« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Eki

2011

Yusuf el-Hemedanî

01 Ocak 1970

Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri, Hemedan şehrinin yetiştirdiği büyük velilerdendi. Hemedân İran’daydı.

O, zamanının en büyük velisiydi. Ariflerin, ilimde söz sahibi alimlerin, kamil velilerin imamıydı. Horasan bölgesinde tasavvuf terbiyesi almak isteyen insanların güvendiği zamanın biricik mürşidi kamiliydi.

Merv’deki dergahına nice alimler, salih zatlar ve pek çok müminler akın akın gelirlerdi. Onun ilminden, sohbetleindeki ilâhi feyizlerden istifade ederler, Allah’a vâsıl olma emellerine kavuşurlardı. O, elinden tutanı Allah ve Peygamber sevgisiyle donatırdı. Zira o, devrin kutbu ve gavsıydı.

Hâce Yusuf el-Hemedâni Hazretleri, hicretin 440/1048 yılında Hemedân’da dünyaya geldi. Orada yetişti, orada büyüdü ve gelişti...

On sekiz yaşına geldiği zaman, ilim öğrenmek niyetiyle doğup büyüdüğü şehirden ayrıldı. Devrin ilim merkezi olan Bağdat’a yerleşti. Şafiî mezhebinin en önemli alimlerinden biri oldu. Zira hocasının adı Şeyh İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Fîruzâbâdî idi. Onun fıkıh ilminde “et-Tenbih” adlı eseri meşhurdur.

Bunun yanı sıra fıkıh ilminin imamlarından Ebu İshak eş-Şîrâzî’nin derslerine devam etti. yaşı küçük olmasına rağmen hocası onu, diğer talebelerinden daha başarılı ve daha yetenekli görürdü.

Nihayet Hâce Yusuf el-Hemedâni Hazretlerinin fıkıh ilmindeki şöhreti arttı. Denilebilir ki o fıkıh ilminde büyük bir okyanus oldu. Nazarî ilimlerde ise üzerine yoktu.

Bağdat, Horasan, Buhara, Harezm ve Mâverâünnehir bölgesinde yaşayan zamanın ilim ehli ile görüştü. Güvenilir hadis alimlerinden (sika) hadis dersleri aldı. Özellikle meşhur hadis imamlarından Hatib el-Bağdâdî’den hadis dinledi. İlim tahsil etmek için gezdiği yörelerdeki bütün alimlerin takdirini kazandı. Özellikle fıkıh ilminde kabul edilen biri oldu.

Alim Dervişleri Vardı:

Onun yetiştiği devir, Selçuklu Sultanı Çağrı Bey ve Alparslan dönemiydi. Hatta Nişabur’daki Nizamiye Medresisinin meşhur müderrisi devrin fıkıh ve itikad alimi Mekke ve Medine’nin (İmamül Haremeyn) diye tanınan İmam el-Cüveynî’nin de ilim ve fikir halkasında bulundu.

Bütün bunların ardından tasavvuf ilmine yöneldi. Ebu Ali el-Farmedî Hazretlerini kendine mürşit kabul etti. Nefis terbiyesi ve mücahede yollarını öğrenmeyi kendisine daha önemli gördü. Tasavvuf terbiyesinin sonucunda ise zamanın gavsı oldu. Hakikatler yağdıran bir rahmet pınarı gibiydi. Yağmurlar yağdırdı. Gönül insanlarından oluşan nice arifler yetiştirdi. Velilerden meydana gelen alim dervişleri oldu.

Sonra Bağdat şehrine geldi. Orada bir sohbet ve zikir meclisi kurdu. Bir müddet sonra da Merv şehrine yerleşti. Ve orada ikamet etmeye başladı.

Onun elde ettiği manevi dereceleri gerçek anlamda Allah Teâla bilir. Ama o zamanın gavsıydı. Mana aleminin rehberiydi. İnsanların gönül dostu, Allah’ın kamil bir velisiydi. Hakkında çok eyler anlatıldı. Sayısız kerametlerinden bahsedildi. Kitaplara sığmadı taştı. Bütün gönüller ve kalpler onunla kaynaştı.

İşte kerametlerinden sadece bir tanesi...

Aşağıdaki olayda Abdulkâdir el-Geylâni Hazretleri ise henüz onun öğrencisi konumunda. Ve onun manevi terbiyesi sayesinde ileride “Gavsı Geylânî” olarak tanınacak ve bilinecek!..

Bunu da devrin Şafiî mezhebi fıkıh alimlerinden olan Ebu Said Abdullah b. Asrun anlattı. Büyük alim Allâme İbn Hacer el-Heytemî ise “el-Fetâvâ el Hadisiye” adlı eserinde kaydetti:

Ebu Said Abdullah b. Asrun anlatıyor:

“Bağdat’a ilim öğrenmek için gittiğim ilk yıllardı. O zamanlar Seyyid Abdülkadir Geylânî, İbnü’s Saka ve ben sürekli beraberdik ve birlikte ders çalışırdık. Allah dostlarını da zaman zaman birlikte ziyarete giderdik.

Yine böyle bir gündü...

Bağdat’ta Allah dostu bir zatı ziyaret etmeye karar verdik. İnsanlar ona ‘Gavs Hazretleri’ diyorlardı. Bu zat, dilediği zaman ortaya çıkıyor, istediği zaman kayboluyordu.

Gavs Hazretleri’ni ziyaret etmek üzere yola çıktık. İbnü’s Saka şöyle dedi:

-Ben bu zata bir soru sormak istiyorum. Onun vereceği cevap benim için çok önemli. İlim sahibi mi yoksa insanları kandırıyor mu?

Ben de aslında İbnü’s Saka gibi düşünüyordum ve şöyle dedim :

-Bende ona bir soru soracağım. Hem kendisini sınamak istiyorum!

Seyyid Abdülkadir Geylânî ise şöyle dedi:

- Ben Allah’ın veli bir kulunu, sınayamam. Allah’tan korkarım. Ben kim, onu sınamak kim!? Ben sadece o veli kulun vesilesi ile Allah Teâla’dan gelecek olan ilâhi feyizden yararlanmak isterim, dedi.

Nihayet Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretlerinin dergahına ulaştık. Vardığımızda onu hemen görmek mümkün olmadı. Ancak bir süre sonra kendisini görebildik.

Kendisiyle görüşmemiz sırasında çok ilginç gelişmeler oldu. Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri, İbnü’s Saka’ya nazar etti. Şöyle dedi:

- İbnü’s Saka! Bana sormak istediğin sorunun cevabı şudur.

Ve sorulan sorunun cevabını verdi. Ardından da ekledi:

- Gelecekte kötü günlerin seni beklediğini görüyor gibiyim, Allah’tan ümidim o ki, keşke imanını koruyabilsen. İmanına çok dikkat et! Ey İbnü’s Saka imanına çok dikkat et!..

Sonra bana döndü :

-Ey Abdullah! Senin sormak istediğin sorunun cevabı ise şudur, dedi.

Benim zihnimde tasarladığım soruyu hem de o sorunun cevabını söyledi. Daha sonra :

- Ey Abdullah!..Dünya malı ne ki! Ama yaşadığın süre içinde senin çok malın olursa, dünyalıklara gömülüp gitme sakın. Ahiret hayatı daha önemli, dikkat et!..dedi.

Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri, daha sonra Seyyid Abdülkadir el-Geylânî’ye yöneldi. Ama onu görünce yüzü güldü adeta. Onu yanına çağırdı ve şöyle dedi :

- Ey Abdülkadir! Senin için ümitliyim. İnşaallah niyetinin karşılığını Allah sana katbekat verecektir. Zira sen samimisin. Gönlün temiz, niyetin halis. İlme ve hizmete devam et, sakın bırakma!... Gelecekte insanlara hizmet ederken, nice insanın sana boyun eğdiğini görür ve; şu ayağım her velinin boynundadır, diye bir söz söyleyecek olursan, sakın ola ki bunu kendine maletme!..Çünkü bu, Allah’ın bir lütfudur. Seni yetiştirenlerin gayreti ve himmetidir.

Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri, sözlerini böylece tamamladı. Ve birden gözden kayboldu.

Hakikaten Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri’nin bize söyledikleri zamanla gerçekleşti:

Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretleri döneminin büyük velisi oldu. Allahu Teâla’nın naz makamındaki kullarından biri hâline geldi. İnsanları irşat etti. Dergahına, meclisine her tabakadan insanlar gelmeye başladı.

Ve... Bir gün...

Bağdat’ta sohbet ederken o şöyle dedi:

- Şu ayağım her velinin boynundadır.

Gerçekten de o anda Seyyid Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin huzurundaki tüm veliler, alimler onun büyüklüğünü kabul etmiş idiler. Onun yüceliği karşısında boyunları bükmüşlerdi. Sükut etmişler, onu kabullenmişlerdi. Böylece yıllar sonra Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri’nin kerameti de ortaya çıkmış oldu.

Nihayet Allahu Teâla, Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin irşadını, şöhretini herkese ulaştırdı. Veliler, insanlar ona sevgi ve muhabbet beslediler. Ondan istifade ettiler. O da insanlara iyiyi, doğruyu, güzeli anlattı. Pek çok kamil insan yetiştirdi.

İbnü’s Saka :

İbnü’s Saka’ya gelince o, İslamî ilimlerde gerçekten bir derya gibi oldu. Ne sorulsa fikir beyan eder, sorulara cevaplar verirdi. Zamanın bütün ilim ehli, onun ilmine saygı duyardı.

Her kim onunla bir tartışmaya girse o herkesi sustururdu. O bu hâli ile şöhret buldu. Açık ve tatlı bir konuşması vardı; üstün bir üsluba sahipti.

Zamanın halifesi onu yanına aldı. Rum kralına elçi olarak gönderdi. Rum kralı onun gerçekten bir ilim sahibi olduğunu anladı. Sözlerine, fikirlerine meftun oldu. Kendisine nasıl iltifat edeceğini bilemiyordu.

Ama zamanla İbnü’s Saka öyle bir düzeye ulaştı ki, insanlar kraldan ziyade ona itibar eder oldu. Onun bu itibarı ise kralı oldukça tedirgin etti. Ve şöyle düşündü kral:

- Eğer onu susturmazsam, benim ülkemde İslam yayılacak, herkes Müslüman olacak, Hristiyanlık ise elden gidecek. En iyisi, bizim alim papazlarla onu bir araya getireyim!..

Ve kral, ülkenin ileri gelen keşişlerini, papazlarını bir araya topladı. Bir tartışma meclisi düzenledi. İlmî bir konu ortaya attı. Ve tartışma başladı...

İbnü’s Saka onların hepsini yine susturdu. Keşişler ve papazlar onun ilmi karşısında bir varlık gösteremediler. Kralın düşündüğü de gerçekleşmedi tabi ki..

Bu kez, kral onu yakınına almak zorunda kaldı. Zira kralın halk üzerindeki kontrolü gitgide kayboluyordu. Eğer kral, İbnü’s Saka fitnesini bertaraf etmezse tahtından, ülkesinden hatta dininden olacaktı.

Bir gün kral İbnü’s Saka’yı kızı ile tanıştırdı. Belki bu tanışma sonun başlangıcı oldu!.. Günler geçtikçe İbnü’s Saka’nın kıza olan düşkünlüğü arttı. Derken kıza aşık oldu. Onunla evlenmek istedi. Kraldan kızını istedi.

Baba kız aralarında zaten anlaşmışlardı. Ama İbnü’s Saka, bunu anlayamadı. Öyle bir an oldu ki, kız nikahtan az önce şu şartı ileriye sürdü:

- İbnü’s Saka Hrisyanlığı kabul etmedikçe kendisiyle evlenemem!..

İbnü’s Saka her ne kadar direndi ise de en sonunda hislerine mağlup oldu. Kızla evlendi ama Hristiyan olarak!..

Aradan günler geçti...

Bir gün İbnü’s Saka çok hastalanmıştı. Tedavi olmak için gitmediği yer kalmadı. Ne var ki üzüntüsüne derman olan kimse de çıkmadı. Onun derdi üzüntü idi. Gam ve kederlenmekti. Bu yüzden sarılık olmuştu. Ve bir tanıdığı ona şöyle dedi:

-Nedir bu halin?

-Başıma öylesine bir musibet geldi ki hiç sorma!..O kadınla evlendikten sonra çok sıkıntılar çektim. Sonunda bir hastalığa yakalandım. Artık hiçbir şeyi hatırlamaz oldum.

- Kur’anı Kerim’den ezberinde olan bir ayet var mı?

- Kur’anı Kerim’den sadece şu mealdeki ayeti hatırlayabiliyorum:Kafir olanlar vaktiyle kendilerinin Müslüman olmalarını nice kez arzu edecekler!..[1]

Ve ben, ölümüne yakın İbnü’s Saka’yı gördüm. Sanki yanmış gibiydi. Ve son nefesini vermek üzereydi. Onu kıble tarafına çevirdim. Ama o, ters istikamete döndü. Tekrar aynı şeyi yaptım. Fakat o yine kıbleye arkasını dönerek can verdi.

İbnü’s Saka kendinde hiç hata görmezdi. Hep Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri’ni suçlar ve:

-Başıma gelenler hep onun yüzünden oldu!..derdi.

Tabi ki o, bu sözleriyle Allah’a isyan etmiş oluyordu. Bu isyanı zamanla ısrara dönüştü. Nihayet Allah’ın gazabı üzerine geldi. Oysa Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri’nin sözleri onun için aslında bir inci kadar kıymetliydi. Ama o değerini bilemedi.

Bana gelince, tahsil hayatımı bitirince Şam’a geri döndüm. Oraya yerleştim. Sultan Salih Nurettin Şehid beni gözetimine aldı. Vakıf işlerini zorla bana verdi. Yönetmemi istedi.

Hakikaten çok zengin oldum. Hiçbir maddi kaygım olmadı. Vaktiyle Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri’nin hepimiz için söyledikleri sözler de gerçekleşmiş oldu.”

Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri 60 yıldan fazla mürşid kamil olarak yaşadı. Bu süre içinde sayılamayacak kadar müridi oldu. Dört tane de halife yetiştirdi. Onlar sayesinde bütün dünyaya ilim, irfan, hidayet ve muhabbet nurları yayıldı. Her biri, kamil bir mürşit olarak insanları Allah yoluna davet ettiler. İşte halifeleri:

1- Abdullah Berkî Hazretleri (k.s)

2- Hasan Endakî Hazretleri (k.s)

3- Ahmed Yesevî Hazretleri (k.s)

4- Abdülhâlik el-Gücdevânî Hazretleri (k.s)

Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretleri de zamanı gelince diğerleri gibi sonsuzluk kervanına katıldı. O ahirete irtihal ettiğinde, hicretin 535. Yılı Rebiülevvel ayının ilk günleriydi. Miladi takvim ise 1111’i gösteriyordu. Bize kadar gelen Sâdatı Kiram’ın yolundaki nice sırlar, kendisinden sonra Abdülhâlik el-Gücdevânî Hazretleri (k.s) aracılığıyla devam etti.

Allah Teala bizleri kendisinden ayırmasın.

Allah Teâla hepsinin makamını yüceltsin.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 62573

ulkucudunya@ulkucudunya.com