadır. Bu sırada vakit tatil olduğu için
devlet erkanı Üsküdar`da bulunuyorlardı. İstanbul`da sadece İstanbul
Kaymakamı Kaymak Mustafa Paşa ve Yeniçeri Ağasından başka kimse yoktu.
Kaymak Mustafa Paşa`da esasen Çengelköy`deki yalısındayken isyanı haber
alıp buraya gelmiş, ardından durumu Padişaha bildirmek için Üsküdar`a
geçmişti34. Yeniçeri Ağası Hasan Ağa yanında 300 kişilik kuvvetle harekete
geçip dükkanların yeniden açılması isteyip güven vermeye çalışıyordu. Etrafa,
29 Bakınız Abdi Tarihi, s. 14-25; Ahmet Refik, age .s. 92; Alaaddin Yalçınkaya, agm., s. 78-79,
Yaşar Yücel- Ali Sevim, Türkiye Tarihi, Ankara 1991, c.III, s. 291
30 Abdi Tarihi, s. 28; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1956,c.IV, s. 204
31 İ.Hakkı Uzunçarşılı, age .s. 204; Niyazi Berkes, age. s. 42 ; Münir Aktepe, age .s. 133
32 Abdi Tarihi, s. 99
33 Ahmet Refik, age. s. 93
34 Abdi Tarihi, s. 29
“Ümmet-i Muhammed dükkanınızı açın bir şey yoktur, dükkanlarınızı açın”
diyerek bu hareketin bastırılmakta olduğunu söylese de bu işe yaramadı35.
Et meydanına doğru ilerleyen isyancılar kalabalıklaşmaya başlıyorlardı.
Üç koldan meydana doğru ilerleyen isyancılar meydana gelip birleştiler.
Ardında birinci Ağa Bölüğü kazanını buraya getirip bayrak açtılar. Etrafta
dolaşıp davullar çalarak halkı isyana davet etmeye başladılar. Kendilerine
katılan kitlelerin meşru bir hareket içerisinde olduklarını hissettirmek içinde
Hırka-i Şerif`i de buraya getirdikleri görülmektedir. Onlara katılanlar daha çok,
mevcut şartlardan memnun olmayan alt sınıftan kişiler idi36.
Yeniçeri Ağası beraberinde birkaç kişiyi alıp isyancılarla görüşmek için
Et Meydanı`na gelip bu harekete son vermelerini isteyip ardından tehdit etmeye
başlayınca Patrona Halil Ağa`nın üzerine yürümüş ve ona maksatlarının
hükümetin ıslah edilmesinin ve zalimlerin cezalandırılmasıyla ilgili olduğunu
söyler. Yeniçeri Ağası bu durum karşısında bir şey yapamayacağını anlayınca
geri dönmek zorunda kalır37. Ardından Patrona Halil, çevresinde topladığı
kimselerle Süleymaniye`de ki Ağa Kapısına gelirler. Yeniçeri Ağası Hasan
Ağa, onlara karşı üç yüz kişilik bir kuvvetle geçtiyse de başarılı olamayıp
kaçmak zorunda kaldı38. Bu durumdan cesaret kazanan Patrona Halil ve
yandaşları, Ağa Kapısında hapiste bulunanlarla, ayrıca Ağa Kapısındaki
sanatkarları, yine Yemiş İskelesindeki Baba Cafer, Rumeli Hisarı, Galata
Zindanı, Tersane ve taş gemilerinde bulunan mahpusları da salıverip kendilerine
kattılar39. İstanbul Kadısının evini basan isyancılar burayı talan ettikten sonra
esasında kendilerini teşvik eden kişilerden birisi olan Haric Müderrislerinden
Deli İbrahim namıyla bilinen kişiyi Kadı ilan edip teşkilatlanmaya başladılar40.
Bu durumu öğrenen Padişah ve devlet erkanı Üsküdar`dan saraya gelmiş
ve müzakerelerde bulunup çare üretmeye çalıştılar. Sadrazam ise Kaymak
Mustafa Paşa`ın meseleyi ihmal ettiğini düşünüp kızmıştır. Öyle ki bir ara
asilerin sayısında azalma olmuştu ki şayet bu esnada harekete geçilseydi bu
isyan önlenebilirdi41. Ancak oldukça zaman kaybedilmiş ve nasıl davranılacağı
35 Abdi Tarihi, s. 29-30
36 Abdi Tarihi, s. 32; Ahmet Refik, age.s. 94
37 Ahmet Refik, age. s. 95
38 İ.Hakkı Uzunçarşılı, age. s. 204; Ahmet Refik, age .s. 95
39 Abdi Tarihi, s. 35; Ahmet Refik, age. s. 95; Yaşar Yücel- Ali Sevim, age. s. 291; İ.Hakkı
Uzunçarşılı, age.s.204-205
40 Abdi Tarihi, s. 35-37
41 Abdi Tarihi, s. 31-32
hususunda çareler aranmaya çalışılmıştır. Ertesi gün Cuma sabahı önce Sancak-ı
Şerif ve Hırka-i Şerifi Bab-ı Hümayuna çıkarıp halkın etrafında
toplanabileceğini düşündüler. Ancak beklenildiği gibi olmayınca bu sefer III.
Ahmet, isyancıların tekliflerini öğrenip isyanı önlemek için Et Meydanına
temsilci olarak Bostancı Haseki Ağa gönderildi. Haseki Ağa isteklerinin ne
olduğunu sordu. Bunun üzerine isyancı liderler, “ Padişah`tan memnun
olduklarını, ancak Vezir-i Azam İbrahim Paşa, damatları Kaptan-ı Derya ve
İstanbul Kaymakamı Kaymak Mustafa Paşa, Sadaret Kethüdası Mehmet Paşa
ve Şeyhü`l-İslam Abdullah Efendi ile 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini”,
istediler42. Asilerin deftere yazdıklarını ve talep ettiklerini önce gelip
Sadrazam`a bildirir. O da Haseki Ağa`ya Padişaha bu talepleri sunarken onun
ismini bildirmemesini tembih eder. Ancak tabiî ki Haseki Ağa yinede defteri ve
talepleri sunar. Dikkat edilirse Padişah ile Sadrazam arasındaki bağın
zayıflamaya başladığı görülmektedir. Bu sırada isyanın bastırılmasında rolü
olabileceği düşüncesiyle saraya getirilen eski İstanbul Kadısı Zülali Hasan
Efendi ve olaya karışan ulema ile görüşmelerde bulundu. Arnavut asıllı olan
eski İstanbul Kadısı Zulali esasında isyancıları yönlendirenlerin başında
gelmekteydi. O, bu görüşmeler sırasında onlara isyandan önce kendisine
gönderilen yazıyı göstererek “isyancıların Şehzade Mahmut`u padişah yapmak
istediklerini”, söyleyerek onları bu konuda teşvik etmiştir43. Bunun yanında
İstanbul Kadısı olarak ilan edilen Deli İbrahim ve yine padişah tarafından aracı
olması için isyancılara gönderilen Ayasofya vaizi İspirzade Ahmet Efendi
esasında isyancılar arasında söz sahibi olup bu hareketi yönlendiren kişiler
olmuştu. Bilhassa Zülali Hasan Efendi`nin Sadrazam İbrahim Paşayla olan
husumetlerinden dolayı bu isyanda sahip olduğu rol daha belirgin olmaktadır.
İsyanın başlamasıyla birlikte asilere katılan kişilerin etraf hanelere girip
bilhassa önemli kişilerin mekanlarını yağmalamaya başladıkları görülmektedir.
Tabi bu durumun kontrolden çıktığını gören isyancıların ileri gelenleri bu
durumun kendi aleyhlerine işleyeceğini fark edince bunu önlemeye
çalışacaklardı. İncelediğimiz bir kaynakta yağmaya karşı önlem almaya çalışan
öncülerin bu tutumlarının çok farklı bir anlam oluşturacak şekilde
gösterilmesinin44 aksine yağmaya karşı öncülerin aldıkları tutumun hareketin
daha iyi işlemesiyle ilgili olabileceğini düşünmekteyiz. Çünkü her hareketin
42 Abdi Tarihi, s. 37-38; İ.Hakkı Uzunçarşılı, age. s. 204; Yaşar Yücel- Ali Sevim, age. s. 292
43 Yaşar Yücel- Ali Sevim, age. s. 292
44 Ebubekir Sofuoğlu, agm., s. 634
kendini var edecek ve kitleleri kendine çekecek uygun gerekçe ve bu ölçülerde
bir meşruiyetinin olması gerekir. Yapılan taşkınlıkların halkın gözünü
korkutmaya başlaması hareketin göreceli meşruiyetini ve kendi çerçevesi
içerisinde haklılığını sarsabilirdi. Bunun farkında olan öncüler yaşanan
yağmaları engellemek için sürekli telkinde bulunmaktalardı. Bunun aksini
gerçekleştirenlerin kendilerinden olmadığını söyleyerek hareketin gerekçeye
bağlı olan meşruiyetinin devam etmesine çalışmışlardır.
İsyanın Sonuçları
Patrona Halil`in öncülüğündeki asi kitlesi Saraya doğru ilerlemeye başlamıştı.
Buraya gelince sarayın ikinci kapısında asılı olan Sancak-ı Şerif`in yanında
toplanmış olanları görünce onları kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Buradaki
amaç sayıyı çoğaltıp hareketin amacını gerçekleştirmekti. Bunun üzerine saray
ehli Bostancılarla kitleye karşı koymak istedi. Dışarıdan takviye güç getirilmek
istense de bunu haber alan Patrona Halil Sarayburnu tarafını kıskaca alıp
önlemeye çalıştı.
Bu durumda yapılacak bir şey kalmadığını anlayan Padişah, Sadrazam
Damat İbrahim Paşa ve iki damadı Kaymak Mustafa Paşa ve Kethüda Mehmet
Paşa sarayda boğdurulduğu gibi pek çoğu da sürgüne yollandı45. Sadrazam`ın
cesedi önce Alay Köşkünden atılıp asilere verilmek istendiyse de daha sonra
bundan vazgeçildi. Sadrazam ve damatlarının cesetleri bir öküz arabasıyla
isyancılara teslim edilmek üzere Et Meydanına gönderildi. Ancak isyancılar bu
sefer cesedin İbrahim Paşa`ya değil de onun yerine feda edilmiş olduğunu
düşündükleri Kürkçü Manol`a ait olduğunu iddia etmeye başladılar. Aslında
buradaki amaç kendilerinden intikam alabileceğini düşündükleri Padişahın
değiştirilmesiyle ilgili olduğunu düşünebiliriz. Bu hareketi devam ettirip bu
fırsatı bulmak için böyle bir bahaneyle yeniden saraya doğru ilerlemeye
başladılar. İbrahim Paşa`nın cesedini bir merkeple taşıyıp birlikte götürdüler.
Yol boyunca da cesede hakaret edildiği görülmektedir. İsyancılar Bab-ı
Hümayun`a gelip cesedin Sadrazam`a ait olmadığını bahane ederek Padişahın
bulunduğu Alay Köşküne geldiler. Gayelerinin, kendisini tahttan indirmek
olduğunu anlayan III. Ahmet, bunu kabul edip yerine, tahta, kardeşi II.
Mustafa`nın büyük oğlu Şehzade Mahmut`u geçirmeye karar verdi(2 Ekim
45 Ahmet Akgündüz- Sait Öztürk, age. s. 217; Mücteba ilgürel, agm.s. 132
1730)46. Bu esnada yapılan törenle I.Mahmut tahta oturmuştu. III.Ahmet`in bu
esnada yeğenine verdiği nasihatlerde esasında kendi hakimiyet döneminin
özeleştirisini yapması şeklinde olmuştur. I.Mahmut cülusuyla asilerin devlet
idaresindeki hakimiyeti devam ediyordu. Patrona Halil ve diğer öncüler önemli
mevkilere getirilmişlerdi. Bu esnada isyancılar inşa edilmiş yalı ve köşkleri
yakmak istese de I.Mahmut bunu uygun görmemiş bunun yerine yıkılmalarına
müsaade etmişti. Bunun üzerine bu yapılar kısa zaman içerisinde 120`ye yakın
yalı ve köşk harabeye dönmüştü47. Bunun yanında kaynaklarda dikkatimizi
çeken mesele yapılan yıkıma karşın bu dönemde getirilen matbaaya
dokunulmamasıyla ilgili olmaktadır48. Ancak bu hususla ilgili yapılan vurgunun
aslında isyan hareketiyle doğrudan ilişkilendirilemeyeceği gibi ayrıca isyan
hareketine böylece farklı anlamlar katıp bunun sonucunda isyanla ilgili yanlış
anlamaların çıkma ihtimali olabileceği söylenebilir.
Dikkati çeken diğer bir husus ise isyanın önde gelenlerinin devlet
içerisinde mevki sahibi olduklarından itibaren menfaatleri açısından kabul
edilmeyecek eylemlerde bulunmaya başlamalarıdır. Ancak Sultan Mahmut bu
duruma bir son vermek ve hükümet otoritesini tekrar merkezde toplamak
istiyordu. Bu sebeple bunun uygun fırsatını bulmaya çalışmaktaydı. Sultan
I.Mahmut tertip kurdurtarak İranlılara açılacak seferi kendileriyle konuşmak
bahanesiyle Patrona Halil ve yandaşlarını saraya çağırıp boğdurdu(25 Kasım
1730)49. Böylece isyanın ele başları cezalandırılmış oluyordu. Bu olay
karşısında yeniden ayaklanma hareketi başladı. Ancak bir önceki isyandan ders
alan devlet erkanı bu esnada daha hızlı davranıp isyanın büyümesini önlemişti.
Sonuç
Lale devri ve onun aslında karakteristik özelliklerini taşımaya başlayan XVIII.
Yüzyılda Osmanlı`nın mevcut yapısının değişime ihtiyacı olduğunu ve bu
değişimin Batı`yı referans alarak ve hatta daha ileriye gidilirse, Batı`yı taklit
ederek yapılmaya çalışıldığı görülmektedir. Çünkü Osmanlı`nın mevcut
yapısının, zamanın şartlarını kaldıracak durumda olmadığı görülmektedir. Bu
yapı her geçen vakit çözülmeye başlamakta ve ona mensup olan kitlelerin
46 İ.Hakkı Uzunçarşılı, age. s. 209-210; M. Münir Aktepe, age. s. 156
47 İ.Hakkı Uzunçarşılı, age. s. 213
48 Ebubekir Sofuoğlu, agm., s. 635
49 İ.Hakkı Uzunçarşılı, age. s. 214-215; Alaaddin Yalçınkaya, agm.s. 489
ihtiyaçlarını ve refahını karşılamakta yetersiz kalmaktaydı. Çok önceden
başlayan bu bozulmanın nedenlerinin anlaşılmasında zorlanmakta ve bunun
getirdiği kaygıların etkisiyle Osmanlı kendisine somut ve pratik çareler aramaya
başlamıştı. XVIII. Yüzyıldan itibaren bu süreç Batı`nın model alınmasıyla
işlemekteydi. Bu sadece askeri alanda değil ayrıca hayranlığın getirdiği bir
motivasyonla yaşam tarzı şeklinde de gerçekleşmeye başlamıştır. Lale Devrinde
görüldüğü gibi inşa edilen saraylar, yeni mobilya, ev dekorasyonu ve tabiî ki
kültürel gelişmeler yaşanmıştır. Ama tüm bu çalışmalar ve en sık kullanılan
tabiriyle yenileşme hareketi daha çok elit kesimi “ilgilendirmiştir”. Bunun
paralelinde işleyen bu süreç gördüğümüz kadarıyla kitleler tarafından,
merkezdeki elit kesimin sorumluluğu altındaki bir görev olarak algılanmaya
başlanmıştır.
Osmanlı`da ki yenileşme hareketleri, devletin üst yapılarında değişiklik
yapmayı amaçlarken ortaya çıkan yeni durumlar karşısında eski düzende ve
süregelen şartlarda otorite ve mevkii sağlamış kişilerin-grupların sahip oldukları
bu “nimetleri” kaybetme durumuyla karşı karşıya kalıyorlardı. Bunun yanında
merkezdeki iktidara yakın olanlar ve hatta bu iktidar döngüsü içerisinde olanlar
kendi çevreleriyle birlikte bu imkanı en iyi şekilde değerlendirmeye fırsatı
yakalamışken, sistemin “dışında” kalanlar yani eski otorite ve mevkilerini
kaybetmiş kişiler ise tekrar bu “ayrıcalıklı” imkanları sağlamaya çaba
göstermişlerdir. Bu çaba daha çok pratik bir muhalefet tarzında ve kitle hareketi
olarak karşımıza çıkmaktaydı. Bunun için gerekli olan şartlar müsaitti. Sistemin
başta ekonomik olarak tıkanma yaşaması yani Osmanlı`nın geleneksel-tarım
üretim tarzının ve bunun yarattığı sistemin, değişen koşullar karşısında
tıkanması ve çözülmesi toplumdaki dengeleri de alt üst etmişti. Yaşanan
ekonomik bunalım başta yeniçeri olmak üzere esnaf, toprak ehlini sarsmaya
başlamış ve genel olarak kitleleri agresif tepkilere ve “öncülerin” arkasında bir
hareket gücü haline getirmiştir. Ancak bu eylemleri harekete geçiren kitlelerin
sistematik bir muhalefet fikri veya alternatif üretecek bir eleştiri tarzına sahip
olmadıklarını görmekteyiz. Bilakis aniden parlayan ve öncü kişilerin
yönlendirmesiyle işlemeye başlayan hareketin, hedeflenen kişiler üzerine
odaklanıp, bu kişilerin mevkiden düşürülmesi ve hatta feci bir şekilde
öldürülmesinden sonra etkisini kaybettiği görülmektedir. Tabi şüphesiz mevcut
şartlar bu hareketlerin etkili olup taraftar bulmasında zemin oluşturmaktaydı.
Lale Devrinde yapılan abartılı saray eğlencelerinin ve buna dair yapılan
harcamaların halka yansıyan etkileri bu eylemleri harekete geçirecek bir
meşruiyet yarattığı söylenebilir.
Bununla beraber isyanın ortaya çıkışı hususunda etkili olan sebeplerin ve
isyan esnasında yaşananların iyi çözümlenmesi metedolojik açıdan şüphesiz
önemlidir. Bu açıdan ele alınan dönemin sahip olduğu şartların tarif edilmesinde
yakın zamana mal olmuş yada farklı şartların ortaya çıkardığı kavramların
kullanılması bu açıdan problem yaratabilmektedir. Bu açıdan incelediğimiz
kaynaklarda yapılan tespitlerin yada koyuyla ilgili perspektifin, konunun
çözümlenmesi ve açıklığa kavuşması açısından sıkıntı yaratabileceğini
düşünmekteyiz.
Daha önce konuyla ilgili yapılan çalışmalarda karşımıza çıkan perspektif
hatalarından bazılarını göstermeye çalıştığımız gibi bu bağlamla dikkatimizi
çeken diğer bir hususun bu ayaklanmanın yenileşmeye karşı bir hareket olarak
tarifiyle ilgili olmaktadır. Lale Devrinde yaşanan Batı modelindeki gelişmelerin
nasıl ki uyanış yada kaynaklarda sıkça gördüğümüz gibi modernleşme
çalışmaları olarak tarif edilmesinde bir sorun varsa yine bu isyan hareketinin
yenileşme ve hatta modernleşme karşıtı bir ayaklanma olarak tarif edilmesinin
doğru olmadığını düşünmekteyiz. Böyle bir kanının, yakın zamana mal olmuş
kavramlarla mevcut şartlarının tarif edilmeye çalışılmasından kaynaklandığını
düşünebiliriz. Yıkılan köşlerden hareketle de böyle bir anlam
çıkarılamayacağını da düşünebiliriz. İncelediğimiz kaynaklardan gördüğümüz
kadarıyla Sadabad`ta inşa edilen köşkler esasında kitlelerin gözünde
muhalefetin deyim yerindeyse simgeleri olmuştu. Bu imgeler şartlarının
kötüleşmesinin sorumlusu gördükleri hükümetteki kişilerin ve onların alışıldık
olmayan yeni yaşam tarzlarının simgeleri olmuştu. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken husus (ve aslında yapılan hata) kötü yaşam şartlarının hakim
olduğu bu ortamda isyanın doğrudan bu sebepten dolayı ve kitlelerin
kendiliğinde oluşturduğu bir hareket olmamasıyla ilgilidir. Bilakis müsait olan
bu şartlarda yukarıda gösterdiğimiz gibi mevkilerini kaybetmiş yada mevki
sahibi olup iktidarın nimetlerinden istifade etmek isteyen kişilerin insiyatifinde
isyanın oluştuğu görülmektedir. Bu iki durum arasındaki farkın anlaşılması söz
konusu isyan hareketinin daha sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi açısından
önemlidir.
KAYNAKÇA
- Abdi Efendi, Abdi Tarihi 1730 Patrona İhtilali Hakkında Bir Eser, Haz.
F. Reşit Unat, Ankara 1999.
- Akbulut, Mustafa, İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası, Türkler
Ansiklopedisi, Ankara 2002 c. XIV.
- Akgündüz, Ahmet- Öztürk, Sait, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 1999.
- Aktepe, Münir, Patrona Halil, İstanbul 1958.
- Altınay, Ahmet Refik, Lale Devri, İstanbul 1331.
- Berkes, Niyazi, Türkiye`de Çağdaşlaşma, İstanbul 2004.
- Çolak, Songül, “Patrona Halil Ayaklanmasını Hazırlayan Şartlar ve
İsyanın Pay-ı Tahttaki Etkileri”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002.
- Göksu, Süleyman, “Ruznameler”, Osmanlı Ansiklopedisi (Tarih,
Medeniyet, Kültür), İstanbul 1996, c. V.
- İlgürel, Mücteba, “Osmanlılar” Eserin İlmi Müşavir ve Redaktörü,
H.Dursun Yıldız, Geçmişten Günümüze İslam Tarihi (Osmanlılar-II), İstanbul
1994, c. XI.
- Pekdoğan, Celal, “Modernleşmeye Giden Yolda Bazı Fikirler”, Türkler
Ansiklopedisi, Ankara 2002, c. XIV.
- Shaw, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul,
1982, c. I.
- Sofuoğlu, Ebubekir, “Osmanlı Modernleşmesinde Sorunlar”, Türkler
Ansiklopedisi, Ankara 2002, c. XIV.
- Uzunçarşılı, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1956, c. IV.
- Yalçınkaya, Alaaddin, “XVII. YY. Islahat, Değişim ve Diplomasi
Dönemi (1703-1789)”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara 2002, c. XII.
- Yücel, Yaşar- Sevim, Ali, Türkiye Tarihi, Ankara 1991, c. III.