HALİKARNAS BALIKÇISI
Süleyman ÖZYAY 01 Ocak 1970
HAYATI
16/17 Nisan 1890 gecesi, babası Mehmet Şakir Paşa’nın Osmanlı Devleti elçiliği görevinde olduğu Atina’da doğmuştur. Annesi o gece rüyasında Hz. Musa’yı gördüğü için “Musa”, amcasından dolayı “Cevat” ve babasından gelen “Şakir” isimlerini almıştır.
Asıl adı “Musa Cevat Şakir” dir. Daha sonraları da “Kabaağaçlı soyadını almıştır.
Çocukluğu babasının görev yeri olan Atina ve Büyükada’da geçti.
İlk öğrenimini Büyükada Mahalle okulu’nda yaptı.
Orta ve liseyi Robert Koleji’nde okudu.
Son sınıftayken ilk yazısı İkdam dergisinde yayınlandı.
1907 yılında lise öğrenimi sona erdi.
Ailesinin ısrarıyla İngiltere’ye gitti.
Oxford Üniversitesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde okumuştur.
1913’te bir İtalyan ile evlenmiş ve İtalya’da kaldı.
Burada resim dersi almış, İtalyanca ve Latince öğrenmiştir.
1914’te Cevat Şakir’in tabancasından çıkan kurşun babasının ölümüne neden olmuştur.
Bu suçtan yargılanmış ve 14 yıl hapis cezası almıştır.
7 yılını çektikten sonra hastalanmış ve salıverilmiştir.
Çıktıktan sonra çeşitli dergilerde yazılar yazmıştır.
Çeviriler yapmıştır.
Bir yandan da resim ve karikatürle uğraşmıştır.
Zekâriya Sertel ’in çıkardığı Resimli Hafta ’da Hüseyin Kenan takma adıyla öykü yazmıştır.
“Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler” adlı öykü yüzünden yargılanmıştır.
Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından, Bodrum’da üç yıl sürgün cezasına çarptırılmıştır.(1925)
Cezası bittikten sonra çok sevdiği Bodrum’a yerleşti ve 1947’ye kadar Bodrum’da yaşadı.
Yurtdışından getirttiği kitaplardan tarım bilgileri edindi.
Özel olarak elde ettiği çiçek ve ağaç tohumlarının Bodrum’da yetişip büyümesini sağladı.
Bir süre Bodrum Belediyesi’nin resmi bahçıvanı olarak çalıştı.
1947’de İzmir’e yerleşti, gazetecilik ve turist rehberliği yaptı.
Rehberlik kurslarında öğretmen olarak görev aldı.
İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yaptı.
Cevat Şakir ’in üç evliliğinden beş çocuğu oldu.
Kemik kanserinden13 Eylül 1973’te İzmir’de vefat etti.
Vasiyeti üzerine Bodrum Gümbet TED Türbe Tepesi’nde toprağa verildi.
Bodrum, Cevat Şakir ’in yaşamında bir dönüm noktası oldu.
Bu beldenin antik çağdaki adı “Halikarnassos” tur.
Bundan esinlenerek 1928’den başlayarak yazılarında “Halikarnas Balıkçısı” adını kullanmıştır.
Bununla birlikte Hüseyin Kenan ve Musa Cevat imzalarını da kullanmıştır.
Mitoloji, öykülerinin başlıca konusunu oluşturmuştur.
Kültür Bakanlığı 1971 yılı Devlet Kültür Armağanı Cevat Şakir Kabaağaçlı ’ya verilmiştir.
“İmdatla Cennet” adlı öyküsü filme alınmıştır.
HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN BODRUM SEVGİSİ
Cevat Şakir, Bodrum’da üç yıl sürgün cezasına çarptırılmıştı.
Cezası bittikten sonra çok sevdiği Bodrum’a yerleşmiş
ve orada yaşamıştır.
Cevat Şakir için Bodrum:
Doğanın olağanüstü güzelliğini ve tarihin hatıralarını kendinde toplayan apak bir Akdeniz köşesiydi.
Beyaz evleri, cici biciye özenmeyen kesin çizgilerden yapılmadır.
Burası engin göklerin memleketidir.
Başka yerlerde ölüp nur içinde yatılacağına burada nur içinde yaşanır.
Yıldız kalabalıklığına engin gece dar gelir.
Ufuktan ay bir görünse evren bir peri masalına döner .
Buranın aşçıları, mitolojik suratlı orfoz balıklarını, skaros ve başka balıkları pişirmekte ustalar ustasıdır.
İtalya'yı gör de öl” derler. Yok a canım; Bodrum’la kıyılarını gör ve yaşa....
diyerek de bu sevginin uzun yıllar yaşadığı İtalya’nınkinden bile çok üstün olduğunu dile getirir.
BALIKÇI'NIN DÜNYA GÖRÜŞÜ
Bilimin Anadolu’dan fışkırdığına inanır.
Orta Asya’dan gelmiş olmanın gerçekliğini kabul ediyor.
Bununla birlikte, Anadolu’yla kaynaşmış olmanın şansının, bir hümanizmde birleştirilmesini istiyordu.
Çağdaş bir kültüre giden yolda en büyük en usta rehberdi.
Çünkü çağdaş kültüre uzanmak isteyen bir toplum, klasik kültüre sahip olmalıydı.
Klasik kültür olmadan çağdaş kültüre uzanmak isteyen toplumlar “az gelişmişlik çemberini” asla kıramazlardı.
Belki genişlerler ama bunun adına şişmanlık denir, akıl devri denemezdi.
“Çağdaş olmak istiyorsanız, klasik akıl devriminizi tamamlamak zorundasınız.” der.
Klasik kültürün temelinin de Anadolu’da atıldığını ifade eder.
Bilgi enerjilerinin hepsi Anadolu’nun yediveren toprağının içinden fışkırmıştır, diye düşünür.
Öyle ise ayağınızı toprağınıza sağlam basın.
Bu sentezi yapıp çağdaşlığa uzanırken egemenlerin değil, emekçi halkın yanında olunmasını ister.
İşte Balıkçı’nın görüşü buydu. İnsan sevgisinden yurtseverliğe, oradan hümanizmaya uzanan bir çileli ve eziyetli yol...
Halikarnas Balıkçısı 13 Ekim 1973 günü İzmir’in Hatay semtindeki Merhaba apartmanında öldü.
Halikarnas Balıkçısı’nın ölümü Bodrum’da çok büyük yankılar uyandırmıştır.
Onun ölüm haberi Bodrum’da duyulduğunda tüm Bodrumlular gözyaşı dökmüşler, ağıtlar yakmışlardır.
Halikarnas Balıkçısı’nın ömrünün son günlerini Hikmet Çetinkaya şöyle anlatıyor;
“Halikarnas Balıkçısı yatağında uyur gibiydi. Oldukça zayıflamıştı. Beni görünce doğrulmak istedi. Balıkçı sayılı günlerin içindeydi ama gözleri ölüme meydan okuyordu.”
Ölüme doğru gidiyorum... Ölüme! Doğa elimi kilitledi... Doğa insafsız... İşte merhaba diyip gideceğim dünyadan... Sadece bir merhaba...
Halikarnas Balıkçısı’nın ölmeden önce son sözleri Şunlar olmuştu;
Son söylemek istediklerimi yazamadım... Sanırım ki yolcuyum... Dünya’ya bir merhaba deyip gideceğim... Burnuma çiçek kokuları geliyor... Açın Açın pencereleri, son defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgünlüğü…
Halikarnas Balıkçısı öldüğü zaman İzmir’de bir umursamazlık vardı.
Onun öldü haberi, Bodrum’da bir top gibi patladı.
Bodrumlular öyle değildi. Tüm Bodrum halkı o yüce ölüye son görevlerini yapmak için ayaktaydı.
Bodrumlular on beşe yakın arabayla İzmir’e gitmişlerdi.
Naaşı, Bodrum’a getirilmek üzere merhaba apartmanından alınarak yola çıkılmıştır.
Bodrum halkı onu Torba mevkiinde karşılamıştır.
Saat 15.30 sıralarında acılı düdük sesleri Bodrum’lunun yüreğine bir kurşun gibi inmişti.
Bütün dükkanlar kapanmıştı.
Yokuşbaşı’ndan itibaren öğrenciler ellerinde çiçeklerle yollarda bekliyorlardı.
Cenaze “Halikarnaslım” adlı tekneye bindirildi.
Limana yalnız balıkçılar gelsin denildi. Kabaağaçlı’nın tabutunu balıkçılar aldı.
Saygı duruşu ve konuşmaların ardından Bodrumlular Balıkçı’yı omuzlarına alırlar.
Naaşı el üstünde taşınarak Türbe tepesine götürüldü ve defnedildi.
Ertesi gün gazetelerde Bodrumlulara başsağlığı dileyen ilanlar çıktı.
6. HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN VASİYETİ
Bodrum’a gömülmek istiyorum.
Mindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar.
Mermer, beton filan istemem asla.
Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu dikin mezarımın başına. Yazı olmasın asla.
YAŞAR KEMAL:
"Halikarnas Balıkçısı’na gelinceye kadar bizim edebiyatımızda pek öyle yaşayan doğa yoktu. Bizim edebiyatımıza sağlıklı, gördüğümüz, güzel olan doğayı getirdi. Balıkçıyı okurken insan doğayla bütünleşmiş, doğanın güzelliğinde atan bir yürek bulur.”
MELİH CEVDET ANDAY:
"Her yazar, kendine özgü, bir görüntüler dünyasını anımsatır insana. Halikarnas’ın adının da bende uyardığı çağrışım, çivit mavi bir deniz, çiğ aydınlık sokaklar, beyaz taş evlerdir. Ve içten sesi sağduyudan gelen bir anlatım biçimi içinde, doğasal bir karmaşada, doğanın şaşmaz düzeni kapsar, kuşaklar tüm yapıtını.
NECATİ CUMALI:
"Bir toplum bir yazar yetiştirebilir ama birde insanın, yaşamının bütün hesabı önüne çıkarıldığı zaman aldığı bir bütünlük var. Kişilik orada beliriyor. Öyle özgün bir kişiliği var ki, o sevgili büyük insanın kendinden önce gelen bir kimseyi nasıl anımsatmıyorsa, nasıl eşsizse, kendinden sonra da yerinin doldurulacağına inandırıverir, kendisini tanıyanları.
8. HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN ESERLERİ:
AGANTA BURİNA BURİNATA
Balıkçılar, sünger avcıları, dalgıçlar, gemiciler... Halikarnas Balıkçısı'nın hikaye ve romanlarıyla gelen bu tipler, sadece edebiyata ilk kez geldikleri için ilginç değillerdir. Balıkçı, denize bağlı olarak, güzelliği, özgürlüğü, başkaldırıyı, insanoğlunun geçmişteki ve gelecekteki arayışlarını, kayıplarını, bunalımlarını, korkularını, ışığı kırar gibi kendiliğinden alabildiğine etkin bir anlatımla ortaya koyarak, çağdaş insancıl bakışla eski uygarlıklar arasındaki bağları göstermiştir.
ALTINCI KITA AKDENİZ
Gazeteci-Yazar Şadan Gökovalı'nın uzun süredir yoğun bir çalışmayla hazırladığı ALTINCI KITA AKDENİZ, Halikarnas Balıkçısı'nın hiçbir kitabına girmemiş yazılarından oluşuyor.
Bu kitabıyla Balıkçı, Anadolu uygarlığına Akdeniz ölçeğinde ışık tutuyor. Bu ışığın, Akdeniz insanlarını birleştirmede, Akdeniz'in kendisi kadar işlev yerine getireceğine inanıyoruz.
ANADOLU EFSANELERİ
Yüzyıllar boyunca Anadolu diye, Anadolu'da diyar diyar gezeyim dedim, her yerin eski efsanelerden tutup da günümüze kadar gelmiş tarihsel olayları yazayım dedim. Ne var ki, Anadolu'nun çeşitli ekonomik, toplumsal kargaşalığının içinden çıkabilene aşkolsun....
ANADOLU TANRILARI
Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi harikasının elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, Batının çeşitli müzelerindedir. 'Ne olacak? Gavur putu! Yabancı şeyler!' dedik. O eski mimarlık ve heykeltıraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür zenginliği vardır. Onu da, bizim başımıza kondurmadan, 'Adam sen de! Vazgeç! Asklepios, Aftospiyos, Kitpiyoz Yunan kültürü!' diye, Batılıların başlarına savurmuş buluyoruz. Şimdi biz, şapka diye, onların külahlarını taklide çalışıyoruz...
ANADOLU'NUN SESİ
Uygarlık tarihine,bilinçli ve yansız bir yaklaşım. Öğrenimin her aşamasında, ders kitabı olmaya değer bir yapıt.
ARŞİPEL
O tek başına bir kurumudur. Her anlamıyla...
Bu büyük insan, adı ARŞİPEL konan en güzel yapıtlarından biriyle, o bildik kocaman sesiyle yeni bir MERHABA! çekiyor.
ARŞİPEL... Antik çağlarda Eski Deniz anlamına gelen bu sözcük, BALIKÇI için yaşama sevinci ile özdeşti. Kalebendilk cezasını çekmesi için Bodrum'a götürülen BALIKÇI'NIN EGE DENİZİ'NİN gördüğü anda yüreğini dolduran mutluluğun rüzgarı ARSİPEL çığlığıyla çevreye yayıldı.
BULAMAÇ
Bulamaç, başka hiçbir kitabında yer almayan birçok bölümüyle, HALİKARNAS BAÇLIKÇISI'NIN coşkulu anlatımının, kıvrak ve zengin Türkçesinin tadını bize getirdiği gibi, araştırmacılar ve edebiyat tarihçileri için de ilginç bir kaynak ve belge değeri taşıyor. Kanımızca, bu da onun önemini ve değerini artırıyor.
ÇİÇEKLERİN DÜĞÜNÜ...
Halikarnas Balıkçısı'ndan yeni öyküler. Ustanın; "Arkadaşım, oğlum desem azdır" dediği, "...beni temadi ettirecek, daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait insan" dediği Şadan Gökovalı'nın hazırladığı "ÇİÇEKLERİN DÜĞÜNÜ"nü anısına saygıyla sunuyoruz.
DALGIÇLAR
"Denizaltının esrarengiz alemini" ve deniz adamlarının tehlikelerle, akıl almaz heyecanlarla dopdolu yaşamını anlatan bir yapıt DALGIÇLAR. Gelgelelim olayların geçtiği yerler Türkiye değil, kişileri de Türk değil. Nedense Balıkçı Baba, 1949'da Demokrat İzmir'de "tefrika" edilen DALGIÇLAR'a adını "nakleden" diye koymuş. "Kalabentlik"le Bodrum'a sürgün edilen Balıkçı'nın adı, o sıralarda hala sakıncalıymış demek...
DENİZ GURBETÇİLERİ
"Deniz Gurbetçileri" de Oppianus'un, Güney Ege dalgıç ve denizcileri için söylediği ünlü sözden sonra "Haydi Sefere!..." diye başlar.
BALIKÇI'nın, toplumsal sorunlara en fazla eğildiği kitabıdır "Deniz Gurbetçileri". Yazar bu romanında, deniz emekçilerinin çile, sorun ve aşklarını, kısacası onların dünyalarını anlatır. Ama bu anlatım, kaynağından, birinci elden anlatımdır...
DENİZİN ÇAĞIRIŞI
...Beş saat rötarla, İzmir' e gece yarısından sonra varmak, demiryolları idaresi için ahvali adiyeden olabilir, ama benim gibi beş yıl, sapa bir yerde kurulmuş küçük bir kasabada, kabuğuna çekilerek, vesvese ve korkularıyla başbaşa yaşamış, bilmediği bir semanın ve tanımadığı bir denizin maviliğinden şifa aramaya çıkmış, karanlıktan korkan bir insan için, ne büyük felaket...
DÜŞÜN YAZILARI
Azra Erhat'ın baskıya hazırladığı DÜŞÜN YAZILARI, uygarlık tarihinin anıt ülkelerinden Anadolu'yu en ilginç boyutlarıyla sergileyen incelemeleri, yorumları ve özgün sentezleri içermektedir.
Hemen her satırı Balıkçı'nın coşkulu üslubuyla yoğrulmuş olan DÜŞÜN YAZILARI, ne yönden bakılırsa bakılsın vazgeçilmez bir başucu kitabıdır.
EGE'DEN DENİZE BIRAKILMIŞ BİR ÇİÇEK
Bu öykü kitabı, daha önce EGE KIYILARINDA, EGE'NİN DİBİ, GÜLEN ADA, MERHABA AKDENİZ, YAŞASIN DENİZ adlarıyla tanıdığımız kitaplarıyla, önceki kitaplarına girmemiş öykülerini bir araya getirmektedir. Buradaki öyküler, BALIKÇI'NIN söylediği gibi, "...o cennet ellerin, dağ otlarının, kıyılarının, vahşi kayalarının, yıkıntılarının ve açık denizlerin ürünüdür."
GENÇLİK DENİZLERİNDE
GENÇLİK DENİZLERİNDE, Ege'nin gözü pek ve babacan denizcilerinin destansı yaşam öykülerini anlatan doğa ve insan sevgisinin yurt gerçekleriyle bütünleştiği bir yapıt.
Öyküleri derleyen Şadan Gökovalı, yıllar sonra bu kitabı BALIKÇI'ya okurken, onun ilk kez ağladığına tanık olmuştu. Öykülerin ne denli yoğun ve gizemli bir atmosferle yüklü olduğunu daha ilk sayfalarda anlayacak ve bu çarpıcı dünyanın siz de bir parçası olacaksınız.
GÜLEN ADA
Bir sabah Elif, yine keçileri ve ineği alarak deniz kıyısına gitti. Mevsim gençti. Karada güneş ve bal sızan çiçeklerin özsuyu, insanın nabzını adeta çurlatarak çarptırılıyorlardı. Deniz ise, mavi mavi yanıyor ve göz kamaştırıcı ışığını ta ufuklara yayarak alabildiğine parıldayıp kıpırdıyordu. Deniz o gün en mavi, en sevindirici yaşayışındaydı. Yedi Canlı denilen Tiycan'ı, yedi değil, sanki bir milyon canla canlandırıp sevindiriyordu.
HEY KOCA YURT
Balıkçı'nın başyapıtlarından biridir. Kendisinin de en sevdiği ürünüdür. Kitabın son satırları da kanıtlar bunu:
"Bu yapıtın konusu, Anadolu'nun düşünce bakımından değil, sanat bakımından tarihidir. O yüzden düşünürler konusunun uzatılması gerekli görülmez.
Uzak geçmişin olayları gözden ve gönülden geçirildikten sonra, tüm bu yerlere,
… HEY KOCA YURT!... Denemez de ne denir?"
İMBAT SERİNLİĞİ
Şadan Gökovalı, '60'lı yılların sonunda yaptığı konuşmaların metinlerini derleyip; doğumunun 112. yıldönümünde, sevenleri adına Balıkçı'ya bir yaş günü armağanı olarak sunuyor bu kitabı.
MAVİ SÜRGÜN
İstiklal mahkemesinin bulduğu bir suç vardır. Sonunda cezasının idam olacağı anlaşılır. Sabırlık ve tarlakuşu eller, göğüste kavuşturulmuş, idamı bekler. sürgün edeceksin denilir. Sürgün yeri Bodrum bir muammadır, bir karanlıktır. Ama işte apansız karanlık kalmaz. Bu Mavi Sürgün yazısı, bu işin nasıl olduğunu anlatacaktır.
MERHABA ANADOLU
Balıkçı'nın kitaplaşmamış yazılarından derlenen bu yapıt, bir yandan yurdumuzun tarih, sanat ve uygarlığını sergilerken, öte yandan Anadolu birikiminin nesnel temellerine ışık tutuyor.
Kitapta ayrı bir bölüm oluşturan Anadolu efsanelerine ise, okuru, Önasya insanının gizlerine götüren bir keşif yolculuğu olacaktır.
ÖTELERİN ÇOCUKLARI
Akdeniz'de geçmişten günümüze yansıyıp duran bu uygarlık ortamında, gerçekle mitolojinin iç içe girdiği bir serüvendir yaşam. Ve doğal olarak, ekmek kavgalarının, aşkların ve acıların, yerel boyutlarından sıyrılıp evrensel anlamlara dönüştüğü bir romandır "ÖTELERİN ÇOCUKLARI."
HALİKARNAS BALIKÇISI, denizle özdeşleşen insanların doğasını, çarpıcı ve parıltı bir anlatımla romanlaştırırken, gerçekte yaşamın da kendisini sunmaktadır okura.
PARMAK DAMGASI
Bir süre önce televizyon filmi olarak beğeniyle izlenen PARMAK DAMGASI, Balıkçı'nın aynı öyküsüyle, başka öykülerinden yararlanılarak yapılmıştır.
Ege'nin yedi renkli denizlerini, cennet köşelerini, güzellikleri çirkinlikleriyle, sevinçleri korkularıyla, arayışları beklentileriyle insanlarını zaman zaman tarih süzgecinden de geçirerek kaleme alan Halikarnas Balıkçısı'nın PARMAK DAMGASI'nda yine birbirinden güzel öyküler yer alıyor.
ULUÇ REİS
1557 yılının Haziran sonuydu. Karanlık basmak üzereydi. Datça yarımadasının güney yamaçlarının bütün halkı, evlerinden dışarıya uğraşmışlar, yüksek kaya ve ağaçlara tırmanmışlar ve şiddetli bir merakla yuvalarından fırlarcasına açmış oldukları gözlerini Rodos adası denizlerine dikmişlerdi… Ta uzaklarda çakan ışıklar şimşek değil, top alevleriydi; ufuklara abanan kara buğular bulut değil, barut dumanıydı...
YOL VER DENİZ
Hasan Usta, küçük kentin lağım temizleyicisiydi. Bu iş pek hoşuna gitmiyordu. Ama hoşuna gitsin gitmesin, bu işi yapmak zorundaydı… Aradan otuz yıl geçtiği halde gemiyi bir türlü bitirememişti. Kayığın bunca yıl önce kurulan iskeletinden, otuz yıl sonra, bir tahtası kalmamıştı ki yenilenmiş olmasın. Kaburgalar, kaplamalar, karina (omurga), küpeşteler çürüdükçe Hasan Usta, yeni kereste satın alıp, onları...
SONSUZLUK SESSİZ BÜYÜR
Anadolu Tarihi'nin, çoğu kişinin bilemediği ilginç ve gizemli gerçeklerini, bir anlatının, bir söyleşinin çok ötesinde, adım adım projektörle tarayan BALIKÇI, okura tarihsel bir yolculuğun heyecanlı serüvenlerini tattırıyor.
Antik yaşam biçimleri, eski şölenler, dinsel törenler, tıpkı bir film gibi bilinçte canlanırken, sanattan politikaya, garip inançlardan savaşlara değin uzanan yoğun ve hızlı Anadolu destanları, tarihi yönlendirici birincil nitelikleriyle adeta yeniden oluşa gelmektedir.
9. Kaynakça:
www.edebiyatöğretmeni.net
www.e-tarih.org
www.hukuki.net
www.mavi-yolculuk.com
www.turkceciler.com
www.zurnachat.com
www.biyografi.com