ASIL “GARİP”: ÂSAF HÂLET ÇELEBİ
Ramazan GÜLENDAM 01 Ocak 1970
ÖZET
Entelektüel açıdan Cumhuriyet Edebiyatı’nın en
donanımlı şairlerinden biri olarak kabul edebileceğimiz
Âsaf Hâlet Çelebi (1907-1958), hem Doğu kültüründen
hem de Batı kültüründen yararlanmış ve bu nedenle,
“melez” diye nitelenebilecek şiirlerini anlamak için nite-
likli okur kitlesine ihtiyaç duyan bir sanatkârdır. “Hazır
düşünce kalıpları”na sığmayacak eserlere imza atan Çe-
lebi, yeterince anlaşılamamış ve değeri sonradan fark
edilmiş “farklı” bir mizaçtır. Biz bu çalışmada, modern
şiirimizdeki icraatlarıyla çok ses getirmiş olan Garip akı-
mıyla aynı dönemde şiirler kaleme alan ve farklı okuma-
larla tekrar üzerinde durulması gereken Çelebi’yi, “garip-
lik” kavramı etrafında değerlendirmeye çalışacağız.
Bir zamanlar şiir matinelerinde aranan ve ilgiyle dinlenen,
edebiyatımızda “kültür şairi”, “mistik şair”, “bobstil şair” vs. gibi
adlarla anılan, döneminin mizah ve hiciv dergilerinde kendisinden
sıkça bahsedilen Âsaf Hâlet Çelebi’ye (1907-1958), ölümünden
sonra yakın zamana kadar gereken ilgi gösterilmemiştir. Ancak,
Türk edebiyatının unutulan değerlerinden biri kabul ettiğimiz
Çelebi’ye karşı, 1980’li yıllardan ve özellikle de yoğun olarak
2000’li yılların başından itibaren vefa örneği sayılabilecek yayınla-
rın yapıldığına veya değişik programların düzenlendiğine şahit
olmaktayız. Kurulduğundan beri çalışmalarıyla farklılığını hisset-
tiren Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi’nin düzenlediği
“Sürrealist Mevlevi Âsaf Hâlet Çelebi” başlıklı bu etkinlik de, takdirle
karşılanması gereken vefa örneklerinden biridir. Bu nedenle, başta
Prof. Talat Sait Halman ve yazdığı şiirlerle Âsaf Hâlet Çelebi’nin
de dâhil olduğu “sahih” soy kütüğünün bir ferdi olan Hilmi Yavuz
olmak üzere, bu programda emeği geçen herkese böyle bir paneli
organize ettikleri teşekkür ederim.
Niçin “garip”tir Âsaf Hâlet? “Garip” sözcüğünün Türkçe
sözlükteki bazı karşılıkları şunlardır: “alışılmamış, acayip, tuhaf”;
“yabancı, gurbette yaşayan”; “yadırganan, anlaşılmamış”; “kimsesiz,
zavallı” vs.1 “Garip” sözcüğünün bu anlamları çerçevesinde Âsaf
1 Türkçe Sözlük, 1. Cilt, TDK Yayınları, Ankara: 1988, s. 523.
Hâlet Çelebi, hem yaşamı hem de sanatı dikkate alınarak şöyle de-
ğerlendirilebilir:
Âsaf Hâlet, “yeni”, “benzersiz” ve “taklit edilemez” şiir-
lere imza atan sahih/nitelikli bir şairdir:
Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin, biçim ve içerik bakımın-
dan en özgün ama en az anlaşılmış şairlerinden biri olarak bilinen
Âsaf Hâlet, başlangıçta Divan şiirinden ve çok sevdiği Yahya Ke-
mal ile Ahmet Haşim’den büyük ölçüde etkilenir; ancak, 1938’den
sonra yazdığı şiirlerinde kendine özgü bir yol tutturur. Onun bu
tarz şiirleri, kimi çevrelerce yadırganır ve acayip/garip karşılanır;
bunların şiir olmadıkları, hiçbir anlam taşımadıkları bile iddia edi-
lir ve alaya alınarak karikatürlere konu olur. Kimileri ise, daha o
dönemde, onun bu tarz şiirlerini yeni, modern ve orijinal olarak
niteleyip önemserler. Bu dönem, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in
Türk şiirindeki etkisinin devam ettiği ama bununla beraber “yeni”
bir şiir anlayışının da kendisini göstermeye başladığı, ortalıkta pek
çok şiir anlayışının dolaştığı bir dönemdir. İlk şiirlerini 1936’da
Varlık dergisinde yayımlatmaya başlayan Orhan Veli, Ağustos
1937’den itibaren Oktay Rifat ile birlikte “yeni” tarzdaki şiirlerini
(“İnsanlar”, “Yokuş”, “Deniz”, “Saksılar”) yine Varlık dergisinde
(15 Eylül 1937, S: 101) yayımlatır. Âsaf Hâlet de, “yeni” kabul edi-
len ilk şiiri “Cüneyd”i, 18 Kasım 1938’de S.E.S. dergisinin 1. sayı-
sında yayımlatır. Âsaf Hâlet, “yeni” tarzdaki bu şiirini, Orhan Veli
ve arkadaşlarından 15 ay sonra yayımlatmasına rağmen onlardan
daha önce eleştirilere maruz kalır ve “Yeni Şiir”i onlardan daha
önce savunmaya başlar. Daha sonraki zamanlarda onun şiirlerine
yöneltilen yoğun eleştiri ve itirazların bir kısmı da, yeni tarz şiiri
ilk olarak ve ısrarla savunmasından kaynaklanmış olabilir. Hüsa-
mettin Bozok’un da ifade ettiği gibi, Âsaf Hâlet, yazdığı “yeni” ve
“garip” tarzdaki şiirleriyle ünlenmeye başladığı zaman “Kitâbe-i
Seng-i Mezar” şairi Orhan Veli, henüz kendisine şöhret sağlamış
olan “Tahattur” şiirini yazmamış ve şiir çevrelerince pek tanın-
mamıştır.2 Orhan Veli ve arkadaşları, Garip’i, yani kendilerine
“yeni” ve “acayip” şiirleriyle asıl ünü sağlayacak kitabı yayımla-
dıklarında ise tarih 1941’dir. Dolayısıyla, modern Türk şiirinde
“yeni” ve “acayip” şiirleri yüzünden ilk ciddi tenkitlere hedef olan
asıl “garip şair”, 1930’lu yıllarda yakın dostu Arif Dino ile birlikte
gerçeküstü şiire yönelen Âsaf Hâlet’tir.
Âsaf Hâlet, Türk şiirinde “geleneğin envanterine kuşatıcı bir
yaklaşımla sahip çıkan”3, şiirde bir atmosfer oluşturmak için sadece
‘imge’ye değil ‘ses’e de yaslanmak gerektiğinin bilincinde olan, şii-
rin gizli tarihine vâkıf, sadece divan şiiri ile Doğu ve Uzakdoğu
kültürüne değil modern Batı şiir kültürüne de eklemlenmiş, gele-
neği tekrarlayıp çoğaltmak yerine onu yeniden üreten ve böylece,
Hilmi Yavuz’un deyişiyle, “sahih şiir soy kütüğü içinde yer alan”
bir şairdir. Âsaf Hâlet, şiirini, “büyük kavramlardan” veya
Bremond’un deyişiyle “düzyazıdan” arındırma suretiyle
“saf”laştırmıştır.
Her usta şair gibi “sıradan”ın değil “hakiki şiir”in peşinde
koşan Âsaf Hâlet de, Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Necip Fazıl
gibi, kendi şiir anlayışı üzerinde sistemli düşünceler üreterek,
yaptığı işin hesabını verme endişesini taşımış ve şiirin “yapılan”
bir şey olduğuna inanmış şairlerdendir. Bugün, şiiri çok iyi bildiği
ve şiirinin kuruluşunda tesadüfe ve anlık duyarlılıklara neredeyse
hiç yer vermediği daha net anlaşılan bir şair olarak Çelebi, “Benim
Gözümle Şiir Davası” (İstanbul Dergisi, Temmuz-Aralık 1954) baş-
lıklı altı makalesinde poetikasını ortaya koyarak kendi şiirini nasıl
“yaptığını” dile getirmiş ve okuyucunun şiirinde kapalı bulaca-
ğına inandığı hususları açıklamıştır ki bu, bir hesap verme so-
rumluluğudur. Türk şiirinde bunu yapan şair sayısı pek de fazla
değildir.
Çok farklı kültürlerden ve sanat telakkilerinden yararlanan
ama şiir dışı unsurlara iltifat etmeyecek kadar kendine yeten bir
şiir ortaya koyan Âsaf Hâlet, şiirleriyle kültürel kodlara dayanan
yekpâre bir eser oluşturur. Bu kodlar açımlandığında okuyucunun
2 Hüsamettin Bozok, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin Anılar, Anılar…”, Yeditepe, S: 188,
Aralık 1971 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları, Ankara: 2003, s. 180).
3 Hilmi Yavuz, “Osman Hakan ve ‘Yol Şarkıları’”, Okuma Notları, Boyut Kitap-
ları, İstanbul: 1997, s. 190.
karşısına ağırlıklı olarak mistik motifler ve masal motifleriyle
örülü soyut bir evren çıkar. Şair, bu ilmiklerle kendine özgü bir şiir
dokumaya çalışmaktadır. Şiirinin dokusunda, geleneksel biçim ve
ahenk anlayışından farklı bir örgü dikkati çeker. Ancak şiirlerin-
deki bu dokuyu çok da sağlam bir poetik temele oturttuğu söyle-
nemez. Biçim ve içerik açısından şiirlerindeki sıkı örgüye ve yek-
pâre görüntüye rağmen, daha çok kendi şiirlerinin şifrelerini de-
şifre etmeye yönelik “ben” merkezli bir metin olan poetikasının
örgüsünde yer yer gevşeklikler ve boşluklar göze çarpar. Ahmet
Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Orhan Veli’nin
poetikalarındaki sıkı dokunun ve yekpâreliğin onunkinde olduğu
söylenemez. Ayrıca bu şairlerin poetikaları şiirlerine denktir; bir
anlamda şiirleri poetikalarıyla, poetikaları da şiirleriyle örtüşür.
Örneğin poetikasını, “Şiir, Mutlak Hakikat’i arama işidir.” diyerek
dinî bir temele oturtan Necip Fazıl’ın şiirleriyle poetikası birbiriyle
örtüşür. Aynı örtüşme, Orhan Veli’nin ‘dünyevîlik’ veya ‘somut-
luk’ temeline dayanan şiirleri ile poetikasında da görülür. Ahmet
Haşim’in poetikası ve şiirleri; sembolist, empresyonist ve saf şiir
anlayışının bileşkesi gibidir. Oysa Âsaf Hâlet’in poetikasında bu
anlamda şiirleriyle birebir örtüşme yoktur. Daha açıkçası, her ne
kadar şiir anlayışını, “Muhakkak ki Allah’ın, arşın altında anahtarları
şairlerin dilleri olan birtakım hazineleri vardır.” hadisine dayandırsa
da4, şiirlerinin iskeletini oluşturan mistisizm, poetikasında pek
belirgin değildir. Bu bakımdan poetikası şiirlerinin gerisindedir
denebilir.5
Çelebi, dış gerçeklikten uzakta, “zamanın dışında ve ruhun
mahbesinden sesler vermeye”6
çalışarak, günlük hayatta her an
karşılaşılabilecek olayları aktarma amacı olmadan, somut şiirden
soyuta yönelir. Üslûbu, çağdaşı Garipçilerde görülmeyen soyut şi-
iri ne derece içselleştirdiğini kanıtlar. Günlük yaşamı ve küçük in-
4 Âsaf Hâlet Çelebi, “Benim Gözümle Şiir Davası: 1 Saf Şiir”, Bütün Yazıları,
(Haz.: Hakan Sazyek), YKY, 2. Baskı, İstanbul: 2004, s. 146.
5 Âsaf Hâlet’in poetikasıyla ilgili bkz. Mehmet Narlı, “Asaf Halet Çelebi’nin
Poetikası”, İlmî Araştırmalar, S: 22, Güz-2006, s. 165-186; Alaettin Karaca,
“Asaf Hâlet Çelebi’ye Göre Şiir”, içinde Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 73-93.
6 Kemal Sülker, Kemal Sülker, “Gergin Bir Ortamda Asaf Hâlet’le Söyleşi”,
Yazko Edebiyat, S: 17, Mart-1982, s. 70 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 230-235).
sanların sorunlarını yoruma gerek kalmayacak kadar açıktan ve-
ren Garipçilerin aksine o, gerçek dünyadaki izlenimlerden damı-
tılmış soyut şiiri ve görünenin ardındaki anlamı, ancak birtakım
mistik ve alegorik tavırlarla anlaşılabilecek dizeler hâlinde Türk
edebiyatına kazandırır.
Şair olmanın verili olduğuna inanan Âsaf Hâlet Çelebi,
kendine özgü bir şiir dili oluşturur. Müzikalitenin de ihmal edilme-
diği bu şiir dilinin en önemli yanı, çok geniş anlamlar içeren bir
çağrışım dizgesine sahip olmasıdır. Kolektif şuuraltının biçimlen-
dirdiği evrensel sembolleri (arketipleri) kullanan Âsaf Hâlet Çe-
lebi’nin bazı şiirleri, cezbe hâlindeki eski kabile büyücülerinin,
rüya gören veya hipnotize edilmiş birinin sayıklamaları şeklinde-
dir. Ancak yakından bakıldığında, kullanılan her sözcüğün me-
tinde ayrı bir yerinin olduğu ve sözcüklerin tek başına değil metin
içindeki diğer unsurlarla kurduğu ilişkilerle değer ve anlam ka-
zandığı görülür.7
Onun kelime tasarrufunda usta bir sehl-i
mümteni şairi olduğu da vurgulanması gereken bir başka husus-
tur.8
Âsaf Hâlet’in, Orhan Veli ve “yeni şiir”i savunan diğer sa-
natçılarla tek ortak noktası, klasikleşmiş şekil, vezin ve kafiye ile
birlikte mecaz, istiare ve teşbih gibi edebî sanatların şiirden müm-
kün olduğunca çıkarılması düşüncesidir. Şiirde şaşırtıcı olanın ya-
kalanmasına yönelen Garip şiiriyle bazı yönlerden kesişen Âsaf
Hâlet şiirinin, Osmanlı-Türk şiir kültürü, Doğu ve Uzakdoğu kül-
türü, tasavvuf, kutsal kitaplar, masallar, tekerlemeler, çocukluk
hatıraları, mitoloji ve tarih gibi aslî unsurları düşünülünce bu an-
layışla farkı da rahatça görülür. Aynı dönemde şiirler yazan yeni-
lik peşindeki diğer şairlerinkinden farklı bir anlayış ve üslûpla şi-
irler kaleme aldığı için Âsaf Hâlet’in yazdıkları; “acayip” ve “an-
lamsız” olarak nitelendirilmiş; hatta dönemin önemli eleştirmenle-
rinden Nurullah Ataç tarafından “bal gibi eski zevkin devamı”9 ola-
rak tanımlanmıştır. Buna rağmen onun şiirinin yeniliğini ve oriji-
7 Ramazan Korkmaz – Tarık Özcan, “1950 sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, C: 4,
(Ed.: Talat Sait Halman, Osman Horata vd.), TC Kültür Bakanlığı Yayınları,
s. 84-85.
8 Can Bahadır Yüce, “Çelebi İçin…”, Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 143.
9 Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3.
Baskı, Ankara: 1983, s. 90.
nalliğini fark eden çağdaşları da vardır. Gerek Türk-İslâm kültür
ve medeniyetinden gerekse diğer pek çok kültür ve medeniyetten
izler taşıyan ve böylece anlaşılması için derin bir kültürel altyapı
gerektiren bu şiirler, gündelik hayatı veya siyasî ve toplumsal me-
seleleri dile getiren diğer yeni şairlerin eserlerinden kolaylıkla ay-
rılırlar. Yahya Kemal’i beğendiğini ve Ahmet Haşim’i “pek çok”
sevdiğini belirten şair, “şiirde vuzuh” meselesi ve “anlamdan çok
sezgiye önem verme” gibi poetikasındaki kimi ilkeler dışında, şii-
rinde bu şairlerle pek benzerlik göstermez. Onun mistisizm anla-
yışı da, Necip Fazıl’ınkinden farklı, “estetik bir mistisizm”dir. Bu
yüzden o, Hilmi Yavuz’un ifadesiyle, “ender bulunur (bir) edebi-
yatçı”10 ve “tekil bir şair”dir.11 Onun şiiri için, “tek kişilik bir kadro
hareketi” nitelemesini yapmak da mümkündür.12
Özellikle II. Meşrutiyet’ten beri, Mehmet Akif ve Necip Fa-
zıl gibi birkaç istisnayı bir tarafa koyarsak, edebiyatımızda refe-
rans olarak genellikle Batı’yı esas alan ‘yeni/modern şiir’in, sadece
Batı’yı taklit etmeyip orijinali kendi geleneğimizin veya genel an-
lamda Doğu’nun kaynaklarında arayan gerçek öncülerinden biri
olan Âsaf Hâlet, taklit de edilemez. Kendisinden sonra gelen İkinci
Yeniler, onun beslendiği kültür ve felsefe kaynaklarına gideme-
dikleri gibi Âsaf Hâlet’in bu çetin yenilik yolunu da izleyememiş-
lerdir. Çünkü Doğu ve Batı’ya açılmak büyük bir kültürel birikim
ister. Batı bile artık şiirde ve romanda kendi kaynakları ile yetin-
mez. Nitekim şuuraltına bağlı, sürrealizmden izler taşıyan, masa-
lımsı ve anlamca kapalı şiirleriyle zamanının çok ilerisinde dene-
yişler yapan Çelebi, aynı iddiayı taşıyan İkinci Yeni şairleri tara-
fından bile tanınıp izlenememiştir.
“Sanatkârın müşahhas (concret) malzeme ile inşa edeceği şiir
âlemi bizim kafamızda mücerred (abstrait) hayallere yol açar.” fikrini
savunan şair, acizliğin ve şuur karışıklığının bir göstergesi saydığı
10 Hilmi Yavuz, “Âsaf Hâlet Çelebi: Ender Bulunur Edebiyatçı”, Yeni Gündem,
18 Ağustos 1986.
11 Hilmi Yavuz’un, Bilal Kırımlı’ya gönderdiği 1 Mart 1993 tarihli mektuptan
aktaran Bilal Kırımlı, Âsaf Hâlet Çelebi, Şule Yayınları, İstanbul: 2000, s. 105.
12 Ertuğrul Aydın, “Asaf Halet Çelebi’de Saf Şiir Serüveni”, Âsaf Hâlet Çelebi
Kitabı, s. 106.
“teşbih”in şiirde gereksizliğini iddia eder. Şair, ayrıca, şiirlerinde
“keder” gibi soyut kavramları kullanmaktan ve bilhassa sıfatlar-
dan kaçındığını da ifade etmektedir.13 Bu yönüyle nesneyi ön
plana çıkaran ve somut görüntüler içeren bir şiir anlayışını benim-
seyen Garipçilere benziyor gibi görünse de uygulamaya bakıldı-
ğında onlara hiç benzemez. Çünkü Garipçilerin görüntü dünyası-
nın prensipleri, “verili akıl” tarafından belirlenmiştir ve nesnenin
metafizikle bağı koparılmıştır. Onların şiiri, görülenin müşahhas
planı üzerine inşa edildiğinden, onlara göre, görünenin arka pla-
nında “görünmeyen” hiçbir şey yoktur. Onlar, nesneyi her türlü
bağdan azade kılarlar. Ancak bu yaklaşım, Türk şiirinde “yeni”
değildir. Tâ Tanzimat döneminde Şinasi’nin dünyaya ve nesneye
bakışı da buna yakındır zaten. Şu farkla ki, Tanzimatçılar bu işi
yaparken ciddi idiler; Garipçiler ise, alaycı bir tavır takınıyorlardı.
Dünyanın boşluğuna gülen ve dünyayı duyularının aracığıyla de-
ğerlendiren bu nesil, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’ın ifadesiyle, her
türlü metafizik bağla ilişkisini kesmiş Batı’nın aylak adamıdır.14
Aslında onların bu alaycı ve içten içe gülen tavırlarının altında, bi-
linçli bir şekilde eskilerin dikkatini çekme ve fark edilme niyeti
vardır. Oysa Âsaf Hâlet, “yeni” şiirler yazarken bu niyeti ve tavrı
taşımadığı gibi, metafizikle bağlarını koparmış bir görüntü dünya-
sını esas alan Garipçilerin şiir anlayışı yerine, tıpkı çok beğendiğini
söylediği Ahmet Haşim gibi, içsel öğeler içeren bir estetiği benim-
semiştir. Şiiri, “sadelik” ve “âdilik” noktasında düşündükleri için
Garipçilerden uzak duran şair, şiirini gösterişli imgelerin baskısın-
dan kurtararak da Haşim’den ayrılır. O, kendisinden önce şiirler
yazan Yahya Kemal, Tanpınar ve Necip Fazıl gibi şairlerin biçim-
lendirdiği entelektüel birikime sahip şiir anlayışını benimsemiştir;
ama onlardan farklı bir şiir ortaya koymayı da becermiştir.
Hiçbir şiir akımının ‘sürekli’ etkisi altında kalmadan veya
İslm tasavvufu, Hıristiyanlık, Musevilik, Hint felsefesi ve Bu-
dizm gibi değişik kaynaklardan -özellikle de dinlerden- yararlana-
rak kendine özgü şiirler yazabilen ve taklit edilmesi oldukça zor
bir şair olan Âsaf Hâlet, Cumhuriyet dönemindeki mistik şiir anla-
13 Âsaf Hâlet Çelebi, “Benim Gözümle Şiir Davası: 4 Mücerret Şiir”, Bütün
Yazıları, s. 161-164.
14 Ramazan Korkmaz – Tarık Özcan, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1950 sonrası”,
Türk Edebiyatı Tarihi, C: 4, s. 63-64.
yışında da yenilik gerçekleştirebilen bir sanatçıdır. O, geleneksel
temaları, eski (Doğulu) nazım biçimleri içerisinde işleme gelene-
ğini kırarak Doğulu, hatta Uzakdoğulu bir dünyayı Batılı biçim-
lerle sunmuş ve bu yönüyle de kendinden öncekilerden ayrılmış-
tır.15 Ahmet İnam’ın deyişiyle, “Cumhuriyet döneminde şiirini biçimce
eskiye dönmeden yazabilen tek mistik şair”16 olan Âsaf Hâlet, yer yer
empresyonist ama çoğunlukla realiteyi mistisizmle karıştıran sür-
realist söyleyişleriyle bir yandan kimi Batılı şairlerle yakınlık ku-
rarken diğer yandan Doğulu mutasavvıf şairlerden beslenmeyi de
ihmal etmeyen yenilikçi bir şairdir. Bu yönüyle Âsaf Hâlet, birçok
sanatçının geçmişinden ve Doğu kültüründen kopuk bir kültürle
yetişmeyi tercih ettiği bir dönemde ısrarla bu değerlere bağlı kala-
rak özgünlüğü yakalamış farklı bir kişiliktir. O, yıkmadan ve inkâr
etmeden de “yeni” olunabileceğini bir kez daha göstermiştir.
Masalı, rüyası, hülyası, ütopyası, kısaca kendine özgü
dünyası olan insan çok azdır. Sanatçılar, özellikle de şairler, bu
nâdir insanlardandır. Âsaf Hâlet Çelebi, kendine özgü bir dünyası
ve masalı olan şairler arasında özel bir yere sahiptir. Evrensel te-
malarda bile “kendi masalını söyleme” becerisine sahip olan şair,
yaşadığı dünyayı, oldukça renkli geçen çocukluğundan hatırla-
dıklarını, kitaplardan öğrendiklerini, çevresinde gördüklerini bu
masal dünyasında değiştirip yepyeni ifadeler hâlinde şiirleştirme-
sini bilmiştir. Gelenekten yararlanmanın, yerli malzemeden hare-
ketle evrensele yönelmenin ve kendini inkâr etmeden, hatta ço-
cukluğunu bile kullanarak “çağdaş” olmanın yolunu Âsaf Hâlet,
kendince bulmuş ve oldukça da ustalıkla uygulamıştır. O, sanatın,
“belli ve bilinen yolları değil de yeni ve bilinmeyen yolları keşfederek bir
şey söylemek” olduğunun bilincindedir. Özgünlüğü de buradan ge-
lir.
Bir İstanbul çocuğunun son bir asırda geçirdiği değişimi,
kendi köklerine ve dünyasına bağlı kalarak, orijinal bir ifade terci-
15 Hakan Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi,
C: 4, (Ed.: Talat Sait Halman, Osman Horata vd.), TC Kültür Bakanlığı Ya-
yınları, s. 41.
16 Ahmet İnam, “Türk Şiirinde Mistik Yönelimler”, Yeni Dergi, S: 111, Aralık-
1973, s. 28.
hiyle eserlerine taşıyan Âsaf Hâlet, geleneksel ve modern edebi-
yatla kurduğu ilişki sonucunda bir “yeniden üretim” gerçekleştir-
miştir; ancak bu, sadece estetik bir yararlanma değildir. Metinler
arasılık bağlamında öne çıkan bu yararlanmanın, “yapı” ve “bağ-
lam” düzlemleri vardır ki bunlar, ayrı bir çalışmanın konusudur.
Olağanüstülükler (irrasyonalite) dünyasında gezinen Âsaf
Hâlet, Âdem Peygamber’den öncesine ve sonrasına, Asur ve Eski
Mısır günleriyle Cüneyd-i Bağdadî ve Hallac-ı Mansur gibi şahsi-
yetlerin maceralarına kadar her şeyi yeni baştan yaşar. Böylece
“saadet zirvesi”ne (Nirvana’ya) erer, ama “o anda bile içim rahat de-
ğildir” der; ulaştığı muvazene, istikrarsızdır ve “ruhun(un) en gizli
yerinde bile bir endişe kalmıştır”. Bu da onu gerçek mutasavvıflardan
ayırır.
Bugüne kadar onun, ne şiiri ne de düşüncesi asla damar tı-
kanıklığına uğramamıştır/uğratılamamıştır. Onun şiiri, I. Yenilerin
veya toplumcu gerçekçilerin şiirinin aksine, bir çırpıda tüketile-
meyecek bir değer taşıdığındandır ki, onu bugün bile büyük şair
olarak anıyoruz. Orhan Veli ve arkadaşları 1940’lı yıllarda adlarını
daha çok duyurmalarına rağmen, Çelebi, “yeni şiir” yolunda on-
lardan daha kalıcı olmuştur.
Âsaf Hâlet, hem yaşarken hem ölümünde hem de ölü-
münden sonra ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş, dışlanmaya
çalışılmış, neredeyse “yalnız” yaşamış ve “yalnız” ölmüş bir
“garip”tir:
Sekseni aşkın şiiri, hacimli bir kitap oluşturan yazıları, de-
nemeleri ve 13 adet inceleme kitabıyla fikir ve sanat hayatımızda
ciddi bir yer edinmesi gerekirken ilgisizlik kurbanı olmuş ve yeni
nesillere tanıtılamamış bu “garip” ve “muzdarip” şair hakkında ilk
kapsamlı çalışmaya imza atan Mustafa Miyasoğlu, onun görmez-
den gelinmesinin ve dışlanmasının sebeplerine de işaret eden şu
dikkat çekici değerlendirmede bulunur: “Âsaf Hâlet, yeniliği garip-
likte görmeyen ve ‘sanatta eskimeyen şey’e tâlip olan ve bu tavrını bütün
eserlerinde (…) ortaya koyan bir şairdir. Yaşadığı hayatı ve dünyayı
mistik temâyüllerle ifade ederken İslâm kültürünün süzgecinden geçiri-
yor ve tasavvufun kaynaklarından edindiği ihsaslara da şiirinde önemli
bir yer veriyordu. Bu anlamda onun dile getirdiği hayret ve doğurduğu
şaşkınlık, geçici ve bir çeşit sun’i tuhaflık değil, varlık ve yaratılış hikme-
timize bağlı, büyük velilerin bakışında ifadeye kavuşan hayret ve şaşkın-
lıktır.”17 Garipçilerin ve toplumsal gerçekçi şairlerin yazdıkları gibi
dışa dönük ve somut konularda yazılan şiirleri, genellikle rahat
anlarız; ama onlar anlaşıldıkça çoğunlukla tükenirler; içe dönük
şiirler ise, anlaşıldıkça derinleşirler. Böyle bir şiiri okuyan, değişik
bir iklim teneffüs ettiğinin farkına varır; ondan ruhunun ihtiyaç
duyduklarını alır. Sanatkâr antenleriyle bu gerçeği yakaladığı için
“hâlis” ve “sahih” bir şair olan Çelebi, hangi sebeple gözlerini iç
dünyasına çevirdiğini şöyle açıklar: “Asıl sanatkâr bir büyücü, bir
şarlatan, bir gözbağcı değil, kendi varlığı bizzat mucize olan bir velidir.
Ruhumuzun sükûn ve iştiyaklarını onun maddî vasıtalarla gizlediği şey-
lerin ilerisinde, kendisinin baş döndürücü varlığının içinde, başkayı, ya-
bancıyı unutarak dinlendiririz. Orada gösterişten uzak, taklitten sıyrıl-
mış, görenekten, alelâdelikten ayrılmış kendi hakikî ve yüksek varlığımızı
buluruz.”18
Son dönemde yaşadığımız dramatik yüzyıllar,
aydınlarımızın ve sanatkârlarımızın gözlerini dışa çevirmelerine
sebep olmuştur. Nasıl olur da bu elemli hayattan kurtuluruz diye
düşünmüşler ve dünyamızı değiştirmenin, elemli hayatımızdan
kurtulmanın yollarını göstermeye çalışmışlardır. Ama bu gayretle-
rin çoğunda, insanın dış dünyasını, şuurunun ve mantalitesinin
düzenlediği unutulmuş ve “iç dünya” ihmal edilmiştir. Şuur ve
mantaliteyi ele almak için dikkati önce insanın iç dünyasına çevi-
rip, o karmakarışık âlemi tahlil etmek gerektiği, pozitivist bir yak-
laşımla hep göz ardı edilmiştir. Oysa elemli ve buhranlı hayatımız
orada yatmaktadır. İşte insanın bütün tavır ve davranışlarının
köklerinin bulunduğu bu âlemi projektörünün altına alabilecek
pek az aydınımız, sanatkârımız ve fikir adamımız yetişmiştir.
Bunların birisi de şüphesiz Âsaf Hâlet’tir. Âsaf Hâlet’in yaşadığı
dönemde Orhan Veli ve daha pek çokları Doğu’ya bir çarpı çeke-
rek, yüzlerini tamamen Batı’ya çevirmişlerdir. Âsaf Hâlet ise
Doğu’daki zirveleri, hatta Uzakdoğu’dakileri bile gözden kaçırma-
17 Mustafa Miyasoğlu, Âsaf Hâlet Çelebi, MEB Yayınları, İstanbul: 1994, s. 11-12.
18 Âsaf Hâlet Çelebi, “Sanatta Eskimeyen Şey”, İstanbul, S: 8, Haziran-1954.
(Bütün Yazıları, s. 136).
maya çalışmış; bu nedenle de kınanmış, dışlanmış ve görmezden
gelinmiştir.19
Âsaf Hâlet’in kitapları, 1940 ve 1950’li yıllarda yazarın
sağlığında birer ikişer kez basılmış, aradan geçen yaklaşık elli yıl
içinde ise hiç baskısı yapılmamıştır. Yıllardır sahaflarda ve kitap
müzayedelerinde nadiren bulunabilen, kütüphane depolarının
tozlu raflarında unutulmaya mahkûm edilen bu eserler, ancak
1990’lı yılların sonundan itibaren Yapı Kredi ve Hece gibi kimi ya-
yınevlerinin dikkatini çekmiştir.
Âsaf Hâlet ile ilgili ilk kapsamlı çalışmayı, Semih Güngör
takma adıyla 1986’da yayımlayan Mustafa Miyasoğlu,
18.02.2004’te yani şairin ölümünden 45 yıl sonra Hece Yayın-
ları’ndan çıkan Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı’nın yayımından hemen
sonra, şöyle der: “Bugün Âsaf Hâlet’le ilgili yazılar yazıldığına bakma-
yın, onunla ilgili tanıtma kitabı yayınlandığında, kitaplarımızı yayınla-
dığımız Suffe Yayınevi’ne tek kitap siparişi gelmedi.”20
“Mevcudu tükenmiş bir neslin son ferdi” olan Çelebi, Haldun
Taner’in ifadesiyle, “yolunu şaşırmış bir derviş gibi onu çok yadırga-
yan hoyrat bir çevrenin içinde bir gün bile sızlanmadan, kimseyi bir an
töhmetlendirmeden olgun bir müsamaha ile sessiz sedasız yaşa(mış)”21
ve cenaze töreni de tam bir garibe yakışır şekilde olmuştur. 16
Ekim 1958 Perşembe günü, şairin cenaze törenine katılanları ve
oradaki havayı İbrahim Minnetoğlu’ndan okuyalım: “Bir iki şair,
hikâyeci, fıkracı, üç beş dost, akraba, Beylerbeyi halkından birkaç hayırse-
ver. İşte hepsi bu… (…) Ne çelenk, ne bando ve mızıka… Sessiz bir gidiş
bu… Gösterişsiz, sapsade… Fakirce, kimsesizce, öksüzce…”22
Neticede Âsaf Hâlet, Beşir Ayvazoğlu’nun da değindiği
gibi, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli isimlerinden biri
olduğu hâlde unutulmuş, daha doğrusu unutturulmuştur. Aslında
yaşarken de, Garip akımının çıkardığı gürültü ve toz duman ara-
19 Mehmet Niyazi, “Âsaf Hâlet Çelebi”, Zaman, 21.03.2005.
20 Mustafa Miyasoğlu, “Âsaf Hâlet Çelebi ile bir duyarlığın sözcüleri”, Vakit,
18.02.2004.
21 Haldun Taner, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166, 15 Kasım 1958 (Âsaf
Hâlet Çelebi Kitabı, s. 187-189).
22 İbrahim Minnetoğlu, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166, 15 Kasım
1958 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 194-195).
sında pek fark edilmemiş ve asıl o “garip” kalmıştır.23 Garip’in
yıkıcılığı ve ortada dolaşan birçok şiir anlayışı içinde onun dik-
katle ve yeterince değerlendirilemediğini söylemek de mümkün-
dür.
Kendi devrinden duyduğu memnuniyetsizlikten dolayı
masallarda yaşayan ama ruh ikliminde ayağı yere basan bu biri-
kimli şairden, yetişen nesillerin alacakları çok şey var. Onu ihmal,
ona zarar vermez; nasıl olsa bir şiiri, mensur bir parçası günün bi-
rinde zekice bir göze çarpar; fakat bu arada yetişen nesiller çok şey
kaybederler. Yalnız şundan emin olalım ki, nicelikten çok niteli-
ğiyle göz dolduran Âsaf Hâlet okurları her zaman olmuştur ve
olacaktır.
Âsaf Hâlet, yaşadığı çağ ve çevrede kendisini çoğu zaman
“yabancı” ve “garip” hissetmiş ve eserlerinde de bu duruma
tepkisini kendi üslûbunca ortaya koymuştur:
Âsaf Hâlet’in şiiri, bir “kaçış”tan ziyade entelektüel bir
“karşı koyuş” ve bir “direnme”dir. Bilgiden yola çıkılarak, bilgi-
den “yapılan” bir şiir ortaya koyan Âsaf Hâlet, günün sosyal ve si-
yasî meselelerini değil, tarihsel ve kültürel konuları ele alırken, as-
lında içinde bulunduğu zamanın kokuşmuşluğuna tepkisini or-
taya koymuş ve şiirini “eskimeyen şeyler” üzerine kurmuştur.
“Batı kültürüne gidişe entelektüel tepkileri olan”24 Âsaf Hâ-
let’in “Nurusiyâh” şiirinde geçen “annenin susuşu”nun ve “baba-
nın küsüşü”nün çağa bir gönderme ve bir tepki olarak da okuna-
bileceğini ifade eden Mustafa Apaydın, “bu yüzyılda artık mistik du-
yuşlar, arayışlar ve buluşları yaşama pratiği ortadan kalkmıştır. Çağın
mistik duyarlıklara uzak, her şeyi maddeleştiren anlayışı, mistik duyar-
lıkların yaşanmasına ket vurmuştur. (…) Âsaf Hâlet Çelebi’nin ağıdı,
yanlış çağda, yanlış insanlar arasında yabancılaşmanın dramını yaşıyor
23 Beşir Ayvazoğlu, “Unutulmuş Bir Şair: Âsaf Hâlet”, Türkiye, 6 Eylül 1993.
24 Hakan Sazyek, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Edebiyatı Tarihi,
C: 4, s. 40.
olmaktan dolayıdır belki de.”25 diyerek “zamansız bahçeleri kucaklayan”
ve yaşadığı çağda başka bir zamanı yaşayan bu “garip” şairin hu-
zursuzluğuna dikkat çeker.
Âsaf Hâlet, hâl, hareket ve tavırlarıyla, giyim kuşamı ve
konuşmalarıyla da farklılığını hissettirmiş ve çevresindekilerce
“acayip”, “tuhaf” ve “garip” karşılanmıştır:
“Om Mani Padme Hum” gibi kimi şiirlerinin yanı sıra şiir
okuyuşu, tostoparlak vücudu, aşağı sarkan upuzun bıyıkları, ya-
kasından hiç eksik etmediği çiçeği, dar ve paçaları kısa pantolonla-
rıyla zamanın mizah dergilerinin vazgeçilmez malzemesi olan,
‘ultra-modern’ veya ‘bobstil şair’ diye anılan Âsaf Hâlet’i, Haldun
Taner şu sözlerle anlatır: “Yakasına çiçek takıp kökünü mendil cebine
yerleştirdiği küçük bir şişenin suyu ile beslemesi, kocaman bir gülsüz
gezmeyen Oscar Wilde’ın dandyliğini anımsatıyordu. Şiirlerini okuyu-
şundaki -için için belki kendinin de alayını çıkardığı- aşırı önem ve her
şiirin havasına göre ayrı bir kişiliğe bürünüş yeteneği, çoğu kimsede bir
hafiflik etkisi bırakıyordu. Âsaf Hâlet, böylece ciddiye alınmaktan çok, in-
sanı bohem renkliliği ile gülümseten bir çağrışım oluyordu.”26
Âsaf Hâlet Çelebi’nin, yaşam, konuşma ve giyim tarzı ile
fikirleri kadar şiirlerinin çoğunun ve bu şiirleri topladığı kitapların
adı da o dönem için çok “garip”tir: He (1942), Lâmelif (1945) ve Om
Mani Padme Hum (1953).
Tavırları ve tekellüflü lisanıyla hâlis bir Beylerbeyili olan
Çelebi, siyasete de ilgi duyar. O, edebiyat tarihimizin müzmin ba-
ğımsız adayıdır. 1946’dan itibaren, yaşadığı sürece bütün seçim-
lere bağımsız aday olarak katılıp tek başına Tek Parti’ye muhalefet
etme cesaretini ve “garip”liğini de gösterir. 1946’da yayımladığı
seçim bildirisindeki demokrasi vurgusu bugün için bile dikkat çe-
kicidir. Bu bildiride demokrasiden ne anladığını, Roosevelt’in dört
şartını (1. Sefalet ve açlık korkusu duymadan yaşamak, 2. Korkudan
emin olmak, 3. Düşünce hürriyeti, 4. İnanç hürriyeti) hatırlatarak
25 Mustafa Apaydın, “Âsaf Hâlet Çelebi’nin Nurusiyâh Şiirine Bir Bakış”, İlmî
Araştırmalar, S: 12, 2001, s. 29.
26 Haldun Taner, “Beylerbeyili Şair”, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Cem
Yayınları, İstanbul: 1979, s. 46-47.
açıklayan Çelebi, hiç dinleyicisi olmasa bile, meydanlarda yük-
sekçe bir yere çıkıp uzun uzadıya nutuklar söyler. Bu “garip”
adam, seçilemeyeceğini bilir ama bu, onun için belki seçim atmos-
ferinden yararlanarak siyasî fikirlerini yüksek sesle ifade etme ve-
silesi, belki de bir oyundur. Böylelikle, dört yılda bir, Haldun Ta-
ner’in ifadesiyle, “Hyde Park hatipleri gibi ileri geri konuşup içini de
boşaltmış olur.” Tabiî ki, onun bu tavrı da mizah dergilerine mal-
zeme olur. Ramiz’in bir karikatüründe, Çömez, Çelebi’ye “Neden
milletvekili olmak istiyorsunuz?” diye sorar. Aldığı cevap pek hoştur:
“Şiirlerim, inşadlarım, kıyafetimle senelerden beri milletin yüzünü gül-
dürmüş bir şairim. Meclis’te de neşe ve şetaret havası yaratmak ülküm-
dür!”
O da, tüm bu alaylara, alayla karşılık verir ve bu alaycı
yaklaşımları hiç önemsemez: “Beni ciddiye almıyorlar, ben de kimseyi
ciddiye almıyorum, almak istesem de gücüm yetmez buna.”27 Giyini-
şiyle, konuşmasıyla, davranışlarıyla ve şiirleriyle ne yenilere ne de
eskilere benzeyen, bilinçli olarak çevresindekilerin dikkatini çek-
meyi ve onları şaşırtmayı isteyen şair, belki de böylece, toplumu
kendisi alaya alıyordu.28 Mizah dünyasına bilerek malzeme vere-
rek, biraz da Melamimeşrep kişiliğinin bir gereği olarak, hem ken-
disiyle hem de etrafıyla dalga geçen şairin, bu zekice meydan oku-
yuşunu ve protestosunu, ne yazık ki onunla alay edenler anlaya-
mamış; kendileri onun acı ve alaylı tebessümüne muhatap olmuş-
lardır.29
Aslında, tıpkı kendisinden önce Tanpınar’a -her ne kadar
ilk başlarda kendisine takılmak isteyen arkadaşlarının ona yakış-
tırdığı bir sıfat olsa da- “Kırtipil” lakabını takarak yaptıkları gibi,
Âsaf Hâlet de bir “bobstil dandy” olarak tanıtılmış ve böylece gü-
lünüp geçilecek, zavallı ve gayri ciddi bir adam imajı uyandırıla-
rak onun muhtemel tesirlerinin önüne geçilmiştir.30
27 Hüsamettin Bozok, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin Anılar, Anılar…”.
28 Yaşar Tellidede, “Asaf Halet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166, 15 Kasım 1958
(Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 197).
29 M. Selim Gökçe, “Karikatür ve Edebiyat: Âsaf Hâlet Çelebi Karikatürleri
Üzerine Bir Deneme”, Türk Edebiyatı, S: 410, Aralık- 2007, s. 34.
30 Beşir Ayvazoğlu, “Devam ederek değişmek”, Aksiyon, 24 Ocak 1997.
Âsaf Hâlet’in yazdığı şiirler, yazıldıkları devirde “anla-
şılmaz ve anlamsız” diye nitelendirilmiş, belki de “anlaşılmak
istenmemiş” ve böylece “garip” kalmışlardır:
Âsaf Hâlet’le aynı dönemde şiirler yazan Birinci Yeniler ve
toplumcu gerçekçiler, 1950’ye kadar, özellikle de ironi ve humor
bağlamında, “retorik” şiir örnekleri vermişlerdir. “Lirik” bir şair
olan Âsaf Hâlet’in şiiri ise, bunların aksine, “nitelikli” bir okuru ön
varsayar. Geniş bir şiir birikimine veya kültürel altyapıya sahip
olmayanlar onun şiirinden çok şey anlayamazlar. Onun şiirini
hakkıyla anlamak için okurun, en az onun kadar geniş ve derin bir
donanıma sahip olması gerekir. Mehmet Kaplan onun şiirini,
“Varlığın derinliğine inen ve insanı asırlardan beri gelişen ve tarih ve
medeniyetin içinde ele alınan kültür şiiri” olarak görür.31 Onun şiir-
leri “anlamsız değil, “anlamı öteleyen” ve bu yüzden de anlaşıl-
ması zor şiirlerdir. Âsaf Hâlet, kendi ruh hâllerini anlattığı şiirle-
rinde bile, masal ve tasavvuftan yararlanır. Sadece İslam tasavvufu
değil, Uzakdoğu mistisizmi ve diğer ilahî dinlerin mistisizminden
de yararlanır. Hayata ironik olarak baktığı şiirlerinde dahi, dinle-
diği masalların hayal dünyasında oluşturduğu izler görülür. Bu-
nun farkında olmayanların onu anlaması mümkün müdür?
Kemal Sülker Anılara Yolculuk adlı hatıra kitabında, değeri
bilinmemiş Âsaf Halet Çelebi’nin kendine göre bir portresini çizer.
Bu, biraz da mahzun, bir soytarıyı çağrıştıran, tuhaf kılıklı, tutuk
bir insanın tasviridir: “Ulunay’ın (Ref’i Cevad) yanında, tombul ya-
naklı, sarı pantolonlu, beyaz iskarpinli, mavi gömleği üstünde ekose ku-
maştan bol düğmeli yeleği olan biri...” Sülker, Çelebi’nin, o sıralardaki
toplumsal kaynaşmalardan habersiz olduğuna, bunlarla ilgilen-
mediğine üzülerek vurgu yapar. “Âsaf Halet Çelebi ustaca yazılmış
bir anlamsızlığın şiiri içinde yitip gitti.” yorumunda da bulunur. Bu
tavır, müzmin bir hastalığımızın yansımasıdır: Kendimiz işin için-
den çıkamamışsak, bir şiire, bir hikâyeye, bir romana gönül rahat-
lığıyla ‘anlamsızlık’ damgasını vururuz. Anlamsız bulduğumuz
bir edebî çaba için yan okumalarla beslenmeye bir türlü ihtiyaç
duymayız.
31 Mehmet Kaplan, Edebiyatımızın İçinden, Dergâh Yayınları, İstanbul: 1978, s.
167.
Yeni tarz şiirleriyle en çok yadırgandığı zamanlarda bile
Âsaf Hâlet, Nurullah Ataç tarafından “eskinin devamı” olmakla it-
ham edilir.32 Çünkü onun masal dünyasını kavrayamayanlar, on-
daki deyiş ve şekil yeniliğinin yanında, özdeki yeniliği fark ede-
mezler veya etmek istemezler. Ama aslında Ataç, hakiki manasıyla
Batılı sanatı savunduğu için, bu özde değişmeyen nitelikleri ve
masalın gerisindeki temel unsurların farkındadır. Bu yüzden olsa
gerek, Âsaf Hâlet’i iyi teşhis edebilmek için, onunla karşılaştı-
ğında, sık sık Allah’a inanıp inanmadığını, hatta niçin inandığını
uzun uzun sorar; bu sorularla Âsaf Hâlet’in iç dünyasını keşfet-
meye çalışır.
Âsaf Hâlet Çelebi, hem aydın hem de entelektüel olmanın
kesişim noktasında ortaya çıkar. Ne yazık ki onun değerini hak-
kıyla fark edebilecek pek kimse yoktur etrafında. Ömrünün son
demlerini bir kütüphane memuru olarak geçirmiş ve yazar-çizer
çevresinin bohem hayatı, onu bir türlü içine sindirememiştir. Oğuz
Atay ve Tanpınar’a yaptıkları gibi, onu da yok saymışlardır. Öteki-
leştirilmesini bir yana bırakın, âdeta yalnız yaşamıştır. Gelenek-
selleşen ve değerlerimiz konusunda başımızı öne eğdiren bu ilkel
tutumumuz veya Hilmi Yavuz’un deyişiyle “duygusal maluliyeti-
miz”33 yüzünden küs kaybettiğimiz değerlerimizden biridir Âsaf
Hâlet. Gömmeden ve üzerinden bunca yıl geçmeden kıymetini
anlayamadığımız bir değer.
Hep onun özgünlüğünden bahsediyoruz; peki, acaba onu
“nev’-i şahsına münhasır” bir şair yapan, şiirlerinde anlaşılması
zor veya yabancı birtakım kelimeler kullanması veya serbest
tarzda vezinsiz, kafiyesiz ve edebî sanatlardan mümkün oldu-
ğunca arındırılmış şiirler kaleme alması mıdır? Bu saydığımız
özellikleri, şiirde ondan önce kullanan başka şairlerin olduğu bi-
lindiğine göre, onu “özgün” kılan özellikler bunlar değildir. Onun
alâmet-i fârikası, Hilmi Yavuz’un deyişiyle, “Batı düşüncesinin, ‘ha-
yatta en hakiki mürşit ilimdir’ özdeyişinde ifadesini bulan pozitivist ve
entellektüalist zihniyetinin, Türk insanına yegâne alternatif olarak daya-
32 Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, s. 90.
33 Hilmi Yavuz, “‘Kırtıpil’ mi, değil mi? Evet, ‘Hangi Tanpınar?’ (1)”, Zaman,
23.01.2008.
tıldığı bir dönemde”34 iç huzuru bulmak veya “iç insan”a yönelmek
için Budizm, tasavvuf ve Hıristiyanlık başta olmak üzere mistik ve
dinî limanlara sığınmasıdır. “Düşünme / Arzu et sade / Bak böcekler
de öyle yapıyor” veya “Bir de rakı şişesinde balık olsam” diyen, gele-
neği ve manevî değerleri hiçe sayarak Andre Gide’nin Dünya Ni-
metleri kitabını kendilerine rehber edinen Orhan Veli ve diğer
“yeni şiir” savunucularının aksine “akıl kadar, insanı onun duygula-
rının (da) yaptığını bil(en), akıl kadar, arketipsel duyarlıkları (hatta
irrasyonaliteyi!) (da) öne çıkar(an), insanın sadece akıldan ibaret olma-
dığını dile getir(en), bunun için Doğu’ya, tasavvufa, Budizme ve yaban
dinlerine yüzünü dön(en), kollektif hafızadaki arketipleri gömüldükleri
zihinden ayıkla(yan) ve bu arketipleri, bir duyarlık için şiirsel işaret
(poetical sign) olarak kullan(an)”, kısacası işareti, sadece Batı’dan de-
ğil Doğu’dan alan35 Âsaf Hâlet, onun bu “farklı” yaklaşımına sıcak
bakmayan kimi çevrelerce acaip ve “garip” karşılanmış; anlamsız
şiirler yazmakla itham edilerek alay edilmiş, dışlanmaya çalışılmış;
ancak bir dönem bu kampanyada başarılı olunsa bile onun bu-
günlere gelmesine engel olunamamıştır. Aslında Âsaf Hâlet, ne
tam bir mistik ne de kafasındaki tüm endişe, şüphe ve sorulara
tatmin edici cevaplar bulmuş “mutmain” bir mutasavvıftır. O, ya-
şam tarzı bakımından diğer “yeni” şairlerden çok da farklı olma-
yan bir Cumhuriyet aydınıdır. Âsaf Hâlet Çelebi, geleneksel bir
kimliğe sahip olmasına karşın modern hayatın gereklerini yerine
getirmekten geri kalmamış ve şiirde daima yeniliğin peşinde ol-
muştur. Cumhuriyet’in getirdiği yaşam tarzı ile pratikte kesinlikle
bir çatışma yaşamayan şairin, bir kültür olarak bile mistisizm ile
ilgilenmesi başta kimilerince o dönemin edebî otoritesi sayılan Nu-
rullah Ataç olmak üzere bazılarını rahatsız etmiştir.
O, hakkında yapılan birçok eleştirilere ve itirazlara rağmen
hiç çekinmeden şiirlerinde tasavvuf ile mistisizmi harmanlayarak
kendine özgü bir düşünce dünyası kurmuş, Can Bahadır Yüce’nin
deyişiyle, “modern insanı gürültüyle değil, dinginlikle ve sessizce “kut-
sal”a çağıran bir havaridir. Kimilerinin bilinçsizce kimilerinin de baskın
ideolojiyle suç ortaklığı yaparak Çelebi’yi yok saymaya çalışmaları”nın
altında yatan sebeplerden biri de budur. “Şiirin bir tür ‘oyun’ oldu-
34 Hilmi Yavuz’un, Bilal Kırımlı’ya gönderdiği 1 Mart 1993 tarihli mektuptan
aktaran Bilal Kırımlı, Âsaf Hâlet Çelebi, s. 96-97.
35 Hilmi Yavuz’dan aktaran Bilal Kırımlı, Âsaf Hâlet Çelebi, s. 97.
ğunu bilen bir geleneğe eklemlenen, onu ‘oyun’ sayan bir şairin”, şiire
“tapan” ve “şiiri bir mücadele, bir ‘kavga’ sanan şairlerce doğru algı-
lanması beklenemez. Mistisizmi hastalık olarak gören, tapınma nesnesini
şaşırmış, kendinden önceki şairlere sevgiyle bakmayı unutmuş bir algıla-
yış biçiminin, Çelebi’yi yalnızca şiir tekniği bağlamında yüceltmesine de
kuşkuyla bakmak gerek.”36 Âsaf Hâlet’in şiirini küçümseyenler, uzun
süre onun beslendiği kaynakları da görmediler veya görmek ve
göstermek istemediler.
Onun şiirlerine “anlamsızlık” yakıştırmasında bulunarak
bu şiirlerde gariplik ve acayipliğin güzellik duygusuna galip gel-
diğini iddia eden37 ya da öncelikle “garip” diye niteledikleri giyim
kuşamını, alışkanlıklarını ve davranışlarını hatırlayan edebiyatçı-
larımız, onu neden uzun süre görmezden geldiler veya unutul-
maya terk ettiler acaba? Yüzlerini Batı’ya dönmüşken Doğu kültü-
ründen ve özellikle de tasavvuftan beslendiği veya “şablon misti-
sizm”in dışına çıktığı için mi, yoksa “yirminci asır” diye böbürle-
nen yarı münevverlere yaranamadığı için mi bilerek dışladılar
onu? Oysa sadece dikkat çekmek için ve tepkisel bir içgüdüyle es-
kiye karşı çıkıp onu yok etmeye kalkışan ama “rakı şişesinde balık
olmak” anlayışından öteye gidemeyenler, “yenilik” adına hep öne
çıkarılmışlardır. Ne var ki, Âsaf Hâlet, tıpkı aynı kaderi paylaştığı
Tanpınar ve Oğuz Atay gibi, maruz kaldığı “görülmeme” haksız-
lığına rağmen hâlâ şiirleriyle karşımızda duruyor. Onun şiirlerini
çözümledikçe onu “geri”de bırakarak kendileri “ileri”ye çıkan ve
rahat hareket eden müteşairlerin foyaları da iyice ortaya çıkmak-
tadır.
Âsaf Hâlet, ömrü boyunca maddî sıkıntı ve endişelerden
kurtulamamış bir küçük “garip” memurdur:
Hilmi Yavuz’un, kelimelerin çağrışım gücünden faydala-
narak Âsaf Hâlet’e atıfta bulunduğu “sebepsiz hüzün’dü hocası âh
sefalet’in”38 dizesinde de vurgulandığı gibi, “garip ve mahzun
36 Can Bahadır Yüce, “Çelebi İçin…”, Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, s. 143.
37 Mehmet Kaplan, Edebiyatımızın İçinden, s. 170.
38 Hilmi Yavuz, Çöl Şiirleri, Varlık Yayınları, İstanbul: 1996, s. 14.
adam” Çelebi, neredeyse tüm hayatı boyunca işsizlik, açlık ve
ölüm korkusu içinde yaşar ve Tek Parti döneminin bin çeşit baskısı
altında bunalır. O, ebedî öğrenme tutkusunun dışında, hayatı bo-
yunca geçim derdinden başka bir şey düşünmemiş, bir lokma bir
hırkayla yetinmeyi mizaç hâline getirmiş39, ihtirassız bir “garip”tir.
Kemal Sülker Anılara Yolculuk’ta, onun giderek ‘küçük adam’a dö-
nüşeceği endişesini dile getirir.
Melih Cevdet Anday, anılarını kaleme aldığı Akan Zaman,
Duran Zaman’da Çelebi’yi anlatırken onun “Beyazıt Kitaplığı’nda
küçük bir memur” olduğundan bahseder. Bu küçük memur, daha
çok gençken bile gecenin geç saatlerinde bir bakanın evine eline
kolunu sallayarak girip çıkabilen Anday’ın karşısında ezilip bü-
zülecek; tıpkı az önce müdürünün yanındayken kaygılara kapıl-
dığı gibi, hep işiyle, para kazandığı, ekmek parasını çıkardığı gö-
reviyle ilgili sorunlarından bahsedecektir ona.
Çelebi’nin ömrü, devlet denizyollarında ve başka küçük
memuriyetlerde itilip kakılmakla geçtiğinden o da şiiriyle var
olma yolunu seçer. Sürekli maddî sorunlarla boğuşup bir türlü
maddî refaha kavuşamayan Çelebi, o dönemin pek çok aydını gibi,
aynı zamanda manevî buhran içine de düşmüştür. Çelebi bu buh-
randan kurtulmak için, çocukluğunda babasının vasıtasıyla tanış-
tığı tasavvufa ve Uzakdoğu mistisizmine yönelir; ancak ömrünün
sonuna kadar ne manevî ne de maddî endişelerden kurtulur.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Bir zamanlar görmezden
gelinen ve hatta bazılarınca horlanan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
eserleri, yıllar sonra en çok satan ve okunan kitaplar arasına girdi;
acaba Âsaf Hâlet de bu kaderi paylaşır mı? Tanpınar ve Âsaf Hâlet
gibi kütüphanelerin depolarında yeni nesille tanışmayı bekleyen
daha birçok değerli edebiyatçımız var. Umarım hepsi de kısa sü-
rede yeniden keşfedilirler. Edebiyat ve kültür dünyamız kadar,
sanal hayata kilitlenen genç kuşakların da buna çok ihtiyacı var.
Kaliteli bir yazar veya şair olmanın yolu, kendinden önceki de-
ğerleri özümsemek ve onlara eklemlenmekten geçer. Yokluğa
39 Kemal Sülker, “Gergin Bir Ortamda Asaf Hâlet’le Söyleşi”.
doğru hızla koşmak, kışkırtıcı ve cazip gelebilir; ama iyi bir son
değildir.
Âsaf Hâlet, bir şiirinde (“Adımı Unuttum”), adını dahi
unuttuğunu söylüyor. O böyle söylese de, biz sevimli şairimizin
hüzünlü sesini unutmamalı ve onu “zamansız bahçelerinde” kucak-
lamalıyız. O, eserleriyle kalıcılaştığı için muhteşem soluğuyla hep
aramızda dolaşmalı. Bu dilek ve temennilerle, “gömenler beni / göv-
demi gömerler / ben başka yerdeyim” (“Cüneyd”)40 diyen şairi rahmetle
anıyorum.
KAYNAKÇA
ANDAY, Melih Cevdet, Akan Zaman, Duran Zaman-I, Adam Ya-
yınları, İstanbul: 1994.
APAYDIN, Mustafa, “Âsaf Hâlet Çelebi’nin Nurusiyâh Şiirine Bir
Bakış”, İlmî Araştırmalar, S: 12, 2001, s. 17-29.
AYDIN, Ertuğrul, “Asaf Halet Çelebi’de Saf Şiir Serüveni”, içinde
Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları, Ankara: 2003, s.
94-106.
AYVAZOĞLU, Beşir, “Devam ederek değişmek”, Aksiyon, 24 Ocak
1997.
AYVAZOĞLU, Beşir, “Unutulmuş Bir Şair: Âsaf Hâlet”, Türkiye, 6
Eylül 1993.
BİRSEL, Salah, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 3. Baskı, Ankara: 1983.
BOZOK, Hüsamettin, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin Anılar, Anılar…”,
Yeditepe, S: 188, Aralık 1971 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece
Yayınları, Ankara: 2003, s. 178-181).
ÇELEBİ, Âsaf Hâlet, Bütün Şiirleri, YKY, 4. Baskı, İstanbul: 2006.
40 Âsaf Hâlet Çelebi, Bütün Şiirleri, YKY, 4. Baskı, İstanbul: 2006, s. 9.
ÇELEBİ, Âsaf Hâlet, Bütün Yazıları, (Haz.: Hakan Sazyek), YKY, 2.
Baskı, İstanbul: 2004.
DOĞAN, Mehmet Can, A’dan Z’ye Asaf Hâlet Çelebi, YKY, İstanbul:
2003.
GÖKÇE, M. Selim, “Karikatür ve Edebiyat: Âsaf Hâlet Çelebi Ka-
rikatürleri Üzerine Bir Deneme”, Türk Edebiyatı, S: 410,
Aralık- 2007, s. 34.
İNAM, Ahmet, “Türk Şiirinde Mistik Yönelimler”, Yeni Dergi, S:
111, Aralık-1973, s. 28.
KAPLAN, Mehmet, Edebiyatımızın İçinden, Dergâh Yayınları, İs-
tanbul: 1978.
KARACA, Alâettin, “Asaf Hâlet Çelebi’ye Göre Şiir”, içinde Âsaf
Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları, Ankara: 2003, s. 73-93.
KIRIMLI, Bilal, Âsaf Hâlet Çelebi, Şûle Yayınları, İstanbul: 2000, s.
105.
KORKMAZ, Ramazan-Özcan, Tarık, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir
1950 sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, C: 4, (Ed.: Talat Sait
Halman, Osman Horata vd.), TC Kültür Bakanlığı Ya-
yınları, s. 63-124.
Mehmet Niyazi, “Âsaf Hâlet Çelebi”, Zaman, 21.03.2005.
MİNNETOĞLU, İbrahim, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166,
15 Kasım 1958 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları,
Ankara: 2003, s. 194-195).
MİYASOĞLU, Mustafa, “Âsaf Hâlet Çelebi ile bir duyarlığın söz-
cüleri”, Vakit, 18.02.2004.
MİYASOĞLU, Mustafa, Âsaf Hâlet Çelebi, MEB Yayınları, İstanbul:
1994.
NARLI, Mehmet, “Asaf Halet Çelebi’nin Poetikası”, İlmî Araştır-
malar, S: 22, Güz-2006, s. 165-186.
SAZYEK, Hakan, “Cumhuriyet Dönemi: Şiir 1920-1950”, Türk Ede-
biyatı Tarihi, C: 4, (Ed.: Talat Sait Halman, Osman Horata
vd.), TC Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 21-47.
SÜLKER, Kemal, “Gergin Bir Ortamda Asaf Hâlet’le Söyleşi”,
Yazko Edebiyat, S: 17, Mart-1982, s. 70 (Âsaf Hâlet Çelebi Ki-
tabı, Hece Yayınları, Ankara: 2003, s. 230-235).
SÜLKER, Kemal, Anılara Yolculuk, Yazko Yayınları, İstanbul: 1983.
TANER, Haldun, “Âsaf Hâlet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166, 15 Ka-
sım 1958 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları, Ankara:
2003, s. 187-189).
TANER, Haldun, “Beylerbeyili Şair”, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi
Değil, Cem Yayınları, İstanbul: 1979, s. 46-47.
TELLİDEDE, Yaşar, “Asaf Halet Çelebi İçin”, Yeditepe, S: 166, 15
Kasım 1958 (Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı, Hece Yayınları, An-
kara: 2003, s. 196-197).
Türkçe Sözlük, 1. Cilt, TDK Yayınları, Ankara: 1988.
YAVUZ, Hilmi, “‘Kırtıpil’ mi, değil mi? Evet, ‘Hangi Tanpınar?’
(1)”, Zaman, 23.01.2008.
YAVUZ, Hilmi, “Âsaf Hâlet Çelebi: Ender Bulunur Edebiyatçı”,
Yeni Gündem, 18 Ağustos 1986.
YAVUZ, Hilmi, “Osman Hakan ve ‘Yol Şarkıları’”, Okuma Notları,
Boyut Kitapları, İstanbul: 1997, s. 190.
YAVUZ, Hilmi, Çöl Şiirleri, Varlık Yayınları, İstanbul: 1996.
YÜCE, Can Bahadır, “Çelebi İçin…”, içinde Âsaf Hâlet Çelebi Kitabı,
Hece Yayınları, Ankara: 2003, s. 142-144