Adana Kongresi
01 Ocak 1970
Parti, belli bir güce erişmişti. Toplantılarımız daha kalabalık, daha heyecanlı olmağa başlamıştı. Vatansever gençlik, büyük çapta, gerçek yuvalarının bu hareket olduğunu kavramıştı artık. Üniversitelerde ülkücüler dengeyi kurmuşlar, pek çok fakültede rahat okuma imkânına kavuşmuşlardı. Fakat komünistler son sür'at teşkilâtlanıyorlar, bilhassa işçiler arasında, sendikaları ele geçirerek, o günkü C.H.P.'nin destek vermesi ile gittikçe güçleniyorlardı. Mevcut iktidar ise, kaderine razı olmuş gibi, Türkiye'nin felâkete gitmesine, daha önce söylediğim gibi, aval aval bakıyordu. Türkeş, milliyetçilerin büyük bir gövde gösterisi yaparak, hem komünist ve bölücülere gözdağı vermeyi, hem de milliyetçilerin morallerini yükseltmeyi istiyordu. Bunun için 1969 Adana büyük kongresi seçildi.
Bu görev, o zaman Adana il başkanı olan merhum Faruk Akkülah'a verildi. Partinin bütün teşkilâtlarına, ellerinden geldiğince bu kongreye kalabalık olarak gelmeleri istendi...Bu kongrenin, bizim, daha doğrusu ÜÇ HİLÂL'ciler açısından başka bir önemi daha vardı: Artık bir anlamı kalmayan C.K.M.P. isminden ve terazi olan amblemden kurtulmak istiyorduk. Daha önce söyledim; isim üzerinde pek ihtilâf yoktu. Eski particiler çekip gitmişler, kalanlar ise partinin yeni havasını benimsemişler, deneyimleriyle gerçekten büyük yardımcı oluyorlardı.
Esas çekişme amblem üzerinde yaşanıyordu. Bir gurup parti ambleminin, hilâlsiz bozkurt olmasını savunuyordu.Benim de içinde bulunduğum gurup ise, parti ambleminin Üç Hilâl, gençlik ve kadın kollarının ambleminin ise, Hilâl içinde Bozkurt olmasını savunuyordu.
Kongreden birkaç ay önce, eski milliyetçilerden senatör Hüsnü Dikeçligil'in oğlu, rahmetli kardeşim Afşın Dikeçligil, bana, “Tarih Boyunca Türk Bayrakları ve Sancakları” isimli bir kitap getirdi. Yanılmıyorsam, Türk Tarih Kurumu yayını idi. Onun içinde pek çok Üç Hilâl şekli vardı. Dönen üç hilâl fazlaca tenkide uğradığı için, onu terk etmiştik.
Barbaros'un kalyonlarında kullandığı yan yana bir üç hilâl vardı. Çok hoşumuza gitti. Fakat, Ankara'dan da istişare ettiğimiz arkadaşlar, Osmanlı'nın bazı dönemlerinde ve mehter takımlarında da kullanılan bu günkü Üç Hilâl'i savunuyorlardı. Biz de bunu kabul ettik. Bizimle aynı binada bulunan bayrakçı Vedat beye, orijinallerini hazırlattığım bayraklardan, Adana'da yapılacak kongreye götürmek için, bir miktar yaptırdım...
Bütün Türkiye'deki kongrelerde, özellikle İstanbul'da bu amblem meselesi büyük sürtüşmelere sebep oldu. Bu sürtüşmeler, Ankara'ya, Genel İdare Kurulu'na da yansıdı. Türkeş ise, tarafsız görünüyordu.. Bu kongrenin sadece amblem meselesi olmadığını biliyordum. Bu kongre partinin gerçek kimliğini bulma kongresi olacaktı. Yani, hareket Türk'ün gerçek karakteri olan, Türk-İslâm Ülküsü'ne giden yolun, birinci basamağı olacaktı.
Bunu tarih içinde, Türk Milliyetçileri oluşturmağa çalışmışlar, sosyolog ve fikir adamı Ziya Gökalp, çeşitli makaleleri, Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak, Türk Ahlâkı, Türk Medeniyeti Tarihi adlı kitaplarıyla bir yere kadar yapmağa çalışmıştı. Fakat ömrü yetmemişti. Sonradan gelen yazar ve düşünürler de bu konuyu çok işlemişlerdi. Ne idi bu konu: Türk'ün İslâm'sız olamayacağı gerçeği idi.. Bu konular, partili, partisiz Türk aydınları arasında tartışıldığı bir dönemde bir gün Türkeş bana: “Karabacak, dikkat edin, Türklüğümüzü ve İslâmlığımızı BUDAYARAK bizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu oyuna gelmeyin:” dedi.
Ben bu oyunun farkındaydım. Yapılan tartışmaların anlamsızlığını görüyordum. Adana kongresine giderken, Millî Hareket dergisine ılımlı ve birleştirici bir yazı yazdım. Terazi, Üç Hilâl ve Bozkurt amblemlerini dergiye koyarak, partililerin bunlardan birini seçeceğini, hepsinin de Türk Milliyetçilerini temsil ettiğini belirttim..Tabii bizim dışımızda, bu konuda pek çok tartışmalar yaşanıyordu. Basın, partinin kurtçular ve hilâlciler olarak bölüneceğini yazıyor, tahrikler bizi de etkiliyordu.
İtiraf edeyim, biz ne pahasına olursa olsun, Üç Hilâl'de direnmeğe karar vermiştik.
İstanbul'dan bu iki gurup, ayrı otobüslerle Adana'ya gittik.
Faruk Akkülah, bizim ümit dahi edemeyeceğimiz bir hazırlık yapmıştı. Adana Spor Sarayı kiralanmış, bahçesine çok büyük bir otağ kurulmuştu. Bütün Adana Türk bayraklı ve o günkü parti bayrakları ile süslenmişti. İlk defa, çok büyük bir mehter takımı orada görevlendirilmişti. Yüzlerce partili gence özel mavi gömlekler giydirilmiş, müthiş bir yürüyüş düzenlenmişti. Adana ve parti gerçekten tarihi günlerini yaşıyordu. Biz, kongre salonuna geldiğimiz zaman, salonun her tarafına bozkurtlu bayrakların asıldığını gördük.
Biz de Üç Hilâl'li bayrakları açmağa hazırlanırken, rahmetli Dündar Taşer'in beni çağırdığını söylediler. Yanına gittim. Bana: “Ahmet bey, bu konu parti Genel İdare Kurulunda konuşuldu. Bozkurt isteyenlerin temsilcisi Muzaffer Özdağ çıkıp Üç Hilâl'i anlatacak, ben de çıkıp Bozkurt'u anlatacağım. Ortalığı yumuşatalım” dedi. Bu bana mantıklı geldi. Gelen delegelerin düşüncelerini büyük çapta biliyordum. Bir endişe de duymuyordum. Bayraklarımızı yerine koyduk.
İkinci, seçimlerin olacağı gün, M.Özdağ konuşmağa başladı. Bu bizim beklediğimiz konuşma değildi. O tam tersine, Bozkurt'u anlatıyordu. Hemen arkasından seçimlere geçildi. Partinin adının MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ olması ittifakla kabul edildi. Kongre başkanı “Parti ambleminin bozkurt olmasını isteyenler?” dedi. Yüz kişi civarında el kalktı. Başka bir teklif almadan: “Kabul edilmiştir” diyerek işi oldu bittiye getirmek istedi.
İşte o ânda bütün salon ayağa fırladı. Salonun her tarafından Üç Hilâl'li bayraklar açılmağa, bütün salon üç hilâl üç hilâl tezahüratıyla inlemeye başladı. Başkan, itimat reyi istedi. Sadece o yüz kişi civarındakiler el kaldırdı. İstemeyenler deyince bütün salon el kaldırdı. Başkan, kürsüden inip, yerini ikinci başkana bıraktı. İkinci başkan, amblemin Üç Hilâl olmasını reye koydu, hemen hemen bütün salon el kaldırdı. Gençlik ve kadın kolları için ise, Hilâl içinde Bozkurt amblem olarak kabul edildi.
O günü unutmak benim için mümkün değil. Hele, Bozkurt'u savunan, gerçekten kendilerini çok sevdiğim (Zaman zaman onlarla bu konuyu gülerek hatırlıyoruz.) pek çok arkadaşımın, delege kartlarını yırtarak salonu terk etmeleri benim içimde halâ acı bir hatıra olarak durur. Parti kongresi güzel başlamıştı, fakat tatsız tuzsuz sona ermişti. Ancak esas neticeye varılmış, parti fikriyatı, Türk Milletinin bin küsur yıllık ideolojisini temsil yetkisini almıştı. Özdağ ve Baykal ile bazı partililer, bir süre pasif kaldılar. Fakat, her taş yerli yerine oturuyor, milliyetçilerin gidecekleri başka bir çatı altı kalmıyordu. Bir süre sonra, bu arkadaşlar, eskisi kadar sıcak olmasa da, hareketin içinde gene görev almağa başladılar...
Adana kongresinin neticesi bize Faruk Akkülah gibi bir teşkilât başkanı, (Genel idare kuruluna girerek teşkilât başkanı oldu.) Osman Yüksel Serdengeçti gibi bir mücahit kazandırdı. Osman ağabey, o tarihten sonra vefatına kadar ülkücü hareketin içinde oldu, büyük fedakârlıklar yaptı. Faruk Akkülah ise, maddî ve manevî, bütün gücü ile partiyi yeniden teşkilâtlandırdı. Hiç durmadan, vefatına kadar, koştu, çalıştı...